ULUSLARARASI GÖÇ VE MÜLTECİ SORUNUNDA
DÜNYA SEVGİSİ VE POLİTİK DOSTLUK:
Kamu Yönetiminde Yeni Roller Üzerine Bir Değerlendirme
Ali Fuat GÖKÇE*
Özet
Göç sorunu küreselleşmenin hissedildiği tüm coğrafyalarda siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel boyutlarıyla gündemin ilk sıralarına yerleşmiştir. Toplumlar ve devletler üzerinde ciddi etkisi görülen göç hareketleri uluslararası ilişkilerin ve ülke içi politikalarının belirlenmesinde önemli etkenlerden biri haline gelmiştir.
Ülkeler, kendi ekonomik, toplumsal ve siyasal yapısının olumsuz yönde etkilenmemesi için rasyonel biçimde ani göç hareketliliğini yönetmeye çalışmaktadır.
Göçe maruz kalan her ülke, kendi içinde de ikamet için gelen ya da ülkeyi geçiş için kullananların güvenliği, barınması, eğitilmesi ve geleceğe hazırlanması için kendi yönetsel yapısı içinde yeni tedbirler almaya başlamıştır.
Geçiş yapan kişilerin dışında, ülke içinde ikamet eden kişilerle ilgili toplumsal ve ekonomik tedbirler, kamu veya sivil toplum kurumları vasıtasıyla uygulanmaktadır.
Kamu kurum ve kuruluşlarının göç eden kişilere karşı davranışı, yaklaşımı bu kişiler üzerinde ev sahibi ülke hakkında olumlu ya da olumsuz izler bırakacaktır. Bu izler, göç edenler üzerinde yeni geldikleri ülkede inşa edecekleri ortak yaşam için merkezi önem taşıyan dostluk düşüncelerinin alt yapısını oluşturacaktır.
Bu çalışmada, Türkiye’de geçici koruma altında yaşan Suriyelilere yönelik kamu hizmetlerinin uygulanması sürecinde oluşan algının Suriyeliler ve hizmet alan diğer göçmenler ile kamusal alanda bir dostluk inşası için taşıdığı önem vurgulanmaktadır. Bütün kamusal faaliyetler icra edilirken siyasi karar alıcıların uygulama merkezleri olan kamu yönetimlerine onların yönetici ve personeline önemli sorumluluklar düşmektedir. Bu doğrultuda, kamusal alanda dostluğun oluşturulmasında kamu yönetiminin geliştirebileceği yeni roller üzerine ayrıntılı bir değerlendirme yapılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Mülteciler, Kamu Yönetimi, Dünya Sevgisi, Politik Dostluk
“AMOR MUNDI” AND POLITICAL FRIENDSHIP IN INTERNATIONAL MIGRATION AND REFUGEE PROBLEM:
AN ASSESSMENT ON NEW ROLES IN PUBLIC ADMINISTRATION
Abstract
Migration movements has become much more significant recently and gained international character after the people living in Arab countries wanted to move especially with the Arab Spring to countries where security and better living conditions are provided.
First, conceptual debates have begun with the migration and refugee mobilization. The differences between the concepts of migrants, asylum seekers and refugees took place on the agenda within the framework of the definition of international organizations and scientists.
The problem of immigration has been put at the top of the agenda with its political, economic, social and cultural dimensions in all the geographies where globalization is felt. Human actions which have serious impact on societies has become one of the important factors in the determination of international relations and domestic politics.
Countries have begun an effort to co-operate on international arena for their economic, social and political structure not to be negatively affected and with the aim to manage the mobility of migration rationally.
In addition, every country exposed to immigration have begun to take new measures within its own administrative structure for the security, shelter, training and preparation for the future of those who come for residence or who use the country for transit.
Apart from the transit migrants, the social and economic measures related to persons residing in the country are taken through private or public institutions and organizations. The initiatives and aids of private persons that are delivered to these persons are provided through public institutions and organizations.
The behavior and approach of public institutions and organizations to migrants will create positive or negative marks on these migrants about the host country. These marks will construct the infrastructure of friendship thoughts about the host country for immigrants.
This study aims to explain that international and political structures are influential in the termination of international migration and refugee problems, and public administration can create world affection and political friendship for the construction of future among peoples in a peaceful environment.
In this regard, after clarifying the differences between migrant, asylum seeker and refugee concepts, the role of public administration in the creation of world affection and political friendship will be debated.
Key words: Refugees, Public Administration, Amor Mundi, Political Friendship
1. Giriş
Birleşmiş Milletler Nüfus Bürosu’nun tanımına göre göç “insanların yaşadığı yerden başka bir yere giderek orada kalıcı olarak yerleşmesi ve ikamet yerinin değişmesi” anlamına gelmektedir.
Göç süreklilik arz eden bir olgudur. Tarihin her safhasında insanların bulunduğu coğrafyadan çeşitli sebeplerle ayrılma isteği olmuş ve bu bireysel, küçük gruplar şeklinde olurken, belirli dönemlerde coğrafi, siyasi, toplumsal sebeplerle büyük göçlerin yaşandığı görülmektedir.
Orta Asya’dan Anadolu’ya yapılan Türk göçü, Afrika’dan Amerika’ya 1470-1870 arası köle olarak götürülenler, 1850-1914 arası yaklaşık 40 milyon Avrupalının, başta Amerika olmak üzere Avustralya, Yeni Zelanda’ya göçü, 1950’lerden sonra ise iş gücü açığını kapatmak isteyen Avrupa’nın göçe kapılarını açması ilk akla gelen büyük göç hareketleridir.
Göç olgusuna tarihsel açıdan bakıldığında büyük göçlerin olduğu ve bunların da göç edilen coğrafyaların kültürel, sosyal ve siyasal yapılarını değiştirdiği görülmektedir. Bu değişimlerin kendiliğinden ve yerli halkla belli bir mutabakata dayalı olarak gerçekleştiği söylenemez.
Özellikle zorunlu göç hareketlerinde göç eden ile göç edilen coğrafya halklarını iktisadi, siyasi ve toplumsal etkenlerle karşı karşıya getirmiş, ihtilaflar olmuş, çeşitli çatışmalar yaşanmıştır. Bu çatışmalar ve ihtilaflar göç eden ve göç edilen yerli halkın hafızasında bazı izler bırakmıştır. Bireylerin hafızaları ve ait oldukları kimliklerin toplumsal hafızasını da oluşturmaktadır. Dolayısıyla göç edenlerin göçün gerçekleştiği coğrafyadaki bireylerle olan ilişkisi gelecek dönemlerin dünyasının barış içinde mi yoksa sürekli çatışma ve düşmanlık içinde mi olacağını belirleyecektir.
Göç edilen topraklarda yaşayanların günlük yaşantılarının etkileneceği muhakkaktır. Yerli halkın, ülke kaynaklarından ve kamu hizmetlerinin paylaşımı sorunu, güvenlik, istihdam ihtiyaçları göç eden ile onları karşı karşıya getirmektedir.
Bu noktada ülkelerin siyasi karar mekanizmaları ve kamu yönetimlerinin tutum ve davranışları önem kazanmaktadır. Ülkenin idaresini elinde bulunduranların göç edenlere yaklaşımının yönü ve kendi halkı ile göç edenler arasında sağlayacağı uyumlaştırma ve uzlaşmanın boyutu her iki grubu gelecek dönemlere düşünsel anlamda hazırlayacaktır.
Bu çalışmada göç hareketleri içerisinde önemli bir yer tutan mülteci sorununun uyum içinde yeni bir yaşam inşasında siyasi karar alıcıların ötesinde uygulama birimi olan kamu yönetiminin daha etkili olduğunu vurgulamak temel husustur. Kamu yönetiminin kamuya sunduğu hizmetler bağlamında yeni gelenlerle ülkenin vatandaşları arasında dostluk sağlamaya katkı sunabileceği, değerlendirilecektir.
Türkiye’de geçici koruma altında yaşan Suriyelilere yönelik kamu hizmetlerinin uygulanması sürecinde oluşan algı Suriyeliler –ve hizmet alan diğer göçmenler- ile kamusal alanda bir dostluk inşası için taşıdığı önem taşımaktadır. Bütün kamusal faaliyetler icra edilirken siyasi karar alıcıların uygulama merkezleri olan kamu yönetimlerine ve onların idareci/personeline önemli sorumluluklar düşmektedir. Bu doğrultuda, kamusal alanda dostluğun oluşturulmasında kamu yönetiminin geliştirebileceği yeni roller üzerine ayrıntılı bir değerlendirme yapılacaktır.
2. Göçmen, Sığınmacı ve Mülteci ve Kamu Yönetimi
Göçmen, kendi iradesi ile maddi ve sosyal durumlarını iyileştirmek, daha iyi yaşam koşulları elde edebilmek için başka bir ülkeye ya da bölgeye göç edenlere denir. Göçmen, vatandaşı olduğu ülkenin korumasından yararlanmaya devam eder. Göçmenlerin ülkelerini terk etme sebepleri siyasal dinsel ya da her hangi bir şiddet ve çatışma ortamından kaynaklanmamaktadır (Başak, 2011: 21).
Mülteci ise 28 Temmuz 1951 tarihinde Cenevre’de imzalanan Mültecilerin Hukuki Durumuna dair Sözleşmeye göre, “ırkı, dini, tabiiyeti, belli toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri yüzünden zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan, ya da söz konusu korku nedeniyle yararlanmak istemeyen yahut tabiiyeti yoksa ve bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen” kişiler mülteci olarak nitelendirilmektedir (Cenevre Sözleşmesi, 1951: Md.1).
Mülteciler kendi iradesi dışında, ülkesinde çeşitli zulümlere maruz kaldıkları veya kalabilecekleri korkusuyla, hayatını devam ettirebilmek için ülkesinden daha güvenilir yerlere gitmek isterler. Mülteciler ülkesini terk ettikten sonra kendi ülkesinin korumasından kendi iradesi ya da zorunluluk sebebiyle yararlanamazlar.
Sığınmacı, mülteci olarak uluslararası koruma arayan ancak statüleri henüz resmi olarak belirlenmeyen kişilere denir. Genellikle mülteci statüsü almaya yönelik başvurularının başvuru yapılan hükümet ya da Birleşmiş Milletler Yüksek Komiserliği tarafından karar bağlanmasını bekleyen kişilere verilen isimdir (Reçber, 2014: 251).
Türk hukukunda “göçmen” kavramı soy ekseninde tanımlanmış ve Türk soyundan ve Türk kültürüne bağlı olup, yerleşmek amacıyla tek başına veya toplu halde Türkiye'ye gelenler göçmen olarak kabul edilmiştir (İskan Kanunu, 2006: Md.3).
Mülteci kavramı, 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nda “Avrupa ülkelerinde meydana gelen olaylar nedeniyle; ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşüncelerinden dolayı zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan ya da söz konusu korku nedeniyle yararlanmak istemeyen yabancıya veya bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen vatansız kişiye statü belirleme işlemleri sonrasında mülteci statüsü verilir.” şeklinde tanımlanmıştır (Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu, 2013: Md. 61).
Geçici Koruma Kavramı ise 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nda “Ülkesinden ayrılmaya zorlanmış, ayrıldığı ülkeye geri dönemeyen, acil ve geçici koruma bulmak amacıyla kitlesel olarak sınırlarımıza gelen veya sınırlarımızı geçen yabancılara geçici koruma sağlanabilir.” (Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu, 2013: 91).
Bu çalışmada, mültecilerin farklı kimlik ve düşüncesinden dolayı ükesinde zulme uğramış, geleceğini güvenlik kaygısı ve korkusu sebebiyle şekillendiremeyen ve bu sebeple mağduriyet yaşayan kişiler olması ve bu kişilerin yaşadıkları olumsuzlukların devam etmesi ya da giderilmesinin dünyanın geleceği açısından da önemli olması sebebiyle “mülteci” kavramının kullanılması tercih edilmiştir. Göçmen kendi iradesiyle sosyal ve ekonomik durumunu geliştirmek amacıyla kendi iradesiyle hareket ederken, mültecinin hareketlenmesinde zulüm, şiddet ve güvensizlik ortamı mevcuttur.
Mülteciler ve göçmenler üzerinde yapılan çalışmaların teorik çerçevesini Immanuel Kant’ın “kozmopolit hak” doktrini, Seyla Benhabib’in “ötekilerin hakları” kavramlaştırması, Hannah Arendt’in “hakka sahip olma hakkı” ve Jacques Derrida’nın “misafirperverlik” kavramlaştırması oluşturmaktadır (Özer, Komsuoğlu ve Ateşok, 2016: 80).
Kant’a göre konukseverlik, dünyadaki tüm insanlara ait bir hak olup, mültecilerin taleplerinin reddedilmesi durumunda ilgili kişilerin hayatını güvenlikli ortamda devam ettirememe durumuna yol açıyorsa ve bu kişilerin yok olmasına neden oluyorsa red edilmesi imkansız geçici ikamet hakkını ortaya çıkarmaktadır. Derida, Kant’ın geçici ikamet hakkı ile sınırlı tutulan konukseverliğinin sürekliliğinin sağlanabilmesinin ilgili devletin egemenlerine verilen bir hak olmasını eleştirmektedir. “Sığınma talebi” İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinde insan hakkı olarak belirtilip, Cenevre Sözleşmesiyle ülkelere yükümlülükler sunmasına rağmen, sığınma imkanı sunma yükümlülüğü ilgili devletin egemenine ait bir imtiyaz olarak korunmaktadır (Özer, Komsuoğlu ve Ateşok, 2016: 80,81).
Devletlerin mültecilerin haklarına yönelik ellerinde bulundurdukları imtiyaz, günümüzün en gelişmiş ülkeleri olarak nitelendirilen Avrupa ülkelerinde dahi mülteci ve sığınmacıları kendi toplumlarında ayrı tutarak gözlem altında tutmak için kullanılmaktadır. Mülteciler halen haklara sahip olma hakkından mahrumdurlar. Yaşam, özgürlük ve mülk hakları korunurken, en temel özgürlüklerden olan hareket, istihdam ve katılım hakları katı bir biçimde sınırlandırılmaktadır (Özer, Komsuoğlu, ve Ateşok, 2016: 80).
Bu sınırlandırmalar ve devletlere yani siyasi karar organlarına bırakılan hakların elde edilmesi ve korunması sorununun mülteciler üzerinde bıraktığı olumsuz etkiler, kamu yönetimi aktörlerinin olumlu tutum ve davranışlarıyla giderilmesi mümkün olabilir.
İnsanlar dünyaya geldikleri andan itibaren, aileleri, arkadaşları, iş çevresi, eğitim kurumları ve yazılı ve görsel medya tarafından toplumda nasıl davranmaları gerektiğini kendi toplumsal değerleri çerçevesinde öğrenirler. İnsanların yaşadığı coğrafyayı her hangi bir sebeple terk etmesi, onun toplumsallaşma sürecini kesintiye uğratır. Kendi toplumuna ait bütün değerlerin önemi kaybolur ve göç ettiği toplumun değerlerine göre hareket etmek zorunda kalır. Yeni toplumsallaşma ise yeniden öğrenmeyi beraberinde getirir. Eski değerleri uygulamaya kalkmak ise göç ettiği toplumda kültürel, fiziksel çatışmalara yol açabilir (Adıgüzel, 2016: 173).
İnsanlar birey olarak, dünyada var olduğu sürece özellikle zor günlerinde yaşadıklarını, kendisine yapılan zulüm, zor ve şiddeti unutmamaktadır. Maruz kaldığı zor ve şiddet, bireyin hafızasında olumsuzluk olarak kaydedilmektedir. Bireyin hayatı boyunca da hafızasında yer alır. Bireyin yanı sıra toplumların da hafızası bulunmaktadır. Toplumların hafızası ise bireylerin hafızalarının toplamından meydana gelen kollektif hafızadır. (Sancar, 2010: 40,41).
Birey geçmişte yaşadığı iyi ya da kötü anılarını ve mağduriyetlerini iletişim içinde bulunduğu grubun diğer üyeleriyle paylaşır. Bu paylaşımın içeriği bireye bağlıdır. Bazen iyi olanları paylaşmayı kötü olanları ise unutmaya çalışır. Toplumsal hafıza grup içinde yer alan bireylerin paylaşımlarından meydana gelir. Bu mağduriyetler ya da kötü olaylar paylaşılmadığı sürece bireyi ilgilendirir. Ancak paylaşılmanın ardından toplumsallaşmış hafıza artık topluma aittir ve sürekli olarak canlıdır (Gökçe, 2016: 116). Bireylerin hafızalarını bir toplum, grup ya da başka bir bireyle ilgili olarak olumlu hususlarla doldurmak, aynı zamanda o bireyin mensup olduğu toplum ve grubun da hafızasını olumlu hususlarla oluşmasına neden olacaktır. Göç edilen yerde yaşananlar ve sonuçları bireylerin hafızalarında yer etmekte ve anlatım ve aktarımlarla hem toplumsal hafızayı oluşturmakta hem de gelecek nesillere ulaşmaktadır.
Mülteciler, göç ettikleri ülkelerde yabancı ve öteki durumunda kalırlar ve mağduriyet yaşarlar. Söz konusu ötekileştirmenin ve mağduriyetin en aza indirilmesi için taraf ülkelerin mültecilere ve sığınmacılara karşı siyasal ve yönetsel olarak onların hayatlarını idame ettirebilecek ve geleceklerini şekillendirebilecek tedbirleri alması gerekmektedir.
Mültecilere yönelik olarak alınan siyasal ve yönetsel tedbirlerin hukuki boyutu ülkelerin mültecilere hak sağlama ya da kamu hizmetinden faydalanma sürecinde en önemli engellerden birini oluşturabilir. Öncelikle siyasal karar alıcılar tarafından varsa hukuki sorunun kaldırılması ve kamu hizmeti sunumunun hukuki alt yapısının hazırlanması gerekmektedir. Bugün göç coğrafyası üzerinde önemli bir merkez ve geçiş ülkesi olan Türkiye’nin kamu hizmetinin sunumundaki hukuki düzenlemeleri karar alıcılar tarafından farklı şekillerde değerlendirilerek hakların verilmesi ya da verilmemesine neden olabilir.
Türkiye, Suriye’deki iç savaştan kaçarak Türkiye’ye gelen mültecilere geçici koruma sağlamakta ve açık kapı politikası uygulamaktadır. Göç edenlerin kamplara yerleştirilmesine çalışılmış ancak kentlere yerleşimin önüne geçilememiş, kentlerde düzensiz göç çoğalmıştır (Esen, 2017:12). Suriye’den göç eden ve hükümet tarafından geçici koruma hakkı verilen Suriyelilerin sayısı 3.079.914’e ulaşmıştır (www.unhcr.org, 2017).
Türkiye’nin Suriyeliler dışında mülteci olarak kabul ettiği diğer ülkelerden-Afganistan, İran, Irak, Somali ve diğerleri- gelenlerin sayısı ise Haziran 2017 tarihi itibarıyla 315.643 olmuştur (http://www.unhcr.org/turkey, 2017). Rakamlar çok yüksektir. Bugün geçici koruma hakkı elde eden Suriyelilerin çoğunluğu Gaziantep, Kilis, Şanlıurfa ve Hatay gibi sınır illerinde yaşamaktadır. Kilis’te ikamet eden Suriyelilerin sayısı belde yerli nüfusunu geçmiştir. Suriyeliler genellikle kent merkezlerine yerleşmektedir. Kırsala, köy ve mezralara yerleşim yok denecek kadar azdır. Dolayısıyla Suriyelilerin yoğun şekilde bulunduğu illerde yerel yönetimler kamu hizmeti sunumunda yapısal, akçal zorluklarla karşı karşıya kalmaktadır.
Uluslararası göçlerle ilgili olarak merkezi hükümetler tarafından genel politikalar belirlenmekte, bu politikaların uygulanması merkezi idarenin taşra teşkilatları ve diğer merkeze bağlı kamu tüzel kişileri tarafından yerine getirilmektedir. Kent merkezlerindeki kamu hizmetlerinin sunumunda ise muhatap tamamen belediyelerdir. Kentlere yerleşen göç edenler, elektrik, doğalgaz, su, yol, park, bahçe gibi kentin ortak alanlarından faydalanmaktadır. Bu husus kamu hizmetlerinin sunumunda ve paylaşımında sorunlara neden olmaktadır. Beklenmeyen, ani şekilde artan nüfus, kamu hizmetlerinin daha fazla kullanımını gerektirmektedir. Yeni gelişen duruma karşı, hizmet sunanların tedbir alması zorunludur. Mevcut nüfusa göre ayarlanan ve sıkıntı yaşanmayan şebekeler ve alt yapılar, büyüyen nüfusun ihtiyaçlarına cevap veremeyecektir. Yeni şebekelerin yapılması, mevcut şebekelerin yenilenmesi beraberinde belediyelere ekonomik anlamda sıkıntılar ortaya çıkaracaktır. Kendi öz kaynakları ve devletten nüfusu oranında aldıkları yardım ve uluslararası kuruluşlarla yapılan anlaşmalarla elde edilen yardımlarla hizmet sunmaya çalışan belediyelerin alt yapı çalışmalarını yenilemeleri, değiştirmeleri mümkün olmayabilir.
Kentin alt yapılarından faydalanmanın dışında yeni gelenlerin topluma kazandırılması, yaşadıkları travmanın hafifletilmesi, geleceklerini şekillendirebilecekleri ortamın ve imkanların da sağlanması gerekmektedir. Bunlar arasında sosyal hizmet ve yardım, meslek ve beceri kazandırma kursları, okul çağında olanların eğitilmesi, kadın, çocuk ve engellilere yönelik yardımlar, sağlık hizmeti gibi hizmetlerin de sunulması ve göç edenlerin tüm bu hizmetlerden ve kent alt yapı hizmetlerinden faydalanması gerekmektedir. Belediyelerin bu hizmetlerin sunumunda karşılaştığı alt yapı yetersizliği ve bu yetersizliği gidermenin finansmanı dışında kamu hizmetinin sunumunun hukuki durumu da önem kazanmaktadır.
Beledi hizmetlerinde sunumunda, gerek Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartında gerekse de 5393 sayılı Belediye Kanunu’nda vatandaşlık esas alınmaktadır (Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı, 1985; 5393 sayılı Belediye Kanunu: Md. 14). Kamu hizmetlerinden faydalanmanın vatandaşlık statüsünde değerlendirilmesi mültecilerin bu hizmetlerden yararlanamama durumunu ortaya çıkarmaktadır. Göç edenlerin vatandaş olmaması, belediyelerin hizmet sunumunda harcanan paranın hesap verilebilirliği hususunda sakıncalar ortaya çıkarabilme ihtimaline karşılık, belediyeler kurdukları vakıf, dernek ya da sosyal amaçlı sivil toplum örgütleri vasıtasıyla, ya da yoksul kişiler listesine Suriyelileri ekleyerek yardımlar yapma cihetine gitmektedir. (Esen, 2017: 17).
5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 37, 60-i ve 74. maddeleri, göç edenlerin ihtiyacını gidermeye, onların kamu hizmetlerinden yerli halk gibi faydalanmasına yönelik belediyelerin yukarıda belirtilen olumsuzluğu gidermektedir. 37. madde Belediye Başkanına “halkın huzur, esenlik ve mutluluğu için gerekli önlemleri almak” görevi vermiştir. Halk kavramı vatandaşlık kavramından daha kapsamlı olup, belde içinde yaşayan vatandaş olmayanları da kapsamaktadır. 60. Maddede belediyenin giderlerinin neler olabileceği belirtilirken, (i) bendinde “Dar gelirli, yoksul, muhtaç ve kimsesizler ile engellilere yapılacak sosyal hizmet ve yardımlar” hususu yer almaktadır. Göç edenlerin maddi imkanlardan yoksun oldukları, muhtaç durumda olmaları onlara yapılacak yardımların ve hizmet sunumlarında ortaya çıkabilecek giderlerin yıl sonu hesaplarda yasal olarak gösterilebilmesini sağlamaktadır. 74. Maddede ise belediyenin kendi meclisi kararı ile uluslararası kuruluşlarla işbirliği yapabileceği belirtilmektedir. Belediyeler bu madde ile göçmenlere ve mültecilere yardım eden uluslarrası kuruluşlarla işbirliği yaparak finansman sorununa çözüm bulma ve ülke içi yasal engelleri aşma imkanı elde edebilmektedir (5393 sayılı Belediye Kanunu: 37, 60, 74. Md).
Suriye’deki iç savaşın kısa zamanda sonlanmayacağı ve Suriyelilerin ortalama üç yıldır Türkiye’de olduğu, kısa ve orta vadede de ülkelerine dönemeyeceği görülmektedir. Suriye’de savaşın sona ermesi durumunda bile, ülkede yaşanılan çatışmaların ortaya çıkardıkları düşmanlıklar güvensiz ortam, istikrarsızlık ülkede birarada yaşamanın önündeki en büyük engelleri oluşturmaktadır. Altyapısı tamamen yıkılmış, iktisadi açıdan bitme noktasına gelen bölgelerin yeniden imar edilmesi ve yaşanabilir hale getirilmesi belli bir süreci kapsayacaktır. Dolayısıyla Suriyelilerin halen bulundukları yerleşimleri terk etmeleri düşünülmemelidir. Siyasi karar alıcılar tarafından Suriyelilerin geçiciliği üzerine inşa edilen polikalardan vazgeçilerek “kalıcılılıkları” üzerine politikaların üretilmesi ve kamu yönetimlerinin de bu yönde hareket etmesini sağlayacak düzenlemelerin yapılması gerekmektedir. Suriyelilerin toplumsal yaşama entegre edilmesi insani bir görev olarak kabul edilmeli ve bu esasta politikalar üretilmelidir.
Suriyelilerin kentlerin alt yapılarından ve gerek devlet gerekse de yerel yönetimler tarafında sunulan kamu hizmetlerinden faydalanması, bununla birlikte genel anlamda çalışabilir nitelikte olanlara çalışma hakkı ve imkanlarının tanınması, sağlık ihtiyaçlarının ve güvenlik kaygılarının giderilmesi, eğitim hakkının ve imkanlarının verilmesi ve en önemlisi de Suriyeliler hakkında yerli halkın toplumsal desteğinin sağlanması gerekmektedir.
Türkiye’de doğan Suriyelilerin sayısında her gün artış bulunmaktadır. Türkiye’de bulunan Suriyelilerin %50’ye yakın bir oranda 18 yaş altındaki çocuk ve gençlerin oluşturduğu bu orana kadınların da katılması ile %75’e yakın bir sayının ortaya çıktığı görülmektedir (Erdoğan, 2016: 72)
Gençlerin ve çocukların eğitilmesi, onların geleceklerini hazırlayacak imkanların sunulması en önemli hususlardan biridir. Okullaşma oranının artırılmasıyla birlikte yeni dersliklerin açılması, ilk etapta Suriyeliler yönelik ders müfredatlarının oluşturulması, Suriyeli gençlerin ve çocukların en kısa sürede Türkçe öğrenerek eğitim sistemine entegre edilmesi gerekmektedir.
Kadınlar, toplumsal cinsiyet rollerinden dolayı göç olgusunun çocuklarla beraber en fazla acı çeken, psikolojik yönden olumsuz etkilenleridir. Dolayısıyla kadınların göç sırasında yaşadıkları fiziksel, manevi istismar, yaşam tarzının değişmesi, kendi toplumsal değerlerinin dışında farklı ülkenin toplumsal değerlerine dahil olma beraberinde birçok psikolojik travmayı getirmektedir. Göçle beraber özellikle meslek sahibi olmayan, eğitim oranı düşük kadınların yaşanılan ekonomik sorunlar nedeniyle göç edilen ülkede çalışma mecburiyetine girmesi, ucuz iş gücü olarak değerlendirilmesi hatta işyerlerinde cinselliklerinin istismar edilmesi kadınlarla ilgili temel problemlerin başında gelmektedir (Yılmaz, 2016: 200). Dolayısıyla kadınların yaşadıkları travmaları atlatması ve sosyal yaşama uymaları ve alışmaları için uyum programları ve eğitim programları hazırlanmalıdır. Meslek edindirme kursları, sosyal merkezler, dil kursları vb. faaliyetlerle kadınların yeni katıldıkları toplumun değerlerini öğrenirken aynı zamanda yerel halkla kaynaşma ve birbirlerini tanımaları sağlanacaktır.
İnsanların hiçbir zaman kendi rızasıyla mülteci durumuna düşmeyeceği, güvenlik kaygısıyla hareket ederek bütün maddi anlamda sahip olduklarını geride bırakarak göç ettikleri akıldan çıkarılmamalıdır. Mültecilerin içinde bulundukları acizlik ve çaresizlik, kamu hizmetini sunanlar tarafından istismar edilmemelidir. Mültecilere sunulan eğitim, sağlık, sosyal hizmetler ile diğer beledi hizmetlerin hepsinde öncelikle onların birer insan oldukları ve mağdur durumda oldukları gözönünde bulundurularak hareket edilmedir.
Mültecilerle birlikte göç edilen ülkede meydana gelebilecek istihdam, güvenlik ve refah sorunlarının doğrudan mültecilere bağlanması mültecilerin toplumsal yaşama uyum sağlamasını zorlaştıracak yerli hakla mülteciler arasında bir uyumsuzluk, paylaşamama, karşıtlık, şiddet ve çatışmayı doğuracaktır. Şiddet ve çatışma ise gruplar ve toplumlar arasında gerilimlere, uzun süreli düşmanlıklara yol açacaktır.
Bu çatışmaların ve oluşabilecek düşmanlıkların önlenebilmesi için kamu hizmeti sunanların mültecileri kamuoyuna karşı adeta iğreti bir varlık olarak gösterilmesinin önüne geçilmelidir. Özellikle güvenli hizmetinde bulunan genel ya da özel kolluk makam, amir ve memurlarının mültecilerin güvenlik kaygılarını giderecek, onların en zor zamanlarında korkmadan sığınabilecekleri birer mekanizma olmaları gerekmektedir. Kamu yöneticileri ve memurları mültecileri bir güvenlik tehdidi olarak algılamadan ve onları topluma bu şekilde yansıtmadan kamu hizmetlerinden faydalanmasını sağladığı takdirde mültecilerin toplumsal uyum sorunu çözüme kavuşmuş olacaktır.
Neden böyle davranılması gerekmektedir? Bunun cevabını Hannah Arendt’in “Amor Mundi” Dünya Sevgisi kavramıyla bağlantılı vermek gerekir.
3. Dünya Sevgisi ve Dostluğun İnşasında Kamu Yönetimi
Kamusal alanda biraraya gelen farklı kimliklerin birbiriyle olan iletişimi, etkileşiminin boyutu ve niteliği dostluk kavramının içeriğini oluşturur. Kısa süreli, ben merkezci etkileşim ve iletişim insanların birbirini anlamamalarına, tanımamalarına ve herhangi bir sorun karşısında biraraya gelememelerine neden olur. Paylaşmacı, sorunlar karşısında beraber eyleyerek çözümler arama ve bulmaya yönelik etkileşim ve iletişim ise insanlar arasında bir dostluğun kurulmasını sağlar. Dostluk, insanların birbirini anlamalarını, farklılıklarını kabul etmelerini, birbirlerinin karşıtı olmanın ötesinde birbirlerinin tamamlayıcısı olduklarını, daha doğrusu birbirlerini sevmelerini sağlar. Dostluk, ortak konular üzerinde konuşmayla olur. Konuşma, sohbet etme süreç içinde gelişir ve dostlar arasında bir ortak dünya meydana gelir (Berktay, 2016: 167).
Politik dostluk ise özel alandaki ya da arkadaş çevresindeki bir ahbaplık ilişkisinin ötesinde dünya için tasalanmayı, dünya üzerinde karşılıklı konuşmayı, tartışmayı içerir. Politik dostluk beğeni, samimiyete dayanan, duygusal bağlar içeren kişisel ilişkilerden farklıdır. Politik kurumlar, haklar ve toplumsal eylemler üzerinde inşa edilen dünya kaygısı içeren bir dostluktur. Politik dostluk sadece belirli bir coğrafi alanda ya da yurttaşlık temelinde biraraya gelen insanlardan değil ortak iyiye inanan, dünyaya kaygı duyan insanların biraraya gelmeleri ile gerçekleşir (Komsuoğlu, 2014:11-13).
Küçük bir coğrafi alandaki sevgi ve dostluk büyüyerek beraberinde dünya sevgisini de getirecektir. Dünyanın, üzerinde beraber yaşamak zorunda olduğumuz ve yaşayan herkesi kapsayan bir kamusal alan olarak düşünülmesi gerekmektedir. Dünyanın herhangi bir yerinde meydana gelen olumsuzlukların diğer yerleri de etkileyeceği akıldan çıkarılmadan insanların farklılıklarını “dünya sevgisi” kavramı içinde benzerliklere dönüştürmesi gerekmektedir.
Hannah Arendt, yazılarında din ve felsefenin yaşanılan dünyayı hakir görme ve dünyadan kaçma eğiliminin aksine “dünya sevgisi”ni (amor mundi) savunarak onun yanında yer almaktadır. Modern insanın her şeyi denetim altına alabileceği inancı ve kibri, kendine yabancılaşmanın ötesinde dünyaya yabancılaşmasını sağlamaktadır. Bunun yerine dünya üzerinde ikamet eden insanların bir araya gelmesi ile oluşturacağı biçimlerin ötesinde türsel aynılık ve biçimsel farklılığı birleştiren biçim olan çoğulluk ve onun gerçekleşme pratiği olan politik birliktelikle dünyanın yanında yer alarak yabancılaşmanın önüne geçilir (Berktay, 2016: 148-151).
İnsanlar, kendilerine sunulan yeryüzünde doğal halde yaşayan diğer varlıkların ötesinde doğanın üzerinde bir “dünya” inşa etmişlerdir. Bu inşa edilen dünya ise sadece fiziksel değil içinde eylediğimiz elle tutulmaz ilişkilerden, kurumlardan ve uygulamalardan oluşan bir kamusal alandır. Dünya üzerinde yaşayan tüm insanlar için ortak bir alandır. Bu ortak dünyaya sadece güvenlik açısından değil anlam açısından da ihtiyaç duyulur. Dünyayi değerli kılan, bu ortak alanda söz ve eylem paylaşımının ve özgürlüğün gerçekleştirerek ortak bir hatırlama mekanının koşullarını yaratmak gerekir (Berktay, 2016: 153,154).
Dünya sadece yaşanılan an ve mekan değildir. Öncesi vardır ve sonrası da olacaktır. Dolayısıyla geçmişten günümüze ve geleceğe yaşanabilir bir dünya bırakmak gerekmektedir. Yaşanabilir dünya bırakma bir sorumluluktur. Bu sorumluluğun üstesinden gelebilmek için kişisel arzu ve isteklerin ötesinde dünyaya önem vermeyi ve onun için kaygılanmayı gerektirir (Berktay, 2016:164).
Arendt’in, modern insanın herşeyi denetim altına almak istemesiyle kendine yabancılaşmasının ötesinde dünyaya da yabancılaşacağı düşüncesi, mültecilere yaklaşımla ilgili olarak bize ip uçları vermektedir. Günümüz insanı bireyciliği ön plana alarak “ben” ve “ötekiler” arasında derin uçurumlar yaratmaktadır. Herşeyin kendi etrafında döndüğü, kendi çıkarlarının önemli olduğunu düşündüğü andan itibaren etrafıyla olan ilişkisini kesmektedir. Dolayısıyla kendi öz çıkarları peşinde anı yaşamakta, geleceği düşünmemektedir. Mültecilere yaklaşımın da bu çerçevede olması, onları toplumun dışına iterek, öncelikle bireysel, ardından grupsal ve toplumsal yabancılaşma gerçekleşecektir. Bireysel yabancılaşmanın ötesinde yönetsel olarak yabancılaşma ise sadece güvenlik kaygısıyla ya da istihdam başta olmak üzere benzer kaygılarla kendinden olmayanların dışlanması, kabullenilmemesi, dostluk ve insani ilişkinin kurulmamasıdır. Kamu yönetimlerinin ve onların aktörlerinin uygulamalarıyla mültecilere yabancılaşması, yani, kamu hizmeti sunumunda insani değerlerle yaklaşılmaması, mağduriyetlerinden faydalanılarak çıkarlar elde etme gayretleri zaten göçle birlikte statülerini ve hayat standartlarını kaybeden, travma geçiren, mağduriyet yaşayan mültecilerin bulundukları ve yardım diledikleri, sığındıkları ülkeye ve onun insanlarına karşı olumsuz düşüncelerinin ortaya çıkmasına neden olacaktır. Böyle bir durum mültecilerin zihinlerinde uzun süreli izler bırakacak ve yaşanılanlar kuşaktan kuşağa aktarılacaktır.
Arendt’in yaklaşımında olduğu gibi dünyanın sadece yaşanılan an ve mekan olmadığı, öncesinin ve sonrasının da olduğu düşünüldüğünde, aslında günümüzde yaşanılan çatışmaların ve savaşların geçmişte gruplar ve toplumlar arasında gerçekleşen yabancılaşmanın bir sonucu olarak görmek mümkündür. Bu husustan hareket ederek gelecek dönemlerin barış ortamında, insanlar arasında dostluk ve sevginin oluşturabilmek için bugünü iyi değerlendirmek gerekmektedir. Kişisel isteklerin ve kendi dar coğrafyamızın ötesinde tüm dünyayı düşünerek, onun için kaygılanarak çatışmalar, mağduriyetler yaşatmadan gelecek için birlikte düşünerek, karar alacak, paylaşımcı, birbiriyle olumlu anıları ve geçmişi olan bireyler, gruplar ve toplumlar oluşturmak gerekmektedir.
Bütün bunları ise dostluk üzerinde kurgulamak gerekmektedir. Dostluk, özel alanda bireysel olarak mahallede, iş yerinde çevremizde yaşayan mültecilere insan olmalarından kaynaklanan değeri vermemizi, onları sevmemizi, sevinçlerini ve üzüntülerini paylaşarak oluşturulabilir. Yönetsel olarak ise mültecileri, kamu hizmeti sunumunda edilgen durumdan çıkarıp, alınacak kararlarda ve yapılacak işlerde etken duruma getirmek, onları yeni katıldıkları toplumun birer ferdi olarak görmelerini, kendilerini özgür hissetmelerini sağlamakla gerçekleştirilir. Mültecilerin içinde yaşadıkları toplumda kendileri hakkında yapılacak olan faaliyetlerde katılımlarının sağlanması, düşüncelerinin alınması, sorunlarının dinlenmesi ve çözülmesi, paydaş olarak görülmesi mülteciler üzerinde olumlu etki yaratarak bireysel olarak zihinlerinde olumlu izler bırakacaktır.
4. Sonuç Yerine
Göç, bireysel bir karar olmakla beraber iktidar ilişkilerinin ortaya çıkardığı bir sonuçtur. Bireysel bir karar olmasının iki yönü bulunmaktadır. Birincisi kendi isteği ile maddi ve sosyal durumunu iyileştirmek amacıyla hareket ederken ikincisinde bir zorlama sonucu, güvenlik ihtiyacı temelli, yine bireysel bir karar sonrasında harekete geçilmektedir. Mülteci/sığınmacı kavramı içinde değerlendirilen ikincisinin yönetilmesi dünyanın geleceği açısından önem arz etmektedir.
Siyasal ya da uluslararası yapılar makro seviyede kararlar alırken, ülke menfaatleri üzerinde hareket etmektedirler. Alınan kararların uygulama merkezi olan ülkelerin kamu yönetimlerinin mültecilere yönelik tutum ve davranışları ile uygulama biçimleri uzun vadeli olarak hem kendi ülkesinin hem de dünyanın geleceği açısından üzerinde durulması gereken bir durumdur. Dünyanın bir bütün olarak değerlendirilmesi ve önemsenmesi, sadece bugünün değil geleceğin de olduğu düşüncesinden hareket edilerek, mültecilerin kamu hizmetlerinden faydalanmasının sağlanması ve bu hizmetlerin verilirken onların birer misafir olarak görülmesinin ötesinde yaşanılan yerin birer ferdi olarak düşünülerek onlarla bireysel ve kurumsal olarak dostluk kurma ekseninde iletişime geçilmesi gerekmektedir.
Mültecilerle dünyanın geleceği üzerinde kaygılanarak özellikle kamu yönetimleri tarafından kurulacak olan politik dostluk, yerli halk ile mültecileri ortak nokta olan “dünya sevgisinin” oluşmasını sağlayarak geleceğin özgür, barışçıl bir ortamda şekillenmesinin temellerini atacaktır.
Sonuç olarak, kamu yönetimleri her türlü ayrımcılıktan uzak, mültecilerin kültürel, etnik, dil ve din farklılıkları kabul ederek, onlarla beraber eyleyerek, onların düşüncelerine saygı duyarak, paydaş olarak kabul edilerek, adil, hoşgörülü, güven verici bir şekilde davranış sergilemeleri beraberinde politik dostluk ve dünya sevgisini duygu ve düşüncelerde oluşturacaktır.
KAYNAKÇA
5393 sayılı Belediye Kanunu. (2005). http://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.5393.pdf Erişim Tarihi: 25.07.2017 adresinden alınmıştır
Adıgüzel, Y. (2016). Göçmenlerin Kültürel Entegrasyonu. (Ed.A. Esen, ve M. Duman) içinde, Türkiye'de Geçici Koruma Altındaki Suriyeliler: Tespitler ve Öneriler (s. 171-196). İstanbul: WALD Yayınları.
Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı. (1985). http://www.tbb.gov.tr/mevzuat/kanunlar/Avrupa_Yerel_Yonetimler_ozerklik_Sarti.pdf adresinden alınmıştır
Başak, C. (2011). Mülteciler, Sığınmacılar ve Yasa Dışı Göçmenler. Ankara: İç İşleri Bakanlığı Genel Yayın No: 686.
Bertay, F. (2016). Dünyayı Bugünde Sevmek. İstanbul: Metis Yayınları.
Cenevre Sözleşmesi. (1951). http://www.goc.gov.tr/files/files/multec%C4%B1ler%C4%B1nhukuk%C4%B1statusune%C4%B1l%C4%B1sk%C4%B1nsozlesme.pdf, Erişim Tarihi: 25.07.2017 adresinden alınmıştır
Erdoğan, M. M. (2016). Türkiye'de Suriyeli Mültecilerle Beraber Yaşamanın Çerçevesi. A. Esen, & M. Duman içinde, Türkiye'de Geçici Koruma Altındaki Suriyeliler: Tespitler ve Öneriler (s. 69-89). İstanbul: WALD Yayınları
Esen, A. (2017). Uluslararası Düzensiz Göçler ve Yerel Yönetimler. (Ed.A. Esen, ve M. Duman) içinde, Türkiye'de Geçici Koruma Altındaki Suriyeliler: Tespitler ve Öneriler (s. 11-43). İstanbul: WALD Yayınları
Gökçe, A. F. (2016). Adalet Kavramı Kapsamında Geçmişle Hesaplaşma ve Uzlaşma: Türkiye. Bilge Strateji, 113-142.
http://www.unhcr.org/turkey. (2017). http://www.unhcr.org/turkey/uploads/root/tr(71).pdf, Erişim Tarihi: 25.07.2017 adresinden alınmıştır
İskan Kanunu. (2006). http://www.goc.gov.tr/files/files/3.pdf, Erişim Tarihi: 25.07.2017 adresinden alınmıştır
Komşuoğlu, A. (2014). Birlikte Yaşamayı Öğrenmek. İstanbul: h2o Yayınları.
Özen, Y., & Gülaçtı, F. (2010). Duyuşsal Alan Öğrenilerinden Sevgi ve Sevgi Kuramları. Sosyal Bilimler Araştrımalar Dergisi, Cilt: 1, S:2, s. 135-149.
Özer, Y. Y., Komşuoğlu, A., ve Ateşok, Z. Ö. (2016). Türkiye'deki Suriyeli Çocukların Eğitimi: Sorunlar ve Çözüm Önerileri. The Journal of Academic Social Science, 76-110.
Reçber, S. (2014). Hayatın Yok Yerindekiler: Mülteci ve Sığınmacılar. Sosyal İnsan Hakları Sempozyumu VI (s. 247-268). İstanbul: Petrol İş Yayını.
Sancar, M. (2010). Geçmişle Hesaplaşma, Unutma Kültüründen Hatırlama Kültürüne. İstanbul: İletişim.
www.unhcr.org. (2017). http://data.unhcr.org/syrianrefugees/country.php?id=224, Erişim Tarihi: 25.07.2017 adresinden alınmıştır
Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu. (2013). http://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.6458.pdf Erişim Tarihi: 25.07.2017 adresinden alınmıştır
Yılmaz, S. A. (2016). Suriyeli Mülteci Kadınlar: Göç Travması ve Entegrasyon. (Ed.A. Esen, ve M. Duman) içinde, Türkiye'de Geçici Koruma Altındaki Suriyeliler: Tespitler ve Öneriler (s. 195-211). İstanbul: WALD Yayınları
Dostları ilə paylaş: |