KEDİLER
516
517
KEFELİ MESCİDİ
yıldığı; kedilerin MÖ 400'lü yıllarda seyrek görülen ama bilinen hayvanlar oldukları, 4. yy'dan itibaren evlere girdikleri fareler ve yer yer yılanlarla mücadele ettikleri için, sevilenden çok tahammül edilen hayvanlar sayıldıkları bilinir.
Evcil kedinin adı, "cattus" olarak Batı kaynaklarında ilk kez 4. yy'da Palladius' un bir kitabında geçer. Bu adın kaynağı da tartışmalıdır. Kimilerine göre Kekik kavimlerin dillerinden gelmiş, kimilerine göre de Arapça "kıtt" sözcüğünden diğer dillere geçmiştir. Pek çok dilde kedi, benzer bir fonetiğe sahip olan sözcüklerle adlandırılır. (Eski Almancada "kazza", Alman-cada "katze", italyanca günlük dilde "cato" ve "feles", Latincede "cattus", Rumcada "yata", Ermenicede "katu", Ingilizcede "çat", Fransızcada "chat"). Buna karşılık yine Arapça olan "hirr" (dişisi hirre) sözcüğü istanbul'da (Osmanlıcada) "kedi" karşılığında daha yaygın bir kullanım bulmuştur. Taşrada ise "psik", çocuk dilinde "pisi" diğer kullanımlardır.
Doğu ve Batı dünyasının kediye bakışı, modem çağlara gelene kadar, birbirinden oldukça farklıdır. Batı, kediyi bir yandan vazgeçilmez saymış ve eve kabul etmiş; ö-te yandan da bu hayvana uzun süreler mesafeli yaklaşmıştır. Ortaçağın cadı avına çıkıldığı bağnaz ve karanlık dönemlerinde kediler, özellikle de kara kedi, cadıların, büyücülerin yoldaşıdır ve onlar kadar ür-
Van Mour'un çizgileriyle bir seyyar ciğerci ve etrafını saran sokak kedileri. Recueil de cem estampes representant different nations du Levanî, Paris, 1712 Galeri Alfa
Osmanlı-Rus Savaşı konulu Leş occasions perdues adlı bir eseri vardır. Anıları ölümünden sonra yayımlandı. Mısırlı Mustafa Fazıl Paşa'nın kızı Azize Emine Hanım' la evliydi.
Bibi. ismet, Tekmiletü'ş-Şakaik, 260; Osmanlı Müellifleri, II, 320-322; Reşad Fuad (Keçe-cizâde), "Keçecizâde İzzed Molla", TOEM, S. 41, s. 285 vd; izzet Molla, "Devhatül-Mehamid fî Tercümetü'l-Vâlid (izzet Molla'run Pederi Salih Efendi'nin Tercüme-i Hâli)", TOEM, S. 37, s. l vd; I. H. Uzunçarşılı, "Keçecizâde izzet Molla", Tarih Dünyası, s. 1003-1005; Y. Öz-tuna, Devletler ve Hanedanlar, II, Ankara, 1989, s. 707-708; ay, Keçecizâde Fuat Paşa, Ankara, 1988; Semih Mümtaz S., Tarihimizde Hayal Olmuş Hakikatler, ist. 1948, s. 10-12, 49-50; Gövsa, Türk Meşhurları, 144, 197, 320; Şehsuvaroğlu, Boğaziçi, 286-288; I. Bülbül, Keçecizâde izzet Molla, Ankara, 1989.
NECDET SAKAOĞLU
KEDİLER
Evcilleşme tarihleri kadar yeryüzüne yayılma süreçleri ve adlarının kökenleri de oldukça karanlık ve tartışmalı olan kedilerle, Bizans'ın Batı Avrupa'dan daha erken tanıştığı varsayılabilir. Kedinin evcilleştirilmesinin, hattâ Tanrı katına yükseltilmesinin ilk kez 7.000 yıl kadar önce Eski Mı- • sır'da başladığı; Mısır'dan ve Afrika'dan Asya'ya, Anadolu'ya (Hacüar'da MÖ 5000' lerde yaşadığı bilinen kedi) buralardan Roma imparatorluğu topraklarına ve Ro-ma'nın uzandığı Batı Avrupa'ya kadar ya-
kutucudur. Buna karşılık Arap dünyası ve islamiyet, kediyi, Peygamber'in kutsadı-ğı, sevdiği, uyurken rahatsız etmemek için entarisinin eteğini ya da yenini kestiği hayvan olarak görür, istanbul'da kedinin izini sürerken ve özelliklerini araştırırken, bu iki farklı bakış açısı ve bunların Bizans' taki sentezi unutulmamalıdır.
Bizans istanbul'una, aslan, kaplan, yaban kedisi vb'yi içeren genel "Felidae" sülalesinin ayrı bir kolu olan evcil kedi (Fetiş catus) Roma ordularıyla mı geldi, yoksa çok daha önce Mısır'dan, Afrika'dan, Asya'dan gelmişti de Roma'ya buradan mı yayıldı bilinmiyor. Varlığına kesin gözüyle bakılmakla birlikte, Bizans kaynaklarında kedi, özel bir yer almıyor. Beslenme nedeninin, tahıl ambarlarına, kilerlere, evlere dadanan farelerle mücadele olduğu anlaşılıyor. Erken dönem Bizans mozaiklerinde görülen kedi (veya panter) figürünün yerini ise giderek kuşlar, güvercinler alıyor. Avrupa'da engizisyon döneminde şeytan veya büyücüyle özdeşleştirilen kediye, aynı çağların Bizans'ında, Doğu kilisesinde bu türden atıflar yapıldığına dair bilgiler yok. Kedi Bizans'ta, bütün Doğu dünyasında olduğu gibi daha sıradan ve doğal bir evcil hayvan sayılmış olmalı.
Osmanlı dönemi boyunca istanbul'da kediler evlerin, hanların, zahire ambarlarının fare bekçileri ve ayrılmaz parçalandır. Bunda köpeği mekruh sayan, eve sokmayan Müslüman geleneklerinin aksine, yine Müslümanlıkta kediye daha özel ve sevgi dolu bir yer ayrılmış olmasının payı vardır. Yine de İstanbul'da kedinin, hele de sokaklarda, köpek gibi yaygın olduğu söylenemez. O özel ve amaçlı olarak beslenen bir ev hayvanıdır.
istanbul'un köpekleri(-») üstüne özellikle de yabancı seyyahların, gözlemcilerin, yazarların, ressamların yazdıklarının çizdiklerinin bolluğunun aksine, istanbul kedileri üzerine yazılmış veya çizilmiş belge niteliği taşıyan eserlere rastlanmamaktadır. Birkaç harem ve ev içi deseninde ya da ciğercileri konu alan çizimlerde kediler, pek seyrek olarak görülür.
Özel bir istanbul kedisi türü de yoktur. Ancak, her zaman nadide sayılıp aranan Ankara, Van, Acem kedisi türlerine en çok istanbul konaklarında rastlandığı da bir gerçektir. Tandırların köşesinde, pirinç mangalların altında, samur kürklerin üstünde u-yuyan ve konak mutfaklarından yağlı parçalarla beslenen bu süs kedileri dışında, çoğu tekir veya alacalı, ince kuyruklu, adaleli vücutlu, kısa tüylü alelade kediler evlerde, hanlarda, kışlalarda, okullarda görülür. 18ve 19- yy'da istanbul'a gelmiş yabancılar sokak köpeklerinin çokluğuna nasıl şaşırmışlarsa, kedilere gösterilen ilgi ve sevgiye de o kadar şaşırmış görünüyorlar. Doğu gezisinde istanbul'a da uğramış olan Pitton de Tournefort (ö. 1708), istanbul'da bazı kimselerin, haftanın belli günlerinde kedi ve köpeklerin beslenmesini vasiyet ettiklerini, vasiyetin yerine gelebilmesi için adam tutularak kedilere ciğer atıldığını, yani bir çeşit vakıf olduğunu yazar. Bu türden vasiyetlere günümüzde de rastlanmak-
istanbul'un sokak kedilerinden bir grup. Cengiz Kahraman, 1994
tadır, istanbul'da yer yer, bazıları günümüze kadar gelmiş olan kedi hayratları da vardır. Bunlardan birinin geleneği, Üsküdar'da Yeni Valide Camii çevresinde günümüze kadar sürmüştür. Buraya bırakılan sokakta bulunmuş yavru veya sakat kedilere halk yiyecek ve su getirir, istanbul sokaklarında, özellikle eski yoksul semtlerde bugün bile, elinde yemek artıkları, ekmek, hattâ ciğer paketiyle sokak kedilerini besleyen yaşlılara rastlamak mümkündür. Bazı semtlerde ise 20-30 kedisiyle birlikte yaşayan ve biraz "kaçık" gözüyle de bakılan kimseler vardır.
istanbul'da sevilen ve gözetilen bir hayvan olan kedi, günümüzde gerek sokakta gerekse evlerde çoğalıp yayılma eğilimi göstermektedir. Bir zamanlar istanbul sokakları nasıl köpeklerle doluysa, bugün de anacaddelerden ara sokaklara doğru gidildikçe yollar, bahçeler, arsalar kedilerle dolmuştur. Özellikle kenar semtlerde, gecekondu mahallelerinde ve bahçeli evlerin, köşklerin, villaların bulunduğu açıklık, koruluk bölgelerde, geçmiş dönemlerin istanbul köpek orduları gibi, bu defa da kedi orduları türemiştir.
Boğaziçi sahil yerleşmelerinin ve Adalar' in kedilerinin istanbul kedileri arasında, sahil ve balıkçı kedileri olarak kimi özellikleri vardır. Bunlar çoğunlukla tüysüz, et tutmayan, adaleli, çevik, kafalarına göre çok büyük kulaklı, balık artıklarıyla beslenen hayvanlardır. Balıkçıların çevresinde bekleşir, ara sıra çevik bir hareketle bir balık kapıp götürürler. Adalar'ın, özellikle Burgazadası'nın kedileri ünlüdür. Yazın çoğalan ve görece iyi beslenen, kışın Adalar boşalınca tümü sahilde balıkçıların çevresinde toplanan ve çoğu kışı geçiremeyen ada kedileri; Rumelikavağı'nın, Beykoz' un, Beylerbeyi Iskelesi'nin, diğer Boğaziçi senitlerinin ve Marmara sahillerinin, balıkçı tezgâhlan çevresinde kümelenmiş, kimi zaman balık ağlarının üstünde uyuyan
ve balık geldiği anda, nereden çıktıkları anlaşılmadan onlarcası birden balık tabla-lannın etrafına dizilen balıkçı kedileri; semt çarşılarının, çoğunun kendi özel adları olan esnaf kedileri diğerleri arasında anılmaya değer.
İstanbul'da öteden beri kullanılan yaygın ve geleneksel kedi adlarından, kedinin postuna, cinsine, rengine, meşrebine göre en fazla rastlananlar Tekir, Sarman, Pamuk, Mestan, Arap, Samur, Boncuk, Toraman, Tonton, Minnoş vb'dir. istanbul'da kedilere insan adlan veya insanları çağrıştıran adlar koymanın da yeni bir moda değil birkaç yüzyıllık bir gelenek olduğu sanılıyor. Halayık, Sultan, Nevzat, Zilli, Süreyya, Çingene, Tahir, Sitare, Binnaz vb bir yüzyıl kadar önce de kedilere verilen adlardı. Batı kaynaklı adlar ise çok daha yeni dönemlerde konmaya başlamıştır.
"Kedi dokuz canlıdır", "kediye ciğer e-manet etmek", "kedi gibi dört ayak üstüne düşmek", "kedi ciğere bakar gibi bakmak", "sermayeyi kediye yüklemek", "mart kedisi" vb gibi deyişler ile, kedi patisini başından aşırarak kulağını kaşırsa yağmur yağacağı veya kedinin nankör olduğu gibi inanışlar istanbul'da da yaygın olmakla birlikte, bunların tümüne Batı dillerinde ve toplumlarında da rastlanmaktadır.
Günümüz istanbul'unda kediler, bakımı daha zor olan ve geleneksel olarak da ev hayvanı sayılmayan köpeklere göre evlere daha fazla yerleşmeye başlamışlardır. Son yıllarda kedinin istanbul aydın kesimlerinde bir modayı andıran şekilde yaygınlaştığını söylemek de mümkündür. Hayvan gıdası ve hayvanlarla ilgili diğer malzemeyi pazarlayan "pet shop" diye anılan dükkânlar ve özel veterinerler en çok kedili müşterilere hizmet vermektedirler. Öte yandan sokaklarda denetimsiz artan kedi nüfusu da, belediyeler tarafından, zaman zaman köpekler gibi, zehirleme yoluyla ortadan kaldırılmaya çalışılıyorsa da, bu vah-
şi yöntem geçmişte olduğu gibi bugün de istanbul halkının tepkisini çekmektedir. Kendi özelliklerini ve tercihlerini her yerde tavizsiz koruyan kedi, istanbul'da da kendinin aynı kalmayı, kedi olmayı ve kentin evcil hayvanları arasında birinci sırayı almayı başarmıştır.
OYA BAYDAR
KEFELİ MESCİDİ
Karagümrük'te genellikle yeni görüşlere göre Aetios Sarnıcı(~>) olarak kabul edilen Çukurbostan'ın (şimdi Vefa Stadyumu) kuzeyinde bulunan Kefeli Mescidi eski bir Bizans yapısıdır. Evvelce kilise olduğu kabul edilirse de, bu husus biraz şüphelidir. Fakat bir Bizans dini yapısının bir bölümü olduğu ve geç dönemde de kilise olarak kullanıldığı bilinir.
Kefeli Mescidi'nin, Bizans döneminde, kaynaklardan bu bölgede bulunduğu öğrenilen manastırlardan birinin kalıntısı olduğu kesinlikle belirli olmakla birlikte hangisi olabileceği aydınlanamamıştır. Genellikle Petra Manastırı hatıra gelmektedir. Bazı yayınlarda ise bu yapının 830'a doğru kurulan Manuel Manastırı'nın kalıntısı olduğu ileri sürülmüştür. 838'de ölen magistros Manuel'in, özel arazisinde belki de evini manastıra dönüştürerek kurduğu bu tesis 867 depreminde bütünüyle yıkıldığından, çok bilgili bir kişi olarak tanınan Patrik Fotios(->) (Photios) tarafından yeniden yap-tınlmıştır. Fotios'un cenazesi de buraya konulmuştur. 1078'de tahtından indirilen imparator VII. Mihael Dukas rahip olarak yerleştiği bu manastırda uzun yıllar yaşamıştır. Manuel Manastırı'nın, 1204-1261'deki Latin işgalinden sonra kaynaklarda adı geçmez, istanbul'un fethine kadar geçen süre içinde ne durumda olduğu da bilinmez.
Kefeli Mescidi olan yapının bu Manuel Manastırı'nın bir parçası olduğu 19. yy' in istanbullu Rum yazarları Patrik Konstan-tios, Skarlatos Bizantios ve A. Paspatis tarafından ileri sürülmüştür. Bu husustaki dayanak, adı geçen manastırın, Aspar Su Haz-nesi'nin(-0 yakınında olduğuna dair, 'Bizans kaynaklarında rastlanan bilgidir. Fakat uzun süre Aspar Su Haznesi'nin Kara-gümrük Çukurbostan'ı olduğu kabul edilirken, sonraları burası Aetios Sarnıcı olarak teşhis edilmiş ve Yavuzselim'deki Çukur-bostan Aspar Haznesi olmuştur. Bu da Manuel Manastırı ile olan ilgiyi değiştirir. Ayrıca Kefeli Mescidi'nin esasında kilise olduğunu kabul etmek zordur. Çünkü, bina batı-doğu değil, kuzey-güney yönündedir, ince uzun yapısı da daha çok bir manastır yemekhanesini hatırlatır.
Kefeli Mescidi'nin Bizans çağındaki tarihinin çözüm beklemesine karşılık, fetihten sonraki durumu bellidir. Gedik Ahmed Paşa idaresindeki Osmanlı donanmasının Haziran 1475'te fethettiği Kırım'da bulunan Kefe halkından 700 kadarı istanbul'a getirtilmişti. Bu Ermeni ve Cenevizli Katoliklerin bir kısmı, Boğaziçi'nde şimdiki Kefe-liköy'e iskân edilmiş, diğer bir kısmına da Edirne Kapısı yakınında, eski ve terk edil-
L
KEHIİBAĞCIOĞLU, CEMAL 518
519
KEMAL BEY
mis bir Bizans manastırının çevresinde yer gösterilmiştir. Bu Hıristiyanlara ibadetleri i-çin daha sonra Kefeli Mescidi olan bina tahsis olunmuştur. Bu binanın biraz uzağında ve güneyinde yer alan Odalar Camii(->) de (veya Kemankeş Mustafa Paşa Camii) aynı Hıristiyan topluluğuna verilmişti. Do-miniken tarikatı rahipleri tarafından idare edilen kiliseye Aziz Nicolaus'u adı verilmiş ve Ermeniler ile Katolik Latinler aynı bina içinde ayrı ayrı sunaklarda ayinlerini sürdürmüşlerdir.
Fakat evvelce yalnız Katoliklerin yaşadıkları çevre, daha 1580'de 10-12 aileye inmiş bulunuyordu. Mahalle halkının azalması yüzünden, buradaki Katolik kiliseleri de gelirlerini iyice kaybetmişler, çevredeki evler Müslümanlar tarafından iskâna başlanmıştı. Burada bulunan ve sonra Odalar Camii olan Santa Maria Kilisesi'nin harap bir duvarım tamire kalkışan Hıristiyanlar şiddetli bir direniş ile karşılaştılar. Ancak kiliseyi tahrip edilmekten kurtaranlar da yine mahallenin Müslüman kadınları oldu. Bunlar evlerinden fırlayarak kiliseyi korudular.
l626'ya kadar bu Hıristiyan ibadet yerlerine dokunan olmadı. Bu yıl içinde, Nikola Kilisesi garip bir olaya sahne oldu. istanbul'da Van'dan gelen bir Ermeni keşiş ortaya çıktı. Halkın "Çana Keşiş" olarak adlandırdığı bu garip kıyafetli keşiş, İstanbul sokaklarında bir çıngırak çalarak dolaşıyor ve etrafına toplanan halka, beraberinde taşıdığı güya birçok hassalara sahip bir röliği göstererek sebepleniyordu. Bir gün bu kutsal eşyayı (röliği) kaybetmesi ile durumu kötüleşen Çancı Keşiş'in, sultana hediye olarak getirdiği 20.000 florin altın değerindeki gayet değerli bir eşyanın da çalındığını söyleyerek, Nikola Kilisesi'nin Ermenilere tahsis edilen bölümünü idare e-den rahibi hırsızlıkla itham etmesi üzerine, rahip .hapsedildi. Az sonra, Çancı Keşiş kilisenin avlusunda o değerli şeyi bulduğunu söyleyerek İstanbul'dan çıkıp gitmek isterken, bu defa mahallenin Müslüman halkı keşişi yakalayarak, padişaha hediye
Kefeli Mescidi
Yavuz Çelenk, 1994
getirdiği şeyi, yerine teslim etmesini istediler. Ermeniler aralarında 6.000 altın toplayarak keşişi kurtarıp şehirden uzaklaştırdılar. Fakat Müslümanlar da kilisenin kapısını mühürlediler. Kiliselerini kurtarmak için müftüye 200 altın veren Ermeniler, bu arada patriklerine de başvurdular. Patrik, heyeti böyle bir işe karıştıkları için kovunca, aynı heyet müftüden paralarını geri aldı. Ancak müftü, etrafına topladığı kalabalık bir Müslüman kiüesi ile kiliseye girdi ve burada namaz kılarak Nikola Kilisesi'nin mescit olmasını sağladı. Böylece Kefeli Mescidi, İstanbul'un kiliseden çevrilen ibadet yerleri arasında en garip öyküye sahip mescit oldu.
Ayvansarayî'nin Hadîka'da bildirdiğine göre, mescidin harcamaları I. Selim (Yavuz) vakfından karşılanıyordu. Minberi ise Sadrazam Hekimoğlu Ali Paşa (1689-1758) tarafından konulmuştur. Kefeli Mescidi, 1970'li yıllarda Vakıflar İdaresi'nce onarılmıştır.
Kefeli Mescidi, Halic'e doğru eğimli bir arazide, arada tuğla hatıllı taş malzeme ile yapılmış ve güney-kuzey yönünde uzanan, ince uzun bir yapıdır. Bugün tek nef halinde olmakla beraber, evvelce iki yan cephesi boyunca uzanan yan neflere sahip olduğu bazı izlerden anlaşılır. Bunlardan soldaki (batıdaki), bina mescide dönüştüğünde son cemaat yeri haline getirilmiştir. Orta mekânın kuzey ucu, beş cepheli dışarı taşkın bir apsis biçimindedir. Binanın içinde ve dışında, Bizans ve sonraki Latin dönemine işaret eden herhangi bir bezeme görülmez. Üstü ise kiremit kaplı ahşap bir çatı ile örtülüdür.
Mescide dönüştürüldüğü sırada doğu tarafı duvarının ortasına mihrap yapılmış, apsisinin yanına da minare inşa edilmiştir. 1970'teki onanma gelinceye kadar bu minare pek alışılmamış bir tipte olup şerefesi ince direklere dayanan bir saçağa sahipti. Bugün bu saçak yoktur.
Hadîka'da, mescidin yakınında daha 18. yy'da harap halde olan Gazi Mahmud Medresesi'nin bulunduğu bildirilir. Bugün
bu medresenin yeri bile belli değildir. Yakın çevresinde Drağman Hamamı ile Mustafa Çavuş Sıbyan Mektebi de bulunuyordu. Yine Kefeli Mescidi yakınında küçük bir Bizans sarnıcı da tespit edilmiştir. Bunun iç ölçüleri 4,70x7,20 m olup, üstünü örten sekiz çapraz tonozu ortada tek sırada üç sütun taşır.
Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 186; İnciciyan, istanbul, 49-50; A. Paspatis, Byzantinai Me-letai, ist., 1877, s. 304-309 (bir gravürü ile); Mordtmann, Esquisse, 76; Belin, Latinite, 116; A. Pargoire, "Constantinople, leş dernieres eg-lises franques", Ecbos d'Orient, IX (1906), s. 301-308; [A. D. Mordtmann], "Constantinopel zur Zeit S. Süleiman deş Grossen, nach einem Bilde von Melchior Lorichs", Bosporus, yeni dizi, I (1906) s. 26-30; Millingen, Byzantine Churches, 253-264; E. Dalleggio dAlessio, "Recherches sur l'histoire de la Latinite de Constantinople...", Echosd'Orient, XXII (1924) s. 456-457; E. Mamboury, Constantinople, isi., 1929, (2. bas.), s. 245-246; R. Janin, "Leş egli-ses byzantines Saint-Nicolas â Constantinople", Echos d'Orient, XXXI (1932) s. 410-412; Schneider, Byzanz, 40, 66; R. Janin, "Leş sanc-tuaires du auartier de Petra", Echos d'Orient, XXXV (1936), s. 51-53; B. Palazzo, Deuxanci-ennes eglises do minicaines a Stamboul, Odalar Djami et Kefeli Mesdjidi, ist., 1951; Eyice, istanbul, 73, no. 103; S. Eyice, "Çancı Keşiş ve istanbul'un Camie Çevrilen Son Kiliseleri", İs-tanbul-Sanat-Edebiyat Dergisi, S. 4 (Nisan 1956), s. 12-13; ay, "istanbul'un Camie Çevrilen Kiliseleri", TAÇ, S. 2 (Mayıs 1986), s. 9-18; P. Grossmann, "Beobachtungen an der Kefeli Mescid in istanbul", tst. Mut., XVI (1966), s. 241-249; Janin, Eglises etMonasteres, 320-322 (Manuel Manastın hakkında), 373-374 (Nikola Kilisesi hakkında), 584; Müller-Wiener, Bildlexikon, 166-168; Th. F. Mathews, The Byzantine Churches, s. 190-194; Fatih Camileri, 150-151; Strzygowski-Forchheimer, Byzan-ünische Wasserbehülter, 103, no. 31 (sarnıç hakkında).
SEMAVİ EYİCE
KEHLİBAĞCIOĞLU, CEMAL SAHİR
(31 Ağustos 1900, İstanbul-2Ekim 1973, İstanbul) Tiyatro ve operet oyucusu, yöneticisi.
19l6'da tarım öğrenimi görmek için Macaristan'a gönderildi. Ancak o, Budapeşte Kraliyet Akademisi'nde oyunculuk eğitimi gördü. 1920'de İstanbul'a döndü. İs-
Cemal
Sahir
Kehli-
bağcı-
oğlu
Nuri Akbayar tonu
tanbul Operet Heyeti'ne girdi. Burada o-yuncu olarak Macun Hokkası, Kaşıkçılar, Yedekçi, Lale Devri, İstanbul Efendisi, Atlı Ases, isveç Kralı gibi oyunlarda rol aldı. Birçoğunda kendisinin de oynadığı "Bülbül", "İstanbul Gülü", "Kumrular" gibi operetleri topluluk için uyarladı. Topluluk i-çinde Doğu-Batı müzik bakışı tartışması başlayınca, Muhlis Sabahattin Ezgi(->) ile birlikte 1921'de İstanbul Operet Heyeti'n-den ayrıldı. Aynı yıl Darülbedayi'den (bugün Şehir Tiyatroları) ayrılan bazı sanatçılarla birleşerek Sahir Opereti'ni kurdu. "Meçhul", "Tarla Kuşu", "La Mascotte", "Yakacık Hatıraları", "Çardaş" gibi birçoğunu kendisinin uyarladığı operetleri sahneledi. 1921 sonlarında Sahir Opereti'nin dağılmasından sonra bir süre Darülbedayi'de çalıştı. Cemal Sahir, 1924-1925 sezonunda Sahir Opereti'ni yemden oluşturdu. Kumrular, Şen Dul, Lüksemburg Dükü, Sevda Ticareti, Kadın, Vals Hatırası, Çin 'e Seyahat, Kontes Marita gibi oyunları sahneleyen Sahir Opereti 1928 sonunda dağıldı. Cemal Sahir o yıl oluşturulan Ankara Opereti'nin ardından Süreyya Ope-reti'nde ve çeşitli topluluklarda yer aldı. Kendi adına oluşturduğu toplulukla Anadolu'ya uzun süre tiyatro turneleri yaptı. Sahnede geçirdiği kaza nedeniyle, sahne yaşamını bırakan Cemal Sahir, Macaristan ve Avusturya operetlerinden yaptığı uyarlamalarla tanındı, oyunlar yazdı. Uyarlamalarından bazıları, Romona, Şeyhin Oğlu, Küçük Daktilo, Aşk Resmi Geçidi'ûti. Son Buse, Kalbin Aynası, Bir Köpek, Öldüren Kim?, Kelepçe, Dinamit, Altın Ayşe, Gözlerin Görmemeli, Acının Acısı, Bir Şoförün Cinayeti, Salondaki Kadın, Kalbimdesin de kaleme aldığı oyunlardır.
HİLMİ ZAFER ŞAHİN
KEL HASAN
bak. HASAN EFENDİ (Kel)
KELLE, İBRAHİM
(1897, İstanbul-1971, İstanbul) futbolcu ve futbol adamı.
Beykoz Kasrı bahçıvanının oğluydu. Futbola 10 yaşında Beykoz Çayırı'nda başladı. 15 yaşındayken Anadoluhisarı İdman Yurdu(->) takımında yer aldı. 1917'de Altı-nordu kulübüne geçti. Bu takımda parladı. 1923'te ilk milli futbol takımında yer aldı. 1924'te Paris Olimpiyatı'na katılan milli takım kadrosuna seçildi. Olimpiyat kampında bütün dünya ülkeleri futbolcularının iştirakiyle yapılan özel yarışmada Türk milli takımı antrenörü Billy Hunter ile karşılıklı topu yere düşürmeden 500 kafa vuruşu yapmak ve ferdi olarak da topu yine yere düşürmeden başı üzerinde 200 defa sektirmek suretiyle birincilik kazandı. Uruguaylıların daveti üzerine onlara kafa vuruşları öğretti. Kafa vuruşları ve her zaman tıraşlı kafası nedeniyle "Kelle İbrahim" adıyla anıldı. Soyadı Kanunu çıktığında lakabını soyadı olarak aldı. 1924'te Türk Milli Futbol Takımı'nın İskandinavya'da yaptığı turne sırasında sakatlandı ve sakat ayakla 45 yaşına kadar Beykoz takımında futbol oynadı. Daha sonra antrenör
ve yönetici olarak ömrünün sonuna kadar bu kulübe hizmet etti. Beykoz Gençlik Kulübü 'nün(-0 bulunduğu caddeye ölümünden sonra onun adı verildi.
CEM ATABEYOĞLU
KEMAL (Hafız)
(21 Temmuz 1882, İstanbul - 9 Ağustos 1939, İstanbul) Ses sanatçısı, hafız.
Şehremini'de doğdu. Kasımpaşalı Cemal ~ Efendi, Bestenigâr Ziya Bey ve Hacı Kirâ-mî Efendi'den makam, usul ve üslup bilgileri öğrendi. Sesinin güzelliği, okuyuşunun temizliğiyle İstanbul'un musiki dünyasında kısa zamanda ünlendi. İlk resmi görevi Nusretiye Camii müezzinliğidir. Sir-keci'de yayına başlayan ilk İstanbul Rad-yosu'nda Hafız Sadeddin'le (Kaynak) birlikte programlara çıktı. Udi Yorgo (Baca-nos), Kemani Sadi (Işılay), Kanuni Artaki (Candan), Kemençeci Aleko (Bacanos) eşliğinde Columbia ve Odeon şirketleri adına plaklar doldurdu. Birçok plağa Hafız Sadeddin'le birlikte okudu. Piyasaya çıkan plakları dışında Darü'l-Elhân(->) arşivi için de pek çok özel plak doldurdu. Gene plak doldurmak için 1928'de Berlin'e, Yorgo Bacanos'la 1930'da Paris'e, Ekim 1931'de de Tanburî Refik (Fersan), Kemençeci Fa-hire (Fersan), Hafız Vâmık Efendi, Hu-dâdat Şakir Bey ve Cennet Hanımla konserler vermek üzere Atina'ya gitti. Son resmi görevi Süleymaniye Camii başimam-lığı ve müezzinliğidir.
Kemal Efendi döneminin en ünlü hafız, mevlithan ve gazelhanlarındandı. Sultanahmet ve Ayasofya camilerinde ezan okunurken Hafız Kemal ile Sadeddin'i dinlemek için meydanda geniş bir kalabalık toplanırdı. Pek çok gramofon plağı doldurmuş olması da onun çok sevilen bir ses olmasının bir sonucuydu. Doldurduğu taş plaklar başta İstanbul olmak üzere bütün yurtta elden ele dolaşırdı.
Hafız Kemal Efendi'nin imzasını taşıyan
portresi.
Fikret Berîuğ koleksiyonu
Hafız Kemal güftenin ezgiye yerleştirilmesiyle ilgili ilkeler ve kurallar bilgisi demek olan prozodi konusunda dikkate değer bir başarı gösterdi. Birbirine çok benzer görünen ama oldukça ince farklılıklar gösteren dini ve dindışı musiki şekillerine özgü üslupların da usta bir yorumcusuy-du. Sesinin güzelliği, gürlüğü ve yakıcılığının yanısıra, bu özellikleri de onun her zaman aranan bir hafız olmasını sağladı.
Plakları arasında, beş plaktan oluşan Mevlid dizisi en tanınmış olanıdır. Ferahnak "Leblerin solar...", hicaz "Asuman ağlar...", mustear "Feryad ediyor...", nihavent "Okunur sihr-i füsun...", hüzzam "Gözü dünya mı görür....", uşşak "Şimşîr-i nigâ-hınla..." plaklara okuduğu ünlü gazellerinden bazılarıdır. Kemal Efendi başta Hafız Hüseyin Tolan ile Sadi Hoşses olmak üzere birçok musikiciye musiki zevki ve tavrı da kazandırdı. Ömrünün son yıllarında kalp hastası olan Hafız Kemal'in mezarı Edirnekapı'dan Rami'ye giden Eyüp yolu üzerinde, Divan şairi, Bâkî'nin mezany-la yan yanadır.
Dostları ilə paylaş: |