SIĞINMA VE GÖÇ KONUSUNUN SOSYAL ÇALIŞMA MESLEĞİNDEKİ YERİ
Öncelikle söylenmesi gereken herhalde şudur: Nasıl ki sosyal çalışma mesleği korunmaya muhtaç, başka deyişle korunma gereksiniminde bulunan kişilere yardım ve destek mesleğidir; sığınmacılar da konumları gereği uluslararası korunma gereksiniminde bulunan kişilerdir. Göçmenler de durumuna göre konumları gereği ulusal ve uluslararası korunma desteklenme durumunda olan kişilerdir. Bu boyutuyla doğrudan sosyal çalışmanın ilgi alanına girerler. Bu korunma ve desteklenme gereksinimi ortadan kalkana değin…
İkinci olarak belirtilmesi gereken; sosyal çalışmanın her türlü koruma ve destekleme, bu kapsamda sağaltım, rehabilitasyon ve bakım hizmetlerini belirli insani değerlere ve ölçütlere, bilimsel ve mesleksel kurallara, ilkelere ve bilgilere göre yapması gerektiği gibi göçmen ve sığınmacı sorunlarının çözümünde de aynı yukarıda söylediğim gibi, mesleksel işlevlerini insani değerlere ve ölçütlere, bilimsel ve mesleksel kurallara, ilkelere ve bilgilere göre yerine getirecektir. Bunun için de önce bilim dallarından sağlanan ve mesleğin oluşumunda kullanılan bilgiler bakımından yetkin olmak zorundadır. Bu bilgi yelpazesinin önemli iki temel boyutunu göç ve sığınma tarihi, örgütlenmeleri ve hukuku oluşturur.
SIĞINMACILIK ALANINDA SOSYAL ÇALIŞMACININ ROLÜ
Türkiye’de sığınmacılık alanında bir etkinlik olduğu zaman çoğunlukla işleri güdüleyen ve itekleyen Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK), Uluslararası Göç Örgütü (IOM) gibi uluslararası kuruluşların ile Türkiye’den ilgili STÖ’lerin yanısıra başta İçişleri Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı olmak üzere Sahil Güvenlik Komutanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, üniversiteler gibi birçok kamu kurumunun yeraldığını görmekteyiz. Herbiri ayrı ayrı önemli olan bu kadar kamu kurumunun yanında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı da olmalıdır. Sürekli ve kaçınılmaz olarak… Çünkü çalışılan, tartışılan ve eylem modelleri üretilen özne insandır. Erkektir, kadındır, gençtir, çocuktur, bebektir. Babadır, anadır, büyükbabadır, dededir, büyükannedir, anneannedir, teyzedir, dayıdır, haladır, amcadır, kuzendir, Ve bunlar derin sorunlar içindedirler. Ve bunların örgütlü, düzenli ekonomik ve sosyal yardımlara psikolojik desteklere gereksinimleri vardır.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı herbiri ayrı genel müdürlük olarak örgütlenmiş sosyal yardımlar, aile ve toplum hizmetleri, çocuk hizmetleri, özürlü ve yaşlı hizmetleri, kadının statüsü ve sorunları ile ilgili sorumluluklarıyla sığınmacı sorunsalının tam ortasındadır. Hatta sığınmacı sorunsalının insan boyutu devreye hem de tam gövdeden devrede olmadıkça yapılacak en başarılı çalışmalar bile soğuk bir devlet hizmeti, ceberrut devlet hizmet olarak algılanacaktır. Sığınmacıya izin verdi, eleştiri alır, ülkesine geri yolladı, gene eleştiri alır. İnsan boyutu olmayan tartışmalar sert ve kısır kalma riski taşır.
Göç ve sığınma alanında sosyal çalışmacılar önemli çalışmalar yaparlar. Türkiye gibi bir ülkede bu alanda sosyal çalışmacının rolü ve işlevi göç alan ülkelere bakıma bir kat daha fazla olmak gerektir. Çünkü gelişmiş ülkeler sadece giren göçlerle ilgili iken ve mesleki çalışmaları bu boyutta sürdürürken Türkiye hem göç alan ve hem de göç veren bir ülkedir (Tomanbay, 2004, 4). Bunun yanısıra hem sığınma alan hem sığınma veren bir ülkedir. Bunun her iki boyutu da (göç ve sığınma) ve bunun heriki boyutu da (almak ve vermek) sosyal çalışma mesleğini hem ilgilendirir, hem sorumluluklarını arttırır ve karmaşıklaştırır.
Sosyal çalışma mesleği kendisini işlerli kılan yöntemlerini sığınmacıların sorunlarının çözümünde de kullanır. “Sosyal hizmet [sosyal çalışma, yazarın notu] birey/grup/aile ve toplumla çalışma, toplum kalkınması, sosyal yönetim ve toplum aksiyonunu [toplumsal aksiyon, toplumsal eylem, yazarın notu] planlama gibi bileşenlere sahiptir. Bunlar mültecilere yönelik müdahalelerin düzeyini belirlemede önemli bileşenlerdir.” (Buz, 2004, 127).
TARİHÇE VE KONUYLA İLGİLİ ULUSAL VE ULUSLARARASI ÖRGÜTLENMELER
Bu yazının çerçevesi tarihçe temelinde bu sığınma ve göç örneklerini verebilmek için yeterli olmayacaktır. Bu nedenle temel bir saptamayla konuyu özetleyelim. Sığınmacı olgusu insanlık tarihi kadar eskidir. Kendi toprağında, kendi ülkesinde, kendi yönetim otoritesi altında can güvenliği içinde olamayan insanların tanımadıkları, dilini kültürünü bilmedikleri ülkelere kaçmaları hatta belki de insan hakları, insan değeri ve demokrasi olgularının gelişmediği dönemlerde gündelik olaylardandı ve belli bir tüzel düzenlemeyi bile gerektirmiyordu. Özellikle birinci dünya savaşından sonra zorunlu göç ve sığınma konuları sanayi devriminden sonra örgütsel, toplumsal ve siyasal olarak yeniden yapılanma çabalarına giren Avrupa ve yeniden paylaşım konusu olan Avrupa dışı ülkeler için ciddi bir önem kazandı. Uluslararası kaynak oluşturma, aktarma ve kullanma girişimleri dünya tarihinde bu alanda ilkkez yaygınlaştı.
Sığınmacılık sorunsalı dünya örgütlenmelerinin ilgisini 1. Dünya Savaşından sonra çekmeye başlamıştır. Bu savaş nedeniyle ülkelerinden ya da başka ülkelerden kimlik kaydı elde edilemeyen, dolayısıyla yurttaşlık hakkı bulunmayan kişilere sığınma ile ilgili makamlar tarafından verilen bir belgeye Nansen Pasaportu adı verildi. Bu belge meşhur Norveçli kaşif ve diplomat Fridtjof Nansen (1861-1930) tarafından geliştirilmiş ve 1922 yılında BM tarafından kabul edilerek işleme sokulmuştur. Bulucusundan ötürü adına Nansen Pasaportu denir. Milletler Cemiyeti Pasaportu (Birleşmiş Milletler Pasaportu) olarak da bilinir. Bu pasaport yurtsuzların 52 ülkeye yolculuk yapabilmelerini sağlamıştır2. En önemli etkinliklerinden biri 1. Dünya Savaşında savaş tutsaklarının yurtlarına dönmelerini sağlayan çalışmalarıdır. Nansen ömrünün son on yılını o zamanki adıyla Milletler Cemiyeti bünyesinde sığınmacılar için yaptığı çalışmalara adadı. Dünyada ilk olarak BM Sığınmacılar Yüksek Komiseri olarak atandı.
Böylelikle konu ile ilgili ilk örgütlenmeler3:
27 06 1921. Tarihte sığınmacılar için açılan ilk uluslararası büro, Milletler Cemiyetinin (Uluslar Ligi – League of Nations) bünyesinde İsveçli kaşif Dr. Fridtjof Nansen tarafından kurulup yönetilen Sığınmacılar Bürosu kuruldu. (Rus sığınmacıların sorunlarının çözülmesi ile ilgili olarak…)
1924. Bu sığınmacılar Bürosunun görev statüsü kapsamına Ermeni sığınmacılar da alındı.
1929. Bu sığınmacılar Bürosunun görev statüsü kapsamına “diğer sığınmacı kategorileri” de alınmıştır. Bunlar Asurlular, Suriyeliler, Kürtler ve Türkler’dir.
01 04 1931. Nansen’in ölümünden sonra Cenevre’de Milletler Cemiyeti bünyesinde kurulan sığınmacılar bürosu Uluslararası Nansen Sığınmacılar Bürosu (Nansen International Office for Refugees) adıyla çalışmalarını sürdürmeye başladı.
04 07 1936. Milletler Cemiyeti tarafından Almanya’dan kaçan sığınmacılar için Londra’da “Almanya’dan Gelen Sığınmacılar Yüksek Komiserliği” (High Commission for Refugees Coming From Germany) kuruldu.
06-15 07 1938. ABD’nin girişimiyle Evian Konferansı toplanmış ve bu toplantıda alınan kararla Devletlerarası (Hükûmetlerarası) Sığınmacılar Komitesi kuruldu.
1938. Nansen Sığınmacılar Bürosu Nobel Barış Ödülünü kazandı.
1938. ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt'in öncülüğüyle, Nazi Almanyası'ndan gelen sığınmacıların yerleştirilmesine ilişkin uluslararası girişimleri düzenlemek amacıyla Hükümetlerarası Mülteci Komisyonu (IGCR/ICR) kuruldu.
1939. Milletler Cemiyeti Yüksek Komiseri olarak da görev yapan Sir Herbert Emerson'un yönettiği Hükumetlerarası Mülteci Komisyonun etkinlik alanı 1943'te tüm Avrupalı mültecileri kapsayacak biçimde genişletildi.
1946. Birleşmiş Milletler Uluslararası Mülteci Örgütü (International Refugee Organization - IRO) kuruldu, (Üç yıl için kuruldu, görevini tamamlamasıyla ortalama beş yıl sonra, Ocak 1952’de kapatıldı. Avrupa ve Asya’daki sığınanları destekledi. Daha önce IGCR/ICR'nin yerine getirdiği, mültecilerin yasal haklarının korunması ve yeniden yerleştirilmesi görevlerini de üstlendi.)
01 07 1947. IRO, 1943-47 arasında etkinlikte bulunan Birleşmiş Milletler Yardım ve Rehabilitasyon İdaresi'nin (UNRRA) işlevlerini üstlendi; böylece IGCR'nin de etkinliğine son verildi. 1951’e dek çalışmalarını sürdürdü. Kurulmasıyla görevini BMMYK’ne devretti.
14 12 1950. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği kuruldu (BMMYK) (United Nations Hoch Commiseriat for Refugees - UNHCR). (1 Ocak 1951 günü göreve başlamak üzere, üç yıl için… IRO'nun görevlerini üstlendi.)
28 07 1951. Sığınmacıların (Mültecilerin) Hukuki Statüsüne İlişkin Sözleşme (Cenevre Sözleşmesi) kabul edildi. (Örgütlenme olmamasına karşın evrensel ve kalıcı bir düzenleme olduğu için ayral olarak yazıldı.)
26 11-05 12 1951. Uluslararası Göç Konferansı Brüksel’de toplandı. Temsil edilen ülkeler: Arjantin, Avutralya, Avusturya, Belçika, Bolivya, Brazilya, Kanada, Şili, Kolombiya, Danimarka, Fransa, Almanya, Yunanistan, Guatemala, İsrail, İtalya, Lüksemburg, Hollanda, Norveç, Paraguay, Peru, İsveç, İsviçre, Türkiye, İngiltere, ABD, Venezuela. Bu konferansta PICMME kuruldu.
05 12 1951. Hükumetlerarası Avrupa Göç Örgütü (Intergovernmental Committee for the Movement of Migrants from Europa – PICMME) kuruldu. 16 devlet kurucu üye oldu: Avustralya, Avusturya, Belçika, Bolivya, Brezilya, Kanada, Şili, Fransa, Almanya, Yunanistan, İtalya, Lüksemburg, Hollanda, İsviçre, Türkiye, ABD. (Daha sonra ICEM oldu.)
1951. Uluslararası Göç Örgütü (International Organisation for Migration - IOM) Cenevre’de kuruldu4.
1952. Hükumetlerarası Avrupa Göç Örgütü (Intergovernmental Committee for European Migration (ICEM) kuruldu. (Daha sonra ICM oldu.)
21 07 1960. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği Türkiye’de ilkkez temsilcilik açtı5. (Ankara).
31 01 1967. Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Protokol (New York Protokolü) kabul edildi. (Örgütlenme olmamasına karşın evrensel ve kalıcı bir düzenleme olduğu için ayral olarak yazıldı.)
1980. Hükumetlerarası Avrupa Göç Örgütü (Intergovernmental Committee for Migration (ICM) kuruldu. (Daha sonra IOM oldu.)
1991. Uluslararası Göç Örgütü (International Organisation for Migration - IOM) Türkiye ofisi Ankara’da açıldı.
05 10 1992. Türkiye’de ilk kez bir Sosyal Hizmet Bölümünde Göçmen ve Sığınmacı Sorunları ve Sosyal Hizmet adlı seçmeli ders açıldı: Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmetler Yüksekokulu. (Bu seminer kesintisiz sürüyor.)
1994. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği Türkiye’de ilkkez büro açtı (Bayrampaşa, Istanbul).
1994. Uluslararası Göç Örgütü (International Organisation for Migration - IOM) Istanbul bürosu açıldı.
16 11 1995. Türkiye Cumhuriyeti ile Uluslararası Göç Örgütü arasında UGÖ’nün Türkiye’de çalışabileceğine dair antlaşma imzalandı.
22 12 1995. Konu ile ilgili olarak Türkiye’de ilkkez bir STÖ kuruldu: Sığınmacı ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği (Ankara).
1996. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği sığınmacılar için Türkiye’de ilkkez başvuru bürosu/danışma bürosu açtı. (Van).
20 06 2001. Dünya Mülteciler Günü olarak kabul edildi. Her yıl konu gündeme getirilip anılıyor.
11 2004. Türkiye Uluslararası Göç Örgütüne üye ülke oldu.
10 07 2006. Sığınmacı ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği Kayseri başta olmak üzere Ankara dışında bürolarını açmaya başladı.
31 01 2008. İzmir’de Mültecilerle Dayanışma Derneği kuruldu.
01 04 2010. Sığınmacı ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği Istanbul bürosu açıldı.
Ve, çeşitli tarihlerde Türkiye’de çeşitli üniversitelerde göç ve sığınmacılık konularında eğitim, araştırma, uygulama merkezleri kurulmaya başlandı. Ayrıca, kimi sivil toplum örgütleri sığınmacılık ve göç konularıyla ilgilenmeye başladılar6.
Yukarıdaki kronolojiden Türkiye’deki örgütlenmeler de düzenlemeler de görülüyor. Bunlara konu ile doğrudan ilgili olarak kurulmamış ve ama sonradan konuyla ilgilenmeye karar vermiş sivil toplum örgütlerini de ekleyiniz. Helsinki Yurttaşlar Derneği gibi… Dünya’da sığınmacılık konusuyla örgütlenmeler BM düzeyinde BMMYK ile temelde oturmuş görülüyor. Türkiye’de konu toplumbilimsel ve siyasal olarak ve hukuk düzleminde de yansıyarak gelişme gösterdikçe örgütlenmelerin de gelişeceği ve proje temelinden kalıcı örgütlenmelere doğru gelişme göstereceği açık görünmektedir. Burada önemli olan sığınmacılık olgusunun siyasal ve ekonomik eşitsizliklerin artmasıyla bireysel bir durum olmaktan çıkıp toplumsal bir olgu durumuna gelmesi sürecidir. Bu süreç hızlandıkça ve geliştikçe sığınmacılık devlet ve toplum örgütlenmelerinin yanısıra sosyal çalışma mesleği için de ağırlıklı bir konu olma potansiyelini arttıracaktır. 7
KONUYLA İLGİLİ ULUSAL VE ULUSLARARASI MEVZUAT
İnsanın özgürlüğünün elinden alınması, tutuklanması boyutlarıyla 1214 Büyük Özgürlükler Sözleşmesinde (Magna Charta Libertatum) yeralan ilkeler sığınmacılar için de uygulanmalıydı.
10 Aralık 1948 tarihli BM Genel Kurulunda ilan edilen ve 27 Mayıs 1949 tarihinde T.C. tarafından onaylanan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 3., 6.,ve diğer birçok maddeleri dolaylı, 13. ve 14. maddeleri doğrudan sığınmacı haklarını düzenlemektedir8.
Bir önceki bölümde okuduğunuz konuyla ilgili ilk örgütlenmelerin kuruluş kararnameleri, kuruluşlarıyla ilgili azılı düzenlemeler tarihteki ilk yazılı tüzel düzenlemelerdir aynı zamanda. Yukarında adı geçen örgütlenmelerin gerçekleşmesi için ulusal, uluslararası ve BM boyutunda alınan yazılı kararlar, çıkarılan mevzuat bir yana bu alanda ve konuda açılan ilk önemli uluslararası mevzuat 1951 Cenevre Sözleşmesi kısa adıyla anılan Sığınmacıların Hukuksal Statüsüne İlişkin 1951 Sözleşmesidir (28 Temmuz 1951, Cenevre). Türkiye Protokolü 24 08 1951 günü imzalamış. 29 08 1961 günü TBMM’de onaylamıştır. Bunu gene Sığınmacıların Hukuksal Statüsüne İlişkin 1967 Protokolü (31 Ocak 1967, New York) izler. Kısa adıyla 1967 Protokolü ya da New York Protokolü…
Bu yazının sınırlarını aşmamak için kısaca söylemek gerekirse 1951 Cenevre Sözleşmesi kendisinden önce imzalanmış toplam dokuz tüzel düzenleme, sözleşme ve antlaşmayı ortadan kaldırmış, onların yerini almıştır9. Bu nedenle temel bir öneme sahiptir. 1967 New York Protokolü 1951 Sözleşmesinin tamamlayıcısıdır, geliştirilmiş ekidir.
Cenevre Sözleşmesi özetle, özellikle 2. Dünya Savaşından sonra Avrupa’da savaş sırasında ve nedeniyle görülen yerinden edilme, yerinden olma ve geri dönme konularının hukuksal düzenlemelerini sağlar. Ancak sözleşmede 1951 yılından önce ve Avrupa’da meydana gelen olaylar” olarak sınırlandırılmıştır. Ve bu düzenleme ve eylemlere ilgili tüm ülkelerin maddi manevi katılımını erekler. Bu nedenle de ilk kapsamlı ve evrensel sığınmacı tanımını bu sözleşmede görürüz.
1967 New York Protokolü, 1951 öncesi sınırlamasını kaldırarak 1951 sonrasında ortaya çıkan olaylar sonucunda da sığınmacılara koruma sağlanmasını kabul etmiştir.
Türkiye 1967 Protokolünü 1968 yılında onaylamış ve 1951 sözleşmesindeki sınırlar içinde kabul ettiğini deklare etmiştir. Yani Avrupa’da meydana gelen olaylarla sınırlı kabul etmiştir. Yani 1951 sözleşmesine uygun mülteci statüsünü sadece Avrupa’dan gelen mültecilere uygulamaktadır. Bu kapsam dışından gelen sığınma arayanlara geçici sığınma statüsü vermektedir. Türk kökenli ülkelerden gelen sığınmacıları da göçmen statüsünde kabul etmektedir.
Türkiye’de 1951 ve 1967 sözleşmelerinin TBMM’nde kabullerini belgeleyen yasalar desteğinde yukarıda andığım iki uluslararası sözleşme bugüne değin Türkiye’nin sığınma sorunsalını karşılayan biricik mevzuat olarak kalmışlardır. Ancak, 1951 sözleşmesinde Türkiye’nin üzerlendiği yükümlülükler daha sonra ardarda çıkarılan 2510 sayılı İskan Kanunu (1934), 5682 sayılı Pasaport Kanunu (1950), 5683 sayılı Yabancıların Türkiye’de İkamet ve Seyahatleri Hakkında Kanun (1950), 403 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanunu (1964), 1111 sayılı Askerlik Kanunu (1927) düzenlemeleriyle yerine getirilmiştir10.
1994 yılında 1951 Cenevre Sözleşmesinin kabulünü sağlayan yasaya dayalı olarak bir yönetmelik çıkarılmıştır. Kısaca 1994 Yönetmeliği olarak anılan yönetmeliğin tam adı şudur: "Türkiye'ye İltica Eden veya Başka Bir Ülkeye İltica Etmek Üzere Türkiye'den İkamet İzni Talep Eden Münferit Yabancılar ile Topluca Sığınma Amacıyla Sınırlarımıza Gelen Yabancılara ve Olabilecek Nüfus Hareketlerine Uygulanacak Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik" (1994)11
Bu yönetmelik Türkiye’de sığınmacılar için yapılan uygulamaları daha bir netleştirmiş, başvuru makamlarının kimler olacağını ve mültecilik sürecini hukuksal bir çerçeveye oturtmuştur. Yönetmelik Türkiye’ye giriş yapan “münferit yabancılara”, “toplu sığınma ya da nüfus hareketlerine karşı”, “sınırlarımızdan içeri giriş yapan toplu sığınma hareketi ya da göç hareketi durumunda” ayrı ayrı ve ortak hükümler olarak uygulanacak usul ve esasları belirlemiştir.
Bu yönetmelikte de yönetsel düzenlemelerin dışında sosyal düzenlemelerin yeterli olmaması durumu güçleştirmektedir. Ancak, herikisini de Türkiye’nin onayladığı 1948 İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ile 1989 Dünya Çocuk Hakları Bildirgesi sığınmacılara, özellikle çocuk, kadın, yaşlı, genç ve özürlü sığınmacılara sosyal destek sağlamanın tüzel temelini oluşturmaktadır.
Türkiye’nin halen, son yıllarda yapılan ve hayli uzayan yasa yapma çalışmaları son aşamaya gelmiştir. İlgili komisyonlardan geçen yasa tasarısı TBMM’nin onayını beklemektedir.
Varolan ilgili tüzel düzenlemeleri sosyal çalışmacılar bilmelidirler. Çünkü hukuksal boyutu iyi bilen bir sosyal çalışmacı göçmen ve sığınmacılara daha iyi hizmet üretebilir. Örneğin, 17 08 2002 günü çıkarılan İskan Kanunu Uygulama Yönetmeliğinin 8. Maddesi, sığınma arayanların Türkiye’ye giriş yaptıkları tarihten itibaren iskan yardımlarından iskan projelerinin belirlediği süre içinde karşılıksız yararlandırılacaklarını hükme bağlamıştır. Bu hükme göre sığınanlara iskan yardımı sağlamak temel bir sosyal hizmettir. Bu maddeyi bilmeyen bir sosyal çalışmacı hizmet vermek istediği ya da vermekle yükümlü olduğu sığınanın (ya da sığınma arayanın) konut, yerleşim sorununun çözümünde yetersiz kalacaktır.
MÜLTECİ VE SIĞINMACI TANIMLARI
Cenevre Sözleşmesinin I. BÖLÜM Genel Hükümler başlıklı 1. Bölümünde yeralan 1. Maddesine göre, mülteci;
“12 Mayıs 1926 ve 30 Haziran 1928 Düzenlemeleri veya 28 Ekim 1933 ve 10 Şubat 1938 Sözleşmeleri, 14 Eylül 1939 Protokolü ya da Uluslararası Mülteci Örgütü Tüzüğü’ne göre mülteci sayılan”
“1 Ocak 1951’den önce (Avrupa’da ya da başka bir yerde) meydana gelen olaylar sonucunda ve
“… ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri yüzünden, zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan, ya da söz konusu korku nedeniyle yararlanmak istemeyen; yahut tabiiyeti yoksa ve bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen” kişidir (Md. 1/A).
Görüldüğü üzere bu tanımda birkaç önemli nokta mülteci tanımını belirler. Bunlar,
“ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri yüzünden” kendi ülkesinde barınabilme güveni kalmamış olmak,
“zulme uğrayacağından” korkmak ve bu korkunun
“haklı sebeplerle” olması,
“vatandaşı olduğu ülkenin korumasından yararlanamayan”
ya da “söz konusu korku nedeniyle” bu korunmadan “yararlanmak istemeyen”;
ya da “tabiiyeti yoksa”, buna karşın daha önce yaşadığı, oturduğu “ülkesinin dışında bulunan”, ve bu ülkeye
“dönemeyen” ya da
“söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen” kişi mülteci kavramı içine girer.
Bu özellikleri daha da azaltırsak siyasal düşünceleri başta olmak üzere ırkı, dini, uyruğu, belli bir toplumsal gruba aitliği gibi nedenlerle yaşadığı toplumda zulme uğrama korkusu yaşayarak bulunduğu toprakları terkeden kişi mültecidir.
Burada konuyu kavrayabilmek için bir kavram sorununa işaret etmeliyiz. 1951 Sözleşmesinin birinci maddesinde tanımı yapılan kavram özgün İngilizce metinde görüleceği üzere “refugee”dir. Bunu Türkiye Parlamentosu resmi çevirilerde “mülteci” sözcüğüyle karşılamıştır. Bu noktada bir yanlışlık yoktur. Bu konuyla ilgili genel kavramdır ve tanımdan da bu genellik görülebilir. Ancak aynı İngilizce sözleşmede bir başka kavram daha kullanılmıştır: “Asylum”. Bu, korunma, sığınma anlamındadır.
Bir ülkeye sığınma amacıyla başvuran, yani sığınma arayan kişilere İngilizce metinlerde asylum seeker denmiş, sığınma hakkını almak için başvuran ve alanlara da refugee kavramı uygun görülmüştür. Türkiye bunu refugee için sığınmacı (sığınma hakkını almış, sığınmacılığı iş edinmiş anlamında…), asylum seeker için sığınma arayan demesi gerekirken bu kavramı sığınmacı olarak çevirmiş ve Türkçe’de iki İngilizce kavramın karşılıkları aynı anlama gelen Arapça ve Türkçe iki sözcükle yapılmıştır. Birinin karşılığı Arapça mülteci (refugee), diğerinin Türkçe kökenli sığınmacı (asylum seeker) yapılmıştır. Böylece hem dilbilimsel bir yanlışlık yapılmıştır ve hem de anlama ve algılama zorlaşmıştır.
Bu nedenle bu yazıda refugee karşılığı olarak mülteci yerine sığınmacı, asylum yerine sığınma ve asylum seeker yerine sığınma arayan karşılıkları kullanılmıştır12. Herhalde Türk dilini doğru kullanılması önemlidir ve bu kullanım doğrudur.
SIĞINMA SÜRECİ
Süreç kendi ülkesinde zulüm gördüğüne haklı olarak inanan ve kendisi ve ailesi adına can korkusu taşıyan, kendi yetkili otoriteleri tarafından korunma ve can güvenliği sağlanmayan, sağlanamayan kişinin ya da kişilerin yasal ya da yasadışı yollarla yabanı bir ülke topraklarına girerek sığınma hakkı istemesiyle başlar.
Başvuru yeri polistir. Her bir karakoldur. Sokakta rastlanılan polistir. Polis bu durumda ırk, din, dil, cinsiyet ve politik ayrım yapmadan başvuruyu kabul eder ve kişiyi en yakın ilgili makama götürür. Herkesin sığınma istemi saygı ve ilgiyle karşılanmak durumundadır. Dinleme, kayıt ve ilk güvenliğin sağlanmasının (can güvenliği, geceleme, karnının doyurulması) ardından kişi ile ilgili sağlanan evraklar ve tutulan tutanak İçişleri Bakanlığına yollanır. Sığınmacılık isteminin kabul ya da reddi İçişleri Bakanlığının görevleri arasındadır. Türkiye’de sığınmacılık konusunda karar yargısal değil yönetseldir. Başvuru sahibi red kararını kabul etmek istemezse yargıya başvurma hakkı saklıdır.
Dünyanın her tarafında sığınma hakkı isteyen için başvuru yapılan devletin karşısında üç yol bulunmaktadır.
-
Sığınma arayan kişinin sığındığı ülkeden kendi ülkesine gönüllü geri dönüş için ikna edilmesi,
-
Sığınma hakkının kabul edilmesi ya da
-
Üçüncü bir ülkeye yerleştirilme seçenekleri.
Bunların her üçünde de temel amaç güvenli bir barınma ve yaşama hakkının güvence altına alınmasıdır. Bu seçenekler arasında ülkesine zorla geri gönderme yoktur. O zaman yaşam hakkını tehlikeye atmış olursunuz. Uluslararası tüm düzenlemeler o ülkede bu kişi için varolduğu düşünülen ya da varolan yaşam güvenliğini tehdit eden koşulların ortadan kalkmaması durumunda ya da can güvenli sağlanmadan geri göndermeyi reddeder. Buna geri gönderilmeme ilkesi denir. “Geri göndermeme (non-refoulement) ilkesi uluslararası mülteci hukukunun temel bir öğesidir. Geleneksel hukuk ile Türkiye’nin taraf olduğu 1951 Cenevre Sözleşmesi, AİHS ve İşkenceye Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi ile Türkiye bu ilkeye mutlak saygı göstermek hukuki sorumluluğu altında bulunmaktadır (Serbes, 2012).
Sığınmacılık hakkı kendisine verilen kişi/ler o ülkede tüm haklardan yararlanarak kalabilme ve çalışabilme olanağına sahip olurlar. Kendilerine koruma ve yardım sağlanır. Sığınma istemi geri çevrilen kişiler yargıya başvurup onun sonucunu bekleyebilirler. Sığınma istemi geri çevrilmiş ve mahkemenin kararı da bu doğrultudaysa başvuru sahibi ülkeyi onbeş gün içinde terketmek zorundadır.
2006 yılında çıkarılmış bulunan Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasası (5510) uyarınca sığınma isteminde bulunanların da sağlık koruma güvenceleri sağlanmıştır (Md. 60/c-2 ile 61/b). Milli Eğitim İlçe Müdürlüklerine başvurdukları takdirde Türkiye’de bulundukları süre içinde okul çalındaki çocuklarını bir öğretim kurumuna yazdırabilirler. Bununla ilgili temel tüzel düzenleme Türkiye’nin de imzaladığı Çocuk Hakları Sözleşmesidir13.
Dostları ilə paylaş: |