ÜÇÜNCÜ BÖLÜM AİLE BÜTÜNLÜĞÜNÜ ETKİLEYEN UNSURLAR VE SORUN ALANLARI
Aile hem refahı hem de sorunları kendi içinde bireyleri ile paylaşan bir kurumdur. Ailede her hangi bir bireyin sorununun diğer bireylerden izole edilmesi mümkün değildir. Bu nedenle ailelerin yaşadığı sorunlar, aile bireylerinin özelliklerine göre birden fazla kurumun görev alanına girmektedir. Bu bölümde aile bütünlüğünü tehdit eden unsurlar, ekonomik ve çalışma yaşamının olumsuzlukları, çalışma hayatı, medya etkisi, dezavantajlı bireylerin durumu gibi başlıklar altında değerlendirilmiştir.
Grafik 97.3.1. AİLENİN ÇÖZÜM ÜRETME KAPASİTESİ
Türkiye Aile Yapısı Araştırmaları sonuçlarına göre Türkiye’de eşler arasında sorun olduğunda sessiz kalma, küsme ve ses yükseltme en çok verilen tepkilerdir. Sessiz kalanların oranı %75 civarındadır. Erkeklerin %70’i sessiz kalırken, bu oran kadınlarda %80’e çıkmaktadır. 2006 yılında Türkiye genelinde cevaplayıcıların %22’si genellikle, %35’i bazen ve %12’si çok nadir olarak sesini yükselttiğini belirtmektedir. Erkeklerin %78’i (%28’i genellikle, %38’i bazen, %12’si çok nadir) sorun olduğunda sesini yükselttiğini ifade ederken, kadınlarda bu oran %61’e (%17’si genellikle, %31’i bazen, %13’ü çok nadir) düşmektedir. Eşler arasında konuşarak çözülemeyen bir anlaşmazlık olduğunda cevaplayıcıların %44’ü küstüğünü belirtmektedir. Kadınların %52’si küstüğünü belirtirken, erkeklerde küsme yükseltme oranı %37’dir. Kadınların eşleriyle bir anlaşmazlık yaşadıklarında erkeklere kıyasla daha çok küstükleri ve sessiz kaldıkları, erkeklerin ise kadınlara nisbeten daha yüksek oranda seslerini yükselttiği, azarladığı ya da mekânı terk edip, eşyalara zarar verip, zor ya da fiziksel şiddet kullanarak tepki gösterdiği söylenebilir. Bu durum da toplumsal cinsiyet rolleriyle açıklanabilir. Kadınların anlaşmazlıklara küsmek veya içine atmak gibi sessiz tepkiler vermesi normal karşılanırken, erkeklerin sözel ya da davranışsal olarak tepkilerini dışa vurması toplumsal olarak kabul edilebilir görülmektedir.
Erkek ve kadınlar arasında eşiyle sorun yaşadığında kimden ya da nereden destek alacağı sorusuna verilen yanıtlar birkaç noktada önemli farklılıklar taşımaktadır. Eşleriyle önemli bir sorun yaşadıklarında kadınlar erkeklere göre daha yüksek oranda aile bü- yükleri, kardeşler, çocuklarından destek almayı düşünmektedir. Uzman kişi ve kurumlardan destek almayı düşünen kadın (%3) ve erkeklerin (%3) oranı birbirine çok yakındır. Erkekler arasında kimseden destek almayacağını düşünenlerin oranı %66 iken bu oran kadınlarda %58’dir. Sorun yaşandığında eşlerin gösterdikleri tepkiler göz önünde bulundurulduğunda ailenin özellikle iletişim becerileri ve çözüm üretme kapasitesinin artırılması gerekmektedir.
Grafik 98.3.2. EKONOMİK NEDENLER
Türkiye Aile Yapısı Araştırmalarında kişilerin evliliklerine ilişkin memnuniyetleri ve aile içinde yaşadıkları sorunlara dair bilgiler toplanmaktadır. TAYA 2006 çalışmasının sonuçlarına göre Türkiye’deki evlilerin %47’si eşiyle ilişkisini iyi olarak değerlendirirken, %46’sı ise çok iyi olarak değerlendirmektedir. Yine aynı çalışmanın 2011 yılı sonuçlarında çiftler eşleriyle ilişkilerini çok iyi bulanların oranı 2006 yılına göre yükselmiştir. Türkiye’de evlilerin %62’si eşiyle ilişkisini çok iyi, %33’ü iyi olarak değerlendirmektedir. Erkekler kadınlara oranla daha yüksek bir oranda ilişkilerini çok iyi olarak değerlendirmektedir. Öte yandan, eşle yaşanan sorunlara baktığımızda, çiftler arasında en çok sorun yaşanan üç konu; ev ve çocuklar ile ilgili sorumluluklar, harcamalar konusu ve gelirin yeterli olmamasıdır.
Ev ve çocuklar ile ilgili sorumluluklar konusunda bazen sorun yaşadığını ifade edenlerin oranı 2006 yılında %34, 2011’de %35’tir. Kadınlar (2006,%39), (2011,%40) bu konuda erkeklere (2006,%34), (2011,%36) kıyasla daha yüksek oranda sorun yaşadıklarını ifade etmiştir. Eğitim seviyesi yükseldikçe “ev ve çocuklar ile ilgili sorumluluklar” konusunda sorun yaşama oranı artmaktadır. Eğitimli olmayanların 2006 yılında %29’u, 2011 yılında %34’ü bu konuda sorun yaşarken, bu oran lise ve dengi mezunları ile lisans mezunları arasında bu oran %41 lere kadar yükselmektedir.
İkinci olarak belirtilen harcamalar konusunda, evlilerin 2006 yılında %29’u, 2011’de %27’si harcamalar konusunda eşiyle bazen sorun yaşadığını belirtmiştir. 2006 yılında %3’ü 2011’de %5 ise bu konuda sık sık sorun yaşadığını ifade etmektedir. Kadınlar (2006,%34)(2011,%33) bu konuda da erkeklere (2006,%31)(2011,%30) oranla daha yüksek oranda sorun yaşadıklarını ifade etmiştir. Harcamalar konusunda da aynı şekilde eğitim arttıkça sorun yaşadığını ifade edenlerin oranı artmaktadır. Eğitimli olmayanların 2006 yılında %29’u 2011’de %31 harcamalar konusunda sorun yaşadığını ifade ederken, lise ve lise dengi mezunlarının 2006 yılında %35’i 2011’de %32’si, yükseköğretim mezunlarının ise 2006 yılında %36’sı 2011’de %28’i eşiyle sorun yaşadığını ifade etmektedir.
Eşler arasında en çok sorun yaşanan üçüncü konu ise gelirin yeterli olmamasıdır. Bu konuda da evlilerin 2006 yılında %28’i, 2011’de %25’i bazen sorun yaşadığını ifade etmektedir. Sık sık sorun yaşadığını ifade edenlerin oranı ise 2006 yılında %5, 2011’de %6’dır. Kadın ve erkeklerin bu konuda sorun yaşamaya ilişkin görüşleri benzer orandadır. Gelirin yeterli olmaması konusunda ise farklı eğitim seviyelerine sahip gruplar arasında ciddi bir fark görülmemekle birlikte, en çok sorun yaşayan grup ilkokul mezunları, en az sorun yaşayan grup ise üniversite ve lisansüstü mezunlarıdır. Harcamalar konusunda yaşanan sorunlar ile gelirin yeterli olmamasından kaynaklanan sorunlar birlikte ele alındığında, eğitim arttıkça gelirin daha yeterli hale geldiği fakat harcamalar konusunda eşlerin birbirleriyle sorun yaşamaya devam ettikleri şeklinde yorum çıkarılabilir.
Grafik 99.3.2.1. Yoksulluk Riski ve Diğer Ekonomik Nedenler
Yoksulluk aile bütünlüğünü olumsuz etkileyen ekonomik nedenler arasında yer almaktadır. Yoksulluk, hem temel ihtiyaç seviyesini hem de bu seviyeye ulaşmayı sağlayan kaynakları etkilemesi açısından aile yapısı ile ilişkilidir. Ailenin ortak yaşam ve ortak tüketim durumu, aile yaşamının doğal olarak içerdiği dayanışma durumu yoksulluğu azaltıcı yönde etki yaparken aile bireylerinin dezavantajlılık durumları ve potansiyellerini tam olarak kullanamamaları yoksulluğu arttırıcı yönde etki yapmaktadır.
Nihayetinde yoksulluk ve refah, aile içinde ortak yaşanan ve paylaşılan bir durumdur. Aileyi güçlendirerek yoksulluktan çıkarmak için ailenin yapısına ve aile bireylerinin özelliklerine ilişkin olarak yoksulluğa etki eden özelliklerin, durumların tespit edilmesi gerekmektedir.
Aile tipleri, aile bireylerinin ürettiği kaynaklar, toplam gelirleri ile toplam tüketim seviyesi nedeniyle farklı yoksulluk oranlarına sahiptir. TÜİK tarafından en son 2009 yılında yapılan çalışmaya göre Türkiye ortalamasından daha yüksek yoksulluk oranına sahip aileler, tek yetişkinli aileler ile geniş ailelerdir. Tek yetişkinli ailelerde aile içindeki toplam gelirin yeterli seviyede olmaması ve yetişkin olmayan bireylerin bakım ihtiyacı nedeniyle sınırlı çalışma imkanının olması; ataerkil ailelerde ise, genelde büyük aileler olmaları nedeniyle, aile içindeki toplam gelirin, aile bireylerinin toplam tüketimini karşılayamaması durumları görülmektedir.
Grafik . Aile Tiplerine Göre Yoksulluk Oranları
|
Yoksul Hanehalkı Oranı
|
Yoksul Fert Oranı
|
Türkiye- Tüm aile tiplerinin toplamı
|
%14,54
|
%18,08
|
Tek Yetişkinli Aile
|
%16,62
|
%19,29
|
Çekirdek Aile- Çocuksuz
|
%9,81
|
%9,86
|
Çekirdek Aile- Çocuklu
|
%12,98
|
%15,98
|
Ataerkil veya Geniş Aile
|
%21,43
|
%24,48
|
Kaynak: TÜİK 2009 Yoksulluk Çalışması
TÜİK’in 2009 yılında gerçekleştirdiği Yoksulluk Çalışmasına göre ilgili yıl için Türkiye genelinde yoksulluk oranı %18,08 iken hanehalkı büyüklüğüne göre fertlerin yoksulluk oranları; hanehalkı büyüklüğü 1 - 2 kişi olan hanelerde %10,64; hanehalkı büyüklüğü 3 - 4 kişi olan hanelerde %9,65; hanehalkı büyüklüğü 5 - 6 kişi olan hanelerde %22,2 ve hanehalkı büyüklüğü 7 ve daha fazla olan hanelerde %40,05’tir.
Türkiye genelinde hane büyüklüğü 3,6 iken Bütünleşik Sosyal Yardım Bilgi Sisteminde kayıtlı yoksul ve yoksulluk riski taşıyan aileler üzerinde yapılan Mahalle Bazlı Sosyal Uyum Analizine göre bu ailelerde hane büyüklüğü 4,09’dur. Aile büyüklüğünün tek başına aileyi yoksul duruma getiren bir değişken olduğuna ilişkin bilimsel bir ilişki bulunmamaktadır. Aile büyüklüğünün ailenin toplam ihtiyaç düzeyini arttırdığı bir gerçektir. Ancak ailedeki kişiler toplam üretim ve katkı seviyesini arttırma potansiyeline de sahiptir. Bu nedenle, kişi sayısına ilişkin analizlerden çok ailedeki bu kişilerin özelliklerine ilişkin incelemeler değer taşımaktadır. Bununla birlikte yoksulluğa doğrudan müdahale eden sosyal yardım araçları başta olmak üzere bu alandaki politikaların hane büyüklüğüne duyarlı şekilde ve hanede kişi başına düşen refahı arttırıcı yönde tasarlanması önem arz etmektedir.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğünün 2012 yılında “Sosyal Yardım Yararlanıcılarının Belirlenmesine Yönelik Puanlama Formülü Geliştirilmesi Projesi” (Puanlama Projesi) kapsamında yoksul aileler üzerinde gerçekleştirdiği araştırma aile bireylerinin hangi özelliklerinin, ailenin tüketim seviyesini arttırarak yoksulluğu azaltıcı yönde etkili olduğuna ilişkin önemli sonuçlar ortaya koymaktadır.36
Puanlama Projesi sonuçlarına göre özellikle 55 yaş üstü bireylerin hanede yalnız yaşaması durumunda yoksulluğun artırması beklenmektedir. Bu durumdaki bireyler içinde en yüksek yoksullaşma durumu 65 yaş üstü yalnız yaşayan kadınlarda görülmektedir. 2012 yılında elde edilen bu ve benzeri bulgular ışığında eşi vefat etmiş kadınlara yönelik düzenli nakdi yardım programı başlatılarak ailenin tüketim seviyesinin arttırılması, yoksulluğun azalması yönünde gelişme sağlanmıştır.
Puanlama Projesi sonuçlarına göre ailede engelli birey olması veya engelli olmayan bakıma muhtaç birey olması durumunda yoksulluğun azaldığı tespit edilmiştir. Bu ilginç sonucun nedenleri incelendiğinde mevcut sosyal yardım programları içinde en yüksek yardım miktarına sahip olan engellilere yönelik evde bakım yardımı ve 2022 sayılı Kanun yardımlarının bir sonucu olarak yoksul haneler içinde engelli bireye sahip olmanın yoksulluğu nispeten azaltan bir etki doğurduğu ve ailedeki tüketim seviyesini yükselttiği gözlenmiştir.
Puanlama Projesi sonuçlarına göre, ailedeki bireylerin eğitim düzeyleri yükseldikçe yoksulluk azalmaktadır. Bu çerçevede eğitime devam şartıyla yapılan şartlı eğitim yardımı, ücretsiz kitap uygulaması gibi temel eğitime erişimi güçlendiren eğitim yardımlarının ve akademik eğitimi yaygınlaştırmaya yönelik burs imkanlarının, beşeri, sermayeyi güçlendirirken uzun vadede yoksulluğu kalıcı şekilde ortadan kaldırma yönünde etki doğurması beklenmektedir.
Puanlama Projesi sonuçlarına göre, ailelerin sahip oldukları mülkiyetler ve hanenin birikimleri, beklendiği gibi, yoksulluğu azaltma yönünde etkili olmaktadır. Ancak ailenin bağ, bahçe ve sulu tarlasının olması veya ulaşımda hayvanlarını kullanmaları durumlarında bu tür mülkiyetlerin yoksulluğu azaltıcı yönde etkileri sınırlı seviyede görülmektedir. Kendi mülkiyetinde olmasa dahi ailenin yaşadığı konutun gecekondu olması yoksulluğa işaret ederken konutun apartman olması durumu yoksulluğun azaldığı gösterilmektedir.
Türkiye’de genel olarak kır yoksulluğu kent yoksulluğuna göre yüksektir. Puanlama Projesinin benzer bir sonucu da ailenin yaşadığı yerle ilgilidir. Aynı durumdaki bir ailenin yaşadığı yerin belde ve köy olması durumunda yoksulluğun arttığı, il olması durumunda ise gelir üretme ve tüketme imkanlarının artmasının bir sonucu olarak yoksulluğun azaldığı görülmektedir.
Puanlama Projesi sonuçlarına göre, yoksul ailelerdeki çalışan fertlerin işyerindeki durumlarına göre yoksulluğu arttırıcı ve azaltıcı etkiler değişmektedir. Ailede ücretli çalışma veya aile işçisi olarak çalışma durumları yoksulluğu azaltıcı yönde etkiye sahiptir. Özellikle ailede bir kişinin ücretli çalışması durumunda kısıtlı seviyede görülen bu olumlu etki, ailede 2 ve daha fazla sayıda ücretli çalışan olması durumunda en yüksek seviyeye ulaşmaktadır. Ancak yoksul ailelerdeki yevmiyeli çalışma veya kendi hesabına çalışma durumları yoksulluğu beklendiği kadar azaltamamaktadır. Çalışma durumu ile ilişkili diğer bir sonuç da aileden uzakta çalışan bir kişi olması durumunda yoksulluk azalmakta ve ailenin geliri yükselmektedir.
Yoksul ailelerde, aileye gelir getiren bireyin çalışma tercihleri, ailenin getirdiği sorumluluklardan önemli ölçüde etkilenmektedir. Ayrıca yoksulluk durumundan çıkmada en önemli etkiye sahip faktör de bu kişilerin kazançlarıdır. Evli çiftlerde ailenin getirdiği sorumlulukların etkisi ile kişilerin düşük ücretli işlerde kalma ihtimali azalarak daha yüksek ücretli işlere geçme eğilimleri artmaktadır. Ayrıca bu kişilerin işsizliğe geçiş olasılıkları azalırken işe girme olasılıkları artmaktadır.37 Bütünleşik Sosyal Yardım Bilgi Sisteminde kayıtlı hanelerde de benzeri bir sonuç çıkmaktadır. Söz konusu sistemde yoğunlukla engelli, yaşlı, çocuk gibi çalışamayacak ve bakım ihtiyacı nedeniyle ailedeki diğer bireylerin çalışamamasına neden olacak bireyler yoğunluktadır. Bu tür bağımlı bireyler haricinde 775 bin hanede en az bir kişi, iş bulunması durumunda hemen çalışmayı istediğini beyan etmiştir. Bu sonuçlar bazı toplum kesimlerinde var olan, yoksul hanelerin yardıma bağımlı olduğu ve çalışmak istemediği şeklindeki algının gerçeği yansıtmadığını, aileyi geçindirmek durumundaki bireylerin ailenin sorumluluğunu hissettiğini ve çalışmayı talep ettiğini göstermektedir.
Grafik 100.3.2.2. Çocuk İşçiliği
Her ne kadar tarım işçileri, çalışacakları illere giderken aile bütünlüğünü korumayı tercih etseler de bu her koşulda mümkün olamamaktadır. Dolayısıyla, çocuk işçiliği ve mevsimlik tarım işçiliği, aile bütünlüğünü olumsuz etkileyebilecek unsurlardan bir diğeri olarak karşımıza çıkabilmektedir.
Dünya genelinde çocuk işçiliği çoğunlukla az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde görülmektedir. Az gelişmiş ülkelerde çocuklar çalışma yaşamında erken yaşta yer almaktadır. Çocukların çocukluklarını yaşayamadan küçük yaşlarda çalışma hayatına atılması, çocukların gelişimini olumsuz etkilemekte, eğitim imkanlarından yararlanmalarını kısıtlamaktadır. Yoksulluk, göç ve çarpık şehirleşme, işverenlerin çocuk işçileri ucuz işgücü olarak görmeleri ve ve ailelerin bakış açısı çocuk işçiliğinin ana nedenleri olarak bilinmektedir. Tarım sektörü gibi kalifiye işgücü gerektirmeyen sektörlerde özellikle çocuk işgücünün talep edilmesine neden olmaktadır. Çocuk işçiliği, çocuğun okul hayatından ve sosyal çevreden dışlanmasına neden olmakta, psikolojik ve fiziksel olarak çocuğa zarar vermektedir.
Grafik 101.3.2.3. İşgücü Piyasasında Aile Bütünlüğünü Etkileyen Unsurlar
Kadın ya da erkek fark etmeksizin, bireylerin işgücü piyasasında karşılaştığı/yaşadığı sorunlar çoğu zaman işsizlik ve gelir yetersizliği sonuçlarını doğurarak aile bütünlüğünü özellikle ekonomik açıdan olumsuz etkilemektedir. İşgücü piyasalarında özellikle; işsizlik riski, işgücüne katılım oranının düşüklüğü ve toplumsal roller aile bütünlüğünü zedeleyen işgücü piyasası sorunlarıdır.
Grafik 102.3.2.3.1. İşsizlik Riski
İşsizlik hem ekonomik hem de sosyal olumsuzluklar içeren oldukça önemli bir sorundur. Çalışabilir durumda olan işgücünün istihdam edilmemesi, bir ülkenin üretiminde, dolayısıyla milli gelirinde kullanılmayan, atıl kalan kaynak anlamına gelmektedir. İşsizlik neden olduğu ekonomik kayıpların yanı sıra bireylere, ailelere ve dolayısıyla topluma çok yönlü zararlar verebilmesi sebebiyle ayrı bir önem taşımaktadır.
Grafik . Türkiye İşgücü Piyasası Verileri (2005-2015)
Yıllar
|
İşsiz Sayısı (bin)
|
İşsizlik Oranı
|
Tarım Dışı İşsizlik Oranı
|
2005
|
2 058
|
9,5
|
12,0
|
2006
|
1 980
|
9,0
|
11,1
|
2007
|
2 044
|
9,2
|
11,2
|
2008
|
2 295
|
10,0
|
12,3
|
2009
|
3 095
|
13,1
|
16,0
|
2010
|
2 737
|
11,1
|
13,7
|
2011
|
2 328
|
9,1
|
11,3
|
2012
|
2 204
|
8,4
|
10,3
|
2013
|
2 445
|
9,0
|
10,9
|
2014
|
2.853
|
9,9
|
12,0
|
2015
|
3.057
|
10,3
|
12,4
|
Kaynak: TÜİK, Sürekli Hanehalkı İşgücü Araştırması, 2015
Grafik 103.3.2.3.2. İşgücüne Katılım Oranı
İşgücüne katılım oranının düşüklüğü işgücü piyasalarının en temel yapısal sorunlarından biridir. AB ülkeleri ile Türkiye arasında işgücüne katılım oranı arasında var olan fark, kadının işgücüne katılım oranının artma eğiliminde olmakla beraber henüz düşük olmasından kaynaklanmaktadır.
Türkiye’de işgücüne katılım oranlarında yıllar itibariyle sürekli artış olmakla beraber henüz istenilen seviyede değildir. Türkiye’de 2006 yılında %44,5 olan işgücüne katılım oranı 6,8 puan artarak 2015 yılında %51,3’e yükselmiştir. İşgücüne katılım oranına cinsiyet bazında bakıldığında; erkeklerde %71,6, kadınlarda ise %31,5 olarak gerçekleşmiştir. Eğitim düzeyi ile işgücüne katılma oranları arasında sıkı bir ilişki bulunmaktadır. Şöyle ki, eğitim düzeyi arttıkça işgücüne katılım oranları hem erkeklerde hem de kadınlarda artmaktadır. Zorunlu eğitimin 12 yıla çıkmasının ve 81 ilde yaygınlaşan üniversitelerin; kadınların orta ve uzun vadede işgücüne katılımlarını artırması beklenmektedir.
Grafik : Eğitim Durumlarına Göre İşgücüne Katılım Oranları, 2015
Kaynak: TÜİK, Sürekli Hanehalkı İşgücü Araştırması, 2015
Kaynak: TÜİK, Sürekli Hanehalkı İşgücü Araştırması, 2015
Grafik . İşgücüne Katılma Oranları (2006-2015)
Grafik 104.3.2.3.3. Toplumsal Roller
Grafik . Medeni Duruma Göre İstihdam Oranları (2005-2014)
Yıl/Cinsiyet
|
Kadın*
|
Erkek*
|
|
Hiç Evlenmedi
|
Evli
|
Boşandı
|
Eşi Öldü
|
Hiç Evlenmedi
|
Evli
|
Boşandı
|
Eşi Öldü
|
2005
|
26,7
|
20,0
|
33,8
|
8,7
|
45,9
|
71,7
|
55,1
|
21,1
|
2006
|
27,5
|
20,2
|
32,9
|
8,3
|
46,2
|
71,2
|
52,5
|
19,2
|
2007
|
27,6
|
20,3
|
32,9
|
7,7
|
46,6
|
70,6
|
55,2
|
19,9
|
2008
|
28,2
|
20,9
|
34,2
|
8,2
|
46,8
|
70,3
|
55,2
|
18,4
|
2009
|
27,6
|
22,1
|
34,2
|
8,4
|
44,8
|
68,7
|
53,1
|
18,6
|
2010
|
28,3
|
24,2
|
37,5
|
8,6
|
47,0
|
70,7
|
58,3
|
17,6
|
2011
|
29,1
|
26,1
|
39,8
|
9,5
|
50,4
|
72,8
|
58,4
|
20,0
|
2012
|
28,9
|
27,3
|
41,2
|
9,0
|
50,5
|
72,8
|
61,1
|
19,2
|
2013
|
30,2
|
28,0
|
41,3
|
8,5
|
51,7
|
72,6
|
62,1
|
18,5
|
2014
|
30,7
|
27,6
|
39,7
|
7,8
|
53,1
|
72,1
|
63,2
|
16,4
|
Kaynak: TÜİK
İstihdam oranı, çalışabilir yaştaki nüfus içerisinde istihdam edilen kişilerin oranını ifade etmektedir. Bu çerçevede medeni duruma göre istihdam oranları incelendiğinde; 2014 yılında hiç evlenmemiş olan her 100 kadından yaklaşık 31’i, evli her 100 kadından yaklaşık 28’i, boşanmış olan her 100 kadından yaklaşık 40’ı ve eşi ölmüş her 100 kadından yaklaşık 8’i istihdam edilmektedir. Benzer şekilde 2014 yılında hiç evlenmemiş her 100 erkekten 53’ü, evli her 100 erkekten 72’si, boşanmış her 100 erkekten 63’ü ve eşi ölmüş her 100 erkekten 16’sı istihdam edilmektedir.
Hiç evlenmemiş veya boşanmış kadınlarda istihdam oranının, evli ve eşi ölen kadınlara göre daha fazla olduğu görülmektedir. Ayrıca tabloya göre hiç evlenmeyen ve evli kadınların istihdam oranlarında yıllar itibariyle artış olduğu görülmektedir. Boşanan ve eşi ölen kadınların istihdam oranları ise yıllar itibariyle azalma eğilimindedir.
Erkeklerde istihdam oranı en fazla evli erkeklerdedir zira evli olmak özellikle erkekler üzerinde çalışma ve gelir elde etme yönünde teşvik unsuru olmaktadır. Hiç evlenmeyen erkeklerle boşanmış erkeklerin istihdam oranında yıllar içerisinde artış olduğu görülmekte iken eşi ölen erkeklerin istihdam oranında yıllar itibariyle azalış görülmektedir.
Grafik 105.3.2.4. Yabancıların İstihdamı
Bir taraftan gelişmekte olan ülkelerde, kadına biçilen toplumsal rol korunmaya çalışılıyor olsa da, diğer taraftan kadınların her geçen gün artan oranlarda işgücüne katıldıkları görülmektedir. Kadından beklenen, hem kendisine atfedilmiş bulunan ev hizmetlerini ve bakım yükümlülüklerini hem de yapmış olduğu işi yerine getirmesidir. Çalışan kadından yapması beklenen çifte yük taşınamaz hale geldiğinde, ev hizmetlerinde yardımcı bir çalışan istihdam edilmesi de kaçınılmaz hale gelmektedir. Özellikle refah seviyesi iyi durumda bulunan ve ebeveynlerin her ikisinin birden çalıştığı durumlarda yerli veya yabancı ev hizmetleri görevlisinin istihdam edilmesi çok sık rastlanan bir durumdur.38
Türkiye, yabancı istihdamı açısından 1960’lı yıllarda Batı Avrupa’ya işgücü ihraç eden bir ülke konumunda iken günümüzde ise çalışma amacıyla tercih edilen ve ciddi oranda yabancı istihdamına sahip bir ülke haline gelmiştir. Birleşmiş Milletlerin (BM) 2013 yılı Uluslararası Göçmen Stoku Eğilimleri Raporu’na göre, 2015 yılı itibariyle Türkiye’de toplam nüfus içinde göçmenlerin oranı %3,6, kadın göçmen oranı ise %48,9’dır. Kadınlara ilişkin oran, dünya ortalaması olan %48’in üzerindedir.39 Bu durum, Türkiye’ye yönelen göç stoku içinde kadınların neredeyse yarı yarıya bir paya sahip ve Türkiye’nin yabancı kadınlar açısından göç edilebilir bir ülke görünümünde olduğunu göstermektedir.
Türkiye’ye gelen yabancılar işgücü piyasalarına yasal ya da yasa dışı yollarla giriş yapmaktadırlar. Kaçak çalışan yabancıların bir kısmı, kanunların verdiği yetkiyle yapılan denetimler yoluyla tespit edilmekle birlikte örneğin ev hizmetleri gibi özellikle kadınların kayıt dışı çalışmasının kolayca gerçekleşebileceği alanlarda evin özel mülke girmesi sebebiyle gerçekleştirilemeyen denetimler mevcuttur.
Ülke genelinde yabancı çalışanların toplam sayılarını gösteren herhangi bir veri kaynağının olmaması, çalışmaları yabancı istihdamının sosyal etkilerinin incelenmesi yönüne kaydırmıştır. Türkiye’de yabancı istihdamına ilişkin ayrıntılı verilerin bilinmemesine rağmen gerçekleştirilen çalışmaların özellikle yabancı kadınlara yönelmesi, yasal ya da yasadışı yollarla çalışan yabancılar içinde kadınların önemli bir paya sahip olduğunun göstergesidir.
2010 yılına kadar ÇSGB’ye ancak başvuru formu teslimi yoluyla yapılabilen çalışma izni alma işlemleri oldukça uzun bir süreç iken 2010 yılında Bakanlıkça gerçekleştirilen “Yabancıların Çalışma İzinleri Otomasyon Projesi” sayesinde 02.08.2010 tarihi itibari ile yabancı çalışma izni başvuruları sadece internette yer alan başvuru sistemi üzerinden kabul edilmektedir. Bürokratik süreç kısalmış ve kolaylaştırılmıştır. Ayrıca 2010-2012 yılları arasında Avrupa Birliği (AB) ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından ortaklaşa finanse edilen ve ÇSGB tarafından yürütülen “Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın İstatistiki Kapasitesini Güçlendirmek için Teknik Yardım Projesi” nin çıktısı olarak ÇSGB işlemlerine ilişkin istatistiki veri tabanı oluşturabilmek üzere Çalışma İstatistikleri Bilgi Sistemi (ÇİBS) oluşturulmuş ve kullanıma açılmıştır.
Yabancı kadın çalışanlara yönelik verilen sektörel istatistiklerden yola çıkılarak ev hizmetlerinin yasal yabancı kadın istihdamının en fazla olduğu ilk üç sektör içinde yer aldığı tespit edilmiştir.
Grafik . Yıllara Göre Ev Hizmetleri Sektöründe Kadınlara Verilen İzinler Dağılımı
Yıl
|
İzin Sayısı
|
2012
|
7.744
|
2013
|
14.489
|
2014
|
14.452
|
2015
|
16.623
|
2016
|
3.991
|
Genel Toplam
|
57.299
|
Grafik . Ev Hizmetleri Sektöründe Çalışan Yabancı Kadınlara Verilen Çalışma İzinlerinin Uyruğa Göre Dağılımı
Uyruk
|
2012
|
2013
|
2014
|
2015
|
2016
|
Gürcistan
|
4.953
|
7.434
|
6.794
|
7.366
|
1.536
|
Türkmenistan
|
1.102
|
2.237
|
2.169
|
2.780
|
742
|
Özbekistan
|
423
|
1.176
|
1.413
|
1.728
|
425
|
Moldova
|
383
|
1.159
|
1.137
|
1.028
|
265
|
Kırgızistan
|
94
|
321
|
631
|
1.088
|
279
|
Filipinler
|
208
|
424
|
501
|
787
|
237
|
Ukrayna
|
131
|
442
|
415
|
400
|
127
|
Bulgaristan
|
96
|
240
|
253
|
268
|
59
|
Azerbaycan
|
67
|
227
|
213
|
210
|
61
|
Rusya
|
54
|
165
|
172
|
141
|
32
|
Ermenistan
|
35
|
117
|
114
|
126
|
26
|
Nepal
|
51
|
61
|
110
|
141
|
39
|
Diğer
|
147
|
486
|
530
|
560
|
163
|
Genel Toplam
|
7.744
|
14.489
|
14.452
|
16.623
|
3.991
|
Not: 2016 verileri Mart ayı itibarıyladır.
Kaynak: Çalışma İstatistikleri Bilgi Sistemi, http://cibs.csgb.gov.tr/RaporOlusturmaSihirbazi.aspx?kullanicisiz=1.
(e.t: 19.04.2016)
Yabancılara verilen çalışma izinlerinin uyruğa göre dağılım sonuçları, SSCB’nin dağılmasından sonra Gürcistan, Türkmenistan, Özbekistan, Moldovya, Kırgızistan, Azerbaycan, Rusya, Ermenistan’dan oluşan Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) ülkelerinin Türkiyedeki yabancı istihdamı içinde önemli payının olduğunu göstermektedir. Bu ülkeler ile Türkiye arasında yakın kültürel ve tarihsel bağların bulunması ve söz konusu ülkelerde önemli oranda Türk kökenli insan yaşaması tercih sebepleri olarak sıralanabilir.
Grafik 106.3.2.5. Engelli Bireylerin İstihdamına İlişkin ve İŞKUR Uygulamaları İle İlgili Sorunlar
Özel sektörde çalışan engelli bireylerin sosyal güvenlik destek primi devlet tarafından ödenmesine, yasal zorunluluğa ve idari para cezasına rağmen, engelli birey istihdam oranı düşüktür.
Engel oranı yüksek, ağır engelli ya da engel özelliğine göre rampa, asansör, tuvalet gibi özel düzenleme yükü getirecek engelli birey yerine hafif engelli, görünürde engeli olmayan ve çoğunlukla kronik hastalıklar nedeniyle engelli olan birey tercih edilmektedir. Bu durum, görme işitme, bedensel, zihinsel engelli olan ve engel oranı yüksek ağır engellilerin istihdam şansını azaltmaktadır.
Eğitime erişimde yaşanan eşitsizlik nedeniyle engelli bireyler; meslek edinmede güçlük yaşamaktadırlar. Bir meslek sahibi olamayan vasıfsız engelli bireyler, engel durumlarına uymasa da daha çok üretim ve ana hizmet alanında çalışmaktadırlar. İstihdamda yaşanan zorlukların temelinde eğitime erişimde güçlük yaşanmasıdır.
Halk Eğitim Merkezleri engelli bireyler için mesleki kursları açmamaktadırlar. Kurslar sonucunda ise engelli birey işe yerleştirilememektedir.
İşverenler, engelli bireylere karşı ön yargılı tutum sergileyebilmektedirler. Engelli birey; zorunlu olarak işe alınan, performansı ön görülemeyen, iş ortamının engelli bireye özel düzenlenmesi gerektiğinden ilave masrafa yol açan bireyler olarak görülebilmektedir.
İŞKUR gibi engelli bireyin istihdamını sağlayacak önemli bir kurumda, engelli birey hakkında etkili bir veri sistemi yoktur. Bireyin yapabilirlikleri ve yetenekleri göz ardı edilmektedir. Toplu mesaj yöntemi ile engelli birey; bireyin yapabilirliği bilinmeden işverene çağırılmakta, işveren gelenler arasında en çok verimi alabileceği, hafif engelli bireyi seçmektedir. Bu durum, iş yerinde önlem almasını gerektirecek düzeyde olan engelli bireyin dışlanmasına sebep olmaktadır.
İŞKUR’un engelli bireylere verdiği hizmetler halk arasında bilinmemektedir. Engelli birey İŞKUR’a Kayıt olması gerektiğini ya da çalışma hayatında bir sorun yaşadığında İŞKUR’a başvurması gerektiğini bilmemektedir.
Grafik 107.3.2.6.İşyerinde Psikolojik Taciz (Mobbing)
İşyerinde psikolojik taciz (mobbing), aile bütünlüğünü olumsuz etkileyebilecek bir diğer unsur olarak sıralanabilir. Örgüt içinde çalışma ortamını ve çalışma barışını olumsuz yönde etkileyen, çalışanların motivasyonunu, örgüte olan bağlılıklarını azaltan; birey, örgüt ve hatta toplum açısından ağır sonuçları olan işyerinde psikolojik taciz olgusu, çalışma yaşamında kültür, sektör ve cinsiyet ayrımı gözetmeksizin her zaman var olmuştur.40 İşyerinde psikolojik taciz, daha çok bilinen adıyla mobbing, hedef seçilen bireye üstleri, astları veya çalışma arkadaşları tarafından uzun süreli ve sistematik olarak her türlü kötü muamele, tehdit, şiddet, aşağılama, dışlama, yıldırma gibi davranışların yöneltilmesi sürecini ifade etmektedir.41 Bireyin kendi isteğiyle veya kendi isteği dışında bir nedenle işyerinden uzaklaşması amacıyla uzun süreli ve sistematik bir şekilde kişilik değerlerine, mesleki itibarına, özgüvenine ve özsaygısına acımasız saldırlar yapılmaktadır. Birey, yaşadığı olumsuzlukların etkisiyle fiziksel, psikolojik, ekonomik ve sosyal açıdan ağır sonuçlarla karşı karşıya kalabilmekte ve bu süreç genellikle onun işten ayrılması ile son bulmaktadır. İşten ayrılma maddi sorunları da beraberinde getirmektedir. Çalışma yaşamında karşılaşılan sorunlar dolaylı olarak aileyi de etkilemektedir. Eş ve çocuklar başta olmak üzere, aile bireylerine karşı ilgisiz davranma veya şiddet uygulanmasıyla karşılaşılabilmektedir.
Grafik 108.3.2.7. İş ve Aile Yaşamının Uyumlaştırılması
Aile bütünlüğünü olumsuz etkileyen unsurlar arasında iş ve aile yaşamının uyumlaştırılması konusu öncelik kazanmaktadır. Bu uyumlaştırma, izinler ve esnek çalışma biçimlerinin düzenlenmesi ile yapılmaya çalışılmaktadır. İzinler; doğum izinleri (analık babalık, emzirme) ve bakım izinleri olarak alt başlıklara ayrılmaktadır. Türk Hukukunda tabi oldukları mevzuat açısından iki temel grup çalışan bulunmaktadır. Bunlardan ilki, 4857 sayılı İş Kanunu’na tabi olan işçiler, ikinci grup ise 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na tabi olan devlet memurlarıdır. İş ve aile yaşamının uyumlaştırılmasıyla ilgili haklar ve yükümlülükler söz konusu Kanunlarda yer alan maddeler doğrultusunda kullanılmaktadır. 4857 sayılı İş Kanunu’na tabi işçiler veya eşlerinin doğum yapması halinde izin hakları “Analık halinde çalışma ve süt izni” başlıklı 74. maddede hükme bağlanmıştır. Bahse konu maddede 2011 ve 2016 yıllarında düzenlemeler gerçekleştirilmiştir. Ulusal mevzuatımızda esnek çalışma biçimlerine dair düzenlemelerden ilkine, 4857 sayılı İş Kanunu’nun “Kısmî süreli ve tam süreli iş sözleşmesi” başlıklı 13. maddesinde yer verilmiştir. Söz konu maddede 2016 yıllarında düzenleme yapılmıştır. Aile ve iş hayatının uyumunun güçlendirilmesi hususu hem 10. Kalkınma Planı kapsamında hazırlanan Öncelikli Dönüşüm Programlarından 22 numaralı “Ailenin ve Dinamik Nüfus Yapısının Korunması Programı Eylem Planı” hem de 8 numaralı “İşgücü Piyasasının Etkinleştirilmesi Programı” altındaki eylem maddelerinde yer almaktadır.
Bakım hizmetleri iş ve aile yaşamının uyumlaştırılmasının diğer bir ayağını oluşturmaktadır. Kadınların çalışma yaşamına aktif katılımı, geleneksel kadınlık rollerinin “aksatılması” nedeniyle hoş görülmemekte ve çalışan kadınların çeşitli yönlerden baskı görmelerine neden olmaktadır. Özellikle de çocuk sahibi olan kadınlar açısından, çocuğun bakımı ve yetiştirilmesi ile çalışma yaşamının aynı anda yürütülmesi pek çok sorunu beraberinde getirmektedir. Hem kadın hem de toplum tarafından içselleştirilen özelliklerinden biri çocuğun bakımından birincil derecede sorumlu olan ebeveynin anne olduğu görüşüdür. Bu da çalışan kadınların çocuk sahibi olduktan sonra uzun süreli doğum izni almalarına ve hatta işlerinden ayrılmalarına yol açabilmektedir. Çocuk ve yaşlı bakımına yönelik hizmetlerin karşılanması aile içerisinde ilk olarak kadından beklenmektedir. Kadının çalışması durumunda kurumsal mekanizmaların varlığı önem kazanmaktadır. Bu noktada, kreşlerin, gündüz bakım evlerinin maliyeti ve erişilebilirliği noktasında sıkıntılar yaşanmaktadır.
TÜİK tarafından İlk defa 2006 yılında uygulanan Zaman Kullanım Araştırması’nın ikincisi 2014-2015 yıllarını kapsayacak şekilde gerçekleştirilmiştir. Araştırma sonuçlarına göre, çalışan kadınların aile bakımına erkeklerden 5 kat fazla zaman ayırdığı tespit edilmiştir. Çalışma durumuna göre hanehalkı ve aile bakımına ayrılan zaman incelendiğinde; 15 ve daha yukarı yaşta çalışan fertlerin bu faaliyete ayırdıkları süre 1 saat 34 dakika iken çalışmayan fertler için bu süre 3 saat 47 dakika olduğu, hanehalkı ve aile bakımına ayrılan zaman çalışma durumuna ve cinsiyete göre incelendiğinde; kadınların günde ortalama 3 saat 31 dakika, çalışan erkeklerin ise 46 dakika ayırdığı tespit edilmiştir.
Dostları ilə paylaş: |