Tisk tüRKİye iŞveren sendikalari konfederasyonu


D. ŞEKERLEME, SAKIZ, ÇİKOLATA VE KAKAOLU ÜRÜNLER SEKTÖRÜNÜN SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ



Yüklə 1,16 Mb.
səhifə15/19
tarix09.01.2019
ölçüsü1,16 Mb.
#93595
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   19

D. ŞEKERLEME, SAKIZ, ÇİKOLATA VE KAKAOLU ÜRÜNLER SEKTÖRÜNÜN SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ




Dünya üretimi içindeki payı % 2.9 olan sektörümüzün yıllık üretim miktarı 330 bin ton olup fabrika satış fiyatı ile değeri yaklaşık 900-950 milyar dolardır. Gayri Safi Milli Hasıla’dan % 0.5 pay alan sektörümüzde 500 civarında firma faaliyette bulunmakta ve yaklaşık 15,000 kişi istihdam edilmektedir. 1997 yılında 270 milyon dolar seviyelerinde olan ihracat, toplam ülke ihracatının % 1’i oranında gerçekleşmiş, Rusya ve Doğu Avrupa ülkelerinde yaşanan kriz ve diğer nedenlerle sonraki yıllarda 200 milyon doların altına inmiştir.

Halen % 50’nin altında kapasite kullanım oranı ile çalışan sektörün sorunları, diğer sektörlerle ortak sorunlar ve sektörün özel sorunları olarak iki başlık altında açıklanmıştır.


Ortak Sorunlar:
1- Ekonomik ve Siyasi Yapı: Ülkemizde 24 Ocak 1980 kararları ile serbest piyasa ekonomisine geçişin ilk adımı atılmış olmasına rağmen, aradan geçen 20 yılı aşkın sürenin sonunda hala arzu edilen seviyeye gelinememiştir. Ülke kaynaklarının yanlış siyasi politikalar nedeniyle verimsiz şekilde kullanılması, ekonomik istikrarsızlık, enflasyonla mücadelede alınan başarısız sonuçlar, ülkemizde yatırım, üretim ve istihdam artışına olanak sağlayan ortamın oluşmasına engel olmuştur. Bunların sonucunda önemli riskleri göze alarak yatırım yapan özel sektöre ait tesisler büyük oranda atıl kapasite ile çalışmakta, işsizlik giderek artmakta, yabancı yatırımcılar ve hatta Türk müteşebbisler yatırımlarını başka ülkelere kaydırmak durumunda kalmaktadırlar.
Avrupa Birliği’ne aday olan ülkemiz, üyelik koşulları gereği politikalarını ve yasal düzenlemelerini Kopenhag kriterlerine göre düzenlemek zorundadır. Ancak aday ilan edildiğimiz tarihten bugüne kadar geçen süre içinde yapılan çalışmalar yeterli düzeyde gerçekleşmemiştir. Ulusal program yeni hazırlanmış, kısa vadeli programa alınması gereken önemli konular orta vadeli programda yer almıştır.
Şubat 2001 krizinden sonra hız kazanan yasa çalışmalarının 15 yasanın çıkmasından sonra da aynı tempoda devam etmesi, hatta bu yıl meclisin tatil süresini kısa tutarak çalışmalarına devam etmesi; kamuoyunun tüm siyasilerden beklediği önemli bir konudur.
2. Ulusal Rekabet Gücü Eksikliği: Ülkemiz müteşebbisleri tarafından özellikle 1990’lı yıllarda önemli yatırımlar yapılmış, ancak rekabet gücü eksikliği nedeni ile işletmeler tam kapasite çalışamamış, özellikle dış pazara yönelik satış faaliyetlerinde arzu edilen noktalara erişilememiştir. Şu anda birçok sektörde atıl kapasite olduğu dikkate alındığında, sadece rekabet gücünün artırılmasıyla hiç yatırım yapmadan ülke ihracatının büyük oranlarda artacağı ifade edilebilir.
Rekabet gücü eksikliğinin başında işletmelerin sermaye yetersizliği ve makul maliyetlerle ülke kaynaklarının yatırımlara yönlendirilmemesi gelmektedir. Enflasyonun yüksek oranlarda uzun yıllar devam etmesi işletmelerin sermayelerini erozyona uğratmış, mali piyasalara kamu finansman açıkları nedeniyle devlet hakim olmuş, sanayici bulabildiği krediyi pahalı kullandığı için karları ve rekabet gücü azalmıştır. Bugün Türk sanayicisinin rekabet ettiği firmaların finansman olanakları vade ve maliyet itibariyle ülkemiz koşullarına göre çok farklıdır. Örneğin, Türk firmalarının rakipleri gibi 10 yıl vadeli, 23 yıl ödemesiz Libor +1-2 faizle kredi bulma olanağı elde ettiği takdirde mali yapılarının iyileşmesi sonucunda, üretimin, özellikle ihracatın ve istihdamın önemli oranlarda artacağı bilinen bir gerçektir.
Rekabet gücü eksikliğinin bir başka önemli nedeni işçi çalıştırma maliyetinin yüksekliğidir. Ülkemizde ilk defa 1936 yılında yayınlanan ve 1971 yılında değişikliğe tabi tutulan İş Kanunu, günümüz çalışma koşullarına, dünyada giderek artan uluslararası rekabet koşullarına, değişen üretim tekniklerine, konjonktürel değişimlere uygun olmayan bir kanundur ve bu nedenlerle değişiklik yapılması gerekmektedir.

Buna mukabil hazırlanan yasa tasarısı;




  • Çalışma hayatında yaşanan gelişmelere ve değişimlere aykırı,

  • İşletmelerin rekabet gücünü azaltan,

  • İşsizliğin azalmasına değil tam tersi artmasına neden olacak,

  • Çalışma hayatında yeni sorunlara yol açacak ve çalışma barışını bozacak,

  • 158 sayılı ILO sözleşmesine uyumlu olmayan bir tasarıdır.

Keza Sosyal Sigortalar Kanunu’nu değiştiren kanun tasarısı da kurum üzerindeki siyasi müdahalelerin daha da artmasına yönelik öneriler içermektedir. Sosyal Sigortalar Kurumu’nun kötü yönetimi nedeniyle oluşan açıkların kapatılması için sürekli prim tavanlarının yükseltilmesi işletmelerin rekabet gücünü azaltan ve kayıtdışılığı teşvik eden uygulamalar olmuştur.


Bu tür uygulamalar nedeniyle Fransa’dan çok sayıda sanayici kaçmış ve yatırımlarını işçilik maliyetlerinin daha düşük olduğu ülkelere kaydırmışlardır. Benzer örneklerin son zamanlarda ülkemizde de görülmeye başlaması konunun ciddiyetini ortaya koymaktadır.
Dolayısıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı çalışma hayatına yönelik yasa taslaklarının hazırlanmasında Anayasamızda belirtilen çalışma ve sözleşme hürriyetlerine ve serbest piyasa ekonomisi kurallarına uygun, ülkenin kalkınmasına ve uluslararası rekabet gücüne, çalışma barışına olumsuz etki yapmayan, kaçak işçiliği ve kayıtdışılığı teşvik etmeyen düzenlemeler yapmaya özen göstermelidir.
Rekabet gücü eksikliğinin nedenlerinden biri de ülkenin, firmaların ve markalarının tanınırlığı, kalitelerine duyulan güven ve imaj konularındaki eksikliklerdir. Tanıtım konusundaki olumlu gelişmeler talep artışına neden olacağı gibi katma değeri yüksek ürünlerin ihracatını da artıracaktır.
Bu konuların köklü çözümü için, hükümet, işçi ve işveren temsilcilerinden oluşan bir kurul tarafından “Ulusal Rekabet Gücü Politikası” oluşturulmalıdır. Böylece belirlenen politikalara uygun yapılacak yasal düzenlemeler ile yatırım, üretim ve istihdam artışlarına olanak verecek bir sosyal ortam yaratılmış olunacaktır.
3. Kayıtdışı Ekonomi: Uzun yıllardır üzerinde tartışılan, fakat halen bir çözüm bulunamayan sorunlardan biri de kayıtdışı ekonominin hemen hemen tüm sektörlerde yaygın bir şekilde ve önemli bir oranda devam etmesidir. Bir incelemede ekonominin yaklaşık yarısının kayıtdışı olduğu, dolayısıyla devletin vergi kaybının da bu oranda olduğu ifade edilmektedir. Türkiye’de işçi çalıştırma maliyetini etkileyen faktörler ve toplam maliyetle işçinin eline geçen rakam karşılaştırıldığında, bu konuda dünya ortalamalarına göre ne oranda gerilerde olduğumuz anlaşılmaktadır. Kayıtdışı ekonominin büyüklüğü ve bu nedenle oluşan vergi kayıpları, devletin, dürüst, vergisini veren kesimlerden daha fazla vergi almasına, doğal olarak da haksız rekabete neden olmaktadır. Politik kaygılardan uzak, gerçekçi yasal düzenlemeler ile konunun üzerine gidilmesi hem devletin vergi gelirlerini arttıracak, hem de haksız yere fazla vergi ödeyen mükelleflerin durumu iyileşmiş olacaktır. Kayıtdışılığın bir başka örneği de Sosyal Sigortalar Kanunu’na tabi işlemlerde yaşanmaktadır. Sigortasız işçi çalıştırmak ya da ücretleri düşük göstermek suretiyle eksik sigorta primi ödeyenler, yine düzgün çalışan mükellefler karşısında maliyet avantajı elde ederek haksız rekabet yaratmaktadırlar. Sosyal Sigortalar Kurumu’nun açıkları sigorta tavan rakamlarının yükseltilmesi suretiyle kapatılarak haksız rekabete konu olan maliyet farkı giderek artmaktadır.
b. Sektöre Yönelik Sorunlar

1. Şeker Fiyatları: Dünya borsalarında şeker fiyatları 230 $/ton civarındadır. Devalüasyondan önce 600 $/Ton dolayında olan yurtiçi şeker fiyatı, devalüasyondan sonra yaklaşık 500 $/Ton fiyatına inmesine rağmen halen dünya fiyatlarının iki katından daha fazladır. Türkiye kişi başına şekerli mamüller tüketim miktarının dünya ortalamalarının 1/3’ü kadar olmasının en önemli nedeni de budur.
Şeker fiyatlarının haksız rekabet yarattığı bir başka konu da iç pazarda satılan ithal ürün maliyetlerinin, yabancı üreticilerin borsa fiyatlarından şeker almaları nedeni ile yurtiçi üreticilerinin maliyetlerine göre daha az olmasıdır.
Şeker fiyatlarının yüksek olmasında en önemli etken şeker pancarı alım fiyatlarının politik nedenlerle yüksek tutulması yanında, şeker fabrikalarının büyük çoğunluğunun devlete ait verimsiz çalışan işletmeler olmasıdır. Bu amaçlarla çıkarılan Şeker Kanunu, ne yazık ki toplam tüketimin yaklaşık %10’una yakın kısmını gerçekleştiren şekerli mamül üreticilerinin önerileri dikkate alınmadan hazırlanmıştır. Bu yasa ile şeker fiyatları 2002 yılından itibaren serbest bırakılmakta buna mukabil şeker üretimine kota uygulanarak sınırlama getirilmekte ve ithalat yasaklanmaktadır. Bu durumda şeker fiyatlarında serbest pazar ekonomisi kurallarının uygulanması mümkün olmayacak, şeker üreticilerinin tekel durumu devam edecektir.
Şeker Kanunu, mevcut üreticilere yeni rakipler çıkarma olanağı vermemektedir. Kanımızca yasada asıl amaçlanan eski teknoloji ile çalışan verimsiz fabrikaların elden çıkarılmasıdır. Devlet için doğru olan bu uygulamanın yanında, şeker sanayiini serbest rekabet ortamından uzaklaştıracak önlemleri alarak, sektörün rekabet gücünü artırıcı hukuki düzenlemelerin de birlikte yapılması yararlı olacaktır.
2. Haksız Rekabet: Sektörde çok sayıda Gıda Yasaları ve Standartlarına aykırı çalışan firma mevcuttur. Çoğunluğu küçük atölye şeklinde, hijyen kurallarına uymadan üretim yapan bu firmalar, hem kalitesiz ürünleri ile insan sağlığını tehdit etmekte hem de haksız rekabete neden olmaktadır. Halkımızın ucuz fiyat nedeniyle tercih ettiği bu ürünlerin ihraç edilmesi, yurtdışında Türk ürünlerinin imajını da olumsuz etkilemektedir. Dolayısıyla bu tip işyerlerinin daha sık denetlenerek yasalara uygun üretim yapmayanlar hakkında caydırıcı, cezai kararların ve önlemlerin alınması, kısaca yasada belirtilenlerin tavizsiz uygulanması gerekmektedir.
3. Atıl Kapasite: Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra dışa açılmaya başlayan Rusya ve Doğu Avrupa ülkelerinin özellikle 1994 yılından itibaren 1998 yılına kadar ülkemizden büyük miktarlarda ithalat yapmaları, diğer sektörlerde olduğu gibi sektörümüzde de önemli yatırımların yapılmasına neden olmuştur.
1998 yılından itibaren bu ülkelerde başlayan ekonomik kriz dışında, ülkemizden yapılan kalitesiz ürün ihracatı nedeni ile de ihracatımızda büyük oranlarda gerilemeler meydana gelmiştir. Sektörde halen firmaların büyük çoğunluğu %50’nin altında düşük kapasite ile çalışmakta, bazı firmalar kapanmakta, bazıları da el değiştirmektedir.
Bu nedenlerle sektörümüzde yeni yatırımlar nedeniyle firmaların kurulması yerine mevcut firmaları tam kapasite çalıştıracak teşvik sisteminin geliştirilmesi ve ihracatın artırılması yönünde çalışmalar yapılması yararlı olacaktır. Örneğin, bisküvi ve diğer kakao içeren malların ihracatında ton başına 110 $ olarak yapılan ödeme benzeri teşvikler şekerleme ve sakız ürünlerine de yapılmalıdır.
4. İthalat Güçlüğü: Sektörümüzde kullanılan hammaddelerden süt ürünleri ithalatının yasal olarak mümkün olmasına rağmen, ithalat için gerekli olan “Kontrol Belgesi”ni almak amacıyla Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı Koruma ve Kontrol Genel Müdürlüğüne müracaat edildiğinde belge alınamamakta ve böylece bu malların ithalatına gizli bir yasaklama konulmuş bulunmaktadır.
İthal edilen bitkisel yağlara halen uygulanmakta olan %35 civarındaki gümrük vergisi diğer ürünlerde olduğu gibi kaldırılmalıdır. Zira bu ürünlerin menşei incelendiğinde AB ülkeleri dışından olduğu görülecektir.

Şeker ithalatının yasak olmasının getirdiği maliyet artışından kurtulmanın yolu yukarıda değinildiği şekilde serbest pazar ekonomisi kurallarını çalıştırmakla mümkün olacaktır.


5. Bürokrasi: Özellikle gıda üretim izni için Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’na yapılan başvurulara gecikmeli olarak cevap verilmesi, sektörün önemli sorunları arasında yer almasına neden olmuştur.
6. Gümrüklerde Donanım Yetersizliği: Gümrüklerde bulunan laboratuarların teknik donanım açısından yeterli olmaması malın gümrükten çekilme işlemlerinin uzamasına neden olmaktadır. Özellikle teslim süresinin kısa olduğu ihracat siparişlerinin zamanında yerine getirilememesi ihracatı olumsuz etkilemektedir.
7. Kalifiye Eleman: Gıda Meslek Liselerinin, gıda üretimi yapan firmaların yoğunlukta bulunduğu bölgelerde açılması suretiyle sektörün teknik eleman açığı kapatılmalıdır.

E. MEŞRUBATÇILAR DERNEĞİ, MEYVE SUYU ÜRETİCİLERİ DERNEĞİ, NİŞASTA VE GLİKOZ ÜRETİCİLERİ DERNEĞİ VE ŞEKERLİ MAMUL SANAYİCİLERİ DERNEĞİ’NİN 4634 SAYILI ŞEKER KANUNU HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ;
19 Nisan 2001 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren Şeker Kanunu’nun amacı, ülkenin kendi kendine yeterli hale gelmesini sağlamak, yerel kaynaklar ile yerel ihtiyacın temini için şeker rejimini, şeker imalat yöntemlerini, ilkelerini, fiyatlandırma ve pazarlama koşullarını belirlemektir. Kanun, şeker tanımının içine hem şeker pancarından üretilen şekeri, hem de nişasta bazlı şekerleri (glikoz ve fruktoz şurupları) dahil etmektedir. Bu nedenle, Şeker Kanunu, Türk gıda sektörünün geleceğini yakından etkileyecektir.
Şeker Kanunu, nişasta bazlı şekerlere % 10 üretim kotası konulmasını öngörmektedir. Bakanlar Kurulu’na bu oranı kurumun görüşünü alarak yüzde 50’sine kadar artırma veya yüzde 50’sine kadar indirme yetkisi vermektedir. Nişasta sanayiinde faaliyet gösteren ve çoğunluğu yabancı yatırımcı olan firmalar, son yıllarda yaptıkları yatırımlarla toplam 300 milyar dolar sabit yatırım tutarına ulaşmışlardır. Bu tesislerin kapasiteleri dünyadaki en son teknoloji ve kalite standardı üretim düzeyinde 600,000 tonu aşmaktadır. Getirilen % 10 kota ile Nişasta sanayi, kurulu kapasitesinin % 50’den fazlasını kullanamayacağı gibi, mevcut üretim düzeyinden de geriye gitmek zorunda bırakılacaktır.
Bizler, yıllık yaklaşık 1 milyon ton şeker kullanımımız, 200,000 kişiyi aşan istihdamımız ve 1 milyar dolar ihracatımız ile Türk gıda sanayinin büyük bir bölümünü oluşturmaktayız. Bu nedenle, bizleri doğrudan ilgilendiren Şeker Kanunu’nun mevcut şekliyle uygulanması durumunda ortaya çıkacak sorunlar aşağıda sunulmuştur:


  • Nişasta bazlı şekerlerden glikozun, fonksiyonel özellikleri açısından bazı şekerli ürünlerde kullanılması zorunludur. Bu ürünlerde glikoz yerine pancar şekeri kullanılması teknik olarak mümkün değildir. Bu nedenle, glikoz üretimine getirilecek herhangi bir kısıtlama, kimi şekerli mamullerin hiç üretilememesine neden olacaktır. Bunun yanısıra, yeni ürün gelişimini ve büyümeyi durduracaktır.




  • Nişasta bazlı şekerler, ekonomik oluşu, sıvı oluşu, kolay taşınma ve muhafaza özelliği, arıtılmadan kullanılabilen hijyenik ürünler olması nedeniyle tercih edilmektedir. Bu sayede, üretiminde nişasta bazlı şekerlerin kullanıldığı nihai ürünler, dünya standartlarını yakalayarak, uluslararası pazarlarda da fiyat ve rekabet avantajına sahip olmaktadır. Kanunun mevcut haliyle uygulanmasıyla bu ürünler, uluslararası pazarlarda kalite ve fiyat açısından rekabet şansını kaybedeceklerdir.




  • Şeker pancarı dönemsel olarak ekilebilen bir üründür. Bu bağlamda Kanun, şeker pancarı üretimini de etkileyecektir. Pancar şekeri üretimine bir alternatif niteliği taşıyan mısır, Kanunun nişasta bazlı şeker üretimine getireceği kota uygulaması ile alternatif ürün olma özelliğini kaybedecektir.




  • Pancar şekeri fiyatları, rekabetin olmaması nedeniyle yükselecek, bu durum, şeker kullanan sanayilerin maliyet ve satış fiyatlarını artıracaktır. Bunun doğal sonucu olarak da, nihai ürün talebi ve vergilendirilebilir kazanç azalacaktır.




  • Nişasta bazlı şekerlerin üretimi, kota sebebiyle talebe cevap veremeyeceğinden, bu ürünler, daha zor şartlarda ve daha pahalıya ithal edileceklerdir.




  • Bazı üretim tesisleri, sadece izoglikoz kullanabilmek üzere, önemli yatırımlar yapmışlardır ve söz konusu tesislerin önümüzdeki yıllarda kullanılabilmesi için izoglikoz ihtiyaçlarının temini gereklidir. Bu tesislerdeki üretim, ithal zorunluluğundan ötürü, hem lojistik hem de yüksek maliyet açısından doğrudan etkilenecektir.




  • Nişasta bazlı şeker üreticileri, getirilen üretim kotası ile yeterli miktarda üretim yapamayacakları için, nişasta bazlı şeker kullanan sanayilerin de büyümeleri kısıtlanacaktır.




  • Oluşturulacak Şeker Kurulunda, şeker kullanan sektörlerin temsil edilmemesi; kotaların tespitinde, alınacak diğer kararlarda ve doğru bilgiye ulaşmada önemli eksiklik ve olası hataları beraberinde getirecektir.




  • Bu sektördeki yabancı sermaye şirketleri, yıllardır Türkiye’de yatırım yapmaktadır ve bu yatırımlar için devletten teşvik almışlardır. Mevcut yatırım kapasitelerinin kota ile kısıtlanması halinde, bu tesislerin üretim kapasiteleri doğrudan etkilenecek ve bu yabancı sermayenin Türkiye’ye olan güvenini sarsacaktır.




  • Nişasta bazlı şekerler, ağırlıklı olarak mısırdan üretilmektedir, dolayısıyla mısır tarımı teşvik edilmektedir. Nişasta sanayinin yan ürünleri olan kepek ve protein, mısırla birlikte yem sanayi ve hayvancılığın vazgeçilmez girdilerini oluşturmaktadır. Bu sebeple, gıda sanayinin yanı sıra bu sektörler de olumsuz olarak etkilenecektir.


Kanunda gerekli gördüğümüz değişiklikler;


  1. Tam üyelik için adaylık statüsü kazandığımız AB dahil, dünyanın hiçbir ülkesinde pancar şekerinin muadili olarak görülmeyen, üretimi ve satışı tamamen serbest olan ve kota uygulamasına dahil edilmeyen glikozun, tasarıda madde 2-e bendinde yer alan şeker tanımı içinden çıkarılarak kanun kapsamı dışında bırakılması.




  1. Madde 3.1’inci paragrafın son cümlesi olan “Nişasta kökenli şekerler için belirlenecek toplam A kotası, ülke toplam A kotasının % 10’nunu geçemez” ifadesiyle getirilen % 10 kotanın iptal edilerek izoglikoza kota belirlenmesinde nominal kapasite verilerinin esas alınması.




  1. Ara çözüm olarak, Kanun’un Bakanlar Kurulu’na verdiği yetki ile % 10 olan kotanın % 15’e çıkarılması.



F. BİTKİSEL YAĞ SEKTÖRÜNE İLİŞKİN SORUNLAR VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
Bitkisel yağ tüketiminin yarıya yakınını yıllardır ayçiçek yağı teşkil etmekteydi. Ancak daha sonra bahsedileceği gibi, son yıllarda mısırözü ve kanola yağlarına hızla bir kayma söz konusudur. Bunda ana sebep ayçiçek yağına diğer yağlardan çok farklı gümrük vergisi uygulanması ve politik tercihlerle ayçiçek çiftçisine verilen yüksek taban fiyatlarının tüketime olumsuz yansımasıdır.


Bitkisel Yağ Dış Ticaretinin Durumu:
Bilindiği gibi, ülkemiz bitkisel yağ sektörü hammadde olarak dışa bağımlı bir durumdadır. İhracatımızın ise son 4 yıldır sürekli olarak düşmekte olduğunu üzülerek görmekteyiz. Bitkisel yağ ihracat gelirimizin hammadde ithalatını karşılama oranı son 4 yılda % 45’ten % 16’lara düşmüştür.
Bitkisel yağ ihracatının düşmesinin nedenleri arasında pazar ülkelerdeki siyasi problemlerin yanında yerel üretimlerin ve buna paralel ithalat vergilerinin artması yer almaktadır. Ayrıca geçen yıldan beri uygulanmakta olan ayçiçek yağındaki D.İ.B. (Dahilde İşleme Belgesi) verilmemesinin payı da gözardı edilemez.
Bitkisel Yağ Ticaretinin İç Piyasadaki Durumu:
Şu anda bitkisel yağ sanayi haksız rekabetin ve devlet eliyle çıkartılan zorlukların pençesi içinde nefes alamaz duruma gelmiştir.
İç Piyasada Yaşanan Zorluklar ve Sorunlar:


  1. Ayçiçek yağındaki yüksek gümrük vergilerinden kaynaklanan ve yağların birbirleriyle karıştırılması ile elde edilen haksız kazanç.

Bu, dürüst çalışan sanayi için yıllardır süren büyük bir haksız rekabettir.




  1. Ayrıca “dolumcu” tabir edilen derme-çatma kuruluşlardaki ambalajlama ve açık satışlardaki gayri sıhhi ve üstelik eksik gramajlı ürünlerin bolluğu.

Batı Anadolu il ve ilçeleri başta olmak üzere bir çok yerde, “dolumcu” tabir edilen ve herhangi bir fabrikadan dökme olarak aldığı kanola veya soya yağını küçük bir depoda teknelere doldurarak ayçiçeği yağı adı altında satan çok sayıda tüccar ortaya çıkmıştır. Bunların üretimi uygun zamanlarda toplam sıvı yağ üretiminin % 25’i seviyesine ulaşmaktadır. Yarattıkları haksız rekabet ciddi firmaları fevkalade zorlamaktadır. Çözümü, polisiye tedbirlerle mümkün olmamaktadır. Ancak, vergiler eşitlendiğinde bu olay kendiliğinden çözülecektir.




  1. Sektörde yaşanan kapasite fazlalığı ve bunun sonucunda görülen verimsizlikler.

Son yıllarda daha önce belirtmiş olduğumuz gibi, özellikle ayçiçek yağı ihracatındaki düşüş iç piyasadaki atıl kapasiteyi daha da artırmış ve birçok firmayı iflas noktasına getirmiştir.




  1. Trakya Birlik’in uygulamaları: Trakya Birlik, bir yandan çekirdek ve hamyağ fiyatlarına sürekli zam yaparken diğer yandan da normal rafine yağ fiyatlarını sabit veya piyasanın altında tutarak haksız rekabet yaratmakta ve kendisinden hamyağ almak zorunda olan sanayicinin maliyetini yükseltirken kendisi düşük fiyatla ürün satmaktadır. Bu uygulama hamyağ fiyatlarındaki hareketlenme dönemlerinde tekrarlanmakta ve etkisi piyasada uzun süre devam etmektedir.

5. Faturasız mal satışı ve KDV’nin % 8’de kalması sektörde yaygın olarak haksız rekabete neden olmaktadır.


Çözüm için yapılması gerekenler:
Kısa Dönemde:


  1. Haksız rekabete sebep olan firmaların üzerine yasal yaptırımlarla gidilmesi, Trakya Birlik’in haksız fiyat uygulamaları yapmasına müsaade edilmemesi.




  1. Ayçiçek yağı ithalinde uygulanan gümrük vergilerinin diğer yağlara uygulanan gümrük vergileri seviyesine indirilmesi.




  1. AB ülkelerinden dahi olsa margarin ithalatında en az hamyağ ithalatı oranı kadar gümrük vergisi veya tarım payına göre vergi konması.




  1. İhracatın geliştirilmesi için D.İ.B.’nin tekrar yürürlüğe sokulması, ihracatçıya verilen teşviklerin artırılması.


Uzun Dönemde:


  1. Yerli yağlı tohum üretimi çiftçiye doğrudan verilecek destek ile özendirilmeli, zeytin ve zeytinyağcılık konusuna önem verilmeli.




  1. İç piyasadaki kırıcıların sorunlarının çözümü için kapasite kullanımları yükseltilmeli, Trakya Birlik’in tohum alımındaki payı azaltılmalı, küspe ihracatının önü açılmalı.




Yüklə 1,16 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   19




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin