KENTİN GELİŞMESİ
536"
537
KENTİN GELİŞMESİ
Bartlett'in çizgileriyle Beyazıt Kuiesi'nden Süleymaniye Camii ve geri planda Haliç panoraması
levi olmalıdır. Atmeydanı, devletin en büyük tören alanı olarak açık bırakılmak zorundaydı. Sultan, cami için birçok ünlü vezir konağını ortadan kaldırmışsa da cami dışındaki diğer yapılan yerleştirecek kadar büyük bir alan elde edememiş, külliyenin diğer yapıları sfendone'nin üzerine yerleşmiştir. Büyük bir olasılıkla, Sultan Ahmed Külliyesi'nin yer seçiminde kültürel bir ideoloji faktörü vardır. Ayasofya'mn büyük kütlesiyle egemen olduğu bu alana bir cami yapma isteği önemli bir motivasyon olmuş olabilir. Fakat bu uygulama istanbul'un Marmara'dan görünen siluetine ve kent içi fizyonomisine olağanüstü bir karakter kazandırmıştır.
17. yy'ın, özellikle ikinci yarısında, Di-vanyolu üzerinde yapılan küçük vezir külliyeleri kentin anayolunu daha da etkili bir hale getirir. Bu yüzyılda da istanbul birçok büyük yangın geçirmiştir (bak. yangınlar). Yine de kent içinde yapılan mahalle mescidi sayısı bir önceki yüzyılın üçte birini bile bulmamıştır. Bunların da büyük bir çoğunluğu sur dışında yapılmıştır. Kent içinde sürekli mesire yerlerinin ve büyük boşlukların varlığı biraz da yangınların sonucu olarak görülmelidir. Fakat bunun da ö-tesinde artık sur dışında yerleşmek genel bir eğilime dönüşmüştür.
O çağın ölçülerine göre istanbul'un nüfusu dev boyutlara ulaşmıştır. Gerçi bu nüfusu saptamak için elimizde çok güvenilir belgeler yoktur. l638'de yapılmış bir sayıma dayandığını söyleyen Evliya Çelebi, kentte 262.000 lonca mensubu olduğunu yazar. 17. yy istanbul'u üzerinde ayrıntılı bir araştırma yapmış olan R. Mantran, 1690-1691 tarihli iki belgeye dayanarak gayrimüslimlerin oturduğu 68.000 hane olduğunu ve buna göre sayılarının 250-300.000 arasında olabileceğim tahmin ediyor. 16. yy'da Sinan Paşa'nın doktoru olan Christobal de Villanon'un verdiği yüzde 42,3 ve Ömer Lütfi Barkan'ın 1520-1535 arasında yapılan tahrirlere dayanarak verdiği yüzde 47,7 gayrimüslim oranlarını bu sayıya uygulayarak kent nüfusunun 700-800.000 arasında olabileceği hesaplanabilir. Bu büyüklükte bir kentte Evliya'mn verdiği lonca mensubu sayısı, abartmalı olmakla birlikte, yine de olağanüstü bir zanaatkar sayısının varlığına işaret etmektedir. Münir Aktepe istanbul nüfusunun 17. ve 18. yy'larda sürekli arttığını ve bunu önlemek için birçok önlem alındığım göstermiştir. 17. yy'daki nüfus artışının nedenlerinden biri Anadolu'daki Celali isyanları nedeniyle istanbul'a göçtür. Polonyalı Simeon bu isyanlar nedeniyle İstanbul'a 17. yy'da 40.000 Ermeninin göç ettiğini yazmıştır. İmparatorluğun Avrupa'daki durumunun sarsılması da başkente göç eğilimini artırmış olabilir. Fakat, İstanbul nüfusu büyük olasılıkla, Cumhuriyet'ten önce hiçbir zaman 900.000'i geçmemiştir. Bunun nedeni, devletin İstanbul'a gelen nüfusu kontrol etme isteği, sürekli yangınların doğurduğu konut bunalımı, gıda gereksiniminin büyüklüğü ve anarşidir.
Bu nüfus artışına paralel olarak 17. yy' da yerleşme alanları giderek büyümüştür.
Kasımpaşa, Piripaşa, Hasköy, Sütlüce hem yamaçlara doğru tırmanmışlar, hem de birbirleriyle sürekli bir yerleşme alanı olacak şekilde birleşmişlerdir. Yedikule dışında Türklerin oturduğu büyük bir mahalle o-luşmuştur. Evliya Çelebi, Tophane'nin birçok mahalleden oluşan 7 camili büyük bir semt olduğunu yazar. Kıyılara Fındıklı'ya kadar büyük yalılar inşa edilmiştir. Tophane ile Fındıklı arasında salı günleri kurulan pazar nedeniyle Sahpazarı denen semtte büyük bir çarşı alanı oluşmuştur. IV. Meh-' med döneminde (1648-1687) Beşiktaş Saray^-») denen ve eski hasbahçeler içinde gelişmiş sahilsaray, kasır ve köşkler önemli bir kompleks oluşturmaya başlamışlardır. Boğaz'a doğru yalı ve bahçeler artmıştır. Boğaz köylerinin nüfusunu Türklerden çok Rumlar oluşturmaktadır. Yahudilerin yoğunlukta olduğu köyler de vardır. Geçen yüzyılda olduğu gibi Türk ve Rum köyleri, birbirlerinden ayrılmaktadır. Hisarlar, Kanlıca, Beykoz, Yeniköy ve Kavaklar, Türklerin çoğunlukta olduğu köyler; Çengelköy, Arnavutköy, İstinye, Tarabya, Büyük-dere Rumların çoğunlukta olduğu köylerdir. Kuzguncuk, Ortaköy ve Kuruçeşme'de Yahudiler yoğunlaşmıştır. Bu köyler daha çok vadilerin kıyıya yakın yerlerinde toplanmış birkaç mahalleden oluşuyordu. Burada sebze ve meyve yetiştiren bahçecilerle balıkçılar oturuyordu. Nüfusun bir bölümü de sahilsaraylara ve büyük bahçe sahiplerine hizmet verenlerdi.
Üsküdar bu yüzyılda büyük bir gelişme göstermemiş, aynı sınırlar içinde yoğunlaşmıştır. 17. yy'da en önemli yapı Kösem Mahpeyker Valide Sultan'ın Atik Valide Külliyesi yakınında inşa ettirdiği Çinili Külliyesi'dir(->). İstanbul karşısında Üsküdar her zaman ayrı bir kent gibi görünmüştür. Doğudan gelen karayolunun bittiği noktada, ticari mal depolama ve barındırma işlevini karşılayan büyük bir çarşı bölgesi vardı. Evliya Çelebi 11 han ve 2.060 dükkân bulunduğunu, Mihrimah ve Orta Valide (Eski Valide) kervansaraylarının 100'er ocaklı olduğunu yazar.
İstanbul'un sur dışında, kıyılar boyunca, lineer olarak sürekli büyümesi deniz ulaşımının önemini artırmıştır. 1680 tarihli bir belgede limana kayıtlı 1.444 kayık ve pereme vardır. Evliya Çelebi 15.000 kayıkçı ve peremeci olduğunu yazar, istanbul'da büyük kayıkların liman iskeleleriyle Boğaziçi arasında yük taşımaları bu yüzyılın ortalarına kadar sürmüştür. 17. yy' dan başlayarak denizyolunun kent yaşamının önemli bir bileşeni olması topografyanın dikte ettiği kent biçiminin bir sonucudur.
istanbul'un gelişmesinde, özellikle 17. yy'dan sonra Galata'nın, sadece günlük işlev olarak değil, fakat imparatorluğun Avrupa ile ilişkilerinin, kültürünün gelişmesi, değişik kent vizyonlarının üretilip sunulması gibi alanlarda çok kapsamlı bir rol oynadığını anımsamak gerekir. Fetih sırasında Cenevizlilere bir ahitname ile bir tür bağımsızlık tanınmışsa da 1455'ten başlayarak Galata'nın bir Türk subaşısı ve kadısı olmuştur. Galatalı Levantenler ve Rumlar
da "zimmi" muamelesi görmüşlerdir. Buna karşın 15. yy'da Tursun Bey'in yazdığı gibi Galata ve onun uzantısı olan Beyoğlu, hep "Kâfiristan" olarak kalmıştır, istanbul içindeki bu "Kâfiristan", Osmanlı Devleti zayıflayıp Avrupa'dan çağdaş yaşam yollarını aktardıkça büyümüş, güçlenmiş ve giderek daha fazla kentle bütünleşmiştir (bak. Beyoğlu; Galata). II. Bayezid'in Acemi Ocağı'nı açması, Galata Mevlevîha-nesi'nin(->) kurulması, Galata surları dışında, 16. yy'da Ağa Camii, Aşmalı Mescit ve Şahkulu Mescidi gibi mescitlerin inşası, Türklerin bu bölgeye ilk adım atmalarıdır. Fakat bu Galata ve hinterlandının azınlık karakterini hiçbir zaman değiştirmemiştir. 1535'te Fransızlar elçiliklerini Beyoğlu'na taşımışlardır. Daha sonra Venedikliler, Hollandalılar, Polonyalılar Galatasaray'la Tünel arasında Marmara'yı ve limanı seyreden sırtlara ahşap elçilik konaklarını inşa etmişlerdir. Sadece İngilizler Halic'i seyreden yamaçta yerleşmişlerdir. 1628'de Fransızlara verilen izinle St. Louis deş Fran-çais Kilisesi yapılmıştır. Levantenlerin, 16. yy'da, sur dışında Galatasaray'a doğru, yerleşme ve ticaret alanlarını genişlettikleri anlaşılıyor. Bu gelişme giderek kuzeye doğru uzanmıştır. Fakat 17. yy'da yerleşme alanı elçilikler çevresinde ve Galatasaray'la sınırlıdır. Bundan öteye Boğaz'a bakan yamaçlarda mezarlıklar, Halic'e bakan yamaçlarda da bahçeler, bağlar ve bostanlar bulunuyordu. Fakat Osmanlıların Batılılaşma süreci yoğunlaştıkça bu bölgedeki yerleşme büyüyecek ve kent tarihinde önemli bir ağırlık taşıyacaktır.
17. yy'ın ikinci yarısında İstanbul, Galata dışında bir Türk-lslam yaşama çevresi olarak kendini tamamlamış, gelişme çizgisini saptamıştır. Kentin işlev alanları da kesinleşmiştir. Farklı cemaatlerin yerleşme alanları ayrılmıştır. Her zaman olduğu gibi, büyük sultan yapılarının zorladığı durumlar olmuştur. Örneğin 17. yy'da Yeni Cami'nin inşaatı nedeniyle Yahudi cemaatinin, eskiden beri oturdukları bu yöreden Balat'a ve Hasköy'e zorla gönderilmeleri anımsanabilir (bak. Eminönü). Fakat cemaatlerin ayrı bölgelerde oturmaları, istanbul'da bir getto niteliğine pek bü-rünmemiştir.
Bu dönemde kent nüfusunun yüzde 40'ı Müslüman olmayanlardan meydana gelmişti. Bunlann en büyük grubu Rumlar-dı. Fetihten sonra Rumeli'den ve Ege adalarından gelen bu ahali, Marmara kıyılarında, Haliç kıyılarında ve Galata'da yerleşmişti. Haliç'te Fenerle Cibali arasında, 1601'de Rum Patrikliği'nin yerleştiği Fener bölgesi Rum mahalleleriydi. Kumkapı ve Samatya, Halic'in kuzey kıyısında Kasımpaşa, Hasköy ve Tophane'nin yamaçlarında da Rum mahalleleri vardı. Suriçinde deniz kıyısında Rumların da bulunduğu tek semt Topkapı'ydı. Evliya Çelebi, Rumların denizcilik, balıkçılık, meyhanecilik gibi mesleklerle uğraştığını yazar. Buna bahçecilik ve yapıcılığı da eklemek gerekir. Ege ve Akdeniz ticaretini ellerinde tutan Rumlardı. Osmanlı gemi kaptanlarının çoğunluğunu da Rumlar oluşturuyordu.
Müslüman olmayan ikinci büyük grup Ermenilerdir. Fatih döneminden bu yana daha çok Marmara kıyılarında yerleşmişlerdi. Ermeni Patrikliği 1641'e kadar Sulu-manastır'da (Samatya) kalmış, bu tarihte Kumkapı'ya taşınmıştır. Samatya'dan Kum-kapı'ya kadar mahallelerde Ermeniler yaşıyorlardı. Boğaz kıyılarında Beşiktaş'la Kuruçeşme arasında; Anadolu yakasında Üsküdar'da Ermeni mahalleleri vardı. Celali isyanları nedeniyle on binlerce Erme-ni'nin istanbul'a göçü karşısında, bunların geldikleri yerlere geri gönderilmelerini emreden IV. Murad döneminden bir divan kaydı vardır.
Bizans döneminde Yahudi mahalleleri Sirkeci'den Haliç içine doğru kıyılarda bulunuyordu. Fatih vakfiyesinde 17 Yahudi mahallesinin adı verilmiştir. Eski adı Çıfıt Kapısı olan Bahçekapı'da oturan Yahudiler, Yeni Cami inşaatı nedeniyle yerlerinden olmuşlar, fakat suriçinde Ayvansaray' dan Cibali'ye kadar, özellikle Balat'ta(->) yerleşmişlerdir, istanbul folklorunda "Ba-lat Kapısı'ndan girdim içeri, Yahudiler dizilmiş iki keçeli" tekerlemesi Balat'ta duvarlarla çevrili ve kapılı Yahudi mahalleleri olduğunu ve buradaki Yahudilerin de ticaret ve satıcılıkla meşgul olduğunu anlatır. 17. yy'da diğer Yahudi mahalleleri, Evliya ve Eremya çelebilerin yazdıklarına göre Hasköy, Galata, Mumhane; Boğaz kıyılarında da kente yakın olan Beşiktaş, Ortaköy, Üsküdar ve Kuzguncuk semtleriydi. Galata'da Cenevizlilerden kalan diğer önemli bir azınlık, çoğunluğu italyan kökenli Levantenlerdir(->). Bunlar önce Galata'nın orta hisarında, giderek Galata'nın yüksek mahallelerinde ve sur dışında Galatasaray'a doğru Boğaz yamaçlarında yerleşmişlerdi. Özellikle bu grup, bundan sonraki yüzyıllarda Batı kültürünün yerli a-janları ve Batı'yla ticaretin aracısı olarak, Osmanlı son dönem tarihinde özel bir işlev görmüştür. Galata'ya 17. yy'da İspanyol zulmünden kaçarak gelmiş küçük bir Arap kolonisi, Arap Camii(->) çevresinde yerleşmişti. İstanbul'un fazla sesi çıkmayan diğer küçük bir ticaret kolonisi de İranlılardı(->).
İstanbul'u ekonomik açıdan en iyi tanımlayan R. Mantran'dır. istanbul'un temelde bir ithal limanı olduğunu ve hiçbir şey ihraç etmediğini belirten Mantran, kenti "cite-ventre" olarak niteler. Bu ithalatın imparatorluk içinden geleni istanbul Limanı'na, Avrupa'dan geleni de Galata Li-manı'na boşalırdı. İran üzerinden gelip Avrupa'ya gidecek transit ticaret de Galata' dan yapılırdı. Yukarıda belirtildiği gibi bu ticaret Levantenlerin, Yahudilerin ve Rumların elindeydi. Özellikle 18. yy'dan sonra Avrupalılar da bu ticarete ortak olmuşlar, fakat aracı olarak yerli azınlıkları kullanmışlardır. Ancak istanbul, Avrupa'nın giderek globalleşen, Amerika'ya, Asya'ya, Uzakdoğu'ya denizyolu ile açılan ticareti içinde, ortaçağdaki önemini yitirmiştir. Mantran dış ticaret bakımından İstanbul' un İzmir, İskenderiye, Trablusşam gibi limanlara göre daha az bir ticaret hacmine sahip olduğunu anımsatır. Ticareti ulusla-
Pardoe, Bosphoms, 1839 Eser Tulel arşivi
rası büyüklükte olmasa da, liman İstanbul'un yaşamını birinci derecede etkiler. Ticaret alanlarının yeri de kentin bütün tarihi boyunca, ona bağlı olarak belirlenmiştir. Fakat kent nüfusu arttıkça bazı alt ticaret bölgeleri ortaya çıkmıştır. Beyazıt'tan Aksaray'a ve Saraçhanebaşı'na uzanan iki anayol üzerinde bir ticaret aksı oluşmuştur. Kentin hanları Haliç'le Divanyolu arasında çarşı bölgesindedir. 17. yy'dan başlayarak eski ahşap hanlar yerine, yangına karşı, kagir hanlar yapılmaya başlanmıştır.
17. yy'ın ikinci yarısında ağır askeri yenilgilerin devleti silkeleyip yeni eğilimleri teşvik etmesinden önce İstanbul kentinin fiziksel özellikleri, yol dokusunu ya da konut alanlarının fizyonomisini kesin olarak saptayacak verilere sahip olmasak da, genel çizgileriyle bilinmektedir. Fiziksel biçimlenme, kentin sosyal yapısını büyük bir doğrulukla yansıtır. 17. yy'ın ikinci yarısında İstanbul'a gelen Avrupalı gezginlerin betimlemeleri ve bıraktıkları bazı gra-vürler(->) aydınlatıcıdır. J. Grelot küçük homojen konut dokusu üzerinde yükselen büyük kamu yapılarının kontrastını, Saray-burnu ve limanı, kentin bir yabancı gözlemci üzerinde yarattığı izlenimi çok iyi yansıtmıştır. İstanbul, nüfusu neredeyse yarı yarıya surlar dışına taşmış olmakla birlikte, görsel olarak hâlâ surlar içinde algılanan bir kenttir. l678'de İstanbul'a gelen Cornelius de Bruyn(->) kenti bahçeler, serviler, tepeler, renk renk evler, köşkler ve kubbelerle tanımlıyor. Bütün yabancı gezginlerin vurgulayarak sözünü ettikleri bu renklilik, bugün, hattâ 19. yy'da, artık bulamadığımız bir renkliliktir. Bu renk, ilk yüzyıllarda hımış üzerine sıva ve renkli badana geleneğinin istanbul'da devam etmesine bağlanabilir. Evler ahşap olduk-
ları zaman da bu eğilim ve gelenek sürmüş olmalıdır. Bruyn sokakların dar ve eğri olduğunu, araba yolunun ve yol kaplamasının olmadığını söyler. Oysa 1613-1617 arasında İstanbul'da bulunmuş olan Polonyalı Simeon taş kaplama sokaklardan söz etmiştir. Bazı yollar kaplanmış olabilir. Fakat 19. yy'ın ikinci yarısına kadar istanbul yollarının Beyoğlu'nda bile, toprak olduğunu biliyoruz. Ayrıca sık sık çıkan yangınlardan sonra yapılan acele inşaatların, düzenli bir sokak çizgisini korumayı da olanaksız kılacağı açıktır, istanbul'u karak-terize eden özelliklerden biri dar ve düzensiz sokaklardır. Bunun bir nedeni yolların sadece yaya yürüyene ve atlıya göre düşünülmüş olmasıdır. İstanbul'da araba, ancak saray kadınları için kullanılmıştır. Yük taşıma bile araba ile değil, insan ve hayvan sırtında yapılmıştır. Aynı yıllarda Londra'nın ulaşım sisteminde araba önemli bir rol oynuyordu. Bunda İstanbul topografyasının yarattığı zorluklarla denizin olanaklarının getirdiği sınırları da düşünmek gerekir. Fakat yayaya göre biçimlenmiş bir kent dokusu, İstanbul'un bugün bile çözemediği ulaşım sorunlarının temel nedenlerinden biridir. Batılılaşma Dönemi
Lale Devri'nden bu yana kent Boğaziçi ve Haliç'le bütünleşerek büyümüştür. 18. yy' da yerleşme bölgeleri aynı kalsa bile sınırları genişlemiştir. Haliç, Boğaziçi ve Üsküdar'ın nüfuslarının suriçine göre daha fazla arttığı anlaşılıyor. Örneğin 16. yy'da yapım tarihini bildiğimiz cami ve mescitlerin kentteki cami ve mescitlere oranı yüzde 62,4 iken 17. ve 18. yy'larda bu oran yüzde 45'e düşer. Özellikle Boğaziçi'ndeki mahallelerde ve köylerde nüfus artışı daha
KENTİN GELİŞMESİ
538
535»
KENTİN GELİŞMESİ
i-i>"~>.&.\xji «v^^-^t^şvc 1 ,WrT"T^*'^J-~*P
18. yy'da anıtsal yerleşmeler. Doğan Kuban
Bartlett'in
çizgileriyle
tarihi yanmada
ve Galata'yı
birbirine
bağlayan
köprülerden
Unkapam
Köprüsü,
19. yy.
Pardoe,
Bosphorus/
Burçak Evren
koleksiyonu
fazladır. Bu bölgelerde yapılan çeşmelerin sayısı da bunu kanıtlamaktadır. 18. yy'ın birinci yarısındaki büyük yangınlar halkı sur dışında yerleşmeye zorlamış olmalıdır. 17l6'da başlayan Cibali yangınının istanbul'un geçirdiği en büyük yangınlardan biri olduğu kabul edilir. 1727'de Balat Kapı-sı'ndan başlayan yangında kentin sekizde birinin yandığı söylenir. III. Osman dönemi (1754-1757) yangınlarında kentin yine büyük ölçüde tahrip olduğu, I. Abdül-hamid dönemindeki (1774-1789) Cibali yangınında ise 20.000 evin yandığı tahmin edilmektedir. Bu, kent nüfusunun ortalama beşte birinin yerinden oynadığını gösterir. Yüzyıl içinde yapıldığı bilinen çeşmelerin kent içindeki dağılışım mahallelere su sağlanmasının bir göstergesi olarak kabul edersek, suriçinde yapılan çeşmeler kentte yapılanların yüzde 35'i oranında kalmaktadır. Oysa yangınlarda çeşmelerin de kısmen tahrip olduğu düşünülürse, suriçinde geçen yüzyıllardaki nüfus yaşamakta devam etseydi, bu oranın daha yüksek olması gerekirdi. Su gereksinimini temel bir gösterge kabul edersek, çeşmelerin yüzde 22'sinin Boğaziçi'ne, yüzde 14'ünün Haliç kıyılarına (özellikle Eyüp ve Kasımpaşa'ya) yüzde 9'unun Galata ve Beyoğlu'na yapılması, bu bölgelerdeki nüfus artışım göstermektedir.
O çağa ilişkin tarihi belgeler, betimlemeler ve gravürler de aynı dağılışa işaret ederler. 1680'de 1.444 olan pereme sayısı 18. yy'ın sonunda 3.996'yı bulmuştur. Kentin kıyılar boyunca lineer olarak gelişmesi bu yüzyılda hızlanmıştır. C. Orhonlu, 1680'de Ayvansaray'dan Samatya'ya kadar 450-500 kayıkçı varken bu sayının 1751'
de 1.274'ü bulduğunu saptamıştır. Bu, deniz ulaşımının yarım yüzyılda bir buçuk kat artması demektir. III. Ahmed döneminden (1703-1730) başlayarak kente gelen göçü durdurmak için fermanlar çıkarılmıştır. Bunların sürekliliği göçün sürdüğüne işarettir. M. Aktepe, bunun kentin nüfusunun sürekli arttığım gösterdiği kanısındadır. G. A. Olivier o yıllarda (1793) banliyölerin iskân edildiğini ve Boğaziçi'nde bağ ve bahçelerin tahrip edildiğini yazar.
Göçlerin durdurulmak istenmesi, konut sıkıntısı ve iaşe zorluklan nedeniyledir. Kentin konut alanlarının sürekli tahribi, evsiz barksız, bekâr işsizlerin kargaşalık çıkarmalarına da neden olduğundan bunların da başkentten uzaklaştırılması düşünülmüştür. Kent içindeki güvensizlik sur dışına kaçışı da teşvik etmiş olmalıdır. Bu dönemden sonra su yetersizliğinin suriçinde nüfus artışını engellediği söylenebilir. 18. yy'da I. Mahmud (hd 1730-1754), Bahçeköy tesislerini Beyoğlu yakası için gerçekleştirmiştir. Üsküdar'a III. Ahmed döneminden başlayarak sürekli su getirilmesi, Kasımpaşa, Galata ve Tophane'ye verilen suyun artması, nüfus artışının bu yörelere kaydığını gösteren işaretlerdir. 18. yy'da istanbul'a gelen yabancılar Boğaz'ın kent içinde kazandığı önemi yazılarında açıkça belirtmişlerdir.
Yapılmasından kısa bir süre sonra yok edilen Lale Devri(->) istanbul'u, bugün çok soluk anıları kalan ve 18. yy'ın sonunda yeniden biçimlenecek bir İstanbul'dur. Lale Devri denilen yıllarda İmparatorluk göreli bir sulh dönemine girmiştir. Osmanlı dünyasına, o zamana kadar görülmeyen bir Batı'yla düşünce ve zevk alışverişi ha-
vası egemen olmuştur. İlk Türk elçisi Yir-misekiz Çelebi Mehmed Efendi'nin mektupları sultanda ve Sadrazam Damat İbrahim Paşa'da yeni bir mimarlık ortamı yaratma tutkusu uyandırmış görünmektedir.
Bu yüzyılda Avrupa'nın da Osmanlı dünyası ve Doğu'yla ilgilenmesi yoğunlaşmıştır. Lale Devri, Batı'da XIV. Louis ve XV. Lo-uis döneminin, İran'da Safevi saltanatının görkemli mimari düzenlemelerinin aşağı yukarı eşzamanlı bir örneğidir. Yüzyılın ilk çeyreğinde bu büyük imar hareketi Kâğıthane'de Sa'dâbâd Sarayı'nın(-») 1721-1722'de temelinin atılmasıyla başlamıştır. Kâğıthane Deresi'nin mecrası değiştirilerek, eski mecrada yeni bir kanal yapılmış ve bu kanal çevresinde ve üzerinde bahçeler, havuzlar, köprüler arasında kasırlar inşa edilmiş, Baruthane'ye kadar mermer rıhtımlar yapılmıştır. Bu düzenleme o zaman için Osmanlı geleneği ve ölçeğinde bir Fransız sarayı yorumudur. Aynı yörede devlet büyüklerinin yaptırdıkları köşk ve kasırlar da Bahariye sırtlarına kadar uzanmaktadır. Alibeyköy yakınında Hüsrevâbâd adı verilen bir başka kasr-ı hümayun inşa edilmiştir. Halic'in iki yakası da köşk ve sahilsaraylarla donanmıştır. Eyüp'te Valide Sultan Köşkü, karşı yakada Karaağaç Kasrı, Tersane Bahçesi ve Kasrı, III. Ahmed'in özellikle sevdiği yazlık konutlardı.
Bu aristokratik imar etkinlikleri sadece Halic'e özgü değildir. Salıpazarı'ndaki Em-nâbâd'dan Bebek'teki Hümayunâbâd'a kadar yeni sahilsaraylar yapılmış; Kandilli'de-ki Sultan Köşkü yeniden tamir edilmiştir. Ahmet Refik, Üsküdar'daki sahilsaray ve köşklerin 100'ü bulduğunu yazar. Çok bü-
yük alanlara yayılan bu saray ve köşkler 1720-1730 arasında olağanüstü bir inşaat etkinliği yaratmıştır. Gerçi bu yapılar, geleneksel saraylar gibi, bahçeler içinde kaybolmuş bir ya da iki katlı yapılardı. Fakat Patrona Halil İsyam'm tahrik eden nedenlerden biri bu baş döndürücü lüks inşaatlar olmalıdır. Üsküdar'daki Ayşe Sultan Sa-rayı'mn ilginç bir betimlemesini Lady Mon-tagu yapmıştır. Lale Devri, hiç kuşkusuz, Melling'in gravürlerinde gördüğümüz İstanbul'dan 70-80 yıl önce, onun kadar görkemli olmasa da, ondan daha özgün bir İstanbul yaratmıştı. Ne var ki bu baş döndürücü sivil inşaat döneminden, birkaç çeşme, Topkapı Sarayı'ndaki birkaç oda ve III. Ahmed Kitaplığı dışında hiçbir şey kalmamıştır. III. Ahmed dönemi başında yapılan Yeni Valide Külliyesi(-0 ve I. Mahmud döneminde biten Hekimoğlu Ali Paşa Külliyesi(-») bu dönemin kent fizyonomisine anıtsal katkılarıdır.
I. Mahmud, mimari ve kent tarihi açısından bakıldığında Türkiye'de Batılılaşmanın başında anılması gereken ve o zaman olabileceği kadar köktenci bir yenilikçi sultandır. Barok ve rokoko etkileriyle kısa bir sürede tümden değişen mimari üslup, yabancı mühendislerin Türkiye'ye çağrılması ve etkinlikleri, III. Osman ve özellikle III. Mustafa ve ondan sonra gelen sultanların da aynı çizgideki çabalarıyla, Osmanlı başkenti yepyeni bir görünüme sahip olacaktır.
I. Mahmud'un ilk imar etkinlikleri Bel-grad Ormanı'ndaki su tesislerinin geliştirilerek, özellikle büyük su sıkıntısı çeken Galata ve Boğaz'ın Avrupa yakasına su verilmesi olmuştur. Bugünkü Taksim Meydam'na adım veren maksem 40 kadar çeşmeyi bes-
liyordu. Fakat kent tarihinde I. Mahmud'u, Nuruosmaniye Külliyesi'yle(~») anmak gerekir. Lale Devri'nin son yıllarında yapı bezemesine giren barok ve rokoko etkilerinin I. Mahmud döneminde tümüyle geleneksel bezemenin yerini almasından sonra, sultan Çarşıkapı'da eskiden mevcut bir mescidin yerine, eski camilerden çok farklı bir cami yapılmasını özel olarak istemiş ve yapılmadan önce maketini görüp onaylamıştır. Bugün kent merkezine, özgün barok yorumu, iç avluları, kapıları, çeşme ve sebiliyle büyük bir karakter kazandıran Nuruosmaniye Külliyesi 18. yy Osmanlı kültürünün kendinden emin ve özümle-yici niteliğini olduğu kadar, sultan ve çevresindekilerin yeniliklere açık tutumlarını da çok iyi vurgulayan büyük bir imar etkinliğidir.
Suriçinin ve İstanbul'un son büyük külliyesi, III. Mustafa'nın Laleli Külliyesi'dir(->). Bezeme ayrıntıları ve orantıları dışında geleneksel üslubu dışlamayan bu yapı, yine III. Mustafa döneminde yeniden yapılan Fatih Camii gibi, sultanın ve Başmimar Mehmed Tahir Ağa'nın, cami mimarisi konusunda geleneğe I. Mahmud'dan daha bağlı olduklarını göstermektedir. III. Mustafa'nın İstanbul'da yaptırdığı üç caminin de kendi adım taşımaması ilginçtir. Bunların sonuncusu olan Ayazma Camii(->), diğerlerine göre daha cesur bir barok yorumudur. Ayazma Camii 18. yy Üsküdar yakasının camilerle tanımlanmış siluetini tamamlar. Kıyıda yüzyıl başındaki Yeni Valide Külliyesi, Ayazma Camii ve yüzyıl sonunda III. Se-lim'in Selimiye Camii(->) Anadolu yakasının bugüne kadar değişmeyen temel siluet öğeleridir.
Boğaziçi'nde ise I. Abdülhamid'in Bey-
lerbeyi Camii(->) ile Emirgân Camii(->) 19. yy sonunun Boğaz'a uzanan yerleşme yoğunluğunu vurgulayan yapılardır. Beyler-beyi'ndeki IV. Murad sarayının yüzyıl ortasında yıkılıp arsasının halka satılmasından sonra Beylerbeyi(->), I. Abdülhamid döneminde gelişmeye başlar, Kuzguncuk(->) ve Çengelköy(->) gibi gayrimüslim eski köyler arasında bir Türk köyü olarak önem kazanır. Yine IV. Murad döneminde Emir-gûne Han oğlunun köşkünün olduğu semtte bir cami ve çeşme yaptırarak bir mahalle (Emirgân) kurduran I. Abdülhamid'dir. Aynı sultan Büyükdere'de kıyıdan içerideki ünlü mesire yeri Kırkağac'a kadar bir yol da yaptırmıştır.
Anadolu yakasında Üsküdar'a, bugüne kadar gelen özelliklerini kazandıran son dönem, III. Selim'in saltanatına (1789-1807) rastlar. III. Selim Harem'deki Kavak Sara-yı'm(->) yıktırarak Selimiye Kışlası'm(->) yaptırmış, ortogonal planlı Selimiye Camii' ni inşa ettirmiştir. Selimiye, anıtsal kışlası ve talim alanlan, mahallesi ve camiiyle Türkiye'de barok dönemin başka eşi olmayan bir yerleşme örneğiydi. Bu mahalle kendi tarihini yazamamış bir toplumun son dönemdeki toprak spekülasyonuna kurban edilmiştir.
Yüzyıl sonuna kadar Haydarpaşa(~») bir yerleşme bölgesi olmamıştır. Üsküdar, Selimiye'de bitiyordu. Kadıköy'ün(->) de Kur-bağalı Dere'yi aşmadığı anlaşılıyor. İnci-ciyan Fenerbahçe'deki(->) hasbahçe ve kasırdan, burunda bir fener olduğundan, arkada Kartal, Pendik ve Gebze'ye ulaşan bir yolun varlığından söz eder. Fakat çevrede büyük bir yerleşme yoktur.
18. yy'da Beyoğlu yakası da gelişmiştir. Galata Sarayı ile Galata surlan arasında Ha-
Dostları ilə paylaş: |