Cemal: Programımızın genel çerçevesi ve teorik içeriği yönünden bir zorluk yaşamayacağız. Programımız, hareketimizin on yıllık kendi birikimi ve bilimsel sosyalizmin yüzelli yıllık enternasyonal tarihsel-teorik birikimi üzerinde yükseleceği için böyle bir güven duyabiliyorum. Programımızın içerik yönünden kuvvetli olacağından herhangi bir kuşku duymuyorum.
Ama programın içerikteki kuvveti kadar dil ve üslup yönünden de kuvvetli olmasını gözetebilmeliyiz. İçerikteki kuvveti söylemdeki/tarzdaki heyecanla, yerine göre ajitatif vurgularla birleştirebilirsek, metni kuru bir metin olmaktan çıkarabiliriz. Bu anlamda Komünist Manifesto'nun dil ve üslup yönünden çok başarılı olduğunu düşünüyorum. Rosa Luxemburg’un(244)“Spartakistler Ne istiyor?" başlıklı programında da aynı başarı var.
Programa ilişkin olarak, roman ile öykü üzerinden biraz farklı bir benzetme yapmak istiyorum. Romanda örneğin yaşanılan on günlük bir olayı 500 sayfada anlatabilirsiniz. Ama öykü, o 500 sayfalık çalışmanın damıtılmış biçimidir. Yani öykü zor olanıdır. Bizim on yıllık birikimimizi bu anlamda romana benzetebiliriz. Programı ise, bu on yıllık birikimin süzülmesi anlamında öyküye benzetebiliriz. Biz zor olanı yapacağız.
Değinmek istediğim başka bir sorun ise “devlet” sorunu. Devlete ilişkin olarak programda ne söyleyeceğiz, onu nereye oturtacağız? Bunun teorik arka planı açısından belli zorluklarımız var. Platform Taslağı'nda bir-iki cümle ile geçen bir devlet tanımlamamız da var. Bunun arka planını doldurmak kuşkusuz önümüzdeki süreçte başarabileceğimiz birşey. Bunu tartışmak isterim, ama bugünkü gündemimiz çerçevesinde tartışabileceğimiz bir sorun değil. Ama Cihan yoldaş da sosyalizm ile komünizmin ayrımı üzerinden ifade etti. Bence de böyle bir ayrım gerekli değil. Daha çok kapitalizmden komünizme geçiş süreci olarak kavramak lazım sorunu.
Azami ve asgari program sorunu üzerine tartışmalara gelince. Hem asgari program kavramının dejenere olması nedeniyle, hem de asgari programdan yerleşik sol kültür içinde daha çok demokratik devrim aşaması anlaşıldığı ölçüde, programımızda yer almaması gerektiğini düşünüyorum. Eğer biz demokratik görevleri sosyalist devrimin yan ürünleri olarak görüyorsak, program yapısında da bunu bu kapsamda ele almalıyız diye düşünüyorum.
Parti kazanıldı, her şey iktidar için!
Tuna: Bir parti iddiasıyla çıkıyoruz ve parti de iktidara aday bir yapı. Düne kadar temel ve acil iki hedefimiz parti(245)ve iktidar, parti ve devrimdir diyorduk. Bunun bir ayağını kazanmış olmak, iktidarı alma mücadelesinin bizim için en öncelikli hedef olduğu anlamına geliyor. Bugünün dünyasında Türkiye gibi bir ülkede, iktidarı alma hedefi, doğal olarak son derece heyecan verici bir hedef. Programımız bunun bilimsel temelini sağlıyor bize. Eğer programımız akademik bir değerlendirme değil de iktidarı alma hedefimizi taşıyan ve tanımlayan bir metin olacaksa, bir şavaşçı ruhu yaratması gerektiği ölçüde o dinamik havayı, o ajitatif yönü de taşıması gerekiyor.
Ama program esasta bilimsel bir metin. Bizim anladığımız anlamda işçi sınıfının ajitatif dili, o bilimsel temel üzerinden ve onun sınırlarında ifade edilebilir ancak, burada zorlamalardan da kaçınmak gerekir, bu yalnızca programımızı zayıflatır. Ön tartışmalarda da, bilimsel bir metinde popüler bir dili çok da tercih etmemek gerekir demiştik. Bilimsel bir eleştiri kendisine uygun kavramlar ve terimlerle yapılır. Bu, dilin açık ve sade olmasına en ufak bir biçimde engel teşkil etmiyor. Bu nedenle, ajitatif dili de, heyecanı da işçi sınıfının devrimciliğinin farkı ile kullanabilmeliyiz. Ajitatif dil ihtiyacı bir ölçüde programımızın giriş bölümü ile karşılanabilir diye düşünüyorum.
Asgari-azami program üzerinden sanıyorum ayrıca tartışacağız. Burada ben de girmeyeceğim, ama programımızın bir bütün olduğunu, kendi içerisinde parçalanabilir olmadığını düşündüğümüz ölçüde, bizim için öyle bir kaygıyı duymamak gerektiğini düşünüyorum.
Ulusal sorun ve tarım sorununun ayrı bir bölüm olarak ifade edilmesiyle ilgili bir tartışma var. Kürt sorununun bu ülkede kendini ortaya koyuş biçimi ile, bu ülkenin 70 yıllık siyasal tarihi içerisinde tuttuğu yerle, sadece güncel hareketlilik açısından değil önümüzdeki dönemde de tutacağı yerle birlikte düşünüldüğünde, bence de ayrı bir bölüm olarak ifade edilmesi gerekiyor. Programımız, hem bilimsel temeli ile hem de bugüne ışık tutması açısından, ulusal sorunu tarım sorunu ile güçlü(246)bir biçimde bağlayabilmeli. Bu biçim olarak nasıl yapılabilir, kafamda henüz oturmuş değil. Ama bugün biz ulusal sorunun/mücadelenin yoksul köylülüğe dayandığını; doğal olarak ulusal taleplerin bir yanıyla köylülüğün talepleriyle de birleşmesi gerektiğini; bu çerçevede ulusal olanla sınıfsal olanı ayırmanın hareketi zaten burjuva anlamda dar bir ulusal program düzeyine düşüreceğini, nitekim düşürmüş bulunduğunu da söylüyoruz.
Parti düzeyine geldiğimiz bir yerde, bu sorundaki politik açıklıklarımız polemiklerimizde, propaganda-ajitasyonumuzda, pratik faaliyetimizde özel bir ağırlık taşıyacaktır. Ulusal hareketin başlangıçtaki devrimci programından ayrıldığı, “siyasal çözüm” arayışı çerçevesinde kendini en dar anlamda ulusal taleplere indirgediğini tespit ediyoruz ve bu durumda programının da artık dar bir burjuva ulusal program haline geldiğini söylüyoruz. Bunun Kürt halkının devrimci birikiminin heba edilmesi anlamına geldiğini söylediğimiz ve buna güçlü bir tarzda vuracağımız bir sırada, sözünü ettiğim sorunun programımızda gözetilmesinin büyük önemi var. Biz başından beri, bu ülkede ulusal hareketin temel toplumsal dinamiğinin devrimci yoksul köylü dinamiği olduğunu da söyledik. Bu programımıza da yansımalı. Ulusal hareketle polemiğimizde, emekçi katmanlarına giderken, bizim programımızın ulusal soruna yaklaşımı bu diyebilmeliyiz.