14.REŞAT NURİ GÜNTEKİN:
Öğretmen ve eğitim müfettişi… Türk edebiyatının büyük romancısıdır. Edebiyat tarihine Çalıkuşu yazarı olarak geçmiştir.
İlk roman denemelerini 1.Dünya Savaşı yıllarında yaptı. Batı edebiyatı dikkatiyle yazdığı romanlarında fazilet, alçakgönüllülük, paylaşma değerlerini fon yaparak Anadolu insanını anlatırken cahilleri, geri kalmışları bile sevimli bir üslupla anlattı. İnsan sevgisi ve hoşgörü önemli temalarıdır.
Bir kısım eserlerinde Atatürk devrimlerini anlattı.
Ona göre sorunların temelinde bozuk aile ilişkileri ve eğitimsizlik vardır.
Bir kısım eserlerinin kahramanı öğretmendir. İdealist öğretmen tipleriyle “mektepten memlekete” biçimindeki Milli Edebiyat tezini savunur.
Bir kısım romanlarının konusu ise yalnızca aşktır.
Yazar sade dille Milli Edebiyat anlayışını devam ettirir; ancak sözcük dağarcığı geniştir.
Öykülerinde Maupassant tarzını kullandı.
Tiyatrolarında kadın erkek ilişkileri, aile, evlilik kurumu, aşk ve sosyal değişmeler anlatılır.
Romanları: Çalıkuşu, Gizli El, Damga, Dudaktan Kalbe, Akşam Güneşi, Bir Kadın Düşmanı, Yeşil Gece, Acımak, Yaprak Dökümü, Kızılcık Dalları, Gökyüzü, Eski Hastalık, Ateş Gecesi, Değirmen, Miskinler Tekkesi, Kavak Yelleri, Harabelerin Çiçeği, Son Sığınak, Kan Davası
Öyküleri: Gençlik ve Güzellik, Roçild Bey, Eski Ahbap, Tanrı Misafiri, Sönmüş Yıldızlar, Leyla ile Mecnun, Olağan İşler
Oyunları: Hançer, Eski Rüya, Ümidin Güneşi, Gazeteci Düşmanı, Şemsiye Hırsızı, İhtiyar Serseri, Taş Parçası, Bir Köy Hocası, Babürşah’ın Seccadesi, Bir Kır Eğlencesi, Ümit Mektebinde, İstiklal, Vergi Hırsızı, Hülleci, Eski Şarkı, Balıkesir Muhasebecisi, Tanrıdağı Ziyafeti
Gezi eseri: Anadolu Notları(iki cilt)
Yeşil Gece: Romanın ana karakteri Şahin öğretmen olaylar bu öğretmenin etrafında gerçekleşiyor. Modern eğitimin gericilere karşı verdiği mücadele anlatılıyor.
Şahin bey muhallim okulundan mezun olduktan sonra tayini İstanbul'a çıktığı halde tayinini bir taşra kasabasına ister. Anadolu'da görev yapmak isteyen bu genç yetkililerle konuşarak tayinini Anadolu'ya aldırır. Anadolu'ya geldiğinde cahillik ve sefaletin sardığı köylülerle karşılaşır, her zorluğa göğüs geren Şahin bey köyünün düşmanlar tarafından işgal edilmesiyle hayatı değişir. Düşman kuvvetleri köyde bazı kişilerle iş birliği yapmak istemişlerdir ve bu kişiler arasında Şahin Bey de vardır.
Şahin bey düşman kuvvetlerini bu teklifini kabul eder amacı Türk kuvvetlerine istihbaratta yardım etmektir. Şahin beyin birçok yardımı dokunur fakat sonra düşman kuvvetleri Şahin bey'in onlardan haber sızdırmak için yanlarında bulunduğunu anlarlar ve onu sürgüne gönderirler. Şahin bey Cumhuriyet kurulduktan sonra köyüne döndüğünde herkes o nu düşmanla işbirlikçi hoca olarak bilir fakat kimse gerçeği bilemez. Şahin hoca da kaderin bu ağır tokadıyla bir umut Ankara'ya gider.
Yaprak Dökümü: Ali Rıza Bey, hayatını memuriyetle devam ettiren, namusuna ve ahlaka son derece düşkün beş çocuklu bir ailenin babasıdır. Trabzon’da çalıştığı bir iş yerinden ayrıldıktan sonra İstanbul’a gelip Bağlarbaşı’ndaki babadan kalma eve yerleştiler. Bir süre işsiz gezdikten sonra, Muzaffer adındaki eski öğrencisinin ona sağladığı imkânla işe girer. Her şey kızları Leyla ve Necla’nın arkadaşları olan Leman'ın Ali Rıza Bey’den iş istemesiyle başlar. Ali Rıza Bey Leman’a çalıştığı yerde bir iş bulmuştur; fakat Leman bir süre sonra patronu Muzaffer Bey’le bir ilişki yaşar ve hamile kalır. Ali Rıza Bey bunu duyunca kendini suçlar ve Muzaffer Bey’den Leman ile evlenip onun namusunu temizlemesini ister. Patronu bunu kabul etmeyince Ali Rıza Bey bu olayı gururuna yediremeyip işten ayrılır. Daha sonra oğlu Şevket’in bir iş bulduğunu öğrenince bir parça sevinmiştir. Fakat bir süre sona Ali Rıza Bey’in karısı Hayriye Hanım ve kızları Necla ile Leyla artık eve para getirmediği için ona saygı duymuyorlar ve onu aşağılıyorlardır. Bir gün, Şevket işyerinde evli bir kadınla ilişkiye girdiğini ve o kadınla evlenmek istediğini söyler. İlk başta Ali Rıza Bey bu olaya itiraz etse de daha sonra Şevket’in Ferhunde ismindeki kadını ne kadar çok sevdiğini görmüştür. Fakat gelin Ferhunde eğlenceye ve modern hayata alışkın biridir ve evde gece toplantıları yapılmaya başlanır. Evin ortanca kızları olan Necla ve Leyla’nın eğlenceye ve lükse olan düşkünlükleri artar. Böylelikle Ferhunde’nin evdeki hâkimiyeti iyice artar. Evin en büyük kızı olan Fikret bu olanlara daha fazla dayanamayacağını anlar ve Adapazarı’nda yaşayan bir adamla adamın çocuklarına bakma koşuluyla evlenmeye karar vermiştir. Fikret’in evden gidişiyle daldaki yapraklardan biri kopar. Şevket’in kazandığı para ve Ali Rıza Bey’in emekli maaşı evde yapılan eğlencelere harcanmaktadır. En sonunda elde hiçbir şey kalmaz. Şevket çareyi çalıştığı bankadan zimmetine para geçirmekte bulur. Aldığı parayı yerine koyamayınca hapse girer. Böylelikle dalın ikinci yaprağı da kopar. Ferhunde bu hayata daha fazla dayanamayacağını söyleyerek evi terk eder. Bunun sonucunda üçüncü yaprak da kopmuş olur. Daha sonra Necla da kendini zengin gösteren bir Suriyeli adam ile evlenir. Fakat mutlu değildir ve babasından yardım istemek için mektup yollar. Ali Rıza Bey ise onun bu isteğini reddeder ve yaşamaya devam etmesini söyler. Böylece dalın dördüncü yaprağı da kopar. Leyla zengin bir avukatın metresi olur ve Ali Rıza Bey bunu bir arkadaşından öğrenir. Namusuna düşkün olan Ali Rıza Bey Leyla’yı evden kovar. Leyla avukatın Taksim’de tuttuğu eve yerleşir. Böylece dalın son yaprağı da kopmuş olur. Nihayetinde Ali Rıza Bey Leyla’nın eve gelmesini kabul eder ama kendisi evden ayrılacaktır. Adapazarı’nda olan kızı Fikret'in yanına gider ve Fikret'in orada mutsuz olduğunu görür. Kocası ve üvey çocuklarıyla arası iyi değildir. Bunu gören Ali Rıza Bey İstanbul’a geri döner ama birkaç gün eve gitmez. Daha sonra hasta olur ve eski bir arkadaşı sayesinde hastaneye kaldırılır. Bir gün Hayriye Hanım ve kızı Leyla hastaneye gidip onu alırlar ve Taksim’deki eve giderek yaşamlarına orada devam ederler.
Çalıkuşu: Bir yanlış anlama sonucu sevdiği Kâmuran’dan kaçıp Anadolu’ya öğretmenlik yapmaya giden Feride’nin başından geçenler ve çektiği aşk acısı anlatılır. Feride, idealist öğretmen tipi olarak yaratılmıştır. Anadolu’da kendi bireysel özellikleri ile Anadolu halkının beklentileri arasında çatışmalar yaşar, sonunda yine Kâmuran’a kavuşur.
|
15.REFİK HALİT KARAY
Hayatının bir kısmı sürgünlerde geçmiş ve bunları edebiyata dönüştürmüş romancı ve öykücümüzdür.
Milli Edebiyat akımının diliyle önemli romanlar ve öyküler yazdı, bugün bile dili en iyi kullanan yazar olarak bilinir.
Realist gözlemler, okurdaki ızdırap duygusunu ortaya çıkaracak bir kurguyla verilir. Maupassant tarzına bağlıdır.
Memleket Hikâyeleri ile Anadolu insanını anlattı. Köy edebiyatının öncüleri arasına girdi.
Refik Halit’te bozulan sosyal doku, buna bağlı insan davranışları, eski-yeni çatışması, bayağılık ile erdemlilik anlatılır. Bey, paşa, paşazade, mirasyedi, züppe tiplerin yanında yeni insan tipleri de görülür.
Tip ve karakterleri canlıdır; ancak bunlar belli bir teze bağlı değildir.
İç gözlemi zayıf, ancak dış gözlem bakımından adeta bir ressam-yazardır.
Ansiklopedik bilgisi geniştir, bunların bir kısmını sürgün hayatında gözlemlemiştir. Konak hayatına geçişteki sosyal değişimler onun sık sık anlattığı bir temadır.
Kadınların bir sosyal figür olmalarına karşı değildir, ancak ahlaklılığı şart koşar.
Hiciv ve mizah sahasında “Kirpi” takma adıyla siyasi mizah yazıları yazmıştır.
Romanları: İstanbul’un İç Yüzü, Yezidin Kızı, Çete, Sürgün, Anahtar, Bu Bizim Hayatımız, Nilgün, Yeraltında Dünya Var, Dişi Örümcek, Bugünün Saraylısı, 2000 Yılının Sevgilisi, İki Cisimli Kadın, Kadınlar Tekkesi, Karlı Dağdaki Ateş, Dört Yapraklı Yonca, Sonuncu Kadeh, Yerini Seven Fidan, Ekmek Elden Su Gölden, Ayın On Dördü, Yüzen Bahçe
Öykü: Memleket Hikâyeleri, Gurbet Hikâyeleri
Mizah: Sakın Aldanma İnanma Kanma, Kirpinin Dedikleri, Agop Paşanın Hatırları, Ay Peşinde, Tanıdıklarım, Guguklu Saat
Günce: Bir İçim Su, Bir Avuç Saçma, İlk Adım, Üç Nesil Üç Hayat, Makyajlı Kadın, Tanrıya Şikâyet
Anı: Minelbab İlelmihrab, Bir Ömür Boyunca
İstanbul’un İç Yüzü: İttihat ve Terakkinin başa gelişinden 1. Dünya Savaşına kadarki İstanbul bütün renk ve çizgileriyle yansıtan roman.
16.MUSAHİPZADE CELAL(TİYATRO)
Milli Edebiyat dönemi oyun yazarıdır. Oyunlarının çoğu bestelenip operet ve şarkılı komedi olarak sahnelendi. (Darül-bedayi ve İstanbul Şehir Tiyatrolarında oynanmıştır.)
Konularını Osmanlı Hayatı’ndan alan Musahipzade daha çok Osmanlı yaşamıyla dalga geçen oyunlar yazmıştır. Dili basit, cümle düşüklükleriyle doludur. Acele ve itina göstermeden yazmıştır.
Oyunları: Türk Kızı, Köprülüler, İstanbul Efendisi, Lale Devri, Fermanlı Deli Hazretleri, Aynaroz Kadısı, Kafes, Kavuk Devrildi, Atlı Ases
17.İBNÜRREFİK AHMET NURİ SEKİZİNCİ
Meşrutiyet dönemi komedi ve vodvil yazarıdır. Darül-bedayi yönetim kurulu üyesidir. En sevdiği oyun Sekizinci adında olduğu için kendisine soyadı yapmıştır. Fransızcadan uyarlamalar yapmış, kaba güldürüler yazmıştır. Kadın-erkek, karı-koca ilişkileri konu olarak işlenmiştir.
18.RUŞEN EŞREF ÜNAYDIN(MÜLAKAT)
Servet-i Fünun, Donanma, Tedrisat, Türk Yurdu ve Yeni Mecmua adlı dergilerde yazdığı mülakat, anı ve mensurelerle tanındı. Mustafa Kemal’i basına ilk tanıtan odur. Paşa’nın yakın dostudur. En meşhur eseri Tanzimatçılardan başlayarak Milli Edebiyat’a kadarki bazı şair ve yazarlarla mülakatların yer aldığı “Diyorlar ki” adlı mülakat eseridir. Affan Dede adlı bir öyküsü vardır. Cahit Sıtkı Tarancı bu isimde kahramanı olan bir şiir yazmıştır.
BAĞIMSIZ İSİMLER
1.MEHMET AKİF ERSOY
İstiklal Marşı şairi veya İslam şairi gibi sıfatları olan yazar, şiirlerinde manzumeci, didaktik bir güzellik taşır. Kendine özgü kafiye anlayışı, aruzu kusursuz kullanması, manzume yazması onun ayırıcı özelliğidir.
O, toplumcu bir anlayışla şiirlerini yazdı; şiirlerinde realizmi izledi. Eserlerinde kahramanlıklar, milli ve dini duyarlılıklar, destansı, öğüt verici üslup, içtenlik ve ince mizah önemli yanlardır.
Şiiri düzyazıya yaklaştırarak manzum öykücülükte Fikret’in açtığı yolu genişletmiştir. Küfe, Mahalle Kahvesi, Seyfi Baba, Kocakarı ile Ömer gibi sevilerek okunan manzumelerinde mesnevi nazım biçiminden yararlanmıştır.
Yoksul-yoksun insanlar, bunalım ve savaş yıllarının sefaleti, İslam ve Türk dünyasının sorumluluk duygusundan uzaklığı, çalışmak gerektiği, geçmişe saygı ve ondan ibret alınması gereği onun sıkça işlediği temalardır.
Şairin az da olsa lirik şiirleri de vardır; fakat o daha çok epik, didaktik ve manzumeci(dramatik) bir anlayışı benimsemiştir.
Şiirlerini Safahat adı altında toplamıştır, 7 bölümdür:
1.Safahat
|
Osmanlı toplumunun meşrutiyet yılları anlatılır.
|
2.Süleymaniye Kürsüsünde
|
Osmanlı aydınları-halk ilişkisi
|
3.Hakkın Sesler
|
Ayetler üzerine yazdığı şiirlerdir ki toplumsal sorunları anlatır.
|
4.Fatih Kürsüsünde
|
Yeni kuşaklara çalışma ve mücadele azmi anlatılır.
|
5.Hatıralar
|
İslam Birliği fikrinin işlendiği ve her şiir için bir hadis-i şerifin yazıldığı bölümdür.
|
6.Asım
|
1.Dünya Savaşından tablolar yer alır.
|
7.Gölgeler
|
Dinsel şiirler ve dörtlükler yer alır.
|
Bunların dışında Bülbül, Çanakkale Şehitlerine, Leyla, Umar mıydın gibi şiirleri meşhurdur.
2.YAHYA KEMAL BEYATLI
Divan şiiriyle Batı şiirini kaynaştırarak iki geleneği de kapsayan modern bir şiir biçimi geliştirmiştir.
“Ok” şiiri dışındaki bütün şiirlerini aruzla yazmıştır.
Tarihi değerler, Türk müziği, mimarisi, İstanbul, fetihler ve Malazgirt’ten Kurtuluş Savaşı’na bütün geçmişin güzellikleri onun şiirinin konusu ve kaynağıdır.
Yahya Kemal, zamanın düzensizliğinden geçmişin düzenli zamanlarına sığınarak geçmişten güç alıp yaşadığı zamana ışık olmak istemiştir. Kökü mazide olan âtiyim(Kökü geçmişte olan geleceğim) sözü ile bunu vurgular.
Ona göre gelenekle modern olan bir arada olursa dinamik bir yenileniş sağlanabilir. O, hem gelenekçi hem de yenidir.
Şiirlerinde öz(saf) şiire özgü bireysel temalar, iç ahenk ve musiki görülür. Haşim’le birlikte öz şiirin öncüsüdür.
Milli Edebiyat akımıyla yalnızca konular bakımından uzlaşır, sanat anlayışı Parnasizm akımı ve Sembolist şairlerden gelmiştir. Yahya Kemal akım olarak parnasyendir.
Yazılarıyla milli mücadeleyi desteklemiştir(Eğil Dağlar).
Lirik şiirlerinin yanı sıra kendine özgü bir lirik-epik şiir tarzı vardır. Aşk, tabiat, ölüm, musiki, sonsuzluk, rintlik, deniz, İstanbul onun şiirlerinin önemli köşe taşı konularıdır.
İstanbul Türkçesini yaşayan Türkçe olarak kullanmış, “Bu dil, ağzımda annemin sütüdür!”diyerek ona “beyaz lisan” adını vermiştir.
Şiirleri: Eski Şiirin Rüzgârıyla, Rubailer ve Hayyam Rubailerini Türkçe Söyleyiş, Kendi Gök Kubbemiz
Düz Yazıları: Aziz İstanbul, Eğil Dağlar, Edebiyata Dair, Siyasi Hikâyeler, Siyasi ve Edebi Portreler, Çocukluğum Gençliğim Siyasi ve Edebi Hatıralarım, Tarih Muhasebeleri, Mektuplar-Makaleler
Dostları ilə paylaş: |