Grafik 117.3.5.2 Ailenin ve Aile Bireylerinin Televizyon İzleme Alışkanlıkları
Bilindiği gibi televizyon izlemek, sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada bireylerin yaşamında önemli yer tutan bir faaliyettir. İnternet, sosyal medya ve mobil iletişim gibi yeni dijital teknolojilerin öne çıkmasıyla televizyona ayrılan zaman azalıyor gibi görünse de, bunlar ve diğer sosyal faaliyetler sırasında televizyonun açık olması ve göz ucuyla da olsa izlenmesi sebebiyle televizyon, bireylerin günün büyük bir kısmında vakit geçirdikleri bir araçtır. Genel olarak kitlesel iletişim araçlarının, özel olarak da televizyonun bireyler için bir sosyalleşme aracı, önemli bir sosyal anlam kaynağı olduğu ve bireylerin boş zamanlarının çok önemli bir bölümünü aldığı, çeşitli çalışmalar tarafından da ortaya konmaktadır. Televizyonun özellikle bireylerin genç yaşlardan itibaren dünya görüşleri ile tutum ve davranışlarını şekillendirmekte etkili olduğu düşünülürse, televizyonun toplumsal ilişkiler açısından önemi de açığa çıkmaktadır. Tüm bu etkenlerden dolayı televizyonun, sosyal faaliyetlerin önemli bir parçasını oluşturduğu ve televizyon izleme pratiklerinin ailede sosyal faaliyetler konusunun önemli bir bileşeni olduğu açıktır. 2011 tarihli Türkiye Aile Yapısı Araştırması (TAYA) verilerine göre Türkiye’de her dört bireyden üçünün televizyonu diğer aile bireyleriyle birlikte izlediğini dile getirmesi, televizyon izlemenin bireysel bir boş zaman faaliyetinden öte, Türkiye’de aile yaşamının önemli bir parçasını oluşturmaktadır.51
TAYA 2006 sonuçlarına göre Türkiye genelinde bireylerin % 75’e yakın bir oranı, günde 1-4 saat arası televizyon izlediğini ifade etmektedir. 2011 anketinde televizyon seyretme oranı ortalama olarak hesaplanmış ve tüm gruplar için günde ortalama 3 saat televizyon seyredildiği sonucuna varılmıştır.52 2011 araştırmasında, “Hangi kanalın ve/veya programın izleneceğine daha çok kim karar verir?” sorusunun yöneltilmesi, televizyon izleme pratikleri ile ilişkili bulgular sunmanın yanı sıra, aile içi ilişkiler ve karar verme mekanizmalarına yönelik veriler de sağlamaktadır. Türkiye genelinde hangi programın ya da kanalın izleneceğine % 57 oranında hane içindeki baba ya da erkek karar vermektedir. Bunu % 19 ile “anne/kadın”, % 9 ile “erkek çocuk”, % 8 ile “diğer”, % 7 ile “kız çocuk” cevapları izlemektedir. Dolayısıyla, aile içinde hangi programın ya da kanalın seyredileceğine yüksek bir oranda hanenin yetişkin erkeği karar vermektedir.53
Genel olarak bakıldığında, TAYA 2006 verilerine göre Türkiye genelinde % 30’luk bir oran televizyonun ailelerine ve kendilerine zaman ayırmalarını engellediğini düşünürken, % 70’lik önemli bir oranı, engellemediğini düşünmektedir.54
“Sizce televizyon aile içi ilişkileri kötü yönde etkiliyor mu?” sorusuna Türkiye genelinde % 61 gibi önemli bir oran, televizyonun aile içi ilişkileri kötü yönde etkilediğini düşünmektedir. Kadınlar ve erkekler arasında önemli bir fark olmamakla birlikte, bu düşünce erkekler arasında kadınlara göre biraz daha (% 2 dolayında) yaygındır.55
Yaş grubuna göre bakıldığında, televizyonun aile içi ilişkileri kötü yönde etkilediğine yönelik kanının özellikle 25-34 ve 35-44 yaş gruplarında % 64-65 dolayına yükseldiği, 65 yaş ve üzerinde ise % 55’lere düştüğü görünmektedir. Genç yetişkin olarak adlandırabileceğimiz, görece yeni evli ve küçük çocuklu 25-44 yaş arasındaki bireylerin, televizyonun aile içi ilişkilere olumsuz etkilerini vurgulaması, bu dönemde aile içi ilişkilere ve çekirdek aile üyelerinin bir aradalığına verilen önemi göstermektedir. Yaş ilerledikçe televizyonun sosyal hayat yerine geçtiği ve bu doğrultuda da aile içi ilişkileri olumsuz etkilediği algısının azaldığı anlaşılmaktadır.56
Türkiye genelinde televizyon programlarında en rahatsız edici bulunan unsur, % 46 gibi önemli bir oranda cinselliktir. Diğer deyişle, neredeyse her iki bireyden biri televizyon programlarında en çok cinsellikten rahatsız olduğunu belirtmektedir. Bunu, % 16 oranıyla şiddet, % 15 ile kötü/kaba/küfürlü sözler, % 10 ile taraflı haber ve yorumlar, % 9 ile reklamlar takip etmektedir. Yaklaşık her iki kişiden birinin televizyonda en çok cinsellikten rahatsız olması kendi başına çok belirleyici olmasa da, şiddet içeren programlardan rahatsızlık oranının buna kıyasla bu kadar düşük olması dikkat çekicidir. Gelişmiş ülkelerde yapılan benzer araştırmalarda bireylerin, özellikle çocuklar üzerindeki etkisi nedeniyle televizyondaki şiddetten % 70’lere varan oranlarda rahatsız oldukları görünmektedir. Yaş grubuna göre bakıldığında, cinsellik ve şiddetten rahatsız olma oranının yaşla birlikte arttığı, buna karşılık taraflı haberler ve reklamlardan rahatsız olma oranının ise yaşla birlikte azaldığı anlaşılmaktadır.57
2013 yılında RTÜK tarafından yapılan “Televizyon İzleme Eğilimleri Araştırması-3”te 15 yaş ve üstü katılımcıların haftaiçi günlük ortalama televizyon izleme sürelerine bakıldığında % 23,5’inin “2 saat”, % 23,5 ile “3 saat” ve % 16,4 ile “4 saat” dilimlerinin öne çıktığı, % 4,7 oranında “10 saat ve üzeri” sürede televizyon izlediği görülmüştür.58 Hafta sonu günlük ortalama televizyon izleme sürelerine bakıldığında ise % 17,9 ile “3 saat”, % 17,7 ile “4 saat”, % 17 ile “5 saat” ve % 14,4 ile “2 saat” dilimlerinin öne çıktığı, “10 saat ve üzeri” saat diliminin % 5,4 olduğu kaydedilmiştir.59
2013 yılında RTÜK tarafından 6-18 yaş aralığındaki 1-12. sınıf öğrencileriyle gerçekleştirilen “Türkiye’de Çocukların Medya Kullanma Alışkanlıkları Araştırması”nda örneklemin % 65,8’inin günde “1-3 saat”, % 14,8’inin “3-4 saat” televizyon izlediği tespit edilmiştir.60 Örneklemin % 39,6’lık kesiminin “1-2 saat arası”, % 23,5’lik kesiminin “2-3 saat arası”, % 23,1’lik kesiminin ise “1 saatten az” bilgisayar/tablet kullandığı gözlenmiştir.61
Grafik 118.3.5.3 Medyanın Aileye Etkisi
Tolan, toplumsal hayatta yaşanan bazı değişmelerin ailenin yapısını geleneksel aileden çekirdek aileye doğru dönüştürdüğünü belirtmektedir. Bu değişimin nedenlerini ise medyanın etki alanının toplumsal ve bireysel yaşamın derinliklerine doğru genişlemesi, kentsel yaşamın getirdiği pazar ekonomisine özgü zorluklar, kadınların her yıl artan oranda çalışma hayatına girmeleri ve kişiliklerini geliştirmeleri, evlenme yaşının yükselmesi, ekonomik bağımsızlık anlayışının gelişmesi sonucu aile içinde bireyci davranışların hissedilir ölçüde artması ve geleneksel toplumda yaşlının sahip olduğu saygınlık ve statünün eski önemini yitirmesi olarak sıralamaktadır.62
Bu anlamda medya, ailenin yaşamında önemli bir yere sahiptir. Genel olarak kentsel yaşamın bir sonucu olan çekirdek ailede bireyler, evde oldukları zamanın büyük bir çoğunluğunda sohbet etmek yerine, dizileri, filmleri, yarışma programlarını, haber bültenlerini, tartışma programlarını, spor programlarını ve belgeselleri izlemektedir. Böylece medya, gündelik hayatın yaşama biçimlerini önemli ölçüde dönüştürmektedir.63
ABD’de yapılan ve sonuçları 2016 yılının mart ayı içinde kamuoyuyla paylaşılan bir araştırmada dünyadaki okuryazarlık düzeyi sıralamasında Türkiye, altmış bir ülke arasında 50’nci sırada yer almıştır.64 Okuma yazma oranının düşük olduğu Türkiye’de televizyon bir eğlence aracı olmasının yanı sıra bir eğitim aracı olarak da kabul edilmektedir. Bu anlamda bilgilendirici ve eğitici televizyon içeriklerinin izleyicilere olumlu kazanımlar sağlayacağı düşünülmektedir. Çelenk’e göre Türkiye’de televizyon, bir kitle iletişim aracı olarak, hakiki değerinin de ötesinde bir öneme sahiptir. Bu önem, ortak yaşam dünyasının kültürel ve sosyoekonomik göstergeleriyle ilişkili bir önemdir; çünkü Türkiye’de geniş bir kesimin diğer kültürel ürünlere ya da kitle iletişim araçlarına erişim olanağı, ekonomik ya da kültürel sermayelerinin elverişsizliği nedeniyle oldukça sınırlıdır. Türkiye’de televizyon ekonomik, eğitimsel ya da kültüre özgü kısıtlılıklar nedeniyle adeta hayatın kendisini ikame etmektedir.65
Sayar ve Bağlan’a göre, diğer bütün teknoloji ürünleri gibi televizyonun değerini de nasıl kullanıldığı belirlemektedir. Televizyon, içeriğinde yalnızca olumsuz unsurlar barındırır, dolayısıyla da etkisi olumsuz yönde olur demek, doğru bir ifade olmayacaktır. Televizyon bazen eğlence amacıyla, bazen de bilgilenme amacıyla kullanılmakta; güncel bilgilerden haberdar olmaya, ülke ve dünya gündemini takip etmeye, dünyayı tanımaya, daha önceden görülmeyen yerleri ve kültürleri öğrenmeye yardımcı olmaktadır.66 Buradan hareketle televizyonun olumlu etkilerinin varlığının göz ardı edilmemesi gerekmektedir.
Medyaya yöneltilen önemli bir eleştiri, onun ekonomik bir araç gibi görev yapması ve tüketimi teşvik etmesidir. Medya kültüründe bireye tüketimle ilgili değerler empoze edilmekte ve bireyin tüketici olması sağlanmaktadır. Popüler kültür ürünleri, medya aracılığıyla topluma benimsetilmekte ve bireylerde bu ürünleri tüketmeleri için sahte ihtiyaçlar yaratılmaktadır.67
Artan tüketimin amacı, insanların insani özünü geliştirmeye yönelik olmaktan çok, onları düşünmekten, yaratmaktan alıkoyan ve içinde yaşadığı topluma yabancılaştıran bir kısır döngü haline gelmektedir. Böyle bir toplumda her şey tüketim boyutunda anlam kazanmaktadır. Zaman, mekân, eğlence ve hatta cinsellik bile metalaşıp tüketilirken, bunların insani içeriklerden soyutlanarak satılan nesnelere ve anlamını yitirmiş etkinliklere dönüştüğü görülmektedir. Bu anlamda birey, her türlü yaratıcılıktan uzak, tüm toplumsal değerlere yabancılaşmış ve tek kuralın daha fazla tüketmek olduğu bu ortamda temel hedef olarak tekdüzeliği içselleştirmek ve benimsemek durumunda kalmaktadır.68
Toplumsal başarı, her alanda yüksek tüketim ile özdeşleşirken, tüm insani ilişkiler, sevgi, aşk, dostluk ticareti yapılabilen birer nesne olmaktadır.69 Bu doğrultuda medyada yer alan yapımlar değerlendirildiğinde, tüketim temelinde toplumsal değerlerin içinin boşaltıldığı; ailenin bütünlüğü, aile bağları, sevgi, saygı, yardımlaşma gibi unsurların tüketilen nesnelere indirgendiği ifade edilebilmektedir.
Medyada sunulan modeller içinde “ilişki yaşamak”, tıpkı diğer deneyimleri biriktirmek gibi, kapitalizmle ve onun yarattığı tüketim toplumuyla uyumlu bir yaşam önerisi olarak ortaya çıkmaktadır.70
Baudrillard’a göre tüketim olgusu yalnızca nesnelerle sınırlı değil; aynı zamanda insanların duygusal hayatlarında da etkili olmaktadır.71
Yukarıda ifade edilenler doğrultusunda medyada yer alan yapımlar değerlendirildiğinde; medyanın bir süredir toplumun milli ve manevi değerleri ve kamu yararı gibi kavramlar ile kamu hizmeti anlayışından uzaklaştığı söylenebilmektedir. Bu anlamda medya kuruluşları ticari kaygılarla hareket etmekte ve reytingi yüksek olabilecek yayın içeriğini hazırlamaya ağırlık vermektedir. Medya hizmet sağlayıcıları bu doğrultuda, dönemsel olarak farklı format ve içeriklerde programlar hazırlayıp yayınlamayı tercih etmektedir.
Genel olarak bakıldığında, medyada yer alan yapımların toplumsal değerlerimize, örf ve adetlerimize uymayan özellikler taşıdığı gözlenmektedir. Buradaki temel nokta, bu tür yayın içeriklerinin izleyicide merak uyandırması ve yüksek oranlarda reyting almasıdır.
Oysa yabancı kaynaklı yapımlarda manevi değerler, aile bütünlüğü ve aile bireylerinin birbirleri ile sevgi dolu bağlar kurması gibi içerikler ön plana çıkmakta; şükran günü, noel gibi kendi kültürlerinde önem arz eden günlerde aile bireylerinin bir arada olmasının önemi vurgulanmaktadır.
T.C. Başbakanlık Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü tarafından yapılan “Medya Profesyonellerinin ve Medyanın Aile Algısı” isimli araştırmada, medya profesyonellerinin aile değerleri konusunda medyaya fazla güvenmedikleri, hatta medyanın aile yapısını olumsuz yönde etkileyen yayınlar yaptığı kanısında oldukları ortaya çıkmıştır. Medya mensuplarının etik olarak kendilerini daha huzurlu hissedecekleri yapımlar üretmek istedikleri; ancak medyanın bu noktadan oldukça uzak olduğuna inandıkları belirtilmiştir.72
Geçer’e göre önceleri medya aile ilişkileri ve değerleri güçlendirme ve koruma gibi özellikler taşırken; zamanla bu niteliğinden uzaklaşmıştır. Televizyonun hayatımıza hızlı ve etkili girişiyle eskiye ait alışkanlıklarımız ve değerlerimiz de başkalaşmaya başlamıştır.73
Örneğin yaklaşık 25 yıl önce, “bütün bir mahallenin yardımlaşma ve sevgi sembolü” olan “Perihan Abla” dizisi ile yurtdışından bir örnek olarak, “sevgi dolu bir babanın eşi ve çocukları ile ilişkisini”ni anlatan “Cosby Ailesi” isimli dizi TRT’de yayımlanmıştır. 1990’lı yılların başında ATV’de yayınlanan ve “sevgi dolu baba, örnek çocuklar ve onları destekleyen mahalleli” kompozisyonunun yer aldığı “Süper Baba” adlı dizi de genel izleyici kitlesine hitap etmektedir. 1990’lı yıllarda TRT’de ekrana gelen aile dizisi “Ferhunde Hanımlar”, 1990’lı yılların sonunda ATV’de yayınlanan ve “mahalle kültürünü, sevgi, saygı ve paylaşmayı” anlatan “İkinci Bahar”, 1990’lı yıllardan 2000’lerin başlarına kadar ekranda kalan aile dizisi “Mahallenin Muhtarları” aile değerleri, örf ve adetlerimiz hakkında olumlu mesajlar veren yapımlar arasında yer almaktadır. Bu diziler, gerek prime-time ve gerekse prime time öncesinde her yaştan aile bireylerine olumlu mesajların sunulduğu ve rol modellerin yer aldığı yayınlardır.
Günümüzde ise TRT HABER’de Zeliha İlhan Doymuş’un sunduğu, Anadolu’nun dört bir yanından duygu yüklü hayat hikâyelerinin anlatıldığı “Ömür Dediğin” isimli program, genel izleyici kitlesine yönelik olup tüm aile bireylerinin bir arada izleyebileceği aile değerlerine uygun yapımlara örnek teşkil etmektedir. Yüksek bütçeli olmayan bu yapım izleyicinin gönül teline dokunduğu için izleyiciler tarafından yoğun ilgiyle takip edilmektedir. Bu anlamda yüksek bütçeli yapımlar yüksek reyting getirir algısının çok da doğru bir düşünce biçim olmadığı görülmektedir.
10.04.2016 tarihinde Meclis Araştırma Komisyonu Araştırma ve İstişare Toplantısına katılan Zeliha İlhan Doymuş, “Aslında, biz bu programda yaşlıları dile getiriyoruz, yaşlıların hikâyelerini, yaşlıların yaşanmışlıklarını ama bu yaşanmışlıkların içinde bizim vermemiz gereken en önemli mesaj gençlere, yani biz “yaşlılık programı” adı altında bir proje yapıyoruz ama asıl bu projemizin, amacımızın, mesajımızın direkt gittiği yerler gençlerdir. Biz, Türk toplumu, gelenekleri olan, görenekleri olan, yapı taşları olan, kendinin bir karakteri olan bir toplumun ögeleriyiz, insanlarıyız. Bu programda da bu manevi birliğe, bu manevi doktrinlere yer vermeye, vefayı, sevgiyi, aile birliğini, eşler arasındaki dayanışmayı, onları dile getirmeye çalıştık.” sözleriyle programın içeriğini anlatmıştır.
Zeliha İlhan Doymuş’un programına katılan yaşlı çiflerden Gülten ve Ramazan Büyükboyacı da aynı toplantıya katlarak 61 yıllık evlilik hayatında yaşadıkları deneyimleri ve çocukları ile gelinleriyle birlikte nasıl mutlu bir aile tablosu oluşturduklarını aktarmıştır.
Medyada yer alan yayınlarda bir süredir aldatma, çok eşli yaşamları, nikâhsız birliktelik yaşama, gayri meşru çocukların doğumu, parçalanmış aile tablosu ve boşanma gibi toplumun temeli olan aile kurumunu zedeleyici içeriklerin normalleştirilerek sunulduğu ifade edilebilir.
Dostları ilə paylaş: |