Türk Dili Tarihi Ahmet B. Ercilasun Akçağ Yayınları / 603 Araştırma İnceleme / 50



Yüklə 2,38 Mb.
səhifə14/33
tarix31.10.2017
ölçüsü2,38 Mb.
#23320
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   33

1.1. ORHUN UYGUR KAĞANLIĞI

745'te Orhun bölgesinde kurulan Uygur Kağanlığına 840'ta Kırgızlarca son verilmiştir. 745-840 arasındaki Uygur kağanları şunlardır:



  1. Kutlug Bilge Köl Kagan : 745-747

  2. Bayan Çor Kagan ; 747-759

  3. Bögü Kagan : 759-779

  4. Tun Baga Kagan : 779-789

  5. Külüg Bilge Kagan : 789-790

  6. Kutlug Bilge Kagan : 790-795

  7. Alp Ulug Bilge Kagan : 795-805

  8. Alp Külüg Bilge Kagan : 805-808

  9. Alp Bilge Kagan : 808-821




  1. Alp Küçlüg Bilge Kagan : 821-824

  2. Kazar Bilge Kagan : 824-832

  3. Alp Külüg Bilge Kagan : 832-839

  4. Kazar Kagan : 839-840

(Çandarhoğlu 2002:11-31).

Burada yer alan isimlerin hemen hemen tamamı gerçek ad olmayıp un­vandır. Uygurlann kendi kaynaklarında yer alan ve bir kısmı daha da uzun olan bu isimler bu bakımdan birbirlerine çok benzemektedir.

Yaglakar boyundan olan Kutlug Bilge Köl Kağan döneminde dört yana elçiler gönderilerek Uygur Kağanlığının kurulduğu bildirildi. Ülkenin sınır-

224 Ahmet B. ERCİLASUN

ları doğuda Su-wei'den batıda Altay Dağlarına dek genişledi; Gobi kontrol altına alındı. Orhun kıyılarında Ordu Balık (Kara Balgasun) şehri kuruldu.

Bayan Çor Kağan önce iç işleriyle uğraştı. Muhalifleri tarafından kağan yapılan Tay Bilge Tutuk'u bertaraf etti. Ona yardım eden Kitan ve Tatarları ağır yenilgilere uğrattı. 750'de Yukarı Yenisey'deki Çikler ve Kırgızlara sefer etti; bölgeyi kendine bağladı. 752'de Kartuklar ve Türgişler üzerine yürüdü; onları mağlûp ederek ülke sınırlarını Seyhun'a dek genişletti.

751'deki Talas savaşında Çinliler, Müslüman arap ordularına yenilmiş ve Tarım havzasından çekilmek zorunda kalmışlardı. Bu yenilgi ve ardından 755'te ortaya çıkan An Lu-şan isyanı Çin'i iyice sarstı. Uygurlar Çin'e yar­dım ettiler. Başkent Çaŋan'ı ve Loyaŋ'ı isyancılardan geri aldılar. İmparator, kağana ağır armağanlar gönderdi; öz kızını da gelin olarak yolladı. Yılda 20 000 top ipekli kumaşı vergi olarak ödemeyi kabul etti. Bayan Çor, Orhun ve Selenge ırmaklarının birleştiği yerde, Soğdak ve Çinlilere Bay Balık şehrini yaptırttı.

Bögü Kağan döneminde Çin'de yine isyan vardır. İmparator yine Uy­gurlardan yardım ister. 762'de Bögü, başkent Çaŋan'ı ve Loyaŋ'ı asilerden geri alır. Uygur askerleri Loyaŋ'ı üç gün yağma eder. Bögü Kağan dört Mani rahibiyle Ordu Balık'a döner. Mani rahipleriyle yaptığı iki günlük müzake­reden sonra Maniheizm'i 762 sonlarında resmen kabul eder.

Bu olay Türk kültür tarihi açısından son derece önemlidir. Ordu Balık ve Bay Balık gibi şehirlerle evlerde oturmaya, yerleşik hayata alışmaya baş­layan Uygurlar, şimdi de hayvan eti yemeyi, kımız içmeyi yasaklayan, sa­vaşçılık ruhuna aykırı bir dine girmiş oluyorlardı. Maniheizm "ışık dini" idi ve bu dine girenler sıcak kan içme âdetini bırakıp yemek pişirmeyi öğreni­yorlar; şehirlileşiyorlar; "mukatele (öldürüşme) şehrinden çıkarak bir fazilet diyan"na giriyorlardı.

Maniheizm 3. yüzyılda İran'da doğmuş; Mazdeizm, Hristiyanlık ve Bu­dizm karışımı bir din idi; Soğdak tüccarlar vasıtasıyla Türkistan'a ve Çin'e kadar uzanmıştı. Mensuplarına zındık denmekteydi. 762'de Bögü Kağan'ın kabul ettiği Mani dini sebebiyle Soğdak tüccarların da Uygur yönetimi nezdinde itibarı artmıştı. Maniheizm başlangıçta halk kitlesine yayılmamıştı; fakat sonradan halk tabakalarına kadar girdiği görülmektedir. "821 civarında Uygurları ziyaret eden Tamîm bin Bahr, onların başkenti 'büyük bir şehirdir; tarımda zengindir; hep ekili bahçelerle ve birbirine yakın uzanan köylerle çevrilidir... Halkı içinde Zındıklar çoğunluktadır.' demektedir." Ancak Maniheizm, Uygurlar dışında herhangi bir Türk boyu tarafından kabul edil­miş değildir. Bögü Kağan Maniheizm'i iyice benimsemiş ve Çin'de bile Mani mabetleri açılmasını sağlamıştı.

TÜRK DİLİ TARİHİ 225

765'te Uygurlar Çin'e yine yardım ettiler. İsyan eden 100 000'den fazla Tibetliyi mahvederek hem Çin'i kurtardılar, hem de zengin ganimetler elde ettiler.

Çin, âdeta Uygurların himaye ve kontrolüne girmişti. Uygurlara verilen hediye ve vergilerden dolayı hazine boşalmıştı. Çin kaynağı Tang-şu, "Tang hazineleri bomboş iken ve saray memurları maaşlarını alamazken" Uygurla­ra 100 000 parça ipek verildiğini kaydeder.

Uygurlar Çin pazarına da alışmışlardı. 758'den itibaren her yıl alış veriş yapmak üzere atlarıyla Çin'e geliyorlar; bir ata karşılık 40 top ipekli alıyor­lardı. Çinliler için bu zoraki bir alış verişti; fakat başka çareleri yoktu. Uy­gurlar kızdıkları zaman atlarına binip şehrin kapısına hücum ediyorlar; impa­ratorun gönderdiği elçiler vasıtasıyla zorla ikna ediliyorlardı. Tabiî bütün bunlar aynı zamanda Uygurların şehir hayatına alışması anlamına geliyordu. 773 yılı Temmuzunda Uygurlar, Çin başkenti Çaŋan'dan, hediye ve eşya­larla yüklü 1000'den fazla araba ile Orhun vadisine dönmüşlerdi. Uygur tüccarların bir kısmı da Çaŋan'da kalıyordu. 778'de imparator "başkentte kalan Uygurlar ve diğer barbarlar kendi elbiselerini giysinler. Çinli elbisesi giymelerine lüzum yok" diye ferman çıkartınca 100 Uygur tüccarı kendi elbiselerini giymişti. Demek ki Uygurlar Çin elbiseleri de giymeye alışıyor­lardı. Çinli kızlarla evlenip Çinlileşenleri de çoktu.

779 yılında çıkan bir anlaşmazlık dolayısıyla Bögü Kağan, amcası oğlu ve veziri Tun Baga Tarkan'ca vldürüldü. Alp Kutlug Bilge Kagan unvanıyla tahta oturan Tun Baga Tarkan muhtemelen Maniheizm'e karşı idi. Bögü Kağan'ın adamları olan Maniheist Soğdak tüccarları da öldürtmüştü. Kır-gızları yeniden itaat altına alarak devletin gücünü korudu. Ancak Şatolarla birleşen Tibetlilerin Beş Balık'ı almalarına engel olamadı.

795'te Uygur hanedan boyu değişti. Kağanlık, Yaglakarlardan Edizlere geçti. Alp Ulug Bilge unvanıyla tahta oturan ve 10 yıl Uygurları idare eden bu kağanın dönemi, Uygurların en parlak dönemidir. Alp Ulug Bilge, Karluk isyanını bastırmış ve Kırgızlar üzerinde büyük bir zafer kazanmıştı. "Yayı­nın vızlamasıyla" birlikte Kırgız kağanı "ölü olarak yere seril"mişti. 400 000 kişilik Kırgız ordusu perişan edilmiş; vadiler terk edilmiş at ve öküzlerle dolmuş; Kırgızların bıraktığı silâhlar dağ gibi yığılmıştı. Kırgız devleti yok olmuş; Kırgız yurdunda adam kalmamıştı. Yukarı Yenisey'de Kırgızlarca işletilen ve uzak ülkelere ihraç edilen demir madeni Uygurların eline geçmiş; bu sayede ülke zenginleşmişti. Kağan, Kuça, Karaşar, Turfan bölgelerini de Tibetlilerden kurtarmış ve ipek yolunu eline geçirmişti.

Uygur Kağanlığı'nın gücü 820'lere kadar devam etti. 821 civarında Uy­gur ülkesine gelen Tamîm bin Bahr'ın anlattığına göre Uygurlarda 17 baş-

226 Ahmet B. ERCİLASUN

buğ vardı. Kağanın 12 000, her başbuğun da ayrı ayrı 13 000 kişilik ordusu bulunuyordu. Üstelik bu kuvvetler içinde kadın askerler de vardı. Demek ki 820'lerde Uygurların ordu mevcudu 230 000'i geçiyordu. Kağanla birlikte 18 başbuğ, Dokuz Oğuzların 9 boyu ile Uygurların 9 uruğuna komuta eden boy beyleri olmalıdır. 821'den sonra devlet zayıflamaya başladı. Çin ile ticarî ve diplomatik iyişkiler devam ediyordu. Ancak bir yandan da Çin ertrikalarıyla Uygur önderlerinin arası açılıyordu. Kazar Bilge Kağan 832'de yeğeni veya vezirlerinden biri tarafından öldürüldü. Onun yerine tahta oturan Alp Külüg Bilge Kagan da 839'da, Şatolarla birlik olan kendi vezirlerinden birinin hücumuna uğradı ve intihar etti.

839 kışında yut oldu; hayvan sürüleri kırıldı. Ülkede açlık ve kıtlık başladı. Kağanın ölümüne sebep olan vezir Kürebir, Kazar Tigin'i kağanlığa getirmişti. Ancak bu sırada merkezde olmayan komutanlardan Külüg Baga bu işe çok kızdı ve 840'ta 100 000 kişilik Kırgız atlısıyla Uygur başkentine saldırdı. Başkent harap olru; Uygurlar katliamdan geçirildi. Ölümden kurtu­lanlar dört bir yana dağıldılar (Orkun 1938: 40-44; Caferoğlu 1958: 146-147; Ş. Tekin 1976: 12-17; Kafesoğlu 1996: 123-126; Çandarlıoğlu 2002: 11-31; Taşağıl-Uygur 2002: 713-720).

Uygur Kağanlığı'nm sonu olan bu hadise Göç Destanı'na temel olan hadisedir. Kutlu dağ parçalanmış, kut gitmiş, hayvanlar kırılmış, kıtlıktan insanlar aç kalmış, kurtlar kuşlar "göç, göç..." diye bağırmış ve Uygurlar dört bir yana göç etmiştir.

Uygur göçü hanedan üyelerince yönetildi. Asıl grup 840'ta Üge Tigin'i kağan seçti ve 13 boy hâlinde güneye göçtü. 15 boyluk diğer grup ise gü­neybatıya yöneldi.



1.2. KANSU UYGUR DEVLETİ

Güney'e göçenler Kansu'da yerleşerek Kansu Uygur Devleti'ni kurdu­lar. 905'e kadar Çin'in Tun-huang ordusuna bağlı oldular. Bu ordunun ko­mutanı 905'te Çin'e isyan edip otonom bir devlet kurdu ve Uygurlar üzerine baskı uyguladı. Uygurlar da onlara başkaldırıp 911'de Tun-huang'ı ele ge­çirdiler ve bu asi devleti yıktılar. Bu sırada başlarında Jen-mei Kağan vardı. Kansu Uygurlarının Tun-huang'ı ele geçirmesi Hoço Uygurları açısından da önemlidir; çünkü onlar da bu olay sayesinde bağımsız oldular.

906'da Çin'de Tang hanedanı yıkılmış ve Beş Sülâle Dönemi (906-960) başlamıştı. Bu dönemde Kansu Uygurlarının Çin ile ticarî ve diplomatik ilişkileri devam etti. 924'te Tigin, 926'da A-to-yü kağan oldu. 928-933 ara­sında kağan Jen-yü'dür. 933'te Jen-mei kağan oldu. En son 939'da Jen-mei

TÜRK DİLİ TARİHİ 227

Kağan'ın adı Çin kaynaklarında görülür. Bu tarihten sonra Kansu Uygur kağanlarının adları Çin kaynaklarında görülmez. Kansu Uygur Devleti 940'ta Kitanların, 1028'de Tangutların hâkimiyeti altına girdi. Kitanlar, Uy-gurlara eski ülkelerine (Orhun'a) dönmeleri için bir davet göndermişler; fakat Uygurlar bunu kabul etmemişlerdi; çünkü artık bozkır hayatını unut­muşlar; yerleşik hayata ve ticarete alışmışlardı. Kansu Uygurları Çin'e yeşim taşı, amber, amonyak tuzu, antilop boynuzu, keçe ve pamuklu kumaş satıyor; karşılığında ipekli kumaşlar alıyordu.

1028'de Tangutlar Kansu Uygurlarının başkentini zaptettiler; 1036'da devletin bütün topraklarını ele geçirdiler. Bu sırada Tun-huang mağara ma­nastırlarında bulunan Burkan (Buda) rahipleri kaçmak zorunda kaldılar. Ka­çarken yüzlerce dinî kitabı bir mağaraya toplayıp önünü duvarla ördüler ve böylece kitapları koruma altına aldılar. Tangut baskını sırasında Kansu Uy­gurlarının başında bulunan Yaglakar Kagan intihar etmişti. 1226'da Kansu Uygurları Çengizlilerin hâkimiyeti altına girdi. Kansu Uygurlarının bundan sonra bağımsız bir devletleri olmadı. Burkancı (Budist) olarak hayatlarını devam ettirdiler. Onlardan çok küçük bir grup Sarı Uygurlar adıyla Çin'in Kansu eyaletinde bugün de yaşamaktadır (Ligeti II 1970: 101; Kafesoğlu 1996: 126-127; Çandarlıoğlu 2002: 31-32; Golden 2002: 135-136).



1.3. HOÇO UYGUR DEVLETİ

Güneybatıya giden 15 Uygur boyundan bir kısmı Tibetlilere bağlandı. Asıl büyük grup ise Beş Balık, Karaşar, Hoço ve Turfan şehirlerine yerleşe­rek Hoço Uygur Devletini kurdular. Orhun bölgesindeki son Uygur kağanı­nın yeğeni Meŋli'yi 856'da kağan seçtiler. Beş Balık yazlık, Hoço kışlık başkentleri oldu. Kâşgarlı Mahmud'a göre (DLT I: 379) Beş Balık Uygurla­rın en büyük şehridir. Ayrıca Yaŋı Balık adlı bir şehirleri daha vardır. Kâşgarlı (DLT I: 113) Can Balık ve Sülmi'yi de Uygur şehirleri olarak sa­yar. Uygur hükümdarları, eski bir Basmıl unvanı olan İdikut < ıduk kut (mukaddes kut) unvanıyla anılıyorlardı. Bu sebeple başkente de İdikut şehri denilmişti.

Tibet'e karşı Çin, Hoço Uygur Devletini hemen tanıdı. Uygurlar hâki­miyetlerini doğuda Hami'ye, batıda Kâşgar'a dek genişlettiler. Hint-Avrupa kavimleri olan Tohrılar (Toharlar) ile Soğdaklar eskiden beri bu bölgede yaşıyorlardı; fakat aynı zamanda burası eski bir Uygur (Kao-çe/Tölis) yurdu idi. Köktürkler ve Orhun Uygur Kağanlığı döneminde de buraya birçok Uy­gur göçmüştü. 840 göçünden sonra gelen kalabalık Uygurlarla Turfan, Hoço, Beş Balık, Hami ve Kâşgar'da Türk çoğunluğu sağlanmış ve Doğu Türkistan dediğimiz ülke tam anlamıyla bir Uygur devleti olmuştu. Güneyde Tibet'le, batıda Kartuklarla sınırdaş idiler. 870'lerin başında kağanları muhtemelen

228 Ahmet B. ERCİLASUN

Buku Cin idi. Kansu Uygurlarının 911'de Tun-huang'ı almalarıyla Hoço Uygur Devleti bağımsız oldu. 940'larda kağanları Alp Arslan Kutlug Köl Bilge'dir. 948'de Bögü Kağan tarafından idare ediliyorlardı. 981-983 arasın­da ise Beş Balık tahtında Arslan Han oturuyordu (Kafesoğlu 1996: 128-129; Çandarlıoğlu 2002: 32-33; Golden 2002: 133-134).

M.S. 2. yüzyıl başlarında Kuşanları yöneten kudretli hükümdar Kanişka, M.Ö. 6. yüzyılda ortaya çıkan Burkancılığı himayesine almış; bu dinin Hindistan'dan çıkıp Orta Asya ve Çin'e yayılmasına vesile olmuştu. Bu sırada Budizm'in Mahâyâna (büyük sal) mezhebi doğmuş ve eski mez­hep de Hînayâna (küçük sal) adını almıştı. Her iki mezhep de milâdın ilk yüzyıllarında Doğu Türkistan'a girmişti. Türklerin, Köktürk hükümdarı Ta­par Kagan (572-581) çağından beri Burkancılıkla ilgilendiklerini hem Çin kaynaklarından hem de Bugut yazıtından biliyoruz. Tapar Kağan zamanında Türk ülkesinde Burkan mabetleri inşa edilmiş ve Nirvâna-sûtra gibi kitaplar Türkçeye çevrilmişti. Batı Köktürkleri de Burkancılığa ilgisiz kalmamışlardı. Bir Batı Köktürk katunu (kağan eşi) 591'de bir Burkan manastırı vakfetmiş­ti. Bu kayıtlardan Köktürklerin ilk döneminde çok az da olsa Burkancılığa ilgi duyulduğu; ancak bunun hanedan üyeleriyle sınırlı kaldığı anlaşılıyor. İkinci dönemde Bilge Kağan'ın Burkancı eğilimine Tonyukuk'un engel ol­duğunu biliyoruz. 720'lerde Fergana civarındaki bir Türk hükümdarı da teb'asıyla birlikte Burkancı olmuştu (Ş. Tekin 1976: 21-24).

630'larda Uygurları yöneten Alp İlteber'in adı Pusa, "Bodisatva" anla­mına geliyordu. Bodisatva ise "Buda adayı" demekti. Taşıdığı isme göre Pusa, belki de Burkan dininde idi. Ancak 762'de Uygur hükümdarı Bögü Kağan'ın Mani dinine resmen girdiğini biliyoruz. 840 göçünden önce Doğu Türkistan'da bulunan Uygurlardan bir kısmının Burkan dinine girdiğini tah­min edebiliriz. 840 göçüyle gelenlerin bir kısmı ise Manici idi. Daha büyük çoğunluğun eski Türk dininde olması muhtemeldir. Burkancılık 9. yüzyıldan itibaren yeni ülkelerinde Uygurlar arasında yayılmaya başladı. 10. yüzyıl başlarından kalma Burkancılıkla ilgili Uygurca eserlerden anlaşıldığına göre 900'lerde bu din Uygurlar arasında epeyi yayılmıştı. Ancak Manicilik de henüz devam ediyordu. Maniciliğin gittikçe azalarak 12. yüzyıla dek sürdü­ğü tahmin edilmektedir. 10. yüzyılın ikinci yarısından itibaren hem Kansu, hem Hoço Uygurları arasında hâkim din Burkancılık idi. 11. yüzyılın ikinci yarısında Kâşgarlı Mahmud, Uygur şehirlerinde Burkan evlerinin (mabetle­rinin) bulunduğunu ve Müslümanların İli ırmağını geçerek Uygur şehirlerini tahrip ettiğini anlatın bir şiiri aktarır. Müslüman Karahanlılar ile Burkancı Uygurlar arasındaki bu savaşın ne zaman olduğunu bilmiyoruz; ancak DLT'nin yazıldığı tarih olan 1070'lerden önce vuku bulduğu kesindir. 11. yüzyılın ilk yarısında veya ortalarında cereyan etmiş olabilir. Şiirin bazı dörtlükleri şöyledir.

TÜRK DİLİ TARİHİ 229



Kimi içre oldurup Gemi içre oturup

Ila suwın keçtimiz; ili suyunu geçtik;

Uygur tapa başlanıp Uygurlara yönelip

Mıŋlak ilin açtımız. (DLT III: 235) Mıŋlak elini açtık.

Beçkem urup atlaka, Beçkem vurup atlara,

Uygurdakı tatlaka, Uygurdaki tatlara,

Ogrı yawuz ıtlaka Hırsız, kötü itlere

Kuşlar kibi uçtımız. (DLT I: 483) Kuşlar gibi uçtuk.

Kelŋizleyü aktımız, Seller gibi aktık,

Kendler üze çıktımız, Kentler üstüne çıktık,

Furhan ewin yıktımız, Burkan evini yıktık,

Burhan üze sıçtımız. (DLT I: 343) Burkan üstüne sıçtık.

Bu şiirden Müslüman Karahanlılar ile "Tat" denilen Uygurlar arasında savaşlar olduğunu; Uygurların Burkan dininde olup şehirlerinde Burkan mabetleri bulunduğunu; Karahanlıların Uygur şehirlerini ve Burkan mabetle­rini tahrip ettiğini öğreniyoruz. Yine bu şiirden İli ırmağının Karahanlılar ile Uygurlar arasında sınır olduğunu tahmin edebiliriz. Aslında DLT'de Küsen ve Tarım maddelerinde, Tarım ırmağı yakınlarındaki Küsen, diğer adıyla Küçe şehrinin Uygur sınırında olduğu kayıtlıdır. Şu hâlde kuzeyde yukarı İli ve onun güneyinde Tarım ırmaklarının Karahanlı-Uygur sınırı olduğunu düşünebiliriz. Demek ke 11. yüzyılda Uygurların batı sınırı Karahanlılar lehine değişmiş ve bir hayli doğuya kaymıştır. Yine DLT'deki bir kayıttan (DLT I: 28) anlaşıldığına göre Uygurlar, Çomullar ile Tangutlar arasındadır; yani Karahanlılar ile Uygurlar arasında da Çomullar vardır. Şiirde "Tat" denilen Uygurlar Kâşgarh'ya göre "en katı kâfirlerdir." (DLT I: 113). Böy­lece 11. yüzyılın ikinci yarısında Uygurların "kâfir" Burkancılar olduğunu Kâşgarlı'dan öğrenmekteyiz.

Hoço Uygurları arasında Burkancılık 14. yüzyıl sonlarına dek devam etmiştir. Bunu, 14. asırda Uygurcaya çevrilen Burkan eserlerinden anlıyoruz. Müslümanlığın da yine bu yüzyılda Uygurlar arasında yayılmaya başladığını ve 15. yüzyılda Hoço Uygurları arasında hâkim din hâline geldiğini tahmin edebiliriz. Kansu Uygurlarının Burkancılıkta devam ettiklerini ise yukarıda görmüştük.

230 Ahmet B. ERCİLASUN"

Hoço Uygurları arasında çok az da olsa Hristiyanlığın Nesturi mezhebi­ne bağlı bulunanlar da vardı. Turfan yakınlarındaki Bulayık'ta bulunan Uy­gurca Hristiyan metinlerinden bunu anlıyoruz (Tezcan 1978: 305).

Hoço Uygur Devleti 1120'lerin ortalarında Kara Hıtay hâkimiyeti altına girdi (Grousset 1980: 167). Cüveynî'ye göre Kara Hıtayların Hoço'daki yöneticisi Şavkem, idikuta ve Uygur halkına çok eziyet etmekteydi. Halk da ondan nefret ediyordu. İdikut Barçuk'un emriyle halk Şavkem'i yakalayıp hapsetti; Kara Hıtaylara başkaldırdı ve elçiler göndererek Çengizlilere bağlı­lıklarını bildirdi (Öztürk 1988: 110). Böylece Hoço Uygur Devleti 1209'da gönüllü olarak Çengizlilere tâbi oldu. Çengiz'in Nayman, Harezmşah ve Tangut seferlerinde idikut Barçuk, ordusuyla hep Çengiz Han'ın yanında yer aldı. Çengiz Han da kızını onunla nişanladı (Öztürk 1988: 110-111).

Uygurlar 1260'a kadar Çengizlilerin merkezî devletine, Karakurum'a; 126=ta Çağatay Hanlığına bağlı oldular (Grousset 1980: 313-314). 1368'de Çinlilerin Ming hanedanı tarafından Hoço Uygur Devletine son verildi.

2. UYGURLAR VE TÜRK DİLİ

2.1. UYGURLARDAN KALAN ESERLER

Uygurlardan kalan eserleri dört gruba ayırarak inceleyebiliriz.



  1. Manici çevreye ait metinler

  2. Burkancı (Budist) çevreye ait metinler

  3. Hristiyan çevreye ait metinler

  4. Müslüman çevreye ait metinler.

2.1.1. MANİCİ ÇEVREYE AİT METİNLER

2.1.1.1. MANİCİ EDEBİYATTA NAZIM

Manici edebiyatta "nazım, manzume, şiir" için Hintçeden geçme şlok ve Türkçe takşut kelimeleri kullanılmıştır. Bu iki kelime metinlerde çoğu defa eş manalı olmak üzere bir arada geçer. Küg kelimesi de şiir ve nazım için kullanılmıştır. Bu kelime muhtemelen nazmın ezgisini de ifade ediyordu. Soğdakçadan geçen baş ve başik kelimeleri de Manici edebiyatta ilâhî mana-sındadır (Arat 1965: XI-XX).

TÜRK DİLİ TARİHİ 231

Manici çevreden kalma sekiz şiir bilinmektedir. Bunlardan ikisinin şairi Aprın Çor Tigin'dir. Adındaki tigin unvanından bir şehzade olduğu anlaşılan Aprın Çor Tigin, Türk edebiyatı tarihi açısından son derece önemli bir isim­dir; çünkü o, adı bilinen ilk Türk şairidir; bir başka ifadeyle şairi belli olan ilk şiirler ona aittir. Aprın Çor Tigin'in şiirlerinden biri Mani'ye övgüdür. "Sevgili" adını verebileceğimiz diğer şiiri ise edebiyatımızın ilk aşk şiiridir. Şinasi Tekin'e göre Aprın Çor Tigin'in şiirleri 8., en geç 9. yüzyıla aittir (Ş.Tekin 1965: 64).

Manici şiirin nazım birimi umumiyetle dörtlüktür. Bazen beşlikler de nazım birimi olabilmekte, iki veya üç mısralı birlikler ise daha çok bağlantı maksadıyla kullanılmaktadır. Manici şiirin en mühim hususiyeti, mısra başı kafıyesidir. "Kıt'a aliterasyonu" ve "Altay aliterasyonu" da denilen mısra başı kafiyesinde, kıt'alardaki dört mısraın başında da aynı ses bulunur. Eğer baştaki ses ünsüz (sessiz) ise ondan sonra gelen ünlü de aynıdır. Ancak ün­lülerin ayniyetinde o ile u ve ö ile ü mısra başı kafiyesini bozucu sayılmazlar ve birbirlerinin yerlerine gelebilirler. Örnek olarak "Sevgili" şiirinde ilk dörtlük ka-, ikinci dörtlük ö-, üçüncü dörtlük ba-, dördüncü dörtlük ki-, be­şinci dörtlük ya-, altıncı dörtlük kü-/kö- ile başlamaktadır.

Mani şiirinde mısra başı kafiyesinden başka ahenk unsurları da vardır. Bunlar çeşitli tekrarlar ve aliterasyonlardır. Mısra başı kafiyesi, bazan mıs-raların içinde de tekrarlanarak bir "iç aliterasyon" meydana getirilir. "Ölüm" şiirinde mısra başı kafiyesi olarak kullanılan t'lerin mısralar içinde de çok sık tekrarlanarak nasıl bir iç aliterasyon yarattığı ve Şinasi Tekin'in ifade ettiği gibi "Cehennemin uğultu ve gürültülerini; ölüm meleklerinin takırtılarını, tarrakalarını aslında patlayıcı bir ses olan t aliterasyonu ile" okuyucuya nasıl duyurduğunu görmek mümkündür (Ş. Tekin 1965: 46). Mani şiirinde mısra sonlarında kafiye çok seyrek olarak görülür. Bazen de eklerin ve kelimelerin tekrarlanması suretiyle "redife başvurulur. Kelimelerin ve mısraların tekrarı da ahenk unsuru olarak kullanılmıştır. Bu tip tekrarlarla muhteşem bir ahenk meydana getiren "Tan Tanrı" ilâhisi, Reşid R. Arat'ın ifadesiyle âdeta bir "davul senfonisi" intibaı uyandırmaktadır (Arat 1965: 3).

Hece sayısı bakımından Mani şiirinde belli bir düzen yoktur. Şiirde mıs­ralar, farklı sayıda heceye sahip olabilmektedir. Mısralarda hece sayısı üçten on beşe kadar değişir. Bazen eşit sayıda heceli mısralar art arda getirilerek, bazen de fasılalarla eşit heceli mısralar kullanılarak hece sayısı bakımından belli belirsiz bir ahenk yaratılır. Bazen bu ahenge durakların da iştirak ettiği olur. Meselâ "Ölüm" şiirinde x + 4 şeklinde bir durak düzeni dikkati çek­mektedir.

Manici şiirlerden üçü, bugünkü karşılıklarıyla aşağıda yer almaktadır.

232 Ahmet B. ERCİLASUN

Hakana Arz

Kök böri teg sini birle yorıyın, Kara kuzgun teg toprak üze kalayın. İgke Kömüri, Bilegüke Yarı teg bolayın.

Bozkurt gibi seninle yürüyeyim, Kara kuzgun gibi toprakta kalayım. Kirmana Kömür Dağı, Bileği taşına Yar Suyu gibi olayım.



Erklig ulug iligimiz erür siz,

Altunça tommış,

Tomlunça tommış

Kutlug bilge begümüz erür siz.

Güçlü, ulu hakanımızsınız, Altın gibi toplanmış, Top gibi toplanmış Kutlu, bilge beyimizsiniz.



Yeme kalın kara bodunuŋuznı

King koyuŋuzda,

Uzun etekiŋizde

Küyü küzedü tutup açınu igdür siz (Zieme 1969: 47).

Yine kalabalık halkınızı

Geniş koynunuzda,

Uzun eteğinizde

Koruyup gözetir, acıyıp beslersiniz.

TÜRK DİLİ TARİHİ 233

Manici şiirlerin hemen hemen hepsinde bulunan baş kafiye bu şiirde yoktur. Ahenk, redif, aliterasyon ve tekrarlarla sağlanmıştır. Şiirde geçen kök böri (bozkurt) kelimesi son derece ilgi çekicidir. Şiirin yazarı hakanın yanın­da bozkurt, yani kılavuz olmak istemektedir; büyük ihtimalle bir Uygur be­yidir. Şiirin ilk dörtlüğündeki ig, kömür, yar kelimeleri araştırıcılar tarafın­dan "hastalık, kömür, tükrük" olarak manalandırılmıştır. Oysa "hastalık" ile "bileği taşı" arasında bir paralellik yoktur. Bayan Çor (Şine Usu) bitiginin kuzey cephesi sekizinci satırında Karakum aşıldıktan sonra kömür tagta yar ögüzde üç tuglug Türk bodun (Kömür Dağı'nda, Yar Irmağı'nda üç tuğlu Türk milleti) ibaresi geçmektedir. "Bileği taşı"na paralel olarak ig kelimesi­ne de "iğ, kirman" anlamını verirsek Kömür Dağı'ndaki madenin kirman için, Yar Irmağı'ndaki suyun da bileği taşı için bazı iyileştirici özellikler taşıdığını veya o zamanki insanların böyle inandığını düşünebiliriz. Kömür Dağı ve Yar Irmağı, Orhun civarında olduğuna göre bu şiirin de 840 göçün­den önce yazıldığını tahmin edebiliriz (Ercilasun 1985: 89).


Yüklə 2,38 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   33




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin