Arap Gramerinin Derlenmesinde Başlıca Kaynaklar
Nahivciler ile dilbilimi alanındaki diğer ulema, nahiv kurallarını derleme vazifelerinde; sâfiyeti bozulmamış oluşu, şifahi geleneğe dayanması ve dillerinin sahih kullanımının numuneleri olması sebebiyle, Araplarca kabul edilen, derlenmiş veya dağınık halde bulunan Arap edebiyatını kullandılar. Bu edebiyatın ittifakla kabul edilmiş başlıca iki kaynağı Kur’ân ile İslam öncesi ve İslam dönemi şiiridir. Dilbilimciler arasında, Hz Peygamberin ve meşhur hatiplerin haber-i vâhid yoluyla rivayet edilen hadisleri ile hitaplarının, kendi çalışmalarında kaynak malzeme olarak alınılıp alınamayacağı hususunda farklı görüşte olanlar vardı. Bu rivayetleri kabul etme taraftarı olan kimseler, bu malzemenin, dilbilimi ve gramer kurallarının tespit edilmesi için güvenilir ve muteber olduğuna inandılar. Yine bu kişiler, özel manada Hz Peygamberin ve genel manada da tanınmış hatiplerin, Araplarca, dilde otorite kabul edilmeleri sebebiyle böyle bir malzemenin kendi çalışmalarında kaynak olarak alınması gerektiği fikrindeydiler. Diğer taraftan bu hadisleri kaynak olarak kullanmaya karşı olanlar, Kur’ân ve manzum eserlerin aksine, şifahen doğru ve saf olan bu rivayetlere güvenmenin güç olduğu temeline dayanarak itirazlarını ortaya koydular. Onların bu delilinin temeli, dini değeri nedeniyle Kur’ân ile Arap kültürü olması sebebiyle de şiirin, Arap dilinde sadece otorite olarak kabul edilmiş olmaları değil, aynı zamanda, bir nesilden diğerine tam ve kelimesi kelimesine nakledilmiş olmaları idi. Halbuki Hz Peygamber’in hadisleri ile meşhur hatiplerin rivayetleri bu nitelikten yoksundu. Abdulkâdir b. Ömer el-Bağdâdî “Hizânetu’l-Edeb”42 adlı eserinde şunları ifade etmektedir:
"قال الأندلسي في شرح بديعية رفيقه ابن جابر علوم الأدب ستة؛ اللغة، والصرف، والنحو، والمعاني، والبيان، والبديع . والثلاثة الأول لا يستشهد عليها إلا بكلام العرب دون الثلاثة الأخيرة فإنه يستشهد فيها بكلام غيرهم من المولدين ، لأنها راجعة الي المعاني ولا فرق في ذلك بين العرب وغيرهم، إذ هو أمر راجع الي العقل ولذلك قبل من أهل هذا الفن الاستشهاد بكلام البحتري وأبي تمام وأبي الطيب و هلم جرا اه وأقول الكلام الذي يستشهد به نوعان شعر و غيره ، فقائل الأول قد قسمه العلماء علي طبقات أربع: الطبقة الأولي الشعراء الجاهليون وهم قبل الإسلام… والثانية المخضرمون و هم الذين أدركوا الجاهلية والإسلام… والثالثة المتقدمون ويقال لهم الإسلاميون وهم الذين في صدر الإسلام… والرابعة المولدون ويقال لهم المحدثون وهم من بعدهم الي زماننا… فالطبقتان الأوليان يستشهد بشعرهما إجماعا وأما الثالثة فالصحيح صحة الاستشهاد بكلامها… وأما الرابعة فالصحيح أنه لا يستشهد بكلامها مطلقا وقيل يستشهد بكلام من يوثق به منهم واختاره الزمخشرى… وأما قائل الثاني فهو إما ربنا تبارك وتعالي فكلامه عز اسمه أفصح الكلام و أبلغه و يجوز الإستشهاد بمتواتره و شاذه كما بينه ابن جني في أول كتابه المحتسب وأجاد القول فيه ، وإما بعض أحد الطبقات الثلاث الأول من طبقات الشعراء التي قدمناها ، وأما الإستدلال بحديث النبي صلي الله عليه وسلم فقد جوزه ابن مالك وتبعه الشارح المحقق في ذلك… وقد منعه ابن الضائع وأبوا حيان وسندهما أمران ، أحدهما أن الأحاديث لم تنقل كما سمعت من النبي صلي الله عليه وسلم وإنما رويت بالمعني ، وثانيهما أن أئمة النحو المتقدمين من المِصْرَيْنِ لم يحتجوا بشيء منه."
“Endelûsî, arkadaşı İbn Câbir’in “Bedî‘iyyât” adlı eserini şerh ederken şunları söylemiştir: Edebî ilimler altı tanedir: Lügat, sarf, nahiv, me‘ânî, beyân ve bedî‘. İlk üç ilim için sadece klâsik Arap kelamından istişhâd edilebilir. Son üç ilim için ise, klâsik Arap kelamından başka, Muvelled Arapların sözlerinden de iştişhâd edilebilir. Çünkü bu ilimler mânâ ve akılla ilgilidirler. Bu sebeple klâsik Araplarla diğerleri arasında fark yoktur. Bu yüzden Buhturî, Ebû Temmâm, Ebu’t-Tayyib gibi âlimlerden istişhâd kabul edilmiştir.
Bana göre istişhâd edilebilen kelam iki çeşittir: Şiir ve şiir dışındaki diğer kelam. Âlimler Arap şâirlerini dört tabakaya ayırmışlardır: (1) “eş-Şu‘arâ’u’l-Câhiliyyûn”; klâsik, yani İslam öncesi devirde yaşayan şairler…(2) “el-Muhadramûn”; hem İslam öncesi hem de İslamî dönemde yaşayan şairler…(3) “el-Mutekaddimûn”; İslamî devrin ilk şairleri… ve (4) “el-Muvelledûn”; ilk İslamî dönemden sonra başlayıp günümüze gelinceye kadar olan dönemde yaşayan şairler.
İlk iki tabakadaki şairlerin şiirleriyle istişhâd icmâ ile kabul edilmiştir… Üçüncü tabakadan istişhâda gelince, [burada bazı ihtilaflar olmakla birlikte] sahih olan, bu şairlerin şiirlerinin delil olarak kabul edileceğidir… Dördüncü tabakaya gelince, bu tabakadan kesinlikle istişhâd edilmez. Diğer bir görüşe göre ise kendilerine güvenilen şairlerin sözleriyle istişhâd edilebilir. Bu görüşü ez-Zemahşerî benimsemiştir…
Şiir dışındaki kaynaklara gelince, bunlardan biri Arap edebiyatının en fasih ve en beliğ numunesi olan Rabbimizin Yüce Kelamı’dır. İbn Cinnî “el-Muhtesib” adlı eserinin başında belirttiği üzere Allah Kelamı’nın hem mütevatir hem de şâzz olanı ile istişhâd edilebilir. Diğeri ise, yukarıda zikrettiğimiz ilk üç tabakadaki Arapların sözleridir. Hz Peygamber’in hadisleriyle istişhâda gelince, İbn Mâlik bu tür istişhâda cevaz verir… İbnu’d-Dâi‘ ile Ebû Hayyân ise buna cevâz vermezler. Cevâz vermemeleri iki sebebe dayanmaktadır: (1) Hadisler, Hz Peygamber (SAV)’den işitildikleri şekliyle nakledilmeyip mana üzere rivâyet edilmişlerdir. (2) Kûfe ve Basra’nın önde gelen nahiv âlimleri hadisle istişhâd etmemişlerdir.”
Böylece nahivciler ile Arap dilinin diğer bütün dilbilimcileri, istisnasız bir şekilde Kur’ân-ı Kerim’i, nahvin ve Arap dilinin diğer bilimlerinin kaynağı olarak kabul ettiler. Bu sebeple Sîbeveyh (ö.170/796), ez-Zemahşerî (ö.538/1144), İbn Hişâm (ö.761/1360), İbn Mâlik (ö.672/1274), el-Ahfeş (ö.215/830), el-Kisâ’î (ö.189/805), el-Ferazdak (ö.110/728), el-Ferrâ’ (ö.207/822), Halîl b. Ahmed el-Ferâhidî (ö.175/791) ve diğer pek çok meşhur nahivci ve dilbilimci, nahve veya dile ait herhangi bir kaideyi tespit ederken, mümkün olan her yerde, iddialarını desteklemek için delil olarak sadece şiir beyitlerini değil aynı zamanda Kur’ân âyetlerini de zikretmişlerdir. Onlar için –ki bunlar derlenmiş Arap gramerinin kurucuları ve bânîleridir– Kur’ân’ın, kendi çalışmalarında her zaman, en güvenilir kaynak olduğunu söylemek doğru olacaktır. Bu insanların Kur’ân’a verdikleri önemi takdir edebilmek, onların eserlerine kısa bir göz atmayı gerekli kılmaktadır. el-Ferâhidî, “Kitâbu’l-Cumel fi’n-Nahv”43 adlı eserinin mukaddimesinde şunları ifade etmektedir:
"وبينا كل معنى في بابه باحتجاج من القرآن وشواهد من الشعر"
“Her manayı kendi babında, Kur’ân’dan ve şiirden delil getirerek açıkladık.”
Aynı şekilde Howell, “A Grammar of the Classical Arabic Language” adlı eserinin önsözünde şunları ifade etmektedir:
“Gramercilerin hedefi klâsik kullanımları izah etmektir. Onlar her meseleyi ve kuralı, klâsik dilden alınmış bir veya bir kaç şahitle desteklemeye ve izah etmeye çalışırlar. Bu şahitler; Kur’ân metinleri, hadis pasajları, meseller, çöl Araplarından işitilerek nakledilen ibareler ile şiir beyitlerini içermektedir. Kur’ân metni, Allah’ın kesin sözü olması ve Arapların en fasih lehçesinde nazil olması sebebiyle, yine Müslüman kelamcılar tarafından ortaya konan ‘doğrudan kelimesi kelimesine vahiy’ teorisine göre zorunlu olarak hatasızdır. Bir hadis metni, Hz Peygamber’in sözü ise her zaman kesin delil olarak kabul edilmiş; eğer sahabenin sözü ise genellikle aynı şekilde kabul edilmiştir, ancak bazı, dilde saflık taraftarı aşırı tenkitçi lingüistler, sahabenin gramer hatalarından sorumlu tutulması hususunda etkili olmuşlardır. Bir mesel, eğer cahiliye dönemine ait ise klâsik kullanımın mükemmel delilidir. Fakat bir nahivci veya lügatçinin çöl Arabından naklettiği bir tâbir, otorite bakımından, onu nakleden ravinin kıdemine göre farklılık arz eder. Örneğin, İbn Hişâm tarafından nakledilen bir tâbir, el-Ahfeş el-Ekber tarafından rivâyet edilen söz kadar güçlü değildir.”44
İşte bu, Kur’ân’ın, Arap dili ve edebiyatı ile ilgili bütün ilimler içinde kabul ve tasdik edilmiş konumudur.
Dostları ilə paylaş: |