Niğde Davası; 20 Mart 2014'te, Niğde'nin Ulukışla ilçesinde jandarmalara karşı silahlı saldırı gerçekleştirildi.
K.Ö.'nün yönetimindeki taksi ile İstanbul’a gitmek üzere Hatay'dan yola çıkan Benja-min Xu, Çendrim Ramadani ile Muhammed Zakiri, Ulukışla- Adana otoyolunun Gedeli viyadüğündeki rutin yol kontrolünde otomobili durdurmak isteyen güvenlik güçlerine uzun namlulu silahlarla ateş açtı. Teröristler, jandarma astsubay üstçavuş Adil Kozanoğlu ile polis memuru Adem Çoban'ı öldürüp, gasp ettikleri kamyonun şoförü Turan Yaşar'ı da öldürerek kaçtı. Çatışmada yaralanan ve tedavi için Eminlik Köyü’ndeki 3 No'lu Acil Sağlık Hizmetleri İstasyonu’na giden teröristlerden ikisi burada, diğeri de Köşkönü Köyü’nde yakalandı.
Daha sonrasında, şüpheli Alman vatandaşı Benjamin Xu, İsviçre vatandaşı Çendrim Ramadani ile Makedonyalı Muhammet Zakiri'nin IŞİD üyesi olduğu ortaya çıktı. Pasaportlarıyla resmi yollardan Türkiye'ye giriş yaptıkları ve İstanbul’a gitmeyi ve burada saldırı düzenlemeyi planladıkları anlaşıldı. Üç sanık hakkında üçer kez ağırlaştırılmış ömür boyu hapis istemiyle yargılanması için Cumhuriyet savcısının hazırladığı iddianame Niğde Ağır Ceza Mahkemesi'nce kabul edildi. Bazıları Türk sekiz kişi hakkında da yardım ve yataklıktan çeşitli cezaların istendiği, dördü tutuklu onbir kişinin yargılamasına başlandı.
Davanın ikinci duruşmasından önce ise, açılan dava dosyasına kadın ticaretine ilişkin çarpıcı telefon konuşmaları gibi ilginç deliller girdi. Kayıtlara göre savaştan kaçan Suriyeli kadınlara Reyhanlı'da fuhuş yaptırıldığı anlaşılıyor. Telefonda 16 yaşındaki bir kızı Reyhanlı'daki bir doktora pazarlayan isimlerden Ahmet Yumuşak, aynı zamanda IŞİD üyelerini sınırdan Reyhanlı'ya getiren iki kişiden biri. Dosyada yer alan tapelere göre ayrıca, Yayladağı Polis Karakolu’ndaki bir memur yardımı ile Suriye'ye patlayıcı yapımında kullanılan 50 kilogram alüminyum tozunun da geçirildiği anlaşıldı. Ankara'da tutuklu sanıklar Almanya vatandaşı Xu, İsviçre vatandaşı Ramadani ile Makedonya vatandaşı Zakiri duruşmalarda telekonferansla yapılan bağlantıda sorulan soruları cevaplamıyor, konuşmuyorlardı.
M.A.'nın avukatı Tugay Bek, Topalca'nın MİT ve jandarma istihbaratta çalıştığının basında yer aldığın söyleyip her iki kuruma sorulmasını istedi. Mahkeme ise Topalca'nın jandarma ya da MİT ile bir ilgisinin bulunup bulunmadığının dosya üzerinde değerlendirme yapılmasına karar verip davayı erteledi.
Ayrıca Reyhanlı davası ile Niğde davası arasında bağlantı olduğu iddiası var. Rey-hanlı iddianamesini hazırlayan Şişman, Heysem Topalca'nın da olayın içinde olduğunu söyledi, ancak iddianamede bu isme yer vermedi. Oysa Niğde davasında Heysem Topalca'nın Reyhanlı katliamını planladığı iddia ediliyor; ancak Heysem Topalca ismine Reyhanlı davasında yer verilmediği gibi, patlamadan da Mihraç Ural ve Beşar Esad sorumlu tutuldu.
Niğde iddianamesinde ise “bölgedeki tüm örgütlerle bağlantısı bulunan ve ayrıca Kaide ve Nusra'ya silah gönderen Heysem Topalca'nın Reyhanlı saldırısının planlayıcısı olabileceğini” yazıyor. Buna göre Topalca Reyhanlı patlamasına sebep olan beyaz renkli araçların ilçeye götürülüp postane ve ve belediye önüne yerleştirilmesini sağlayan kişi.
“Jandarma Genel Komutanlığı tarafından yapılan araştırmalar sonucunda dosyaya giren 9 Haziran 2014 tarihli teknik inceleme raporu ekinde bulunan ve açık kaynak olarak tabir edilen internet ortamında bulunan bilgi ve belgelerin derlemesi sonucu ortaya çıkarılan belgelerden, Heysem Topalca'nın Adana'da tesadüfen yakalanan roket başlıkları ile birlikte yakalandığı, Suriye'den Türkiye'ye kaçak yollarla tarihi eser getirip Türkiye'de sattığı, Kaide ve Nusra Cephesi’ne sürekli mühimmat temin ettiği, Reyhanlı'da patlama günü kaçak mal yükleyeceğini söyleyerek, postanenin ve belediyenin önüne beyaz renkli aracın bırakılmasını sağlayan kişi olduğu, Reyhanlı olayını kaçakçıların üzerine yıkmayı amaçladığı...” belirtildi.
Suriye uyruklu olan ve iddianamede açıkça MİT'e çalıştığı iddia edilen Heysem Topalca ismi, daha önce de, Adana'da yakalanan füze başlıkları dosyası, Cilvegözü ve Reyhanlı patlaması gibi dosyalarda da geçmişti. Topalca'nın Suriye'ye silah sevkıyatı ve cihatçı militanların geçişini, insan kaçaklılığı ve uyuşturucu ticaretini kontrol ettiği ileri sürülüyor.
Tüm bu iddialara rağmen, mahkeme, dosyanın firari sanığı olan ve MİT çalışanı olduğu iddia edilen Heysem Topalca'nın MİT'e sorulması talebini reddetti.
Mahkemenin belki de IŞİD, AKP ve Hakan Fidan'ın yönettiği MİT arasındaki bağlantıyı açığa çıkaracak olan bir talebi reddetmesine şaşırmamalı; çünkü gerçekten bu bağlantı ortaya çıksaydı, yerel mahkemelerin eliyle AKP'nin savaş suçu işlediği ispatlanmış olacaktı.
Sarin gazı davası; Birleşmiş Milletler müfettişleri, Suriye'de yüzlerce kişinin öldü-ğü Suriye'nin başkenti Şam'da 21 Ağustos günü meydana gelen saldırılarda kimyasal silah kullanıldığına dair “ açık ve ikna edici kanıtlar” olduğu sonucuna vardı. Türkiye'deki birçok haber kanalı Esad tarafından kimyasal silah kullandığını iddia etmişti. Dışişleri Bakanlığı, Suriye'de kimyasal silah kullanımına ilişkin iddiaların derhal açıklığa kavuşturulması gerektiğini belirterek, “iddialar doğruysa uluslararası camianın insanlığa karşı suç teşkil eden bu kabul edilemez vahşet karşısında gereken duruşu sergilemesi ve tepkiyi göstermesi kaçınılmazdır” açıklamasında bulundu.
Dışişleri Bakanlığı “herkes tepki göstermeli böyle bir vahşet karşısında” dese de, aslında sarin gazı üretiminde Türkiye'nin önemli payı olduğu, üstelik kimyasal silahların Şam tarafından değil, Kaide ve IŞİD tarafından kullanıldığı Adana 9.Ağır Ceza Mahkemesi'nde açılan bir dava ile ortaya çıktı.
28 Mayıs 2013'te Suriye'deki Kaide bağlantılı Ahrar-uş Şam ve Nusra Cephe-si'ne kimyasal bomba yapımında kullanılan bazı kimyasal maddelerin temin edilmeye çalışıldığı yönünde ihbar alan Adana polisi, çeşitli adreslere operasyon düzenledi. Bulunan maddenin sarin gazı olmadığı anlaşılınca şüpheliler serbest bırakılmıştı. Ancak laboratuvar incelemeleri sonucunda elde edilen kimyasal maddelerin birleştirilmesi sonucunda sarin gazının oluştuğu ortaya çıktı. Türkiye açıkça sarin gazı üretip Kaide ve IŞİD'e satıyordu. Bu tespit sonucunda Adana 9. Ağır Ceza Mahkemesi, firari Suriyeli Hytham Qassap'ı gıyabında terör örgütü üyeliği suçundan 12 yıl hapis cezasına çarptırdı. Suriyeli ile ona yardım ettiği ileri sürülen tutuksuz beş Türk sanık ise, kimyasal madde temin etme suçundan, suçun hazırlık aşamasında kalması ve fiilin kanunda suç olarak tanımlanmaması nedeniyle beraat etti.
Ancak soruşturma esnasında bulunan maddeler sarin gazı değil tespitiyle şüpheliler serbest bırakıldığında Suriye'ye gittikleri için suçlular henüz yakalanamadı.
MİT TIR'ları davası ve Can Dündar- Erdem Gül davası / Adana Casusluk davası;
Türkiye'de açılan bir diğer dava ise MİT TIR'ları davasıdır.
1 Ocak 2014 tarihinde İHH'ya ait olduğu belirtilen bir yardım TIR'ı ile Hatay Kırık-han'da silah sevkiyatı yapıldığı ihbarı üzerine, Adana TMK 10. madde ile yetkili savcılık talimatıyla, Kırıkhan Savcılığı tarafından durduruldular. TIR'lara refakat eden araç içindekiler ve TIR içerisinde yer alan bir kişi, Kırıkhan Başsavcısı ve Kırıkhan Savcısına, MİT mensubu olduklarını ve araç içerisinde yer alan malzemelerin “ devlet sırrı” niteliğinde olduğunu ifade etmişti. Sonrasında, Adana TMK savcısı Özcan Şişman'ın ısrarıyla TIR durduruldu. Ancak MİT personeli TIR'ı aratmadı. MİT TIR'ları Suriye'ye giriş yaptı.
19 Ocak'ta da Adana'da durdurulan yine MİT'e ait olan TIR'larda yapılan aramalarda çok sayıda silah ve mühimmat bulunduğu kayda geçmişti. Hükümetin sert müdahalesi sonrasında konuyu soruşturan savcılar Özcan Şişman ve Aziz Takçı açığa alındılar. Konuyla ilgili İçişleri Bakanı Efkan Ala ve dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan TIR'ların Türkmenlere yardım götürdüğünü öne süren açıklamalar yapmışlardı.
Daha sonrasında Genelkurmay Askeri Savcılığı tarafından gizli soruşturma yürütüldü ve kovuşturmaya yer görülmemiştir kararı verildi. Ancak Twitter'daki bir hacker grubu adına @LazepeM isimli kullanıcı gizli yürütülen soruşturmanın belgelerini paylaştı; TIR şoförlerinin, TIR'larda arama yapan ve mühimmata ulaşan kişilerin ifadelerini içeriyor, TIR'lardaki askeri mühimmatları ve MİT görevlilerinin aracı aratmamak konusundaki ısrarı gösteriyor.
MİT TIR'larının durdurulması operasyonuna katılan polislerin tümünün görev yerleri değiştirildi. Askerler hakkında ise casus oldukları iddiasıyla dava açıldı. 17 asker tutuklandı, 10 kişiye yurt dışı yasağı getirildi. Dava açıldıktan sonra Ankara Jandarma Bölge Komutanı Tümgeneral İbrahim Aydın, halen genelkurmay karargahında görevli dönemin Adana Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Hamza Celepoğlu ve Jandarma Kriminal Laboratuvarları eski Daire Başkanı Emekli Albay Burhanettin Cihangiroğlu tutuklandı.
Yine, dönemin Adana Cumhuriyet Başsavcısı Süleyman Bağrıyanık , Başsavcı Vekili Ahmet Karaca, savcılar Aziz Talçı ve Özcan Şişman ile Adana eski il jandarma Komutanı Albay Özkan Çokay hakkında ayrıca bir soruşturma başlatıldı. Savcılar çıkarıldıkları Tarsus 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nce 8 Mayıs'ta tutuklandı. Savcıların Yargıtay'da yargılanmasına karar verildi. 1 Ekim 2015'teki ilk duruşması Yargıtay 16. Ceza Dairesi'nde yapıldı. Duruşma başlar başlamaz cumhuriyet savcısının talebiyle gizlilik kararı alındı. Bu karar üzerine basın mensupları, milletvekilleri ve Avrupa Yargıçlar Birliği üyeleri dışarı çıkarıldı.
30 Ekim 2015'te ise MİT TIR'larının durdurulmasıyla ilgili Adana'da otuzüç askerin yargılandığı dava ile Yargıtay 16. Ceza Dairesi'nde dört savcı ve bir albayın yargılandığı dava birleştirildi.
Soruşturma tutanaklarına geçen şu ifadeler ise MİT TIR'ları davasının en önemli kıs-mıydı:
MİT TIR'larını durdurduğu için tutuklanan Savcı Karaca MİT TIR'larının durdurulmasından kısa bir süre önce Adana'da yakalanan roket başlıkları hakkında şunları söyledi :
“(...) biz bu soruşturmaları çok kısa bir süre önce Adana'da bir ihbar üzerine 1.200
tane roket başlığı bulduk. Daha ilginci ne olabilir diye düşünün. Şoför deki ki; “ ben bundan önce iki tarihte iki TIR dolusu götürdüm aynı yere döktüm” Gösterdiği yer, Türkiye'nin Suriye ile sınırı olan bir noktası ve orada da maalesef şu anda orada IŞİD diyebileceğimiz bir terör örgütünün kampı var”.
“Bir kısım devlet görevlilerinin devlet görevi, istihbarat ve terör ayrımını yapa- madıklarını, IŞİD'e ve benzeri Suriye bölgesinde faaliyet gösteren başka unsurlarla hukuka
aykırı temaslarının bulunduğunu birçok dosyada tespit ettik” beyanlarında bulundu.
Hükümet ise ısrarla TIR'ların içinde ilaç olduğunu, yardım için gönderildiğini belirt-mişti. Ancak Cumhuriyet gazetesi 29 Mayıs 2015 günü “İşte Erdoğan'ın yok dediği silahlar” başlığıyla bir haber yayımladı. Haberde, MİT'e ait TIR'larla Suriye'deki gruplara silah ve cihatçı sevk edildiği iddia ediliyor, kanıt olarak da savcılık dosyasından alındığı belirtilen görüntüler veriliyordu. Görüntülerde, füze başlıkları, silahlar açıkça görülüyordu.
Bu görüntülere yayın yasağı gelse de, 25 Kasım 2015'te haberi yayımlayan Cumhuri- yet gazetesi genel yayın yönetmeni Can Dündar ve Ankara temsilcisi Erdem Gül “ siyasi veya askeri casusluk amacıyla gizli kalması gereken belgeleri açıklamak, terör örgütüne yardım” suçunu işledikleri gerekçesiyle tutuklandı ve haklarında dava açıldı. Yapılan yargılama sonucu İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi, 06.05.2016 tarihinde verdiği kararı ile devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibariyle gizli kalması gereken bilgileri açıklamak suçundan Can Dündar'a 5 yıl 10 ay, Erdem Gül'e 5 yıl hapis cezası verdi.
Cumhuriyet gazetesinde Ahmet Şık da, yayımladığı bir haberde, MİT TIR'larının dur- durulduğu gün ve öncesinde yaşananlara ayrıntılara yer verdi 19 Ocak'ta Cumhuriyet gazetesi tarafından olay gününü gösteren video kayıtlarında, Vali Coş'un beşyüz polisle olay yerine gittiği ve “Beni sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan aradı. Dedi ki; bu araçlar MİT'e ait, bu silah ve mühimmatı da biz gönderdik” beyanı da yer alıyor.
AKP'nin savaş suçu işlediğine dair en önemli kanıtlardan biri olan MİT TIR'ları ile silah sevkiyatı yapılması konusunda hali hazırda üç dava bulunmakta. Bunlardan biri MİT TIR'larını durdurdukları ve devlet sırrını açığa çıkardıkları gerekçesi ile savcılara açıldı. İkinci dava, MİT TIR'larının durdurulmasını sağlayan veya durdurulması için astlarına emir veren askere açıldı. Üçüncü dava ise, MİT TIR'larında ilaç ve yardım malzemeleri yerine roket ve silah olduğunu ortaya çıkartan görüntüleri yayınladıkları için gazetecilere açıldı. Ancak o TIR'ların IŞİD'e silah taşıdığı açıkça ortadaydı ve yasalar karşısında bunun bir suç olduğu kuşkusuzdur.
Suruç katliamı soruşturması; IŞİD Türkiye'de rahatlıkla örgütlenebiliyor, faaliyet- lerde bulunabiliyor. Bunun en önemli göstergesi IŞİD'in Suruç ve Ankara'da yaptığı katliamlardır.
20 Temmuz günü Suruş'ta belediyeye ait Amara Kültür Merkezi'nde Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu üyelerinin basın açıklaması sırasında IŞİD üyesi canlı bombanın üzerindeki patlayıcıyı infilak ettirmesi sonucu otuzdört kişi yaşamını yitirdi, yüzü aşkın kişi yaralandı. Olayın ardından başlatılan soruşturmada alınan gizlilik kararı nedeniyle aileler otopsi bilgilerine dahi ulaşamadı. Saldırıda ölen ve yaralananların avukatlığını üstlenen aralarında ondokuz hukukçu örgütü ve altıyüz avukat “ Suruç İçin Adalet Platformu” oluşturdu. Platform avukatları gizlilik kararına karşı Anayasa Mahkemesi'nde bireysel başvuruda bulundu.
Platform Suruç'ta yaptığı araştırmalar sonucunda üç aylık rapor da hazırladı. Raporda şu ifadeler yer aldı. :
“Katliamı gerçekleştiren Şeyh Abdurrahman Alagöz'ün IŞİD'le bağlantılı olduğu ve Suriye'de eğitim aldığı kesindir. Ağabeyi ile birlikte “Terör amaçlı kayıp” kaydıyla aranmaktadır. HDP'nin Diyarbakır mitingindeki bombalama olayındaki faille bağlantılıdır, telefon görüşmeleri vardır. Adıyaman’daki İslam Çay Ocağı'nı işleten ve Suruç katliamı failinin ağabeyi olan şahsın her iki olayda da adı geçmektedir. MİT olay öncesinde canlı bombalar konusunda istihbari bilgiye sahiptir. Soruşturmanın daha başında somut durum şöyledir: Bombacı fail, aranan kaydı olan kişilerdendir. Bombacı fail başka saldırıların failleri ile bağlantılıdır. Adıyaman kenti, failin de bağlantılı olduğu İslam Çay Ocağı ve yine ailelerin emniyete bildirimleri üzerinden bilinen örgütle bağlantılı adresler tartışmaya açılmıştır”
Gerçekten de, Adıyaman’da bazı ailelerin Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı’na yap- tıkları şikayetlerin ardından savcılık soruşturması başlatıldığı, telefon dinlemeleriyle Adıyaman’daki IŞİD bağlantısı olan Dokumacılar hücresinin deşifre edildiği, yirmibir kişilik bir liste oluşturulduğu, bu kişilerin canlı bomba olmaları için devşirildiği, Yunus Emre Alagöz'ün gözaltına alındıktan sonra serbest bırakıldığı ortaya çıktı. Serbest kaldıktan sonra, Suruç'ta yapacağı saldırılar için eğitim almaya Suriye'ye gittiği tespit edilmişti. Üstelik aynı dosya kapsamında IŞİD'in gerçekleştirdiği bir başka katliam olan Ankara katliamının faili de deşifre edilmişti.
Üstelik hakkında terör nitelikli arama bulunan fail, Suruç katliamından iki gün önce otelde kalmıştı. Polis otele gelmiş, sadece asker kaçağı olup olmadıkları hakkında soru yapmış ve sonrasında gitmişti. Olay günü ise ne hikmetse, Reyhanlı'da olduğu gibi tüm mobese kameraları itinayla kapatılmıştı.
Adıyaman'da başlatılan soruşturma kapsamında polis ve savcılık 2013'ten beri Suruç ve Ankara katliamının faillerini aslında dinliyor ve ne yapmak istediğini biliyordu. Her an saldırı yapacağı bilinen failin bilerek ve isteyerek yakalanmadığı çok açık. Soruşturmanın da en ufak ilerleme kaydetmediği çok açık.
Ankara katliamı soruşturması; 10 Ekim'de DİSK, KESK, Türk Tabipleri Birliği, HDP ve pek çok sivil toplum örgütünün katılımıyla Barış Mitingi düzenlenmişti. Tren Garı kavşağında, üç saniye arayla iki patlama gerçekleşti. Patlamalar sonucunda iki eylemcinin yanı sıra yüzyedi kişi hayatını kaybederken beşyüzün üzerinde kişi yaralı olarak kurtuldu. Meydandaki herkesi alandan çıkarmaya çalışan göstericilere ise, polis tazyikli su biber gazı ile müdahale etti. Patlamadan sonra olay yeri inceleme ekibi yaklaşık 1,5 saat sonra olay yerine geldi. Ancak savcı olmadığı gerekçesiyle işleme başlamadı. Savcı ise olaydan ancak 2,5 saat sonra gar önüne geldi.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, canlı bombalardan birinin Suruç bombacısının ağa-beyi Yunus Emre Alagöz olduğunu, diğerinin de fotoğrafla teşhisi yapıldığını ve açık kimliğinin belirlenmesi için çalışmaların devam ettiğini, bombacılara yardım ettikleri düşünülen toplam yirmi şüpheliden onbirinin tutuklandığını açıkladı. Daha sonrasında diğer patlamanın Ömer Deniz Dündar tarafından gerçekleştirildiği tespit edildi.
Saldırı emrinin ise “Ebubekir” kod adlı 33 yaşındaki İlhami Balı tarafından verildiği belirlendi. İstihbarat raporlarına göre, Hatay doğumlu Balı'nın istihbarat ve terör polisinin takibine takılması geçmişe dayanıyor. 2002 yılından itibaren istihbarat takibinde olan Balı, Kaide üyeliğinden tutuklanarak cezaevine konuldu. Üç yıla yakın cezaevinde kalan Balı, 2012 yılında Suriye'ye geçerek önce Kaide bağlantılı Nusra'ya, ardından da 2013 yılında IŞİD'e katılmıştı.
Suruç saldırısından iki ay önce kardeşi Yusuf Alagöz ile telefon konuşması yapan Yunus Emre Alagöz telefonda kardeşine “... Belki seninle son görüşmem ...” ifadelerini kullanmıştı. Bu görüşme tespit edilmesine rağmen polis herhangi bir müdahalede bulunmadı.
IŞİD'in Türkçe haber sayfasına ait Twitter hesabından Ankara’daki katliama ilişkin yapılan paylaşımlarda saldırı “tebrik edildi”. IŞİD'e bağlı bir haber sitesi de, katliamı “ateistlerin mitinginde patlama” başlığıyla duyurdu.
2013'te yapılmayan müdahale Suruç katliamına, Suruç'ta yapılmayan müdahale ise Ankara katliamına neden oldu. Adıyaman soruşturmasındaki isimler dikkatle incelenseydi,
Ankara ve Suruç katliamını gerçekleştiren faillerin iki ay öncesinde ailelerin polise başvuruları dikkate alınsaydı, iki katliamın faili terör nitelikli aranıyorken, tüm bilgileri sınır karakollarında dahi bulunuyorken, yakalanmaları için çaba sarf edilseydi bu katliamlar gerçekleşmemiş olacaktı. Her an bir saldırı gerçekleştireceği bilinmesine rağmen herhangi bir önlem alınmadı. Üstelik gizlilik kararı alınan dosyada, 10 Ekim'den bu yana herhangi b ir gelişme yaşanmadı. AKP-IŞİD ortaklığı devam ettiği sürece de herhangi bir sonuç çıkmayacağı aşikar. Ankara katliamı ve Suruç katliamı ise, iki seçim arasında AKP'nin halkı kanla terbiye etmesi olarak akıllara kazandı.
IŞİD iddianamesi; 18 Aralık 2015 tarihinde, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Terör
ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosu Savcılığı tarafından iddianamede, IŞİD'in uluslararası faaliyet gösteren bir terör örgütü olduğu ifade edildi.
IŞİD’in dünya ülkeleri üzerindeki Müslüman devletleri yıkarak yerine radikal Selefi görüşler doğrultusunda bir devlet kurmayı amaçladığı, bu çerçevede Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni de tağut (Allajh’ın koyduğu ölçütler ve hükümler dışında hükümler koyan) devlet olarak tanımladıkları belirtildi. İddianamede yer alan şüphelilerin bir kısmının sohbet ortamlarında ve sonrasında oluşan manevi baskı ve etkilenme sonucu ile Suriye’ye çatışma bölgesine gittiklerinin tespit edildiği kaydedildi. İddianamede bir kısım şüphelilerin terör örgütü adına basın yayın işleri ile uğraştıkları, bir kısmının hırsızlık dahil bazı suçlara karıştıkları, bir kısmının ise çatışma bölgelerine giden veya gelenler için sağlık durumu, barınma, ulaşım gibi ihtiyaçları ile ilgilendikleri, İstanbul’da daha çok Güngören ve Bağcılar ilçelerinde faaliyet gösterdikleri belirtildi. IŞİD’in Ankara’da, Suruç’ta gerçekleştirdiği katliamlar, Niğde davası da iddianamede yer aldı.
SONUÇ:
Emperyalist güçlerin satranç tahtası haline getirdiği Suriye’de beş yıldır acımaz bir savaş sürmekte. Savaşta ve göç yollarında yüzbinlerce kişi öldü. Kentleri harabeye döndü. Ekonomisi tükendi. İnsanlar barınaksız, çocuklar eğitimsiz kaldı. Suriye devleti ve halkıyla emperyalist ve gerici güçlerin kirli saldırıları karşısında direnmeyi bildi.
Sözü edilen Suriye'deki muhalif silahlı grup üyelerinin tamamı, savaş suçu ve insan-lığa karşı suç işlemektedir. Anılan Suriye'deki silahlı grup üyelerine desteklerini sunan tüm ülkelerin, başta Barack Hussein Obama, Benyamin Netanyahu ve Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere hükümet başkan ve ilgili üyeleri insanlığa karşı suçun hem azmettiricileri, hem de suç ortaklarıdır.
Yukarıda belirtilen kişi ve resmi yetkililer aynı zamanda saldırı suçu işlemektedirler. İnsanlığa karşı işlenmiş suçları, şikayete rağmen dayanak dahi göstermeden takipsiz bırakan tüm yargı görevlileri görevlerini ihmal etmekte, kötüye kullanmaktadırlar ve bu suçlarından dolayı yargılanmalı ve cezalandırılmalıdırlar (Bu kişiler hakkında açılacak dava hakkı saklıdır).
İnsanlığa karşı işlenen suçlara yeni ortaklar arama amacıyla Türkiye'de faaliyet göste-rip, Suriye'ye cihatçı toplayan tüm kişiler, TCK'nun 306. maddesine göre “yabancı bir devlete karşı asker toplamak veya hasmane hareketlerde bulunmak suçunu işlemektedirler. Bu suçluların cezalandırılmayıp serbest bırakılmaları, yeni suçların devamlılığının önünü açmaktadır. Sözü edilen suçu işleyen her suçlu hakkında yargılama yapılması zorunludur.
Halen Suriye'de yaşayan ve savaş suçunu işlemeye devam eden suçluların yakalan-ması, eylemlerinin sonlandırılması, insanlığa karşı Suriye'de işlenen bu sistematik saldırıların durdurulması için uluslararası ceza mahkemesinin kurulmasından daha gerçekçi ve daha imkanlı seçenek, bu suçluların egemen bir devlet olarak Suriye'de yargılanmasını sağlamaktır. Ancak bunun için emperyalist devletlerin bu çetelere sunmuş olduğu tüm destekler son bulmalıdır. Suriye'de tekrar sağlanacak bir barış ortamı, savaş suçu işlemiş Suriye vatandaşlarının Suriye'de yargılanmasının önünü açacaktır.
Egemen ve bağımsız bir ülke olarak Suriye'nin, suç işlemiş olanları adil bir şekilde yargılaması koşullarına barış koşullarının oluşması ile eş zamanlı kavuşulacaktır.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan açısından, yürütme erkinin başı olması nede-niyle birinci dereceden sorumlu olması, bir ülke hakkında düşmanca açıklamalarda bulunması ve savaş suçu işlemiş olanlara destek sunması, kamu kaynaklarının suçu destekler ve sürdürülmesini sağlar şekilde kullanılmasını sağlaması, suçu ve suçluyu övmesi, savaş suçlularının ülke topraklarında barınmasını sağlaması ve tüm bunların sonucu olarak ülkemizi başka bir ülke ile savaşın içine itmesi, savaş ve insanlığa karşı suçların işlenmesine doğrudan azmettirici ve iştirakçi olarak katıldığını göstermektedir. Cumhurbaşkanı, fiilinden dolayı ulusal ve uluslararası hukuka göre, insanlığa karşı işlenmiş suçun parçasıdır. Cumhurbaşkanı aynı zamanda bu eylem ve bu fiilleri nedeniyle görevini kötüye kullanmaktadır. T.C. Anayasası'nın 148. maddesi gereği görev suçu işlemekte olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Yüce Divan'da yargılanmalıdır.
Başbakan Ahmet Davutoğlu için de, cumhurbaşkanı için söylenenlerin çoğu geçerli sayılmalıdır. Aynı zamanda Davutoğlu, önceden Dışişleri Bakanı ve bugün Başbakan olması nedeniyle Türkiye devletini temsilen katıldığı resmi ve resmi olmayan tüm toplantılarda, tüm dünya kamuoyunu aldatmaya çalışmak konusunda birinci dereceden sorumludur. Ülke içine dönük olarak da aynı durum geçerlidir. Ahmet Davutoğlu aynı zamanda bu eylem ve fiilleri nedeniyle görevini kötüye kullanmaktadır. T.C. Anayasası'nın 148. maddesi gereği görev suçu işlemekte olan Başbakan Yüce Divan'da yargılanmalıdır.
Dönemin İçişleri Bakanı Muammer Güler ile şimdiki İçişleri Bakanı Efkan Ala ise, yetkileri kapsamında sözü edilen suçların Türkiye içinde işlenmesinin devamlılığını birinci dereceden sağlaması açısından suç işlemiş ve görevini kötüye kullanmıştır. T.C. Anayasası'nın 148. maddesi gereği görev suçu işlemiş olan İçişleri Bakanı Yüce Divan'da yargılanmalıdır.
Yargıyı ve idareyi altına imza atmış olduğu belgelerle kasıtlı ve alenen yalan beyanla yönlendiren MİT yetkilileri ve özelinde MİT Müsteşarı Hakan Fidan görevlerini kötüye kullanmışlardır. Bu suçtan dolayı da bu yetkililerin yargılanması adaletin sağlanması açısından şarttır. Aynı açıklama emniyet teşkilatı için de geçerlidir. Özellikle İstanbul, Hatay, Gaziantep, Adıyaman, Şanlıurfa, Kilis, Ankara, Diyarbakır, Mardin emniyet müdürleri de görevlerini kötüye kullanmışlardır (adı geçen kişiler hakkında açılacak dava hakkı saklıdır).
Belirtilen yargılama taleplerinin hayata geçmesi yargının bağımsızlığının büyük oran-da ortadan kalkması, meclisin sayısal ağırlığının suçlanan kişilerin siyasi partisinde olması nedeniyle şimdilik oldukça zordur. Ancak hemen ifade edilmelidir ki; her gün doğruluğu kanıtlanan bu iddiaların, artık toplumdan gizlenemez hale gelmesi açısından da, bu suçlularda açık bir tedirginlik yaratmaktadır. Çünkü cumhurbaşkanı, başbakan ve diğerlerinin bu tip suçların yargılanmasının hesap sormakla eş anlamlı olduğunu bilecek kadar siyasi deneyimlerinin mevcut olduğu bilinmektedir. Verili iktidarlarını sağlama alma gayretlerinin kaçınılmaz nedenlerinden biri de, işlenmiş olan bu ağır suçların hiçbir zaman peşlerini bırakmayacağının onlar tarafından da bilinmesidir.
İnsanlık tarihine kara leke olarak geçecek bu suçlardan ve ülkemizin de alet edildiği utancından kurtulmak, aynı suçların işlenmesinin önünü açan tüm nedenleri ortadan kaldırmak ve şimdiye kadar işlenmiş suçların cezasını kesmek için, Suriye halkına sınırdan bomba geçiren değil, dostluk ve barışı getiren bir ülke olmak için adı geçen şüphelilerin yukarıda belirtilen suçlardan dolayı Türkiye halkının adalet anlayışı ve vicdanı çerçevesinde cezalandırılmaları talep olunur.
Dostları ilə paylaş: |