Birincisi somuttur (Örneğin bir cetveldir). İkincisi soyuttur (Örneğin saattir).
Kozirev, zamanın (Einstein'in tek boyutundan öte) bir enerji olduğunu söylediğinde, "Zaman boyutunun" yalnızca lineer=doğrusal olamayacağını, bunun bir alanı olduğunu varsaydım. Nasıl ki bir "Arsa" en ve boy çarpımı olan "iki boyutlu yüzey" ya da alan kavramıysa, zaman denen boyut-enerjisinin de "İki boyutlu" olabileceğini varsaydım. Özellikle "Işık hızının karesi" derken (km2 gibi) "Saniye kare" üzerinde düşünerek, zamanın bir "Enlemi" ve bir de "Boylamı" olduğunu kanıtladım. Zaman enlemi ve zaman boylamı demek, (a) x (b) alanının, ötede (Örneğin ahirette) (-a) x (-b) 'den oluşmuş, "Sıfırdan küçük bir mekan boyutu" olduğunun sezdim. Gerçekten bu bulgu, Kozirev'in "Zaman enerjisini" açıklamıştır.
Bununla da yetinmeyerek, ayrıca "Zaman yüksekliği" yani (-c) boyutunu öngördüm. Demek ki "Bir zaman küpün, bir zaman küresi=Chronosphere" söz konusuydu.
Nasıl ki bu evrende, bir şeyin hacmı varsa, soyut bir evrende de soyut bir hacım vardı. İşte biz bunu ZAMAN diye algılıyorduk. Aslında, ZAMAN, öte alemin (Sıfırdan küçük esîrî, takyonik alemin) mekan boyutlarıydı. Bu bulgum, madde (Tardyon) ve mana (Takyon) birbirine bakışık (x, y, z, -x, -y, -z) diye sayılan altılı koordinattan oluşan iç-içe yaşayan "Altı mekan boyuttu bir bileşik evren"in ispatı olarak benimsenmiştir.
Mekan koordinatları sabit, zaman koordinatı değişkendir. Bir mekanın "Geometrik boyutları" ne kadar küçülürse ve bir cisim ne kadar hızlıysa zaman da bunlarla orantılı olarak değişkenleşir. Mekan boyutlarının uzamda sabit bir yeri (En, boy, yüksekliği) olduğu halde, zaman boyutunun mekanda sabit bir durağı yoktur. Zaman, kuantları etkiler; fakat çekim akılarından (Gravitik gel-gitlerden) etkilenir. Mekan dilimlerinde değişken olan zaman akışları "Her yerde aynı hızla" akmaz. Boyut ya da statik enerji olan "Zaman" diğer her boyuta teğettir.
"Uzay-zaman kenetlenmesi" ile oluşan evren, madde yaratılmasaydı dümdüz olacaktı. Fakat içine madde yaratılıp konduğundan, maddenin "Kütlesine eşdeğer" bir çekim alanı "Uzay-zaman örümcek ağını" bozar yani çukurlaştırır. Hız artışı "Özel görecelik", Çekimsel geç yaşlanma "Genel görecelik" demektir ki; ikisi de birleşmiş olur.
Özel görecelik "Evrende şaşmaz ve değişmez tek hızın ışık hızı sabiti olduğunu, ışığın kaynağının kendinden hızlı gitmesiyle bile ışığın hızının değişmeyeceğine" ilişkin aksiyom sunar. Böylece mutlak ve değişmez bildiğimiz değerler, hız arttıkça, değişip artmaktadır. Çünkü cismi hızlandırmaya katılan (İvmelendiren ya da ısıtan) enerji, cismin sabit kütlesini büyütür. Dolayısıyla bu durumda "Durgun kütle"den söz edilemez. Bir bardak çayı ısıttığımızda ya da onu hızlandırdığımızda, "Soğuk ve hareketsiz" halinden daha ağır olur. (Durgun kütle budur.)
Hızı arttıkça büyüyen bu kütle, kendisini hareket etmeye zorlayan güçlere direnmesi olan eylemsizliğini de büyültür. Hız ile kütle arasındaki bu geri tepme bağıntısı, hızın artmasıyla, ona engel olan kütlenin de artmasının "Doğru orantılı olduğunu" ispatlar.
Kütle, tam ışık hızına erdiğinde, verdiğimiz itme enerjisi, attık onun hızını değil; kütlesini sonsuza doğru arttırmaya harcanır. Böylece, "Maddenin hızı, ışık hızında" SONLANIR.
Bu nedenle evrende, her platform sistem bir diğerine göre olarak rotasyon, osilasyon, nütasyon, prosesyon yaptığından, bütün hız çeşitleri birbirine göre farklı ve göreceli (Relativistik) olur.
Bu nedenle dinamik evrende "Işık hızından" başka hiç bir referans (Başvuru, dayanak, nirengi) bulamayız.
Evrende tek bir yerde oluşan "Tek bir olay" oradaki mesafeye bağlı olarak, başka "Zamanlarda" yaşanmış gibi gelir bize...
Örneğin, Güneş'in "Şimdi" söndüğünü düşünürsek, bu dünyada 8 dakika sonra, en yakın bir yıldızda 50 ay sonra, en yakın galakside 3 milyon yıl sonra "Fark edilir". Olay bir tanedir. Fakat sunduğumuz yerlerdeki gözlemciler bu tek olayı, üç ayrı zamanda görmüş olurlar.
O halde her birimizin ayrı bir öz zamanı, "Kolunda özel bir saati" vardır. Aynı hızla giden saatler özdeş; farklı hızla giden saatler ise birbiriyle görecelidir (Relatiftir). Işık hızının % 89'u hızla giden bir saatin bir yıl çalışmasına karşılık; Dünyada kalan ve diğeriyle aynı ayarda olan saat, 14 yıl yaşlanmış olur.
KESİM : 60
ZAMAN ÇEKMECESİ
EVREN TARİHİNİ DONDURMAK
Yeniden karadeliklerle ilgili "ZAMAN" kavramına döndüğümüzde, tekilliğin uzay ve zamanı tamamen birleştirip, rollerini değiştirerek hapsetmesi sonucu zamanın, karareliği etkileyemediği anlaşılır. Zaman boyutu da (Diğer dört boyutlunun bütün faktörleri gibi) "İplik" biçiminde tek boyut, doğrusal tekillik olarak evrenimiz dışına çıkar. Karadelikler ZAMANI da YUTAR. Zaman da bir enerji olduğundan diğer enerji türleri gibi karadeliklerce emilip, yok edilir.
Relativite teoremi bununla birlikte kısaca; "HAREKETLİ OLANIN DAHA YOĞUN, DAHA KISA, BUNA DİK DOĞRULTUDA İPLİK OLMAYA DOĞRU YÖNELDİĞİNİ" de ortaya koymuştur.
Yine relativite teoremi; "Çekim yoğunluğu ile hız artışı"nın ikisinin aynı şey olduğunu "Eş-değerlik" ile açıklar. Buna göre, "Işık hızıyla yolculuk neyse bizi ışık hızıyla çeken karadeliğe düşmek aynı şey" oluyor.
Karadelik gibi bir yoğun çekim alanından "Kaçmaya çalışmak" ile ona düşmek ve yıldız çökmesine uğramak özdeştir. İster ışık hızıyla uçalım, ister aynı hızla karadeliğe düşelim: Her ikisi de aynı şey olduğundan, öz-zamanımız kısalmakta, genleşmekte yani saatimizi geri bıraktırdığından dünyadaki ikizimize göre daha geç yaşlanmaktayız.
Çekim yoğunluğu ile hız artması aynı şey olduğundan relativistik çelişkilere düşeriz. Çelişkilerin hepsi de doğrudur. Çünkü relativistik etkiler ve çekim yoğunluğu bize "Her bir nesnenin ayrı bir öz zamanı olduğunu, hareketli olan ya da karadelik gibi çok yoğun bir çekim alanına yaklaşanın özel saatinin yavaşladığını" söyler.
Çok uzun bir direğin tepesindeki ikizin, direğin dibindeki ikize oranla daha yavaş akan bir zamanı vardır. Çekimsiz alanda zaman yavaş akar. Dolayısıyla direğin üstündeki (Gökteki) ikizin, direğin dibindeki (Yerdeki) ikizinden daha genç kaldığını anlarız.
Genel relativite teoremi, çekim yoğunluğu ile hız artmasını birleştirdiğinden, iki durumda da "İkizler çelişkisini" yaşamamız gerekmektedir.
Schwarzschild, "Geometrik çekim yoğunluğunun karadelik çökmesine ulaşması halinde, bu çekim alanından asla kurtulamayacağımızı" belirtir: Çökme hızının ışık hızına eşitlenmesiyle, zamanda da ikizler çelişkisi baş gösterir.
Karaboşlukların evreni, bizden farklı olduğundan, olay ufku dışında serbestliği önlenemeyen zaman akışı, çekim altında hapsolur. Uzay-zamanın bu hapsolması, düz (Öklid) uzayın düzlüğünün "Schwarzschild hunisi" biçiminde dürülmesi demektir.
Işığın da bir kütlesi vardır. Dolayısıyla ışık da bu dürülmeden etkilenerek enerji kaybeder (Mecali kalmaz soğur). Bu soğumanın "Kaybı" zamanın uzaması ile telâfi edilir.
Madde ışık hızı yasağını, olağan durumlarda olduğundan, her madde kütlesi karaboşluk çekiminin tutsağı olmadan kaçınamaz. Kütlenin (Örneğin bir insanın) bu tutsaklıktan kaçması için, ışıktan hızlı gitmesi gerekmektedir. Madde olarak ışık hızını aşamadığımıza göre bizim kaçmamız için, dostların verdiği (Kurtulma hızına katkı olacak) her enerji, bizi daha ağırlaştırdığından, saplandığımız batağa çeker. Dolayısıyla aklımıza ilk gelen "Enerji bulup da kurtulma umudumuz" aldatıcı olur.
Karadeliklerdeki zaman faktörünü anlatmak için bir karadeliğe yolculuğu idealize edelim. Fakat öncelikle bir karadeliği bulmanın zor olduğunu belirtelim. Çünkü, eğer onu, "Yakalama diskindeki" bize teğet etkilerden tanıyamazsak, rastgele bulmamız zordur. Onu tanımamızda iki güçlük vardır. Adı üzerinde karadeliktir: Işığı bırakmadığından onu göremeyiz. İkinci güçlük ise onun çok küçük olmasıdır. (*)
(*) On güneş kütlesindeki bir karadeliğin yakalama yarı çapı 29 km. olup, eğer bize uzaklığı güneşinki kadar olsaydı bu bir bilyeyi 110 km. öteden görmek kadar imkansız olduğundan fark edilemeyecekti.
Daha önce birçok kez olay ufkunun biraz dışındaki gözlemci-ikizin, tutsak-ikizini izlemesi halinde, onun karadelikle birlikte sonsuza dek donmuş olduğunu, hiç bir zaman merkeze düşmemek üzere sonsuz bir süreyle askıya alındığını fark edeceğini belirtmiştik. Oysa, tutsak ikize sorarsanız, saniyenin milyonlarda-birinde çoktan merkeze çekilmiştir.
Buradaki bizi şaşırtan çelişki ve püf noktası, o "Kara evrenle" bizim evrenin zaman kavramıyla yapılan ölçümünü karıştırmamızdan kaynaklanır. Olay ufku ardındaki kara evrende saat ile metre (Zaman ile uzay çizgileri) yer değiştirdiğinden, zaman artık serbest değildir. Dolayısıyla evrenimizin bildik "Zaman kavramıyla yapacağımız bir ölçme" orada geçersiz olduğundan "İkizler çelişkiye" düşmektedirler.
Deneyin başında ikizlerin saatleri dosdoğru olarak birbirine ayarlanmıştır. (Bire-bir eşdeğerlilikle eşit çalışmaktadır.) İkizlerden biri olay ufkuna girince, dışarıda kalan ikizi, onun hızlanacağını umarken, tam tersine yavaşladığını görerek şaşırır. Olay ufkundaki ikizden gelen saniye başı sinyaller bire-bir senkronizasyonunu (Eş zamanlılığını) kaybeder.
Tutsak ikizden gelen sinyaller bire-bir saniyeden, bire iki, bire-yirmi, bire-ikiyüz, bire-ikibin, bire-iki milyon olarak seyrelmeye başlar. (Tekabül bozulur.)
Oysa gerçekte her ikisi de bire-bir eşit sinyal vermektedirler. Ne var ki, tutsak olan ikizi, ışık hızıyla kendine düşüren karaboşluk, tutsak ikizin saatini geri bıraktırmıştır. İşte bu zaman farkı, serbest ikizin, tutsak ikizinin giderek yavaşlayıp sonunda, durup, sonsuza kadar donduğunu yani merkeze hiç bir zaman düşmeyeceğini sanmasına yol açar.
"Her saniye çakan ışık sinyaliyle zamandaş" olan ikizlerden "Hangisi hareketliyse" onun zamanı yavaşlamıştır. İşte bu zaman yavaşlamasını, bire-bir sinyallerin, örneğin bire-milyar "Uzamasıyla" anlamış oluruz. Öyle ki, iki sinyal arası birer saniye iken, karadelik merkezine yakın bir yerde iki sinyal arası torunların bile ömrünü aşacak kadar genleşir. Zamanın sonsuz uzamasıyla, serbest ikiz, tutsak ikizin saatinin ebediyen durduğunu sanır.
Gelecekte kıyametle birlikte evren bir tek karadelik halinde çöktüğünde, eğer dışarıdan biri bizi gözlemiş ofsaydı, evrenin ebediyen donmuş olduğunu ve sonsuza kadar evrenin zamanının durmuş olduğunu söyleyecekti.
Evren bu haliyle (Davranış dinamizmi yerine statik durum donmasıyla) konserve edilerek, sonsuzluk çekmecesinde saklı duracaktır. Böylesine donmuş zamanı durmuş bir evrenin asla geleceği olmaz. Çünkü zaman akarsa "Gelecek ya da geçmiş" vardır.
KESİM : 61
RELATİVİTENİN YÜKSELMESİ
EVREN TARİHİNİ TÜKETMEK
Şimdi de ikizler çelişkisine "Tutsak ikizin" gördükleriyle bakalım: Karadeliğe tutsak olan ikiz, dışarıdaki ikizini görebilseydi, onun kolundaki saatin ibrelerinin delice bir hızla dönmeye başladığını fark edecektir. İşte tam bu an o, olay ufku sınırındadır. Bizi ışık hızıyla çeken karaboşluk çekimi, saatimizi geri bıraktırdığından, dışarıda kalan ikizinin kendisinin bir saniye ara ile verdiği bir sinyale, bu bir saniye içinde milyarlarca sinyal tekrarı verdiğini görecektir. Pulsarların saniyede 622 kez dönmesi gibi bu sinyaller bir saniyede çok sıklaşacaktı.
* Olay ufkuna doğru biz, alçaldıkça, saatler önce saniye kadar kısalır. Düşmemiz sürdükçe, "Bîr saniyemiz" dışarıda kalan evrenin "Bir haftasına eşit" olur. Düşmemiz daha da sürdükçe saniyelerimiz "Dışarıdaki bir ay, bir yıl, bir asır, bin yıl gibi" karşılık atmaya başlar. Öyle ki evrenin geriye kalan bütün gelecekteki tarihi, bizim bir saniyemize eşitlenir. Bir saniyede bütün evrenin gelecek zamanını bitiriveririz.
* Olay ufkuna sadece bir adım kala, "Geleceğin" bizi bekleyen milyonlarca yıl sonraki derinliklerine işlemiş oluruz. Bu dönemin sonunda artık evrenin kıyameti, insan soyunun yok oluşu vardır.
* Olay ufkuna değdiğimiz an ise EVRENİN KALAN BÜTÜN ÖMRÜ, GÖZLERİMİZDEN SANİYELER İÇİNDE AKIP GİDER. BÖYLECE EVREN TARİHİ HEPTEN TÜKETİLMİŞ, BİTİRİLMİŞ OLUR.
* Bizim "Geleceğimiz olmadığı" izlenimine kapılmış biçimde donduğumuzu gören dışarıdaki ikizimize inat, EVRENİN KALAN GELECEĞİNİ BİR ANDA YAŞAYIP TÜKETMİŞ" OLURUZ.
Nasıl ki çekim gel-gitleri (Çekimci dalgalar) maddeyi ve mekanı iplik gibi çekip uzatıyorlarsa, zamanı da bir iplik olarak çekmekte ve zaman gel-gitleri oluşturmaktadır. Nasıl ki, çekim saçta ve topukta "Uçurum yaratıyorsa", baş ve ayağın "Zamanları" da farklılaşır. Yani karadeliğe çekildiğimizde, el bileğimizdeki saat ile ayak bileğimizdeki iki saat arasına (Merkeze yakınlık oranında) yüzyıl fark girer. İşte bu da zamanın iplik gibi çekilmesi (Lineer tekillik) olayıdır.
Einstein'ın "Zaman boyutu" aslında bu biçimdir. Ama bu biçim yalnızca karaboşluk tekilliğinde geçerlidir.
Kozirev'in "Zaman enerjisi" de, bu zaman ipliğinin "Perçem" denen NEDENİNDE hızlı; "Topuk" denen "SONUCUNDA" ise yavaş harcanır. Böyle bir tutsağın başı çok yaşlı, ayağı ise çok gençtir.
Bir ara öyle bir durum oluşur ki, baş hücreleri ile ayak hücreleri arasına BİN YIL YAŞ FARKI girer.
Saç hücreleri bin yıl önce ölürken, topuk hücreleri henüz sağdır!.. Böyle bir insanın vücudu "Standart eş zamanlı" olamaz. Böyle bir insan, örneğin "Ben 25 yaşındayım" diyemez. Kafası, gövdesi, ayakları için "Ayrı ayrı" yaşlar söyleyebilir. Örneğin "Başım bin yaşında, ayağım 25 yaşında" diyebilir.
Rabbimiz tümümüzü "Başından ve topuğundan yakalananlardan" olmaktan korusun sevgideğer okurlar. Çünkü böyle azaplarda, komplike eşzamanlı bir azap yoktur. Günahkâr organlar "BİN YIL" yanarken, diğeri saatlerle beraat edecektir. Örneğin hırsızın eli için ayrı; günaha yürüyen ayağı için ayrı bir takvim vardır. (*)
(*) Baş ve topuk arasındaki zaman farkının çekimle nasıl oluştuğunu daha önce KESİM-57'de sunmuştuk.
KESİM : 62
RELATİVİTENİN ÇÖKMESİ
TARİHİ TERS-YÜZ ETMEK
"Karadeliğin olay ufkuna değdiğimizde, bizim tarihimiz ve geleceğimiz tükenir" dedik. Olay ufkuna girince, artık başka bir evrene, dolayısıyla bir başka evren tarihine mâl oluruz. Eğer dışarıdaki ikizimiz astronotun kol saatini görseydik (dijital değilse) akrep ve yelkovanın "TERSİNE ÇALIŞTIĞINI" fark edecektik. Bu demektir ki, o giderek gençleşiyor, evren tarihine, gerisin-geriye oynayan bir film gibi "TERSİNE" yaşıyor. Daha aşağıya düşen ikizimiz gençleşecek, çocuklaşacak ve bebeklikten öteye geçerek "Cenin=Embriyon" olacaktı.
En sonra, hiç yaratılmamış olacaktı. Onun ardından "Kendinden önceki" nesiller yani "Ölüler" mezardan kalkarak ölmemiş olacaklardı. Bu kez onlar da kuşaklar boyunca bir cenin olana kadar gençleşmeye başlayacaklardır. Böylece ilk insana (Adem a.s) kadar tarihe geri gidecektik.
Eğer gözlemlerimizi sürdürseydik, insan öncesi döneme ve dünyanın bir ateş top olduğu (Cinlerin zamanı) çağlara, sonra, güneş sistemi öncesi döneme, galaksilerin oluş dönemine, evrenin dünya büyüklüğünde olduğu (Galaksi öncesi) döneme ve son olarak "İğne ucundan küçük bir Akdelik" içinde "Ol" emriyle yaratıldığımız tarihin en başına, zamanın çıkış ucuna ulaşacaktık.
İşte, "Evren tarihini tüketmek" derken "Zamanın geriye çalıştığı, nedensellik ilkesinin tersine döndüğü" bu geriye sayısı kastediyorum.
Tersine oynayan film, bu kez evreni büzerek bir aknoktada kaybettirir. İşte bu durum, relativite teorisinin çöküşüdür. Bunun da anlamı, "Maddeci kuantum teorisyenlerinin" tapındığı "Nedensellik ve belirsizlik ilkelerinin" yerle-bir edilmesidir. Kuantum ve Relativite gibi muhteşem bir çift teoreme inat ve ihanetle dolu "Karadelik evreninde" bildiğimiz bütün yasalar geçersiz kalır. "Resmî bilim" adına özenle oluşturulan ve kutsal diye ilan ettiğimiz ilkeler darbe alarak ölür.
* "Madde ve enerjinin yok olmadığını" söyleyen sakınım ilkelerinin terk edilmesi gerekir. Çünkü madde ve enerji, yutulursa evrenimizin dışına yol alır.
* Evren dışına yol almak ise, "Evrenin bütünlüğü ilkesini" mahveder. Çünkü Evren "Bir tek" iken ÇİFTLEŞİR. Daha doğrusu milyarlarca karadelik olduğundan, milyarlarca evren ortaya çıkar.
* Saatin tersine çalışması ise "Olasılık, kesinsizlik, nedensellik" ilkelerini rafa kaldırıp, bunlar ürerinde yeni bir bilim kurulmasını gerektirir.
* Relativite abidesi belki evrenimiz çapında geçerlidir ama, Karadelik bu abideyi de çökertir. Einstein'ı bile yutar götürür!..
* Işığın yutulması açıkça bizim "IŞIKTAN HIZLI GİTMEMİZ" mantığıyla bağdaşır. Çünkü madde, "Enerjinin hızı" ile eşleşmeliydi. Fakat çok hızlı dönen bir kara gezegenin (Işık hızına yakın dönen karaboşluk) üzerindeki iki nokta arasında yüksek bir hızla giden bir uzay aracı "Işık hızını aşmış" olmaktadır. Böylece "Einstein hanedanı" yıkılmaktadır. Hızların toplanmayacağını söyleyen "İvme formülleri" de iflas eder.
* Daha sonra göreceğiz ki ışıktan hızlı giden etki, "Takyon"lardır. Takyonlar ışığın kaynağıdır, ışıktan hızlı giderler. Fakat kendilerinden kaynaklanan ışık, kaynağından daha yavaş kalır.
Bildiğimiz madde, öz kütlesi sıfırdan ağır, ışık hızından düşük hareket eden, çevremizdeki fiziksel ve aktüel evrendir (Tardyonlar).
Öz kütlesi sıfır olup, ışık hızıyla giden etkiye ise enerji adını veririz (Luksonlar).
Takyonlar ise ışıktan hızlıdırlar. Dolayısıyla madde ve enerji ötesindedirler. Beşinci boyut (Akıl boyutu) ile anlatılan (Soyut kütle mimarı) Takyonlar ışıktan milyonlarca kez hızlıdırlar. Buna rağmen madde, ışık hızını aşabileceği "Karadelikleri" bulmuştur:
Bir karadelik üzerinde toplam hız olarak ışık hızını aşan bir astronot (Takyon olmasına gerek kalmadan) "Relativite teoreminin arkasına" geçer. Oysa takyonlar relativiteye aykırı olmaksızın kendi işlevlerini yürütürler. Ne var ki maddenin ışıktan hızlı gitmesini sağlayan yukarıdaki örneğimiz relativiteye aykırıdır. Örnek doğru olduğuna göre, relativite karadelik düzeyinde işlememektedir.
Gerçekten de, ışık kaynağının kendi ışığından hızlı olması yasaklanmış değildir. Feinberg, "Hız"ın da metrik kanunları olduğunu, her hızdan bir başka hız fazına "Dolaysız" geçilebileceğini ortaya koymuştur. Böylece ışık kaynağı takyonlardır. Işığın kendisi kuantları; kuantlar da enerji ve maddeyi oluşturmaktadır.
Ötedeki kütle soyut; bu taraftaki kütle somut madde olup, ikisi arasında "Işık hızı duvarı" vardır.
Neo-klasik ve de "Resmiyetli" bilimin kutsal yasalarının baş konuğu "Nedensellik İlkesi"nin karaboşluklarda iflas ettiğini, daha sonra da relativite teoreminin "Işık hızı yasağının" çöktüğünü sunduk.
Şimdi ise bir başka "İlke"nin intiharına değineceğiz: Bu "maddenin sakınımı = Maddenin korunumu" ilkesidir. Söz konusu ilke, "Maddenin yoktan yaratılmayacağını, varken yok edilemeyeceğini, toplam atom çekirdek sayısının hiç değişmediğini, ne yeni madde yaratılacağını ne de yok olacağını, kendinden bozunma ve kararlılık süreçleri içinde sabit madde sayısının değişmeden korunacağını" söylemektedir.
KESİM : 63
MADDE SAKINILMIYOR
MADDENİN İNTİHARI
Gerçekten de madde, temelindeki "Kararlı Proton" düzeneğinden oluşur. "Kararlı" derken, anlatmak istediğimiz; güneşimizin şu an beş milyar yaşında olduğu, proton denen yapı taşlarımızın bundan milyar kez uzun ömürlü olmasıdır. Yani madde ölümsüz sayılagelmiştir.
Protonun bu kez kararlılık inadı sayesinde atomlar bozulmazlar, yok olmazlar (Aksi halde bunu gözlemlerdik). Ne var ki karadelikler proton ve nötronu "En çabuk yolla" evrenden yok etmektedirler. Karadelikler madde adına her şeyi yutup, yok ettikleri için, kutsal (!) "Maddenin sakınılması" ilkesi, ders kitaplarında öğrencilere "Resmî bilim yutturmacası" olmaktan öteye geçemez.
"Sonsuz ömürlü ve mutlak değişmez yasalarla yönetildiği" sanılan hazreti maddenin "Sakınım ilkesini" karadelikler tekzip etmişlerdir.
Böylece, "Maddenin toplam ve değişmez Nükleon (Çekirdekteki proton ve nötron) sayısının sakınılmasından" söz etmek artık cehalete girer. Çünkü karadelikler maddeyi yeni bir tür sona ulaştırmak üzere bu evrenden alıp götürürler. Materyalist görüş daha "Karadelikler" bulunduğu anda iflas etmiştir. Halen materyalist olanlar varsa bile onlar "Resmî cehalet" erbabıdır.
Karadeliklerin maddeyi sakındırmayan bu yapısından, en başta onlara "Karadelik=Black Hole" adını veren Wheeler paniğe kapılmıştır. Ünlü karadelik uzmanı ve isim babası Wheeler, vaftiz ettiği karadelikleri için, "Bilim adamlarının karşılaştığı, her çağların en büyük bunalımı" diye alarm vermiştir ve eklemiştir:
"Maddenin bu kadar kısa ömürlü olabileceğini düşünmemiştik."
"Resmî bilim" böylece, ilk kez kendi ilkelerinin kutsallığından kuşku duymuştur. Yeni tanıma göre madde, karadeliklerde "Magnetik alanlara ve gravitation enerjisine" dönüşür. Bu enerji de tekillik ardında yok olur. O zaman "Maddenin ölmeyeceği, ancak biçim değiştirip enerjiye dönüşeceği ve enerjinin de korunacağı" kuyruklu bir yalan oluvermiştir. Böylece resmî bilimden kopmalar olmuş ve yeni tespitler getirilmiştir.
Şimdiki bilim, "Ölümümüze neden olan karaboşlukların geçmişte de doğum nedenimiz olduğunu yani maddenin karadeliklerden türeyip yine ona döndüğünü" söyleyerek dönüş yapmıştır.
Yapılan son ve hassas gözlemler, duyarlı ölçümler, "Maddenin % 98'inin ölü karaboşluklardan; % 2'sinin de ölümün ortasında yaşayan optik (Işımalı, asal) evrenden oluştuğunu" kesinleştirmiştir.
Bu sayılı bir avuç yaşayan (Işıyan) madde de, gelecekte karadeliklerce yutulacaktır. Geleceğin de geleceğinde bütün karadelikler birbiriyle birleşecek, bir kozmik karaboşluk olmak üzere karamerkezde nokta biçiminde toplanacaktır.
Bu durum, yaradılış patlamasının bir tek (Ak) noktada başlaması ile hem özdeş hem eşleniktir. Nasıl ki kuazarlar karadelikler içinde geziyorsa, işte (Yaratılış patlamamızın odağı olan) akdelik, kendi geleceğinin odağı olan kıyamet karadeliği içinde gezmekteydi. Burası OLUŞ ile ÖLÜŞ'ün AYNI olduğu, yani mekan ve zamanı temsil eden nedenselliği olmayan Süper uzay=Misâl âlemidir. (*)
(*) İzleyen üçüncü cildimiz, "Süper uzay ve Misâl âlemi"ni tanımlayacaktır. Öğretimiz şimdiki evrenin önceden çöken "Kendisinin" karşıt evrimi olduğunu benimsemiştir. İki evren, çift evrim düşüncesi Pulsative=Oscilationic=Sürekli açılıp kapama evren modeli benzerindedir. Ancak bu sürekli açılıp kapanan bir evren değil; zamanı "Tersindirerek", nedenselliği ters-yüz ederek kendi kendini ödeyen (Compansating) başı ve sonu kavuşmuş bir evrim modelidir. Öğretimiz nedenselliği reddettiğinden "Satharow" [Sacharow / Sakharov] modeli "Zonklayan=Pulsativ" nedensellikli teoremden ayrılmaktadır. Yine öğretimiz özellikle Kur'an'da sayısız kez tekrarlanan "Çift çift yaratım" şifresine göre evrenin de bir çift yaratıldığını benimsiyor. Bu evrenlerden biri bildiğimiz evren olup, şimdi olduğu gibi zamanda ileri gider. Diğeri de bunun polarize olanıdır. O çiftimiz de zamanda geri genişlemektedir. Dolayısıyla evren toplam olarak 30-40 milyar yaşındadır. Bu rakam da ampiriktir. Yani evrenin gerçek yaşadığı yaş bu değildir. Bu sayıyı şimdiki zaman takvimimizle ölçüyoruz. Bu "Süpernovaların soğuma süreçleri ve termodinamik verilerle" hesaplanıyor. Aslında zaman başlangıçta "Yavaş" akıyordu. Dolayısıyla insan ömrü bin yılı bulabiliyordu. Bu bin yıllık ömür, şimdiki 70 yıllık ömürle ölçülemez.
KESİM : 64
ENERJİ DE KORUNULMUYOR
ENERJİNİN İNTİHARI
E=mc2 ile gösterilen ünlü madde ile enerjinin eşdeğerliliği olduğunu anlatan formülden anlıyoruz ki enerji, pek seyrek bir madde; madde de çok yoğun bir enerjidir. Dolayısıyla her ikisinin de bir kütlesi vardır. Her ikisi de aynı TEK yapıdan "Kuantlardan" kurulmuştur. Önceki bilim anlayışıyla, madde ve enerji için iki ayrı sakınım yasası yapılmıştı. Günümüzde bu yasa "Kütlenin korunumu" yasası olarak birleşmiş, tekleşmiştir.
Bu demektir ki, karaboşluklarda "Maddenin yok edilmesi yanında enerjinin yok edilmesi" aynılaştığından, karaboşluklar bir kez daha akılcılığımızı alt-üst eder. Çünkü karadeliğe yutulan madde, kendi eşdeğerinde "Magnetik alan ve çekim dalgalarına" dönüştürülüp, "Enerjiye" çevrilir.
Genel bir kıyamette, bir tek karadeliğe çökecek olan evrenin bu çekimsel ışıması eşdeğerliliğine bulucusunun ismi ile SCHWARZSCHİLD GRAVİTİK IŞIMASI denmektedir.
Evren bir tek karadeliğe çökünce, çöken maddenin eşdeğeri olan Schwarzschild ışıması, olay ufku ve tekillik ardında kaldığından pek az bir kısmı bu evrene, daha çoğu ise evrenin dışına (Paralel başka evrene) yayılır. Böylece dev bir termos olan evrenin "Toplam enerjisi" korunamadığından, tekillik ardındaki hiçliğe (ya da başka âlemlere) doğru bir enerji kaybı oluşur.
Dostları ilə paylaş: |