Ama farklı olarak, bunlar başka ülkelerin siyasal akımları, o ülkelerin ilerici birikimi. Biz kendi ülkemizde bile, ilerici devrimci birikimi hiçbir biçimde küçümsemek gibi tavra girmiyoruz. Eleştirel bir küçümsememiz var ama, neticede kendi gerçekliği içerisinde ne ise, bu akımlara o ölçüde gerekli değeri de veriyoruz. Aynı değeri öteki ülkelerin ilerici devrimci akımlarına vermek, aynı ilgiyi onlara da göstermek durumundayız. Dünya bu açıdan bizim için küçük olmalı.
Kendi ülkemizdekilere karşı biraz daha sert, yer yer daha katı olabiliriz; bu çok normal, çünkü bu ülkede artık biz varız. Bizim olduğumuz yerde bir takım başka akımların gereksiz olduğunu iddia edebiliriz. Oysa öteki ülkelerin sol akımlarına karşı bu noktada biraz daha toleranslı olabiliriz. Çünkü bizim orada kendimize yer açmak gibi bir sorunumuz yok. Biz bir yer dolduruyoruz ve biz bu yeri dolduruyorsak, bir şeyleri aşmışsak, aşarak geride bıraktıklarımızın tarihsel olarak yaşam hakkı tükenmiştir, bunlar siyasal olarak hala varlıklarını sür(130)dürüyorlar olsalar bile bu böyle, diyebiliyoruz. Ama başka ülkelerin sol akımlarına bu açıdan biraz daha esnek yaklaşmak gerekiyor.
Kurulacak pratik ilişkiler, çok büyük ölçüde tanımayı, artı birlikte yapılacak bir şeyler varsa yapmayı amaçlamalı. Birlikte yapılacak şeyler derken, bugün Türkiyeli bazı grupların enternasyonal ilişkiler adı altında girdikleri faydacı, reklamcı ilişkileri, oluşturdukları bir takım ciddiyeti tartışmalı platformları kasdetmiyorum. Bunları ciddiye de almıyorum, doğru da bulmuyorum.
Ama bizim bir yurtdışı örgütümüz, çeşitli ülkelerde yoldaşlarımız var. Orada zaten belli akımlarla şu ya da bu nedenle bir biçimde pratikte yanyana düşmek imkanları doğuyor. Bunu sadece Avrupa’nın çeşitli ülkelerindeki sol akımları kastederek söylemiyorum. Diyelim ki İranlı bir örgütün Avrupa’da taraftarları ya da temsilcileri var. Bunların da kendilerine göre bir siyasi yaşamı var, yapmaya çalıştıkları bir şeyler olabiliyor. Bazen katıldıkları etkinlikler olabiliyor, pratik faaliyete dönük platformlar olabiliyor. Platform derken, böyle enternasyonal parti platformlarını kastedmiyorum. Siyasal gündeme ve eyleme dönük girişimleri ve platformları kastediyorum. Bu iş yurtdışı örgütüne bırakılmayacak kadar kapsamlı ve ciddi bir iş olmakla birlikte, pratik açıdan yurtdışı örgütünden de mümkün sınırlar içerisinde yararlanabilmek lazım. Kaldı ki belli pratik ilişkilerin kurulmasında yurtdışı örgütüne de önemli görevler düşmektedir.
Bölgesel alana, Türkiye’yi çevreleyen bölgeyi tartıştıktan sonra girmek daha doğru olur diye düşündüğüm için, sorunun örgütsel boyutuna girmedim. Ama tanımak ve somut ilişkilere girmek sözkonusu olduğunda, biz, gerek tanımak gerekse de birlikte bir şeyler yapmak planında, Türkiye’yi çevreleyen ülkelerdeki (buna Ukrayna, Rusya, Balkan ülkeleri, Yugoslavya, Romanya vb. ülkeler de dahil, bunlar da yakın komşularımız(131)oluyorlar) siyasal yaşamı ve gelişmeleri, artı bu ülkelerdeki toplumsal mücadeleleri, sınıf ve kite hareketini, artı bu ülkelerin sol akımlarını izlemek, tanımak, anlamak ve ilerici devrimci muhalefetiyle mümkün olan politik ilişkilere girmek gibi son derece somut bir görev tanımlayabilmeliyiz. 10 yıllık siyasi yaşamımızda bugüne kadar böyle şeylerde acele etmedik. Ama partili aşama, artık bu konuları gündeme almamız ve pratik bir ilginin ve ilerlemenin konusu yapmamız gereken bir aşamadır da.
Bunun dışında partimizi tanıtmak diye de bir sorun var. Bu, bu ilişkilerin bir yönüdür zaten. Ama daha genel bir görev olarak bunu tanımlamak gerekiyor. Partimizi, gerek programıyla, gerek temel ideolojik konumuyla, gerekse de bugünün dünyasındaki çeşitli olaylara politik-taktik yaklaşımıyla, uluslararası planda tanıtabilmemiz lazım. Bu da herşeyden önce dil engellerini aşarak kendi görüşlerimizi, hiç değilse başta İngilizce olmak üzere birkaç temel dile aktarabilmemizi gerektiriyor. Çünkü bir Arjantinli ile karşı karşıya oturduğunuzda anlaşabilmeniz için, araya bazen iki tercümanın bile girmesi gerekebiliyor. Tabii çok fazla da bir şey anlatılamıyor. Kendinizi en iyi anlatmanızın yolu, kendi görüşlerinizi başka halkların da yararlanabildiği, biraz enternasyonal bir mahiyet kazanmış dillere aktarabilmektir.
Bizim 1. Genel Konferans’ımızın bildirisinin tarihsel sorunlara ilişkin bölümünü okuduğu ve sırf bundan etkilendiği için, Küba’nın Avrupa temsilcilerinden biri bizimle çok özel olarak görüşme yapmak istedi. Yurtdışı örgütünden yoldaşlar gidip görüştüler. Bu görüşme rapor olarak Küba Komünist Partisi MK’sına iletildi. Bununla anlatmak istediğim şu; 1. Genel Konferans bildirimizin İngilizce metninin tarihsel sorunlar bölümünün yarattığı çok özel bir etkiyle, Küba Komünist Partisi’nin Avrupa’nın bir ülkesindeki yetkili temsilcisi bizimle görüşmek ihtiyacı duyabiliyor. Tarihsel sorunlara ilişkin(132)değerlendirmelerimizin kendisine çok ilginç geldiğini, bu kadar soğukkanlı, dengeli ve çok yönlü bir değerlendirme göremediğini övgüyle söyleyebiliyor. Ki sadece bildirideki 3-4 sayfalık bölüm üzerinden edinilen bir izlenim bu.
Bunun için kendimizi tanıtmak, herşeyden önce görüşlerimizi batı dillerine, özellikle de İngilizce’ye aktarabilmek demektir. Çünkü öteki diller, benim görebildiğim kadarıyla, çok fazla bilinmiyor ve kullanılmıyor. Almanca zaten çok fazla bilinmiyor, Fransızca da sanıldığı kadar yaygın bir dil değil. Örneğin Latin Amerikalı akımlar da İngilizce’yi kullanıyorlar. İyi bir parti aslında bütün temel dillerde bir biçimde bağ kurabilmeli. MLPD başka bakımlardan kusurlu ama, Rusça’dan İspanyolca’ya ve Türkçe’ye kadar bir dizi dili bilen kadroları var. Bunlar özel olarak görevlendirilmiş ve eğitilmiş. Birkaç kişiyi İspanyolca öğrenmeleri için özel olarak Peru’ya gönderiyor. Peru, Latin Amerika’da en iyi İspanyolca konuşan ülke olduğu için seçilmiş. Günü gelir biz de soruna bu kadar geniş bakabiliriz. Bugün için çok öncelikli değil demeyeceğim, ama bugün için belki çok kolay değil henüz bizim için.