KENTİN GELİŞMESİ
540
541
KENTİN GELİŞMESİ
ATLAS UNIVERSE.L P l. A N
ITUUIEl
- ^ :
......
-:, .5^^"*v^"^*';V-v/^;>; ^SS^tö***^/^ * A vî\ • ı ı'*^fc^j&«
•••£• M»r««" • ' rt*rf*«", S, -/••"•' '^'^"d^fe8*^''''/^ ' 1rt**"*W- "S**-***"-*!*-™-^ : "-:
:^ -v • . ^^^^^slflsîii^î^l^-'^S^-^isr^:-:. ;••• :
' : -'-
«»...««i^fİ®?^ ..rtSlfp. ,>»":"•" .^
^i\'t^-^^%^^^âŞ-^^^^':'vW'^ K$ffp iî>?^^;S|v?^$îî«»^'»-^u%:5^^î^l^^^^t|Jl§!(i^''^^S ftiSslI^'fe^'•»'"••'•'••-•v^ '^-^'V
19. yy'ın sonlarına doğru Galata. Kulesi'nden istanbul panoraması (I). Sebab & Joaiüier/Nun Akbayar koleksiyonu
-.• " {}^J^"",i^»Jİ- "-•'" -\<'\ S/^.^:''~^^,K^f^*:^ --?.:-...,((:J,;,;.:,;:. .-;..-.,..,-.-;,,-,v_.-v--, ,,- --...-.,, ._.--. s._.-/^,,,/ v^,^ ^ ^ Ji_^,^ ,^;;.t ^v
< V >-'«»^»>^»şı|p%gp^s -
''•- ı- 'V -/« /^%X - ^'îfe A^^^^^^^ îfr^t^-'^j*
j C: mi Şp^îi^^psftCl^^ş^îr'ISsip^^ ••'L'x:-."I,v- ' ,;•'
ı : ( \ i%j\h^^^S^§s^^^1^^^^^^^^»^^Kİ?^fiai^S^^o'* ^«llWI^8llflîBiSfjSlii|s*S«5y^1 ıs^'"k s. :
i ''-«fl^tgP^^lSieöl'iîS ^^S r fr-~'«. - ,
-/^'^SSlSsiftİSSRIllS^^
liç'e bakan yamaçlarda yerleşme yoğunlaşmış, Boğazkesen Tophane ile birleşmiş, Cihangir yamaçları Fındıklı'ya doğru dolmaya başlamıştır. Teşvikiye'de(-*) 18. yy' m sonlarında bir mescit yapıldığına baka-
19. yy'ın sonlarına doğru Beyazıt Yangın Kulesi'nden istanbul panoraması (I). Sebab & Joaülier/Nuri Akbayar koleksiyonu
IK^-!-,y.'-;;>'-•.-, Yj^. " ,V -•?.^(,.1'i,\{^:-;-X^ , vfr.v>'j-^y v« ^,VJ\;V-.''>/_ v?!'t!vl>ir"V!?ii'vVL'= ' .?-., ?^3Şey5î,.lJ:l'*****?~* • ->,,:" •-- -
., /&Ş|««fe0'£fl\' l^!li>Jilifci;İ|l^;ll*^l|^l*İfe
• w^iySffl^^îO'^^^^S^SSft gs#?sl '':-^4'&Nj,r-cS'i?SsSS iüî?;fŞ-5s?-^î"'>«»
- 7/4ffe#ıBG? iî-"¥-£i5?S'iî' ^-'-J^m^Vcg fSfife'S S-^W^0=«^PİİÎ*l:h:"? •-'x:"Sİ*'*;;i
•>/•• ,^10i^î{iîi^^^^^
. iy^?jÖ^|^^»iâ^S^İ?^^^^İW'ffi^Î4~'"NSî' *; •-SiS'i*'fe!|*İ*>, 'Sf^V^^fîîlİŞ -
19. yy'a ait bir istanbul haritası (üstte) ve yangında yok olan mahalleleri (boş olan yerler) gösteren 1918 tarihli istanbul haritası. Atlas Üniversel, 1877/ F. Muhtar Katırcıoğlu koleksiyonu (üst), Doğan Kuban koleksiyonu
rak Beşiktaş'ın sırtlara doğru uzandığı da söylenebilir. Boğaziçi'nde gelişme deniz ulaşımına bağlı olarak hep kıyıdan yamaca doğru seyrekleşerek olmuştur. Bu "pat-tern", denizin yerine karayolu geçtiği za-
man bozulmuştur. Sadece Galata surları dışında Beyoğlu ve onun uzantısı olan mahalleler kentin gelişme dinamiğinin başka bir boyutuna işaret ederler.
18. yy'da İstanbul'a Batı'yı tümel bir vizyon olarak getiren yapıların başında kışlalar gelir. Bunların kent görünümüne katkıları, bugün gökdelenlerin yaptığı kadar, belki de daha fazlaydı. Büyük boyutlu ve yabancı üsluplarda inşa edilen bu askeri kışlalar 19. yy'ın kozmopolit başkentini görsel olarak hazırlamışlardır. 19. yy'ın yeni sarayları dışında, günümüzde bile İstanbul' un tümüyle Batılı en anıtsal yapıları, kışlalardır. I. Abdülhamid döneminde Cezayirli Hasan Paşa'mn(->) üç katlı, masif Kalyoncu Kışlası(-0, III. Selimin Halıcıoğlu'n-da yaptırdığı iki katlı çok gösterişli Hum-barahane, Tophane ve Selimiye kışlaları, Halil Paşa'nın Taksim'de yaptırdığı Topçu Kışlası, kentin uzak semtlerine, Kuleli'ye, Ayazağa'ya yaptırılan kışlalar, hem üslupları ve malzemeleri, hem de hiç alışılmamış boyutlarıyla İstanbul peyzajını tümüyle değiştirmişlerdir. Bunların hepsi eski hasbahçelerin, köşk ve kasırların, sarayların arsalarına, onları yok ederek, inşa edilmişlerdir. İstanbul'un alçak, yatay konut alanları, kubbe ve minare ile vurgulanmış kent peyzajında bunlar, imparatorluğu ayakta tutacağı varsayılan ordunun her şeyin üzerinde gelen önemini simgesel olarak da işaretleyen yapılardır. 19. yy'da yapılan kışlalar da aynı tasarım geleneğini sürdürürler.
İstanbul'un kentsel gelişme tarihinde bir diğer önemli öğe Lale Devri'nden bu yana Türk bahçe düzenlemesine saray tarafın-
dan sokulan Fransız saray bahçelerinden esinlenilen düzenlemelerdir, islam uygarlığı, su motifinin önemli rol oynadığı, geometrik kurgulu bahçe tasarımım Emevi ve Abbasi dönemlerinde anıtsal boyutlara u-laştırmıştı. Fakat Anadolu'da ve Osmanlı döneminde bunun yerini daha doğal, geometrik düzenini küçük köşk ve kasırlar çevresinde kuran, daha çok iki tarafı ağaçlı yol, havuz ve köşk motifleriyle yetinen bir bahçe anlayışı almıştır. İstanbul'daki hasbahçelerin Lale Devri'nin Sa'dâbâd tasarımına kadar, daha gelişmiş bir bahçe düzeni geliştirdiklerini görmüyoruz. Ne var ki bütün 18. yy boyunca yapılan saray bahçelerinden de yapılar gibi hiçbir örnek kalmamıştır.
III. Selim döneminde Batı'nın bilimsel ve teknolojik üstünlüğünü hazırlayan koşulları bilinçli olarak topluma mal etme çabalan yoğunlaşmıştır. Bu çağın İstanbul' unun fiziksel varlığının en tümel görsel betimlemesini sultanın ve kız kardeşi Hatice Sultan'ın mimarı Melling'in desenlerinde buluyoruz. Bu resimlerin yapıldığı sırada Boğaziçi dünyanın en güzel yerleşmelerinden biri olmalıdır. Suriçi ve Haliç de bu kentsel gösteriye, hiç olmazsa dışarıdan algılanan bir peyzaj olarak katılıyorlardı. Melling'in desenleri ve İstanbul'un bilimsel olarak çizilmiş ilk planı olan Kauffer' in(->) planını inceleyerek 19. yy'ın başında eşsiz bir fizyonomiye sahip kentin betimlemesini yapabiliyoruz.
III. Ahmed dönemine kadar tamir gören surlar, artık savunma için bir anlam taşı-
masa bile, varlıklarını sürdürüyorlardı. Konik çatılarını koruyan kuleleriyle Yedikule Hisarı kenti batı yönünde görsel olarak bitiriyordu. Marmara kıyılarında sur dışına taşan bir yerleşme yoktu. Topkapı Sarayı kıyıya setler ve kasırlarla iniyor; Saraybur-nu'ndaki sahilsaray ile yukarıdaki harem arasında büyük bahçeler bulunuyordu. Saray surlarının dışında bazı ünlü köşkler vardı. Saray mutfaklarının arkasındaki bahçelere de bazı köşkler serpiştirilmişti. Kentin Marmara'dan görünen siluetine saray ve Yedikule arasında, alçak ve sık bir konut dokusu üzerinde yükselen camiler e-gemendi. Kentin limandan algılanması daha farklıydı. Gerçi Haliç peyzajına yine büyük külliyelerin siluetleri egemense de Eminönü'nden başlayarak Halic'e doğru sıralanan iskeleler, kagir depolar, onların arkasında hanlar, kıyıda Yeni Cami, Rüs-tem Paşa gibi camiler, öte yakada surları ve limanı, iskeleleri ve kulesiyle Galata ve iki yaka arasında limanı dolduran yüzlerce, belki de binlerce kayık, pereme, ticaret gemisi, İstanbul'u her dönemde çekici yapan görkemli ve dinamik liman mekânını yaratıyordu.
Melling'in desenleri bu yoğun liman ak-tivitesinin Ayvansaray'a ve Galata yakasında tersanenin varlığı nedeniyle Kasımpaşa kıyılarına uzandığını gösteriyor.
Ayvansaray'dan sonra Eyüp'e kadar sa-. dece kıyılarda ince bir yalı sırası görünüyor. Fakat Eyüp yamaçlara uzanan bir yerleşme alanıdır. Halic'in diğer yakasında Kasımpaşa'da tersane, anıtsal kışlalar ve
depolar, büyük bir alanı kaplayarak kentin bu bölgesine, bugüne kadar uzanan büyük bir şantiye havası getirmişlerdir. Kasımpaşa semt olarak Piyale Paşa Camii'ne kadar uzandığı gibi yamaçlara da çıkmaktadır. Fakat Hasköy'den sonra Kâğıthane' ye kadar Aynalıkavak Kasrı'm ve Hasbah-çesi'ni de içeren bir yalıboyu yerleşmesi vardır. 18. yy'ın sonunda Halic'in bu yakasında yamaç ve tepeler bahçe ve korularla doludur.
Galata'mn Boğaz yönünde eski Tophane büyütülmüş ve kıyıya, çok büyük boyutlu topçu kışlaları yapılmıştır. Onların arkasında yabancı sefaretler ve onların büyük bahçeleri yerleşmiştir. Cihangir, Sıra-selviler, Fındıklı yamaçlarında seyrek yerleşme alanları oluşmuştur. Kıyıdaki yalı dizisinin arkasında Sıraselviler'le Beşiktaş a-rası, 18. yy'da henüz iskâna açılmamış, mezarlık ve bahçelerle dolu, doğal topografyasını koruyan bir alandır. Beşiktaş ise Viş-nezade'ye kadar genişlemiş büyük bir semttir.
Bugün bir "Boğaziçi uygarlığından söz ettiren kıyı yerleşmesi, Lale Devri'nde olduğu gibi, tümüyle aristokratik bir sayfiye niteliğindedir. Büyük sahilsaraylar, vadiler içindeki eski Boğaz köyleri arasında, onları birbirlerine bağlayan görkemli konut dizileri olarak uzanır. Bütün Boğaziçi bu saraylara hizmet etmektedir.
Boğaziçi'nde ulaşımın sadece denizden kayıklarla yapıldığı o dönemde, sahilsaraylar önde dar bir rıhtımla denize, arkada da tepelere kadar uzanan bahçelere sahipti-
KENTİN GELİŞMESİ
542
543
KENTİN GELİŞMESİ
19. yy'ın sonlarına doğru Galata Kulesi'nden istanbul panoraması (II).
Sebah &Joaiüier/Nuri Akbayar koleksiyonu
19. vy'ın sonlarına doğru Galata Kulesi'nden istanbul panoraması (III). Sebah & Joaillier/Nuri Akbayar koleksiyonu
ler. Önlerinde bazen deniz üzerine çıkan divanhaneleri, bahçelerinde küçük kasırları da olsa, temelde bu yapılar çok sayıda odaları, sofaları, hayadan, avlu ve revakla-rıyla denize, koruya, bahçeye dört bir yönde açılan yazlık saraylardır. O sırada 19. yy'ın ikinci yarısındaki köşkler henüz ortada yoktu. Genellikle bir sultan ya da devlet büyüğü konutu olarak gelişen "yalı", sadece deniz kıyısında olduğu için değil, fakat sadece denizden ulaşıldığı ve denizi ve yamacı birlikte kullanan konumu nedeniyle istanbul'a özgü çok zengin bir yapı tipi olarak kabul edilebilir.
Boğaz yalısı su ile beslenerek arkadaki koruya doğru büyür. Bazen yüzlerce o-dadan, bahçe köşkleri, hamamlar, mutfaklar, ahırlar ve servis yapılarından oluşan bu yapılarda ısınma düşünülmemiştir. Bu büyük sahilsarayların ömrü, çoğu kez onları yaptıranların yaşamı kadar sürmüş, eğer satılıp el değiştirmemişlerse kısa sürede yok olmuşlardır. Genellikle yeni sahipler de eskiyi korumamış ya tümüyle ortadan kaldırıp yeniden yapmış ya da değiştirmiştir. Boğaziçi'nde bu çağdan Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı divanhanesinden başka bir şey kalmaması, bu gözlemi doğrular (bak. Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı). Bu yok oluş, konutun geçiciliğine ilişkin bir dünya görüşüne, Osmanlı dünyasında sınıf ve kurum olarak aristokrasinin olmamasına ve devlet adamlarının mevki ve yaşamlarının da sultanın iki dudağının arasında olmasına bağlıdır. Ne konutun sürekliliği, ne de elit ya da idareci sınıfın
sürekliliği, Osmanlı toplum yapısı ve kültürü için karakteristik olmuştur.
18. yy'da kıyıların hemen tümüyle dolmasına karşın içeride kalan semtler fazla gelişmemiştir. Beyoğlu'nda mahalleler Tak-sim'e kadar uzanmamıştı. Üsküdar ise 17. yy'da eriştiği sınırlarda (Çinili ve Atik Valide Külliyeleri, Doğancılar) duruyordu.
istanbul'un denizden algılanan destansı güzelliği, suriçine yansımamıştır. Sürekli yangınlara karşın, konstrüksiyon sistemini, birçok divan kararı çıkardığı halde, kagire çevirtemeyen devlet, bunun sonucu o-larak, düzensiz, dar ve bakımsız sokaklar üzerinde giderek geleneksel özelliklerini yitiren bir yapılaşmaya boyun eğmiştir. Gerçi İstanbul evleri her zaman özgün kalan bir tasarım geleneğine sahip olmuşlar-sa da, kent içi, bütün yabancı gözlemcilerin vurguladıkları gibi, kentsel bir düzenleme iradesini yansıtan bir görünüme hiçbir zaman kavuşmamıştır.
19- yy Başından Cumhuriyet'e-. İstanbul, sultan (devlet)-halk ikilemini mimari yapısında her zaman yansıtmıştır. Bu yapının iki ucunda da Doğulu ya da İslami diyebileceğimiz bir nitelik, II. Mahmud'un saltanatında da (1808-1839) bir süre devam etmiş sayılabilir. Fakat aynı dönemde her geçen gün ağırlığını daha fazla artıran dış baskılar karşısında, artık imparatorluğu a-yakta tutması olanaksızlaşan devlet yapısının, eğitimin, ordunun köklü değişikliklere gereksinimi olduğu gerçeği belirgin hale gelmiştir. 18. yy'da bir yerli oryantalizm atmosferi içinde girişilen yenilikler 19.
yy'da köklü bir ithal niteliğine bürünmüştür. Bunun fiziksel çevrede görüntüsü, bir özümseme olarak yorumladığımız 18. yy mimarisinin yerini tümüyle Avrupa'yı taklit eden bir mimari üslubun almasıdır.
18. yy'da nüfusun sürekli olarak arttığım gösteren belgelerin ihtiyatlı yorumlanması gerektiği, II. Mahmud döneminde yapılan bir "nüfus tahriri"nden anlaşılmaktadır. Tarih-i Lut/Fye göre Rus seferi sırasında ekmek vesikası vermek için yapılan bu yazımda, İstanbul, Galata ve Üsküdar' m toplam nüfusu 359.000 idi. Toplam İstanbul için ortalama 400.000 kabul edilirse, 17. yy için Mantran tarafından yapılan 700.000 tahminine göre, kent nüfusu 1,5 yüzyılda 300.000 azalmıştır. İstanbul'un bu denli nüfus kaybetmesini gerektiren nedenler olmadığı için, 17. yy nüfusunun daha düşük bir sınırda olduğu kabul edilebilir.
II. Mahmud'un saltanatının son yıllla-rında İstanbul'un ilk planlı imar etkinliği Moltke(-») tarafından önerilmiştir. Bu, su-riçinde birkaç meydan düzenlenmesi ve bazı yolların açılması önerişiydi. Moltke, a-nayolların 20 arşına (yak. 14 m) çıkarılmasını tavsiye ediyordu. Araba ulaşımının bile olmadığı İstanbul'da Moltke'nin önerileri uygulanamamıştır. 1848'de yollar için kabul edilen en fazla genişlik 10 arşın (yak. 7 m) idi. II. Mahmud dönemi İstanbul'unun dokusu Moltke'nin 1837'de hazırladığı bir haritada görülmektedir. Bu harita 18. yy' in sonunda hazırlanıp düzeltmelerle 1822' de yeniden yayımlanan Kauffer Harita-
sı'ndan sonra kentin ikinci bilimsel hari-tasıdır.
Bu yıllarda da kent batıda surlar dışına taşmamıştır.
Yedikule ve Mevlevîhane Kapısı dışındaki Takiyeci mahalleleri hariç surlar hâlâ İstanbul'un batı sınırını oluşturmaktadır. Evliya Çelebi'nin anlattığı suriçi mesireleri ve boşlukları hâlâ durmaktadır. Bayrampaşa Vadisi, Langa, Yedikule, Topkapı arasında surlara paralel şerit Davutpaşa'ya kadar bahçe ve bostandır ve Cumhuriyet dönemine kadar da öyle kalmıştır. Kentin diğer kentsel boşlukları ise külliye avluları ile Atmeydam'ndan oluşmakta; Eski Saray alanı da, surlarla çevrili olarak yeni bir kullanım beklemektedir.
Galata surlarının dışındaki mahalleler, Haliç yakasında Şişhane-Tepebaşı çizgisine kadar Pera Caddesi'ne paralel bir alan işgal etmektedir (bak. İstiklal Caddesi). Bunun ötesinde mezarlıklar vardır. O dönemde Kabataş-Dolmabahçe arası hâlâ meskûn değildir. Buna karşın Boğaziçi kıyı şeridi yapılanmıştır, îstinye'den Kalender'e kadar seyrek yalılarla ince bir kıyı şeridi devam etmekte, Boğaziçi'nin Anadolu yakası eski yapısını korumaktadır.
İstanbul'un 19. yy'daki gelişmesini o dönemden kalan haritalardan izlemek olanağı vardır. 1851 tarihli bir haritada Bakırköy'ün kentin batısındaki en büyük yerleşme alanı olduğu saptanmaktadır. Bizans döneminden bu yana var olan Hebdomon, genellikle azınlıkların oturduğu bir semt olarak yakın zamanlara kadar yaşamış-
tır. Yüzyıl ortasında Pera Caddesi etrafındaki lineer yerleşme dışında, Taksim'den öteye, sadece büyük kışla alanları görülür. Fakat Harbiye'ye uzanan Büyükdere yolu vardır (bak. Büyükdere Caddesi). O sırada Pangaltı ve Nişantaşı yerleşmeye açılmamıştı. Üsküdar'ın sınırları Karacaahmet Mezarlığı'yla(->) saptanmış bulunuyordu. Kadıköy de Altıyol'a kadar uzanan bahçeli bir yerleşme alanıydı.
İstanbul'un önemli strüktürel değişmelerinden ikisi II. Mahmud ve Abdülmecid' in (hd 1839-1861) ilk saltanat yıllarında olmuştur. Bunların başında İstanbul ve Ga-lata'yı bağlayan köprülerin yapılması gelir. Bu köprüler simgesel olduğu kadar, kentin günlük yaşamında da Doğu'ya bağlanışını temsil ederler. Batı ile kültürel ve ticari ilişkiler arttıkça Galata'nın etki alam genişlemiş, Beyoğlu'na ve kuzeye doğru büyüme hızlanmıştır. Bu yüzyılda Beyoğlu, artık sadece Müslüman olmayan azınlıklara değil, Türklere de açılmıştır. 1838'de a-çılan ilk Unkapanı yaya köprüsü, büyük bir olasılıkla, Moltke'nin plan önerileri içinde vardır. 1845'te Abdülmecid'in annesinin yaptırdığı Karaköy (Valide Sultan) Köprüsü, kentin önemi giderek artan ana arteri olmuştur.
İkinci önemli strüktürel değişme sultan sarayının kent içinde yer değiştirmesidir. Bu değişme Sarayburnu'nun fiziksel ve işlevsel değişimini de birlikte getirmiştir. II. Mahmud'un saltanat döneminden başlayarak eski sarayların gözden düştüğü görülür. II. Mahmud, yazları daha çok Be-
şiktaş Sarayı'nda kalıyordu. Abdülmecid Dolmabahçe Sarayı'nı yeniden yaptırarak Topkapı Sarayı'mn sultan konutu statüsünü sona erdirmiştir.
II. Mahmud döneminde Yalı Köşkü'nün yerinde, Amerikalı bir mühendisin kurduğu bir fabrikada buharlı gemi makineleri üretimine başlanmıştır. Abdülaziz'in (hd 1861-1876) ilk saltanat yıllarında Topkapı Sahilsarayı büyük bir yangında tahrip olduktan sonra, sultan, devlet adamlarının direnmelerine karşın, uygarlık simgesi o-larak gördüğü demiryolunun saray bahçesinden geçerek Sirkeci'ye ulaşmasını istemiştir. 1874'te açılan Edirne-İstanbul demiryolu, saray surlarının özellikle Sirkeci tarafındaki bölümünün, bazı köşk ve kasırların, bu arada İncili Köşk'ün de yıkılmasına neden olmuştur. Gemi motoru fabrikası da Tersane'ye nakledilmiştir. Böylece demiryolu, kentin kurulduğu dönemden bu yana en önemli özelliklerinden biri olan denizle ilişkisini, Yedikule'den Sirkeci'ye kadar ortadan kaldırmıştır. Gerçi sultan sarayı yine deniz kenarındadır ama Topkapı'nın terk edilmesi ve kısmi tahribiyle çok eski bir kent simgesi önemini yitirmiş, sultanın İstanbul'la olan fiziksel ilişkisinin de yeri ve doğası değişmiştir. Gerçi yarımadanın ucu bütün tarih boyunca kent yaşamı dışında başka bir kent gibi yaşamıştır ama, sultanın Topkapı'daki varlığı yine de tarihi bir kaderin simgesidir. Sultanların bu değişikliğe razı olmaları, imparatorluktaki köklü değişikliklerin de işareti olmuştur. 1882 tarihli son Stolpe
İt,r"S ;' ;.-,-;;,£.
19. yy'ın sonlarına doğru Beyazıt Yangın Kulesi'nden İstanbul panoraması (II) Sebah & Joaillier/Nuri Akbayar koleksiyonu
19. yy'ın sonlarına doğru Beyazıt Yangın Kulesi'nden İstanbul panoraması (III).
Sebah & Joaillier/Nuri Akbayar koleksiyonu
KENTİN GELİŞMESİ
544
545
KENTİN GELİŞMESİ
SEPTlMİUS
SEVERUS
DÖNEMi
TEODOSlOS DÖNEMi VE SONRASI
BlZANTlON VE DISER j GREK YERLEŞMELERİ*
16. YÜZYIL
15. YÜZYIL
17. YÜZYIL G23 İSTANBUL 1962
Osmanlı döneminden önce (üstte) ve 15-18. yy'lar arasında kentin gelişimi. an Kuban
haritası, suriçine ne kadar değişik bir öğenin girdiğini açıklar.
Kıyılar boyunca lineer olarak uzanan ve sadece denizden beslenen kentin yeni bir ulaşım sistemine gereksinmesi olduğu ilk kez II. Mahmud döneminde ortaya çıkmıştır, istanbul'a ilk buharlı gemiyi II. Mahmud getirmiş, 1838'de Tersane'de buharlı gemi inşa edilmeye başlanmıştır. II. Mah-mud'un son yıllarında Boğaz'da ulaşımı ingiliz ve Rus gemileri sağlıyordu. 1844'te hükümet Fevaid-i Osmaniye(->) adıyla kurdurduğu şirketle Boğaz'ın kalabalık köylerine yaz aylarında yolcu seferleri düzenletmişti, ilk sürekli seferler Üsküdar'a yapılıyordu. Şirket-i Hayriye'ninf», kurulmasıyla sefer sayısı artmış, 1872'de de Kaba-taş-Üsküdar arasında ilk araba vapuru seferi yapılmıştır.
Deniz ulaşımı geçen yüzyılların su tesislerinin inşasından sonra, istanbul'un büyük kent olarak ilk büyük altyapı örgüt-lenmesidir. Abdülaziz ve II. Abdülhamid (1876-1909) dönemlerinde, ilk sanayileşme çabalarına paralel olarak, İstanbul'un II. Dünya Savaşı'na kadar pek değişmeyecek olan ulaşım altyapısı kurulmuştur. 1870' lerin başında Yüksekkaldırım'dan günde 40.000 kişinin çıktığı hesaplanarak Tünel' in kârlı bir inşaat olacağı düşünülmüş ve 1871-1874 arasında dünyanın en eski kent metrolarından biri olan Tünel inşa edilmiştir. 1873'te Istanbul-Izmit demiryolu da tamamlanmış ve Anadolu banliyösünün gelişme yolu açılmıştır.
Bir yüzyıl kent içi ulaşımının direği o-lacak tramvay da Abdülaziz döneminin ü-rünüdür. istanbul atlı tramvay şirketi 1869' da kurulmuştur (bak. tramvay). Önce Dol-mabahçe Sarayı'nın gereksinimi için yapılan Dolmabahçe Gazhanesi ise 1853'te inşa edilmiştir. Buradaki üretim fazlasıyla da Beyoğlu aydınlatılmıştır (bak. aydınlatma).
Abdülmecid ve Abdülaziz'in saltanatları Osmanlı başkentinin kökten bir Batılı kent olma çabasına sahne olmuştur. Bu Türkiye'nin ilk sanayileşme dönemine tekabül eder. Kentin bu tür dönüşümleri yapabilmesi için idari olarak da örgütlenmesi gerekiyordu. Bu amaçla yine Avrupa kentlerinden esinlenilerek 1855'te şehremaneti kurulmuş ve istanbul 14 belediye dairesine ayrılmıştır (bak. belediye), ilginç olan eski istanbul ve Bilad-ı Selase denilen eski kent parçalarına 5 daire, yeni gelişen semtlere 9 daire tahsis edilmesidir. Şehrema-netinin kurulmasından 3 ay sonra, temel görevi sokakların bakımı ve kaldırımlan-ması olan Intizam-ı Şehir Komisyonu(-t) kurulmuştur. 20. yy'ın sonuna kadar sokak ve kaldırım inşaatının gerçekleşememiş olması sorunun bir örgütlenmeden de öte bir toplum kültürü sorunu olduğunu göstermektedir.
Kentte yeni meydan düzenlemeleri ve yolların genişletilmesi yeni belediye dairelerinin kurulmasıyla başlar. Belediye kurulması ile birlikte ilk farkına varılan şey İstanbul'da meydan, yol, kaldırım ve park denilen kentsel oluşumların yokluğudur. Divanyolu o sırada genişletilmiş ve Köprülü Külliyesi de tıraş edilmiştir. O zaman-
1916
1960
20. yy'da kentin gelişimi. Doğan Kuban
dan bu yana yol ve meydan için tarihi yapıların tahribinin de olumsuz bir tavır olarak sürüp geldiğini vurgulamak gerekir.
II. Mahmud döneminden sonra istanbul'un anıtsal yapılarının mimari üslubu da "ampir" üslubu ile başlamak üzere kesin olarak değişmiş, klassizan bir yarım yüzyılı barok ve giderek daha seçmeci üsluplar izlemiştir. Divanyolu'nda oğlu tarafından tamamlanan II. Mahmud Türbesi ve Sebili bu dönemin Divanyolu'na yeni bir hava getiren ilk yapısıdır. Devlet tarafından yaptırılan kamu yapılarında ölçünün tümüyle kaçırıldığı yapılar vardır. Gaspare Fossati'nin(->) Bab-ı Hümayun ile Sultanahmet arasında Ayasofya önüne yaptığı büyük boyutlu ve neogrek üsluptaki Darülfünun binası(-0 bunlardan biridir. Sonradan adliye olarak kullanılan ve 1933'te yanarak yok olan bu yapı, istanbul'un tarihi silueti için bir felaket sayılacak nitelikteydi.
O sırada kent planlaması fikri tek yapı ve meydan düzenlemesi aşamasındadır. İstanbul'un geleneksel dokusu ve yapı boyutları Batı mimari geleneğinin anıtsal ölçüleri karşısında ezilmiştir. Suriçinde Eski Saray avlusunda inşa edilen Seraskerlik, Divanyolu'nda II. Mahmud Türbesi yanında yapılan ikinci Darülfünun binası (bugün Basın Müzesi) gibi yapılar, istanbul'u o zamana kadar bilinmeyen bir ölçüde ve espride değiştirmiştir. 18. yy'da başlayan büyük kışla inşaatı bu yüzyılda da sürmüştür. Abdülaziz döneminin Taksim Kışlası, Taşkışla, Gümüşsüyü Kışlası ve
yeniden yapılan Maçka Silahhanesi Dolmabahçe Sarayı'nın arkasında âdeta yeni bir kent imgesi yaratmışlardır.
Tanzimat'ın ilanından sonra, Abdülmecid ve Abdülaziz, başkente Avrupa başkentleri havasını, Avrupa kral saraylarının görkemini getiren simgesel motivasyonu güçlü bir saray inşaatına girişmişlerdir. Bunların ilki 1855'te eski Beşiktaş Sarayı'nın kalan bölümleri yıktırılarak yapılan Dolmabahçe Sarayı'dır(-->) Abdülaziz bunlara 1865' te Beylerbeyi Sarayı'm(->), 1872'de de Çı-rağan Sarayı'nı(->) katmıştır. Bunlarla birlikte bütün yüzyıl boyunca yapılan köşk, kasır ve sahilsaraylar, III. Selim dönemine kadar yapılan eski ahşap sarayların yerini aldığı gibi, geleneksel kültürün yarattığı mimari üslubu da yok etmiştir.
. istanbul Patrona Halil Isyam'ndan başlayarak 200 yılda birkaç kez yenilenmiştir. Başkentin 19. yy'daki mütevazı ahşap konut mimarisi bile, 18. yy'dakinden çok farklı bir kentli havaya bürünmüştür. Bo-ğaziçi'ndeki yeni büyük saraylar ve onlarla birlikte Boğaziçi'ne yerleşen Dolmabahçe (Bezmiâlem Valide Sultan), Mecidiye ve Ortaköy camileri Avrupa mimarisini, anıtsal boyutlarda Boğaziçi kıyılarına uzatmışlardır.
Abdülaziz dönemi sonundaki istanbul, C. Stolpe'nin yüzyıl ortalarında hazırlayıp 1882'ye kadarki düzeltmelerle yayımlanan haritasında görülür. Sur dışında yerleşme alanları genişlemiştir. Yedikule dışında büyük bir mahalle oluşmuştur. Mezarlık a-lanları arkasında Ermeni ve Rum hasta-
neleri ve Takiyeci Mahallesi vardır. Haliç' in istanbul sırtlarında o zamana kadar iskân edilmemiş Otakçılar'dan Rami Kışlası' na kadar yeni mahalleler oluşmuştur. Halic'in Galata yakasında ise henüz tepelere kadar uzanmamış Hasköy ve Piri Paşa mahalleleri ve daha içeride askeri kuruluşlar ve kiremit imalathaneleri vardır.
Beyoğlu yakası Abdülaziz döneminde büyümeye başlar. Taksim Kışlası'nın talimhanesi iskân edilmemiştir. Fakat Harbiye Kışlası'nın karşısında vadiye inen yamaçlarda Ayios Dimitrios ve Tatavla mahalleleri oluşmuştur. Ancak Cumhuriyet'in 15. yılında Taksim'den Harbiye'ye giden yolun Boğaz tarafının hâlâ Surp Agop Mezarlığı olduğunu anımsamak, bu bölgenin yerleşmeye kolayca açılmadığını gösterir. Harbiye ile Teşvikiye arasına Nişantaşı(->) bölgesinde mahalleler kurulması da Abdülaziz döneminde başlamıştır. O dönemde büyük kışlalar arasındaki Ayaspaşa(->) da hâlâ bir mezarlık bölgesidir. O dönemdeki yerleşme "pattern"i sultan sarayı ve ordu kurumları çevresinde yeşil ve boş alanlar bırakmayı gerektiriyordu. Sonraki çağlarda bile, özellikle II. Dünya Savaşı'n-dan sonra, kent dokusundaki yeşil yavaş yavaş yok edilirken, istanbul'un tek yeşil alanları eskiden saraya ve orduya ait yapılar çevresinde kalmıştır. Üsküdar ve Kadıköy'de ise, özellikle 1860'ta Kadıköy'ün geçirdiği büyük yangından sonra, fazla bir büyüme görülmez.
II. Abdülhamid dönemi (1876-1909), Batı'nın ekonomik hegemonyasının artmasına paralel olarak, İstanbul'daki her yeni yapının ithal örneklere göre inşa e-dildiği bir dönemdir. İstanbul'un imarı için alınan örnek Paris'tir. II. Abdülhamid'in Paris Belediyesi'nin ünlü şehircisi J. A. Bo-uvard'a(->) Beyazıt, Sultanahmet ve Eminönü meydanları için proje hazırlatması ilginçtir. Bouvard, İstanbul'a hiç gelmeden, plan ve fotoğraflardan yararlanarak, tam bir "beaux-arts" geleneği içinde, kentle ilişkisiz projeler hazırlamıştır.
1900'de Boğaziçi'nde ya da Sarayburnu-Salacak arasında Asya ile Avrupa'yı bağlayacak bir köprü önerisi de yine bir Fransız mühendis olan Arnodin tarafından hazırlanmıştır. Anadolu ve Rumeli hisarları arasında "Hamidiye Köprüsü" adını taşıyacak pitoresk bir köprü projesi de yine o dönemin ürünüdür. II. Abdülhamid'in saltanatının son yıllarında Divanyolu'nu Beyazıt'tan Aksaray'a uzatan, Yenikapı ile Unkapanı'nı birbirine bağlayan yolu planlayan, Çırçır, İshakpaşa ve Beyazıt yangın yerleri için planlar hazırlayan da bir Fransız mühendisidir.
II. Abdülhamid döneminde bugünkü istanbul görüntüsünde hâlâ etkili olan, ö-zellikle ulaşımla ilgili büyük yapılar inşa e-dilmiştir. Alman mimar A. Jasmund(->) tarafından tasarlanan Sirkeci İstasyonu 1887' de, Haydarpaşa Garı(->) yine bir Alman mimar olan H. Cuno tarafından 1908'de inşa edilmiştir. Depolama tesisleriyle birlikte ilk yapılan liman ise Galata Limanı' dır. 1895'te tamamlanan ilk bölümünde 758 m rıhtım yapılmıştır. Bu, istanbul'un
Dostları ilə paylaş: |