3. Takşut
Yalnızca Uygur dönemi eserlerde rastlanılan bu kavramın kökü konusunda tam bir kanaat oluşmamıştır. Reşit Rahmeti Arat bu kavramın Türkçe kaynaklı olduğu kanaatindedir.61 O bu kavramı Divanü Lugati't-Türk'teki takmak, takılmak, takturmak kavramlarıyla ilgili görmektedir. Reşit Rahmeti Arat'a göre takşut da tıpkı koşug gibi ayrı bir türden ziyade genel olarak şiir, nazım, beyit, manzume anlamlarına gelmektedir. Nasıl kös- fiili "bir nesneyi başka bir nesneye ilave etmek, eşlemek" vb. yan anlamlara sahipse, tak- fiili de aynı anlamları karşılamaktadır. Dolayısıyla tak- kökünden türetilen bu kavram da güfteye beste ilave etmek (katınak, eklemek, takmak) anlamlarında kullanılmıştır diyebiliriz. 62
80
4. Taknuk
Bu kavram da takşut'la aynı kökten gelmektedir. Diğer Türk lehçelerin-de bulmaca, ata sözü, türkü, şaka, nükte, türkü yarısı, masal vb. anlamlarında kullanılmaktadır.63
5. ir /Yır
Her iki kavram da Divanü Lugati't-Türk'te geçmekte olup64 yalmzca söyleyişleri farklıdır. Kaşgarlı bu kavramlara koşma, türkü, manzume, şiir, gazel vb. karşılıklar vermektedir. Şarkı söylemek karşılığında ırlamak, yır yırlamak (şarkı söylemek); manzume yapılmak, şiir düzülmek karşılığında ise yır koşulmak kavramını kullanmaktadır.65
ir / Yır kavramları 14. yüzyıldan beri bu anlamını muhafaza etmiş nağme, hava karşılığı olarak kullanılmıştır.
Fuat Köprülü bu kavramı koşuk kavramı ile birlikte anarak bir nazım şekli olarak ifade etmektedir.66
6.Küğ
Bu kavram ilk olarak Uygur dönemi eserlerde geçmektedir. Beşim Atalay bu kavramı köğ. Reşit Rahmeti Arat da küg biçiminde okurlar. Ancak günümüzde küğ biçiminde okunuşu yaygınlaşmıştır. Uygur dönemi şairlerin-den Apnn Çor Tigin'in bir manzumesinde takşut'la bir arada geçmektedir:
"Boşlantı Apnn Çor tigin küg'ı takşut'lan: Başladı Apnn Çor Tigin manzumeleri." 67
Reşit Rahmeti Arat bu kavramın değişik kaynaklardaki örneklerine bakarak nazım, şiir, türkü, ir vb. anlamlara geldiğini ve bir ahenk cephesinin olduğunu düşünmektedir. Günümüzde Türk lehçelerinde bu kavram "ses, musiki, makam, ahenk" anlamlarında kullanılmaktadır.
7. Şlok
Kelime Sanskritçe olup aslı şloka biçimindedir.68 Bu tür, daha çok Uygur metinlerinde görülmektedir. Türkçe'de, Sanskritçede olduğundan daha geniş bir anlam kazanmıştır. Sınırları iyice bilinmemekle beraber Şlok;
"methiye manzumesi, manzume, sevindirici şiir" vb. yerine kullanılmıştır.
& Padak
Bu kavram da Sanskritçeden dilimize geçmiş olup aslı padaka'du. Şiir, bir şiirin (dörtlüğün) dörtte biri demektir.69 Türk şiirinde de bu anlamıyla mısra yerine kullanılmıştır.
81
9. Kavi
Bu kelimenin Sanskritçesi kayva biçimindedir. Nesir île nazım arasındaki artistik nesir diyebileceğimiz anlatımlar için kullanılır. Kavi türündeki eserler nesirden ayrı bir üslup özelliği bulunmakla birlikte bir şiir özelliği de kazanmamıştır.70
10. Baş/Basık
Mani dinini benimsemiş Türklerde görülen bu kavram ilahi karşılığı olarak kullanılmaktadır. Soğdca Mani metinlerinde başa, başik, paşik biçimlerinde söylenişleri de vardır.71 Türkçe söylenişi henüz tam olarak tespit edilmemektedir.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ORTA ASYA SAHASI TÜRK EDEBİYATI
A. Türklerin İslam Dinini Kabulleri
a. Türklerin İslam Öncesi İnanç Sistemlerine Kısa Bir Bakış
islam Dini, yedinci asrın başlarında Arap yarımadasında Hz. Muhanımed tarafından tebliğ edildiği dönemlerde, bu yeni dinle karşılaşan Türkler de ferden islamiyeti kabullenmeye başlamışlardı. Ancak Türklerin kitleler halinde İslamiyet'i kabulleri onuncu asırda gerçekleşmiştir.
Bilindiği gibi Türkler arasında, Islamdan önce pek yaygın ve sürekli olmamakla beraber, çeşitli inanç ve dinler görülmekteydi. Bu cümleden olarak Divanü Lügati't-Türk'te bazı Türk kavimleri arasında; Nam, Tayın, Yalvaç, Totem, Yada, Sata, Budizm, Manheizm, Kam, Şamanizm.. vb gibi inanç sistemlerinin belirtilerinden bahsedilmekteydi.72
Ayrıca; Bartold, Eberhard, Radloff, Babinger, Dııda, Jansky, Röhrbom, R. R. Araf, M. F. Köprülü, î. Kafesoglu. A. inan, B. Ögel, H. Tanyu vb. bilim adamlarında gördüğümüz gibi bazı Türk kavimleri arasında; Mani, Budizm, Musevilik, Hristiyanlığın da çok kısa bir zaman dilimi içinde görüldüğünü, fakat islamiyetin gelmesiyle bunların %90'nın üstünde büyük bir kısminin da Müslüman olduklarını görmekteyiz. Bunun yanında Altaylar ve Yakutların ise hala eski Türk dinlerinden kalma bazı itikadi inançlarını da yaşatmaya devam etmektedirler.
Gök-Türk Abidelerinin girişindeki; "Üstte mavi gök, yerde yağız yer yaratıldıkta, ikisinin arasında insanoğlu yaratılmış, insanoğlunun üzerine atalarm Bumin Kağan ve istemi Kağan, kağan olarak oturmuşlar." şeklindeki, gerçekten muhteşem ifade, yağız yeri, mavi gökleri ve insanoğlunu yaratan tek Tanrı’nın varlığı inancını, çok net olarak bildirmektedir. Tengri kelimesi ise bu zamanlarda, artık sadece Tanrı'y a tahsis edilmiş bulunmaktadır. Bu inancın bu özelliği, Tanrı’nın Türk Tanrısı olarak düşünülmüş olmasıdır. O'na; ibadet edilir, dua edilir ve kurban kesilir. Bu, bir millî dindir ve adı Gök Tanrı Dinidir.73
84
Türklerin bundan sonraki geçici dönemlerde kabul ettiği dinlerin isimleri ise şöyledir:
Budizm: Hindistan'da hakim olan Kusanlar hanedanı ve Ak-Hunlar Budist idi. Gök-Türk bakanı Tapu Han da Budist dinine girmiş, ancak halk bu inanca fazla itibar etmemiştir. 860 yılında Kansu'yu, yerleşerek burada bir devlet kuran San Uygurlar da Buda dinini kabul ederler.
Maniheizm: iran'da başlayıp, Sasanilerin baskısı altında, daha hoşgörülü oldukları bilinen Türk ülkelerine göçen bir kısım Mani dini mensupları, buraları etkilemiştir. Uygur Hanı Bögü Han, Çin seferkide yanında getirdiği rahiplerin etkisi ile Mani dini resmen kabul eder. Bu din, Uygurlar ve kültürü üzerinde derin etki yapmıştır. Uygarlarda; Hristiyanlık, İslamlık, Gök Tanrı dini ve Mani dini bir arada yaşamıştır.
Musevilik: Aynı asırlarda batıda Hazar Hakanı da Musevi dinini resmen kabul eder; ancak halkın geneli Müslümanlık ve Hristiyanlığa yönelir;
Ayrıca Gök-Tanrı dini de etkisini sürdürür..
Hristiyanlık: Sekizinci asırda Maveraü'n-nehir civarında Zerdüştlüğ'ün yayıldığı görülür. Doğu Türkistan'da Uygurlar arasında ise Hristiyanlığın Nasturilik mezhebi görülür.
Dokuzuncu asırda baüda Bulgar Hanları Hristiyanlığı seçer. Bir kısım Bulgarlar ise Müslüman olarak tdil Bulgar Devletini kurarlar. Balkanlara geçen Kıpçak ve Oğuzların da Hristiyanlaştığı görülür. Peçenek'ler de ise Hristiyanlık ile Gök-Tanrı dini birlikte yaşamaya devam ederler. 1061 yılında Hazar Hanı Hristiyan olur. Hazarlar arasında yine çeşitli dinler bir arada yaşar.74
Bilindiği gibi Anadolu, Türklerin ilk ana yurtları 'dır. Milattan önceki dönemlerde Orta Asya'ya göçmüşlerdir. Ancak Milattan sonra beşinci-altıncı yüzyıllardan sonra da tekrar Orta Asya'dan kalkıp, asıl 'Anavatan olan Ana-dolu'ya doğru göç'e başlamışlardır. Fakat bu dönemde Anadolu'da Hristiyan Türkler75 de vardı. Yani Anadolu'da Hristiyan Türklerde bulunmaktaydı. Bu Türklerden bir grubu Diojen'in saflarında yer alıyordu. Diojen'in Alparslan'la Malazgirt'te 1071'deki karşılaşmaları esnasında bu Türk boyları Alparslan tarafina geçmişlerdir. Ve zaferi Türkler kazanmışlardır.
b. Türkler ve İslamiyet
1. Türklerin islam Öncesi Araplarla Karşılaşmaları
HZ. Muhammed'den Önce Türk-Arap Münasebetleri
Bilindiği gibi Türkler, islamiyetin zuhurundan önce de Araplarla bazı bakımlardan temas ve çatışma halindeydiler. Bunların bu bereberliktelikleri,
85
Türklerin İslam dinini ilk dönemlerden itibaren tanımalarına ve Müslüman olmalarına da vesile olmuştur. Şimdi bu birliktelikleri kronolojik olarak kısa anekdotlarla vermeye çalışalım:
Türkler ile Arapların doğrudan doğruya olmasa bile ilk temasları İslamiyetin ortaya çıkmasından önce Sasani împaratorluğu ile 5. asrın sonlarına doğru başlamıştır. Sasani Hükümdarı Kavad (488-541)'ın, Eftaliderin yardımı ile tahta çıktığı ve Saltanatı boyunca onların nüfuzu altında kaldığı bilinmektedir.76
Yine Sasani hükümdarı Nuşirevan (541-579) doğuda kendisi için bir tehlike gördüğü Gök-Türkler ile iyi geçinmeyi prensip kabul ederek, Gök-Türk Hakanının kızı ile evlendi. Bu evlilikden dünyaya gelen oğlu ve halefi 4. Hürmüz (579-596), sima ve seciye itibariyle Iran'hlara benzemediği için "Türk oğlu " diye lakablandırılmıştir.77
Nuşirevan devrinde 6. asrın ikinci yarısında (570) Yemen'e yapılan sefer sırasında îran ordu safları arasında Türklerin bulunduğu rivayet edilmektedir.78
4. Hürmüz'ün başkumandanı Behram Çübîn'in ordusunda 588 yılında Gök-Türk Hakanı Bağa Hakan ile yaptığı muharebede Arap birliklerinin de bulunduğu kaynaklarda geçmektedir.79 Daha sonraki yıllarda ise Behram Çübîn'in birlikleri arasında çok sayıda Türklerin bulunduğu görülmektedir.
Hüsrev Perviz(590-628) ilk yıllarda İran'ın kargaşa içinde bulunan iç durumlarından da faydalanan Gök-Türk birlikleri îran içlerine girmişler. Rey ve îsfahan'a kadar ilerlemişlerdir. Hüsrev Perviz bundan sonra Türklerle dostane bir politika izleyerek Bizans İmparatorluğu üzerine yürür ve 619'da îran orduları Kadıköy'e kadar gelir ve Bizans'a ağır bir darbe vurur, fakat şehri ele geçiremez.80
Bizans imparatoru Heraklios, Gök-Türklerle ittifak yaparak îran'a karşı taarruza geçti, Medain'e kadar ilerledi. Aynı zamanda Gök-Türk Hakanı Tung-Yabgu (619-630)da harekete geçti Rey ve îsfahan'ı ele geçirdi.81
Demek oluyor ki İslam öncesinde Türklerin Araplarla münasebetleri Sasani imparatorluğu aracılığı ile başlamıştır ki bunları Cahiliye devri Arap şiirinde de bulmak mümkündür. Bu durum özellikle; Hassan b. Hanzala, Nabiga el-Zubyani, Avs b. Hacar ve Şamman b. Zirar vb. şairlerin şiirlerinde
80 Burada Ankebut Suresi a.'2'deki "Rumlar mağlup oldu, fakat yakın bir senede galip gelecekler' mealindeki bu ayet Müslümanların ehl-i kitap Bizans'ı, Mecusi İran'a tercih edildiğine dair bir telmih niteliğindedir.
86
Türklerden, daha ziyade askeri yönlerini, kahramanlıklarını belirtir şekilde bahsettikleri, ilk temasın askeri yönden olduğunu göstermektedir.82
2. Hz. Muhammed Dönemi ve Türkler
Burada Hz. Muhammed’ın Türkler hakkında söylediği hadislerden birkaç örnek vermek istiyoruz. Bilindiği gibi bu konuda elimizde bulunan ilk Türk kaynağı ise, Kaşgarlı Mahmud'un Divanü Lugati't-Türk'üdür. Bunun dışında bu sahada Ramazan Şeşen ve Zekeriyya Kitapçi'nın da araştırmaları bulunmaktadır, îşte bu araştırmalar neticesinde ortaya çıkan bu hadisleri üç noktada gruplandırmaya çalışalımm:
2. 1. Türklerle iyi geçinmeyi ve onlarla mücadele etmemeyi tavsiye eden hadisler
- Türkler size dokunmadıkça siz de onlara dokunmayınız.
- Türkler size dokunmadıkça siz de onlarla dost geçininiz.
- Habeşiler size dokunmadıkça siz de onlara dokunmayınız.
- Türkler size ilişmedikçe siz de onlara ilismeyiniz.
2. 2. Türkler ile Araplar arasında birçok mücadelenin olabileceği, Türklerin Irak, Suriye ve İstanbul'u fethedeceği ve hakimiyeti Araplardan alacağını belirten hadisler:
-" Ümmetimi, geniş yüzlü, küçük gözlü, yüzleri deriden kalkanlar gibi olan bir kavim önünde sürecek. Onlar üç defa Arap yarımadasına kadar varacaklar. Birincisinde kaçan kurtulur, ikincisinde bazısı kurtulur, bazısı mahvolur; üçüncüsünde ise kökleri kazınır. Bunlar Türklerdir. Allah'a yemin olsun ki, atlarını Müslümanların camiinin direklerine bağlayacaklar."
-" Türkler Amid'e inerler. Dicle ve Fırat'dan su içerler ve Elcezire'de dolaşırlar. Şam halkı şaşkınlıktan onlara bir şey yapamaz— "
-"Milletimin mülkünü en evvel Kantüra (bununla Türkler kasdedilmektedir) nesli zaptedecektir."
-" Türkler Size dokunmadıkça siz de onlara ilismeyiniz, çünkü milleti-min mülkünü en evvel Kantüra oğulları alacaktır."
-" Allah'ın irslaanlarını milletimin elinden en evvel Türkler alacaklardır."83
2.3. Türk Kavmi ve Türk Dili hakkındaki hadisler
-" Benim bir ördüm vardır. Ona Türk adı verdim. Onları doğuda yerleştirdim. Bir kavme gazaplanırsam Türkleri o kavmin üzerine yollarım."
87
-" Her kim ki Türklerin diline sığınırsa onu kendilerinden sayıp her türlü tehlikeden kurtarıyorlar. Bunun içindir ki, Türk olmayanlar da Türk diline sığınmakta ve bu vesile ile zarar ve ziyandan kurtulmaktadırlar."
"Ben Buhara'nın, sözüne güvenilir bir imamından, ayrıca Nişaburlu bir imamdan işittim, ikisi de senedlerle bildiriyorlar ki Peygamberiniz, kıyamet alametleriyle, ahir zaman fitnelerini ve Oğuz Türklerinin ortaya çıkacaklarını bildirirken,
"Türk Dilini öğreniniz! çünkü onların uzun sürecek bir saltanatları olacaktır." buyurmuş. Kaşgarlı Mahmut bu hadisi senetlerle naklettikten sonra şu muhakemeyi yürütüyor:
" Bu hadis doğru ise Türk Dilini öğrenmek vacib demektir. Eğer uydurma ise (o zaman da) akıl ve iz'an bunu icab ettirir.84
Bu tür örnekleri çoğaltmak mümkündür. Bilindiği gibi Türklerin Araplarla doğrudan doğruya temasları Hz. Peygamberden sonra Horasan'ın fet-hiyle başlamış ve Maveraü'n-nehr'in fethi esnasında çetin savaşlar şeklinde gelişmiştir.
Yukarıda vermeye çalıştığımız Arap şiiri ve Hz. Muhammed’ın hadislerindeki Türklerle ilgili rivayetler, Arapların peygamber devrinde Türkleri tanıdığı ihtimalinı kuvvetlendirmektedir. Taberi, Müslümanların Hendek muharebesi'ne hazırlandıkları sırada. Peygamberin bir Türk çadırında (Kubbetü'l-Türkiye) oturduğunu bildirmektedir.85 Meşhur hadisçilerimizden Müslim ise. Peygamber'in bir Türk çadırında itikafa çekildiğini rivayet etmektedir.86
3. ilk Fetihler Sırasında Türk-Arap Münasebetleri
Hz. Muhammed’ın vafatından sonra Hz. Ebu Bekir ile başlayan İslam fütuhatı başlıca üç yönde gelişti. Onlar da: Doğu da iran, batı da Kuzey Afrika, kuzeyde ise Suriye ve Anadolu idi.
İslam orduları, karşılanna çıkan iki büyük imparatorluk ordularını dinlemeden ilerlemelerine, fütuhata devam etti. Hatta Bizans'a karşı kazanılan zaferler neticesinde bütün Suriye ve Elcezire İslam Devletinin sınırları içine girdi.
Halife Hz. Ömer (634-644) zamanlarında varılan hudud bölgesi, sonradan büyük değişikliklere uğramadan asırlar boyunca İslam-Bizans mücadele bölgesi haline geldi.
Diğer taraftan bugünkü Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgelerinden kuzeye doğru ilerleyerek Kafkaslar'a vardılar. Bu fetihler esnasında İslam orduları Horasan, Maveraün nehir ve Toharistan bölgelerinde Türkler ile karşılaşmışlar ve uzün müddet onlarla mücadele etmek zorunda kalmışlardır.
Nihavend Savaşını (642) takip eden aylarda, doğu îran fethini müteakip Müslüman kuvvetlerine Horasan ve Toharistan'in yolu açılmıştı. Abdullah Amir'in öncü kuvvetlerinin kumandanı olan Ahnef b. Kays Horasan'a girerek Herat, Nişabur ve Serahs'ı zapt ettikten sonra Merv üzerine yürüdü. Son Sasani hükümdarı ///. Yezducerd buradan Merv el-Rud, oradan da Belh ve nihayet Ceyhun'un ötesine kaçtı. Müslüman kuvvetleri Beltı'e ve Nişabur'dan Toharistan'a kadar bütün Horasan'ı ele geçirdiler.
Ahnef, Merv el-Rüd'da karargah kurdu. Yezducerd, Araplara karşı tek başına mukavemet edemiyeceğini anlayınca Türk hakanından, Fergana ve Sogd ahalisinden yardım istedi. Bu müttefik kuvvetler Bern'i Müslümanlardan geri alarak Merv el-ROd'a kadar ilerlediler. Ahnef zor durumda kalmasına rağmen, bir harp hilesi ile bu kuvvetleri geri çekmeye mecbur etti. Böylece Arap orduları islamiyetin zuhurundan sonra ilk defa Türklerle karşı karşıya gelmiş oluyorlardı.
Hz. Ömer'in şehid edilmesinden sonra, Hz. Osman ve Hz. Ali dönemlerinde de bazı fetihler yapılmış, fakat dahili karışıklıklar sebebiyle istenilen fetihler yapılamayıp, özde mevcut sınırların korunması sağlanmıştır.87
Yedinci asrın başlarından itibaren Müslüman Araplarla Türk boyları arasında bazı temas ve çatışmaların başladığı görülür. Bu başlayış, aynı zamanda Türklerin de ferden Müslüman olmaya başladıkları bir dönemdir.
Sekizinci asırda da özellikle 751'de Müslümanları Orta Asya'dan kovmak üzere gelen büyük Çin ordusu ile İslam ordusu Talas'ta o çağın en büyük savaşına tutuşurlar. Türkler ise Müslümanlar tarafini tutunca Çinliler kaybeder, zafer Müslümanların olur. Bu tarihî silah arkadaşlığı, Türklerle Müslümanlar arasında ciddi bir yakınlaşma vesilesi ve Islamın Türkler vasıtasıyla da yayılmasına yeni bir başlangıç olur.88
Dokuzuncu asırdan itibaren ise, Abbasi sarayı ve ordusunda Türk soylu asker ve komutanlar görülmeye başlar. Dönemin Abbasi halifesi Mu'tasım Türk askerlerinin ahlak ve seciyelerinin bozulmaması için onları Türkistan'dan özel olarak getirttiği Türk kızlarıyla evlendirir ve onların mensup oldukları boylara göre de başlarına kendi soylarından kumandanlar tayin eder. Böylece yüksek kumandanlık ve idarecilik mevkine gelen Türk soylularının, yer yer halifeye bağlı müstakil devletler kurduğu görülür. Bu cümleden olarak Mısır ve Suriye'deki Tolunoğullar. îhşidoğullan ve Azerbaycan yöresindeki Sacaoğulları bu tür devletlerdir"
89
c. Türklerin Müslüman Oluşları
Bilindiği gibi Türkler, Gök Tanrı dininden itibaren dini hayatlarında;
tek Tanrı, öte dünya, Uçmag (cennet). Tamu (cehennem), kıyamet günü (ulug gün), hesap verme, adalet... vb dini kavramları zaten kullanıyorlardı. Bu kavramlar, daha sonra Türklerin islam olmalarından sonra da aynı muhteva içinde kullanılmaya devam edildiği görülüyordu. Bu sebeple islamiyetin getirdiği bütün değerler, dini kavramlar tereddütsüz kabul edilip kullanılıyordu. Orta Asya'da Türkler arasında islamiyetin münferiden yayılmaya başladığı ilk dönemlerde Mengü Kağanın İslam Elçisine verdiği cevap ise, Türklerin islamiyet ile ilk karşılaştıkları dönemlerdeki dini inançlarını tereddütsüz bir şekilde ortaya koyuyordu. Mengü Kağan şöyle cevap veriyordu:
"-Biz tek bir Tanrı 'ya inanır ve taparız. Onun emri ile yaşar ve ölürüz. Dünya ahirette mücazat ve mükafat da Ona aittir. Tanrı, görünen ve görünmeyen her şeyin halikidir. Allah sizlere kitaplar gönderdi; ama siz onların yazdıklarını tutmazsınız. Bize de gaib 'i bildiren Kain'lar verdi; onların dediklerini yapar ve huzur içinde yaşarız. "90
sözleri, Türklerin islam öncesinde de tek Tanrı inancını ortaya koyuyordu. İşte bu inanç sistemi içinde Türklerin İslamiyeti kabulleri de kolay oluyordu. Bu cümleden olarak Türkler arasında Hz. Muhammed döneminden itibaren bir İslamlaşma hareketinin başlayıp, onuncu asırda da kitleler halindeki îslamlaşmanın tamamlanmış olduğu görülüyordu. Bu husus destanlarımız ve tarihi verilerimizde açık bir şekilde anlatılıyordu.
4. 1. Destanlar ve Menakibnamelerimizde Türklerin İslamlaşma Hareketi
Bilindiği gibi Türkler, göçebe hayatlarının icabı olarak Müslüman olmadan önce, muhtelif medeniyet zümrelerine sahip oldukları gibi çeşitli itikat sistemlerini de benimsemişlerdir. Türkler, bu dönemlerinde de tek Tanrı inancına, sahip bulunuyorlardı.
Ayrıca olağanüstü halleri ve manevî üstünlüğe sahip mutasavvıf-velî kişilerin kerametlerine de inandıkları ve onlara karşı da büyük bir saygı duydukları bilinmekteydi. İşte bu inanç çerçevesinde Türklerin islam oncesi ve islamî dönemi destanları ve kaynak eserlerinde dinî-tasavvufî düşüncenin oluşmaya başladığı da görülmekteydi. Şöyle ki;
4.1.1. Oğuz Kağan Destanı: Oğuz Kağan Destanı 'nin islamî şekli diye isimlendirilen bu yeni versiyonda konumuz itibariyle mühim olan nokta şudur:
islamî şekilde Türk milletinin en eski atasının adı, doğrudan doğruya Türk'tür. Nuh Peygamberin birinci torunu olan Türk, babası Yafes'm ölü-münden sonra Işık ööl civarında yerleşmiş; ilk çadırı o yapmış; Türklerin tarihi onunla başlamıştır.
90
4. 1. 2. Satuk Buğra Han Destanı: Türler arasında, Miladî 9-10. asırlarda söylendiği anlaşılan Satuk Buğra Han Destanında; Karahanlıların ilk Müslüman Büyük Türk Hakanlığı olma şerefi şöyle anlatılmaktadır:
Hz. Muhammed, kanatlı Burak sıronda göklere yükseldiği Miraç gecesinde gök katlarında eski ve ünlü peygamberleri görmüştü. Bunlar arasında tanıyamadığı bir zati Cebrail'e göstermiş, onun hangi peygamber olduğunu sormuştu. Cebrail:
"- Bu peygamber değildir. Bu, sizin ahirete intikalinizden 333 yıl sonra dünyaya inecek bir ruhtur; Türkistan'da sizin dininizi yayacak bu ruh, Abdülkerim Satuk Buğra Hanın ruhudur." cevabını vermişti.
Hz. Muhammed buna çok sevindi. Yere döndükten sonra her gün, dinini Türk ülkelerine yayacak bu insan için dualar etti. Dünyaya peygamber zamanında gelip onunla görüşmek saadetine ermiş arkadaşları(sahabesi) islam nürunu Türkistan'da yankılandıracak bu mutlu ruhu gözleriyle görmek istediler. Hz. Muhammed, onların niyazlarını kabul etti, dua etti. Hemen, başlarında Türk baslıkları bulunan, silahlı, kırk atlı selam vererek yaklaştı. Bunlar Satuk Buğra Hanın ve arkadaşlarının ruhları idi.
(Bu olaydan üç asır sonra) Satuk Buğra Han, Kaşgar Sultaninin oğlu olarak dünyaya geldi. Doğduğu gün yer deprenmiş; dağ yamaçlarındaki kaynaklar kaybolmuş; mevsim kış olduğu halde bahçeler, çayırlar çiçeklerle örtülmüştü. Falcılar, bu çocuğun büyüyünce Müslüman olacağını söylemişlerdi. Bu sebepten onu öldürmek istediler. Fakat annesi;
"- Onu Müslüman olduğu zaman öldürürsünüz.^ diyerek çocuğunu bu ölümden kurtardı...." Sonra Satuk Buğra Han bir gece rüyasında gökten bir adamın indiğini ve kendisine Türkçe olarak;
"- Müslüman ol, dünya ahiretini kurtar.." dediğini görür; uyanır ve Müslüman olur.92
4.1.3. Ahmed Yesevi Menkabesi: Bir gaza gününde Hz. Muhammed'm ashabı aç kalmış, peygamberden yiyecek istemişlerdi. Allah'ın Resulü dua etmiş ve Cebrail, onlara cennetten hurma getirmişti. Hurmaları yerlerken bir tanesi yere düşmüş, Cebrail de;
"- Bu hurma, sizin Türkistanlı ümmetinizden Ahmed Yesevi'nin kısmetidir. " haberini vermişti.
Hz. Muhammed, hemen Arslan Babayı çağırmış, hurmayı ona vermiş ve:
"- Benden sonra Ahmed adlı bir çocuk doğacak. O, ümmetimin seçkin-lerindendir; git onu bul ve bu hurmayı ona ver,." buyurmuştur.
Yine peygamberin duasıyla Arslan Baba asırlarca yaşamış, bütün dünyayı aramış, sonunda Türkistan'a gelerek yetim Ahmed'i bulmuştu. Bu sırada Ahmed, Yesi'de mektebe gidiyordu. Arslan Baba çocuğa selam verdi çocuk selamı alırken;
"- Ey Baba! emanetiniz hani?" diye sordu. Arslan Baba bu beklemediği sorudan şaşırdı:
"- Ey velî! Sen bunu nereden biliyorsun?" diye hayretle sordu. Çocuk;
"- Allah bana bildirdi!" cevabını verdi. Sonra adını sordu, Ahmed olduğunu anladı ve emaneti sahibine teslim etti.'Arslan Baba, hem onun mürşidi oldu, hem de onun eğitim ve öğretimi ile meşgul oldu.93
Burada görülen şudur ki Türkler, islamî dönem destanlarımızda ve menkubelerimizde İslamiyeti birinci el, Hz. Muhammed'den almışlardır.
4.2. Tarihi Verilerde Türklerin Müslüman Oluşları
Türk toplumu başlangıçta çeşitli itikadı sistemlerin içine kısmen girmişti. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi Türkler arasında; Budizm, Maniheizm, Şamanizm vb. değişik inanç mensuplarına rastlanıyordu.94
Hatta Bizans ordularında, az sayıda Hristiyan Türklerin bulunduğunu. Oğuz Türkleri arasında bir ara Hristiyanlığın çok kısa ve sınırlı bir zaman dilimi içinde yayılımına istidadı gösterdiğini, fakat yayılamadığını; Teshir ve Gürhan Nehri havzasındaki Türklerden Zerdüşt mezhebini kabul edenlerin bulunduğunu;95 Hazarların Musevî olduğunu, Hazarlar ile coğrafi münasebetleri bulunan Kıpçaklar ve Oğuzlarda Turanî tesirlerin görüldüğünü biliyoruz.96
Yedinci asırda islamiyetin Arap yarımadasında Hz. Muhammed tarafından yayılmaya başlaması Türkler tarafından büyük bir özlemle takip ediliyordu. Ancak Türklerin islamiyetle vicahen karşılaşmaları ikinci Halife Hz. Ömer (634-644) zamanında yapılan fetihlerle olmuştur.
Bilindiği gibi Türkler, başlangıçtan beri tek Tanrı inancına sahip bulunuyorlardı. Bu bakımdan onların Müslüman olmaları da kolay oldu. Türklerin yedinci asırdan onuncu asra kadar münferiden, onuncu asırda da kitleler halinde Müslüman oldukları görülüyordu.97 İşte Türklerde görülen bu münferit ve kitle halindeki Islamlaşma hareketini kısa anekdotlarla vermeye çalışalım:
4. 2. 1. Türklerin Münferit Olarak Müslüman Oluşları
Yedinci asır, Türklerle Müslüman Araplar arasında temas ve çatışmaların başladığı bir dönemdir. Aynı dönemlerde Türkler arasında münferit îs-lamlaşma hareketlerinin başladığı görülür. Ancak Müslüman Arapların fetihler sebebiyle ilerleyişleri ve bulundukları bölgelerde yeni Müslümanlara gereği gibi sevgi, hoşgörü ve adil davranamamaları görülür. Ayrıca Emevi yönetiminin de aşın Arapçıhk taassubu içinde bulunmaları sebebiyle yeni Müslümanlar fazlasıyla rahatsız olur ve izzeti nefisleri de rencide olur. İşte bu durumlar sebebiyle de bu bölgelerde yeni Müslümanlarla Emevi yöneticiler arasında karşılıklı bir karşı akımın gelişmesi görülmeye başlar.
Dostları ilə paylaş: |