Türkiye’de Kamu Maliyesi Üzerine Değerlendirmeler Prof. Dr. Nevin Coşar* Giriş



Yüklə 431,17 Kb.
səhifə2/7
tarix18.05.2018
ölçüsü431,17 Kb.
#50706
1   2   3   4   5   6   7

Cumhuriyet Dönemi Maliyesi

Devlet maliyesi, 1920’lerde devletin güçlülüğünü ve ülke ekonomisinde istikrarı yansıtacak önemli bir alandı. Bir yanda, yeni bir devlet oluşturmanın masrafları diğer yanda, uzun süre bakımsız kalan ekonominin ve biriken sorunların çözümlenmesi harcama baskılarını artırıyordu. Bu ihtiyaçlara bir de uluslararası alandaki belirsizlikler eklenince, her ne pahasına olursa olsun bütçe açıklarından kaçınmak, denk bütçe yapmak, mali düzeni sağlamak önem kazandı.



Devletin yeniden yapılanmasında gözetilen ilk etmen intizam(düzen)dı. İntizamın temeli ise mali intizam, yani bütçe denkliğinin sağlanması devletin öncelikle iktisadi alanda saygınlığını arttıracak bir düzenleme olarak görüldü. Geçmişteki “Açık bütçe, istikrazlı finansman ve halk yararına olmayan bütçe” uygulaması eleştirilerek, “denk bütçe, istikrazsız finansman, halk yararına bütçe,” görüşü benimsendi. Bu yönde izlenecek bir mali politika ile ülke siyasi ve iktisadi egemenliğini sağlamlaştıracaktı. Açık ve hayali bütçeler yapmama ilkesi benimsendi (Erçin, 1934 ve 1938). Tüm iç ve dış politikanın temelinde siyasi egemenliğin önemli bir göstergesi olan denk bütçe vardı. Bu doğrultuda bütçenin “yalnız bu günün hesabı değil, maziden kalan ibretlerin, istikbale karşı hazırlıkların bir ayna ve pusulası” olarak görülmesi gerektiği ifade edildi (Muş Milletvekili İlyas Sami Bey,1927). Siyasi nedenlerle dış borçlanmadan uzak duruldu, yabancı sermaye yatırımlarına ise ülkenin egemenlik haklarına uyması şartıyla olumlu bakıldı. İmtiyazla gelmek isteyen yabancı sermaye, tüm ekonomik ve mali sıkıntılara rağmen reddedildi. Tarihsel ve siyasi etmenlerin yanı sıra denk bütçe politikasına geçişi etkileyen diğer bir etmen para değerinde istikrar sağlamaktı. Bütçe dengesi ile para istikrarı arasında yakın bir ilişki kuruldu. Bütçe açığı verilmesi halinde bir ülkenin para değerine istikrar kazandırmasının güç olduğu biliniyordu. Tarihi gelir yetersizliği konusu yeni devletin kısa dönemde çözemeyeceği bir konu idi. Cumhuriyet döneminin ilk bütçesi 1924 mali yılı bütçesidir. İki yıllık açık bütçe uygulamasından sonra, 1926 yılında denk bütçe politikasının izlenmesi bir zorunluluk olarak ortaya çıktı. Ülkenin yeniden inşa sürecinde ortaya çıkan giderleri kısa sürede artırılması mümkün olmayan vergi gelirleri ile karşılamak mümkün olmadığından, gelire göre gider yapma ilkesi benimsenerek denk bütçe politikası uygulandı(Coşar, 1995). Gelirlerin üretim ve verimlilik artışı olmadan artırılamayacağı biliniyordu. Bu amaçla, açık bir bütçeye yol açan yasal, idari düzenlemelerin tasfiyesi yoluna gidildi. İsmet İnönü Hatıraları’nda (1987) bütçede denklik sağlamanın bir zorunluluk olduğunu ve vergilerden başka bir finansman aracı olmadığını, bu nedenle ödenek üstü harcama yapma alışkanlığının önlenerek, bütçe hesaplarını kesme usulünün değiştirilmesini ve ödenekler üzerinde baskı kurarak, denge sağlamaktan başka bir yol olmadığını ifade etmekteydi. Gelir yetersizliği ve gelirlerin kısa dönemde artırılmasının mümkün olmaması, denk bütçeye geçişte önemli bir etmendi. 1925 yılının ortalarında, bütçe açığının, bütçe giderlerini sınırlayacak sıkı önlemler alınmadan giderilemeyeceği anlaşılmıştı. Bunun üzerine hazırlıklar başladı; giderlerin denetim altına alınması ve hazine birliğinin sağlanması, ödemelerin düzene konulması, gelir kaynaklarının yeniden düzenlenmesi gibi mali düzeni sağlamaya yönelik önlemler hızla gerçekleştirildi.

1924 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ile vergi ve bütçe hakkı Millet Meclisine verilerek, tüm mali konularda Millet Meclisi’nin kontrolü ilkesi getirildi. Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda bütçenin zamanında hazırlanması, düzenli olarak Meclise sunulması, onanması ve uygulanmasına ilişkin düzenlemelere yer verilerek, bütçe düzenine ilişkin temel ilkeler belirlendi. Bütçe dışı harcamaya olanak veren ek ödenek ve olağanüstü ödenek uygulamalarına denetim getirilerek, yürütmenin gücü sınırlandı. Hükümet giderleri sıkı kontrol altında tutarak; Meclise denk bütçe sunmayı, iç kaynaklara dayanmayı mali politikasının temeli olarak benimsedi. Meclisin kontrolü ve yürütmenin oto-kontrolünün yanı sıra denk bütçeyi sağlamak ve mali düzen kurmak üzere bir dizi önlemler alındı. 14 Ocak 1926 yılında çıkarılan bir kanun ile bütçe hesabının kesilmesinde kullanılan yöntem değiştirilerek, egzersiz (devre-i hesabiye) yönteminden, jestiyon (zamanı idare) yöntemine geçildi (Tahsin, 1932). Buna göre, hesap yılı ve mali yıl birleştirilerek, gelir ve harcama işlemleri bir yıl içine alındı. Bu yöntemle, bütçenin açık verip vermediği hemen anlaşılıyordu. 1926-27 yılı bütçesi jestiyon yöntemiyle hazırlandı ve bu yöntemle, ilk kez denk bağlanmış bir bütçe Meclise sunuldu. Bu denkliğe yasama ve yürütme organları da sadık kalınca ilk kez bütçe denkliği sağlandı. Devletin tüm mallarının yönetimini ve muhasebesini düzenleyen Muhasebe-i Umumiye Kanunu 7 Haziran 1926 tarihinde yürürlüğe girdi. Bu Kanun ile bütçenin hazırlanması, bütçenin kapsayacağı hükümler, şekil şartları, ek ve olağanüstü ödenek halleri düzenlenerek mali işler sağlam bir temele oturtulmak istendi. Bu kanunun otuzuncu maddesine göre bütçelerin denk olduğu, bütçe açığı varsa bunun kapatılma biçiminin bütçe kanunlarında belirtilmesinin şarttı. 1928 yılında çıkartılan bir Talimatname ile devlet muhasebesinde tutulması gereken defterler ve hesaplara yeknesak bir şekil verilmek istendi (Sayar, 1966). Tek hazine, tek vezne ilkesinin uygulanması, hazinenin ödemeleri yer ve zaman açısından uyumlu yürütmeye başlamasını sağlarken, devletin itibarını arttırdı, devlete güven duyulmasını sağladı. Hesapların merkezileştirilerek vezne birliği sağlanması Meşrutiyet döneminde başarılmış, ancak tam anlamıyla Cumhuriyet döneminde gerçekleşmişti. Tüm vezneler (askeri vezneler dahil) Maliye Vekaleti’ne bağlanarak, her vekalete bir maliye görevlisi yerleştirildi. Böylece, Maliye Bakanı devletin tüm mali işlerini kontrol eden bir konuma sahip oldu. Denk bütçe politikasının önemli bir parçasını intizamlı tediyat (düzenli ödeme) ilkesi oluşturdu. Hizmetlere süreklilik kazandırılması ve devlete karşı güven oluşturulmasında ödemelerin düzenli bir biçimde yapılması şarttı. Devlet yaptığı alımlar ve hizmetleriyle ekonomi üzerinde önemli etkilerde bulunduğundan, ödemelerin düzensiz yapılmasının ve bütçe açıklarının piyasa üzerinde önemli etkileri vardı. Düzenli ve sürekli ödeme sistemi geliştirildi, 1927 yılında veznedarlık ve para nakil işlemleri için ülke içinde Ziraat Bankası, ülke dışında İş Bankası ile anlaşma yapıldı. Merkez Bankası kurulduktan sonra işler bu bankaya geçti, Merkez Bankası olmayan yerlerde Ziraat Bankası, Ziraat Bankası da yoksa şubesi olan bir bankaya bu görev verildi. Bulunulan yerde banka yok ise, mal sandıkları ve postaneler aracılığıyla iş yapıldı. Böylece, devletin hizmet alımlarında doğan borçlarını ve taahhütlerini günü gününe ödemesi mümkün oldu. Ödemelerde ilke memur aylıklarını peşin ve zamanında, istihkakları düzenli ödemek, iç ve dış taahhütleri düzenli olarak yerine getirmekti (Coşar, 1995). Ayrıca, 459 ve 1513 sayılı kanunlar ile Osmanlı’dan devreden borçlar, milli borçlar, Tekalifi Milliye’den kaynaklanan ve Hükümeti Milliye borçları bir ödeme planına bağlandı (Arsan, 1961). Devlet tüm borçlarına sahip çıktı. 1926 yılından sonra, her yıl bütçe denk bağlandı ve denk uygulandı. 1929 yılına gelindiğinde artık siyasi olarak yöneticilerde kendine güven havası yerleşmeye başlamıştı.

Osmanlı’dan farklı bir hükümet biçimi öngörüldüğünden, Osmanlı’dan farklı davranmak özellikle mali konularda halka karşı duyarlı olmak, halkı fazla sıkmayacak vergilere öncelik vermek, yeni vergiler getirmek yerine mevcut vergileri ıslah etmek vergi politikasının temel ilkeleri olarak kabul edilmişti. Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ile yüzyıllar boyunca dokunulamayan vakıfların vergi toplama yetkisi ellerinden alındı. Bu gelişme devlet gelirlerinin merkezileştirmesi sürecinin son aşamasıydı. Mali alanda ikili yapıyı ortadan kaldıracak düzenlemeleri daha sonra hukuksal ve eğitim alanındaki düzenlemeler izledi. Bu mantık silsilesi içinde aşarın kaldırılmasının da yapılan geniş kapsamlı modernleşme hareketinin bir parçası olarak değerlendirilmesi yanlış olmaz. Modern bir toplumda ayni vergilerin yeri yoktu, aynı zamanda merkezi idare vergilerin tek toplayıcısı ve uygulayıcısı olmalıydı. Bu yönüyle konu, hem bir ideolojik yaklaşım meselesi, hem de devlet mekanizmasının yeniden düzenlenmesi ile yakından ilişkiliydi. Türkiye, vergiler alanında hükümranlık haklarını Cumhuriyet döneminde yeniden elde etti. 1929 yılında, gümrük vergileri ile ilgili Lozan Antlaşması’nın getirdiği sınırlama bitince devlet, vergiler alanında tam egemenliğini kazandı. Gelirler alanında yapılan düzenlemeler ile bir yanda vergi yapısı değişirken, mali idare yeniden düzenlendi. Bunlarda en önemlisi, iktisadi, siyasi ve sosyal nedenlerle 1925 yılında Aşar vergisinin kaldırılmasıdır (Coşar, (1996d). Her ne kadar gelir kaybını telafi etmek üzere çeşitli düzenlemelere gidilse de (arazi vergisine, muamele ve kazanç vergisine zam yapılması ve tekeller yoluyla) bu verginin kaldırılması, vergi gelirlerinin azalması ve bütçenin küçülmesi demekti (Coşar, 1996e). Vergi kalktıktan sonra nümerik olarak bütçe küçülmemiş olsa da, artan gereksinimlerin karşılanmasında devlet gelirlerinin yetersiz kaldığı görüldü. 1925 mali yılı en yüksek bütçe açığı verilen yıl oldu. Gelir ihtiyacının yüksek harcama talebinin fazla olduğu savaş sonrası ortamda, aşar vergisi gibi vergi gelirlerinin dörtte birini oluşturan bir verginin kaldırılmasının önemli iktisadi, siyasi ve sosyal sonuçları oldu. 1925 yılı devlet bütçesinin açık vermesi ve gelir yetersizliği nedeniyle 1926 yılında denk bütçe politikasına geçilmesi bu yönüyle önemlidir.

Aşarın kaldırılması, ülkede vergi yapısını değiştirdi; dolaysız vergilerden, dolaylı vergiler ağırlıklı bir yapıya geçilirken, kırsal alanlardan kentlere doğru vergi yükü kaydı. Ayni vergilerden nakdi vergilere doğru geçilirken, vergi toplama usulü ıslah edilerek iltizam usulü tamamen kaldırıldı. Devlet gelirlerini gösteren (B) cetveli yeniden düzenlenerek, derli toplu bir görünüme kavuşturulur. Vergilemede, vergilerin vatandaşların ödeme gücüne uygun olması, ekonomik hayatın gelişimine engel olmayacak şekilde konulması, gelirleri arttırmanın daha çok vergi usullerinin ıslahı yoluyla sağlanması, köylü üzerinde vergi yükünün hafifletilmesi gibi kriterlere önem verildi. Ancak, aşarın kalkmasıyla köylülerin üzerindeki vergide meydana gelen göreli azalmanın etkisi uzun sürmedi. Vergilerin ağırlığından, tekellerin yüksekliğinden şikayetler 1929 Dünya Krizi sırasında arttı. Kriz sırasında ise devlet gelirlerinin azalmasına pek izin verilmedi.

1920’lerde hükümetler, devlet giderlerini tamamen vergi gelirleri ile karşılarken, vergiler içinde muamele vergileri, gümrük vergileri ile tekel gelirlerinin payı büyüdü. 1924-1929 yılları arasında çeşitli eksikleri olsa da bir vergi sistemi ve her yönüyle devlet hizmetlerinin yürütüleceği mali düzen büyük ölçüde kuruldu. Vergi sistemine ilişkin eksiklikler ve şikayetler 1930’larda giderilmeye çalışıldı; vergi kanunlarındaki sorunları çözmeye yönelik birçok kanun çıkartıldı. Ancak, bu düzenlemeler sonucunda vergi sisteminde karışıklıklar arttığı gibi, bütünlük gösteren ve ülkenin gereksinimlerine cevap veren bir vergi sistemi de kurulamadı.

1920’lerde açık bütçelerin yanı sıra, rahatsızlık duyulan iki konu daha vardı: dış ticaret açıkları, para değerindeki düşüşler. Bu yıllarda hükümet titizlikle para arzı ile oynamaktan kaçınmaktaydı. Ekonominin gereksinimlerine göre para arzını düzenleyecek, bütçenin kısa dönemli finansman zorluklarını giderecek ve Türk parasına istikrar kazandıracak bir kurumun eksikliği duyulmaktaydı (Köklü,1947). Ulusal sınırlar içinde iktisadi birliği sağlaması ve ekonominin sağlıklı bir zeminde işleyişine yardımcı olması itibarıyla para önemliydi. İstikrarlı ve güçlü para, denk bütçe ile birlikte mali itibarın ve dış saygınlığın bir göstergesi olarak kabul ediliyordu. Türkiye, 1926 yılından başlayarak ekonominin yapısı, özellikle dış kredi ve dış ticaret sorunları nedeniyle darboğazlar yaşamaya başladı. İhraç maddelerine olan dış talep azaldı, 1929 yılında gümrüklerin yükseleceği yolunda beklentiler nedeniyle spekülatif ithalat arttı, Osmanlı borçlarının ödeme zamanı geldi. Bütün bunlara, 1929 yılında meydana gelen Dünya Krizi de eklenince ekonomide bunalım en üst noktaya ulaştı(Tekeli ve İlkin, 1981 ve 1982). Türkiye’de kriz para değerinin düşmesine, dış ticaret açıklarının büyümesine, ulusal gelirin küçülmesine, halkın satın alma gücünün azalmasına ve işsizliğe neden oldu. Türkiye, Büyük Depresyon’dan 1929’un ikinci yarısından sonra etkilenmeye başladı. Krize karşı öncelikle para değerindeki düşüşleri önleyici ve ödemeler dengesini açıktan koruyucu önlemler alındı. Paranın dış değerini etkileyen her şeyin, dış ticaret açığını ve paranın iç değerini de etkilediği görüldü (Alanay,1940; Kuruç,1987 ve 1993). Bu şartlar altında kambiyo kontrol rejimine geçilerek, Türk parası önce Sterlin’e, daha sonra da Frank’a bağlandı. 1930 yılında “Türk Parasını Koruma Kanunu” çıkartılarak, dövizde spekülasyon cezalandırıldı. Aynı yılda, Merkez Bankası kuruldu. Dış ticaret düzeni doğrudan ve dolaylı yollarla kontrol altına alındı. Para konusunda alınan tüm önlemler para politikasının sloganı haline gelen “Sağlam Para” politikasında somutlaştı. Böylece, devlet, para üzerinde tüm egemenlik haklarını elde ederek, siyasi ve ekonomik hedefler doğrultusunda bir para politikası izlemeye başladı. 1930’lar boyunca sağlam para-denk bütçe politikası birbirinden ayrılmaz bir bütün oluşturdu (Coşar, 2004).

Dünya Krizi sırasında denk bütçe yapmak hayli güçleşti. Krizle birlikte azalan ulusal gelire paralel olarak bütçelerin başlangıç ödenekleri azaltıldı, ancak fiilen bütçeler küçültülemedi, bu nedenle bütçe giderlerinin ve gelirlerinin Gayri Safi Milli Hasıla içindeki payı yükseldi. 1931 ve 1933 yıllarında bütçe açıkları görüldü. Bir yanda, giderleri azaltıcı her türlü önlem alınırken, öte yanda giderlerin artık azaltılamayacağı bir sınıra gelindiği görüldü. Devlet gelirlerinin azalmasına pek izin verilmeyerek, Dünya Krizi nedeniyle gelirlerde meydana gelen düşüşü önleyici düzenlemeler getirildi. Olağanüstü vergiler(Muvazene Vergisi, İktisadi Buhran Vergisi gibi) adı altında yeni vergiler konulması, sabit oranlı vergilerin krizle birlikte ağırlaşması, halk üzerindeki (özellikle sabit gelirliler) vergi yükünün artmasına ve halkın şikayetlerine neden oldu. Vergilemede de sınıra gelindi.

1931 yılında Devletçilik ilkesinin yanı sıra, Denk Bütçe ilkesi de Cumhuriyet Halk Partisi’nin programına girdi. 1930 lu yıllarda denk bütçe politikası hedefine ulaşmıştı. Denk bütçe politikası Türkiye’nin siyasi varlığına yönelik tehditleri yok etme doğrultusunda oluşturulmuştu. Bu yönüyle hem geçmişe karşı bir tepki, hem de Lozan’da elde edilen ekonomik ve mali bağımsızlığın siyasi olarak korunması anlamına gelmekteydi. 1930 larda devletçilik politikası da bu bağlamda değerlendirilmelidir. Bu yönüyle devletçilik, o güne kadar sürdürülen denk bütçe-sağlam para politikasına nesnel ve güçlü bir iktisadi temel sağlayacak araçtı. Ülkenin iktisadi bağımsızlığını sanayileşme olmadan kazanamayacağı düşünülüyordu. Sanayileşme politikası ve daraltıcı etkisi olan denk bütçe politikası bir arada uygulandı; ancak, nasıl? Görünürde bütçe denkti, ancak gerçekte açıktı. Olağanüstü ödenek sistemi kullanılarak bütçeler büyütülerek, vergiler ve uzun dönemli iç borçlanma kullanılarak sanayileşme finanse edildi. Devletçiliği finanse etmede kullanılan mali politika dönemin gerçeklerine paralel bir gelişim gösterdi. İç borçlanmayı sağlamak üzere kararlı bir mali düzen kurmak, tasarrufları teşvik etmek, koruyucu yasal düzenlemeleri yapmak, öte yandan dış borçlanmayı verimli alanlarda kullanmak biçiminde ortaya çıkan uygulamalar, ulusal bir ekonomi kurmayı hedefleyen yönetimin iktisadi hedeflerine uygundu. Devletin harcama politikası, 1926 yılında denk bütçe politikasına geçilmesiyle birlikte, gelire göre gider yapma temelinde oluştu. Devleti güçlendirmeye yönelik askeri ve iç güvenlik harcamalarına, özellikle bayındırlık harcamalarına ve demiryollarına önem verildi.

Konsolide bütçe açıklarının gelişimi ve açıkların Gayri Safi Milli Hasıla(GSMH) içindeki payı, Tablo 1’de yer almaktadır. 1925, 1931 ve 1933 yıllarında bütçeler açık verirken, diğer yıllarda bütçe fazlaları görülür. 1925 yılında öngörülen açıktan çok daha büyük bir bütçe açığı verilir. Durumu kritik bulan hükümet bir dizi önlemler alarak, 1926 yılı bütçesi ile denk bütçe politikasını uygulamaya koyar. Denk bütçe politikası titizlikle uygulanır. 1931 yılına kadar uygulamada bütçe denkliği sağlandı. Ancak, Dünya iktisadi krizinin etkisiyle azalan GSMH a paralel gelirlerde ortaya çıkan düşüşe karşı harcamalar yeterince sınırlanmayınca bütçe açığı ortaya çıktı. Her ne kadar 1931 yılında bütçe ödeneklerinde ortalama % 16 oranında bir düşüş öngörülse de, gerçekleşme (harcamalar), ödenekler miktarını % 11 i aştı. Öte yandan, gelir tahsilatı tahmin edilen düzeyin altında gerçekleşince bütçe açığı ortaya çıktı. Kriz yıllarında tahminlerin isabetli olmayabileceğine Meclis’te bütçe görüşmesi sırasında işaret edilmişti. Ancak, Kriz’in etkisinin boyutları pek tahmin edilemedi. Bütçe açığından kaçınmak üzere çeşitli iktisadi, idari ve mali önlemler alındı. İdari harcamalarda tasarrufa gidildi, çalışma saatleri uzatıldı, israftan kaçınıldı. Gelirlerde düşüş, olağanüstü vergiler ve diğer vergilere zam yapılarak önlenmeye çalışıldı. Bu önlemler dış ticaret, para ve döviz alanında yapılan düzenlemelerle desteklendi. 1932 yılında, alınan acil önlemler ile bütçe denkliği sağlansa da, 1933 yılında tekrar bütçe açığı verildi. İş darlığı, mübadele azlığı ve düşük fiyatlar devam ederken ve hala 1930 yılındaki yanlış gelir tahminlerinin sonuçları etkisini sürdürdü. 1931 yılında ortaya çıkan açık GSMH’nın % 1’i düzeyinde iken, 1933 yılı bütçe açığı, 1931 yılına göre daha küçüktür. 1933 yılında sonra ise, bütçe fazlaları görüldü. Giderek artan bütçe fazlaları ile sanayileşme giderleri finanse edildi. Kriz yıllarında, denk bütçeler yapılmaya özen gösterilse de, mali alanda aksaklıklar yaşandı. Örneğin, bütçe zamanında Meclise sunulamadı (Erçin, 1938a). 1931 ve 1932 yıllarında bütçenin gecikmesi nedeniyle geçici bütçeler yapıldı. Diğer ülkelerde kriz, bütçenin önceden kabulü ve tasdikini engellerken, Türkiye’de birkaç küçük aksaklık dışında, titizlikle düzenli olarak bütçe yapılmaya devam edildi.






Giderler

Gelirler Bütçe Dengesi













Yılı

Başlangıç (1)

Yıl Sonu (2)

Harcama (3)

Tahmin (4)

Tahsilat (5)

Öngörülen (6)

Gerçekleşen (7)

GSMH (8)

(3/8)

(5/8)

(5/3)

1924

154,5

204,3

141,3

144,1

146,5

-10,4

5,2

1.203,8

11,7

12,2

103,7

1925

198,2

298,0

214,6

167,8

185,8

-30,4

-28,8

1.525,6

14,1

12,2

86,6

1926

210,1

258,6

191,2

209,5

202,1

-0,6

10,9

1.651,0

11,6

12,2

105,7

1927

223,9

276,7

223,4

224,9

233,5

1,0

10,1

1.471,0

15,2

15,9

104,5

1928

250,0

283,6

227,9

255,0

251,1

5,0

23,2

1.633,0

14,0

15,4

110,2

1929

255,4

278,1

254,6

256,4

267,8

1,0

13,2

2.073,0

12,3

12,9

105,2

1930

257,3

284,3

248,9

257,6

254,0

0,3

5,1

1.581,0

15,7

16,1

102,0

1931

219,5

262,1

238,6

221,1

214,6

1,6

-24,0

1.392,0

17,1

15,4

89,9

1932

200,4

262,6

240,8

199,0

235,3

-1,4

-5,5

1.171,0

20,6

20,1

97,7

1933

203,0

270,6

255,5

200,4

231,9

-2,6

-23,6

1.141,0

22,4

20,3

90,8

1934

217,3

289,6

265,8

215,1

278,5

-2,2

12,7

1.216,0

21,9

22,9

104,8

1935

234,1

326,4

302,0

234,0

316,5

-0,1

14,5

1.310,0

23,1

24,2

104,8

1936

253,1

329,4

310,5

253,1

320,6

0,0

10,1

1.695,0

18,3

18,9

103,3

1937

282,4

382,0

364,4

282,8

378,4

0,4

14,0

1.807,0

20,2

20,9

103,8

1938

309,9

398,7

375,9

310,2

394,9

0,3

19,0

1.896,0

19,8

20,8

105,1

Kaynak: Nevin Coşar, Savaş, Kriz ve Bütçe Politikası, Bağlam, 2004.

Yüklə 431,17 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin