İMARETLER
164
165
İMARETLER
doğrultusundadır. Bütün bu çözümsüzlüklere planın yeterli araştırma yapılmadan hazırlanmasının yol açtığı, bir süsleme planı olmaktan öteye geçemediği vurgulanmıştır. Eleştirilerden sonraki ilk uygulama, Taksim Gezisi'ne(->), o dönemin en büyük oteli sayılan Hilton Oteli'nin yapılmasına izin verilmesidir. Ayrıca otelin yapımını üstlenen Skidmore-Owings and Merill firmasına Türkiye'deki imar, mesken ve yapılaşma konularını inceleyen bir de rapor hazırlatılmıştır.
Sürekli olarak dışarıdan çağrılan uzmanlar yerine, 1952-1956 arasında iTÜ Mimarlık Fakültesi ve Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık Bölümü öğretim ü-yelerinin katılımı ile bir "danışmanlar kurulu" oluşturulmuştur, istanbul ile ilgili i-mar kararlan bu dönemde daha çok merkezi kuruluşlarca yürütülmüş, danışmanlar kurulunun da katkısı sağlanmaya çalışılmıştır. Yapılan çalışmalarla, 1/10.000 ölçekli sanayi planı, 1/5.000 ölçekli Beyoğlu Planı gibi daha önceki planlarda eksik kalan bölümler tamamlanmıştır.
Sanayi planlamasının kentin gelişimini yönlendirmedeki katkıları bugün tartışma konusudur. Ama yine de, o dönemde sanayi kuruluşlarının bulundukları çevreye verebilecekleri daha büyük zararlar belli bir-ölçüde engellenebilmiştir. Örneğin Haliç'teki sanayinin Bakırköy çevrelerine ve Marmara kıyılarının muhtelif noktalarına, Dolapdere'den Feriköy'e, doğuda ise Pendik-Tuzla arasına kaydırılması ile Haliç daha büyük baskılardan kurtanlabil-miştir.
Türk uzmanların dönemi çok kısa sürmüş ve 1954'te ingiliz Sir Patric Abercom-bie istanbul'a davet edilmiştir. Abercom-bie istanbul planlamasının ancak o ülkenin uzmanları tarafından yapılabileceğini, yabancıların bu türden planları yönlendi-remeyeceğini vurgulayan bir rapor hazırlamıştır. Bu rapora rağmen 1956'da yine başka bir yabancı uzman, H. Högg davet edilmiştir. Alman şehirci Prof. H. Högg herhalde biraz da dönemin yöneticilerinin isteği doğrultusunda, geniş ve yüklü ulaşım arterlerine ağırlık vermiştir.
1958'de İstanbul'un planlamasını yürütmek üzere İmar Planlama Müdürlüğü kurulmuştur. Yerli uzmanlardan yararlanma eğilimi yeniden ağır bastığından bu müdürlüğün başına M. Yenen getirilmiştir. İtalyan şehirci Prof. Luigi Piccinato'nun da danışman olarak atandığı bu dönemde, Bayındırlık Bakanlığı bir Amerikan firmasına Boğaz köprüsü ve çevre yolları ile ilgili projeler hazırlatmıştır. Boğaz köprüsü projesi de kapsamda olmak üzere hazırlanan nâzım planda hedeflenen nüfus büyümesi 2.500.000 olarak belirlenmiş; gelişme potansiyeli olarak da Anadolu yakası hedeflenmiştir.
19601ı yıllarda Türkiye'nin politik alanda geçirdiği değişimler, toplumsal değişimi ve giderek İstanbul planlamasını da etkilemiştir. Bu dönemde Türkiye genelinde planlama sistemi kurulmuş ve ülke planlamasında bölgesel, metropoliten, kentsel olmak üzere ayrıntıya inen bir hiyerarşi
oluşturulmuştur. Askeri yönetim sırasında İmar ve İskân Bakanlığı'nca, İstanbul Bölge Planlama Dairesi'nin çalışmaları doğrultusunda "Geçiş Tedbirleri Şûrası" yapılmış ve "büyük İstanbul bölgesi" planlamasının hazırlıklarına başlanmıştır.
1962'de Doğu Marmara bölge planları tamamlanmıştır. 1980 yılını hedefleyen bu planda metropol İstanbul kentinin nüfusunun 1980'de 4,8 milyona ulaşacağı tahmin edilmiştir. Planlama sırasında ilk kez hava fotoğrafları kullanılmış, İstanbul'un 1/1.000 ölçekli haritaları yapılmıştır. Yine aynı yıllarda İstanbul bölgesinin 1/25-000 ölçekli haritaları çıkarılmıştır.
1964'te Prost planının ilkeleri kabul e-dilerek İstanbul suriçi alanlarının 1/5.000 ölçekli imar planlan yapılmış ve onaylanmıştır. 20 Temmuz 19ö5'te Milli Güvenlik Kurulu ve Bakanlar Kurulu'nün aldıkları kararla Büyük İstanbul Nâzım Plan Bürosu kurulmuş, danışmanlığına yine İtalyan şehirci Luigi Piccinato atanmıştır. 1968'e kadar sürdürülen çalışmalarla nihayet 1/25.000 ölçekli Metropoliten Alan Nâzım Planı'nın öneri şeması hazırlanabilmiş ve bu plan birçok revizyondan sonra ancak 1972'de tamamlanabilmiştir.
Büyük İstanbul Nâzım Plan Bürosu gerçekten de kentin gelişimini yönlendiren başarılı çalışmalar yapmıştır. Nâzım plandan uygulama planlarına ulaşılması amaçlanmış, uygulama planlarının ise nâzım plan ilkelerine göre hazırlanması sağlanmıştır. 1980'de onaylanan 1/50.000 ölçekli İstanbul Nâzım Planı, İstanbul Boğaziçi SİT Planı, Sur İçi SÎT Planı, Kadıköy İmar Planı bu büro tarafından gerçekleştirilmiş çalışmalardır.
1980'de onaylanmış olan büyük İstanbul Nâzım Planı'nın 1/50.000 ölçekli oluşu nedeniyle, plan kararlan geneldir. Yerleşme, bölgeleme ve gelişme kararlarım, ilke bazında belirleyen bir karakteri vardır.
Merkezi iş alanı (MİA) olarak belirtilen kent merkezi, suriçi ile Beyoğlu yakasında ve çevre yollarının güneyinde kalan a-lanlar olarak sınırlandırılmıştır. Aynı zamanda Büyükdere Caddesi'nden kuzeye yöneltilmiş bir ticari aks önerilmiştir. Konut bölgesinin yoğun olarak gelişmesi ö-nerilen alanlar olarak birinci derecede konut gelişme bölgeleri (l M), Bakırköy ve Kadıköy seçilmiştir. Kentin gelişme bölgeleri ve ikinci derecedeki merkezler için (2 M), batı yönünde Küçükçekmece ile Büyükçekmece arasındaki alan, Selimpa-şa'nın kuzeyi, doğu yönünde de Kartal, Soğanlık ve Gebze önerilmiş, bu alanların önemli ölçüde çekim odakları olacağı düşünülmüştür.
Kentin sağlıksız gelişmiş mevcut gecekondu alanları ise üçüncü derece merkez (3 M) olarak belirlenmiştir. Batı yönünde Bayrampaşa, Esenler, Alibeyköy, Kü-çükköy ve Mimarsinan, doğu yönünde de Maltepe ile Ümraniye 3 M olarak önerilmiştir. Diğer yerleşim alanları olarak merkez çekim odaklarının etki alanları ve ulaşım olanakları göz önünde bulundurularak doğu yönünde Dudullu, Soğanlık ve
Kartal tespit edilmiştir. Potansiyel gelişme alam olarak ise doğuda Pendik, Kurtköy, Tuzla, Gebze, Eskihisar ve Danca belirlenmiştir. Batı yönünde Avcılar, Mimarsinan, Silivri orta yoğunluklu; Avcılar ile Gümüş-yaka arasındaki kıyı bandı ise az yoğunluklu yerleşim alanları olarak belirlenmiştir. Organize sanayi bölgeleri ise doğu yakasında Gebze, Dudullu, Kurtköy, batı yakasında Okmeydanı, Maslak, Ortaköy ve Küçükköy çevreleridir.
1980 nâzım planı İstanbul'da pek çok
rekreatif (dinlence) alana yer vermiştir.
Bunlar Marmara kıyıları, Karadeniz kıyıla-
;rı ve Marmara Denizi ile Karadeniz ara
sında kalan yeşil alanlar, korular, orman
lar ve dağlardır.
1981 nâzım planı İstanbul'un doğu-ba-
tı aksında gelişimini hedeflemiş, Karade
niz kıyıları ile orman alanları, su havza
ları ve tarım alanları korunmuştur. Boğaz'
m doğu ve batı yönünde, güney kıyı ban
dından fazla iç kesimlere sokulmadan bir
gelişme hedeflenmiş ve ulaşım buna gö
re planlanmıştır. Bu planda henüz Fatih
Sultan Mehmet Köprüsü bile söz konusu
değildir. 1984'te yeniden belediye yöneti
mi değişmiş ve bu defa Büyük İstanbul
Nâzım Plan Bürosu önce belediyeye bağ
lanmış, sonra da lağvedilmiştir. Bu eylem
le, İstanbul nâzım plansız bırakılmak is
tenmiş, ancak 1981 planının onaylı oldu
ğunun ve geçerliliğini sürdürdüğünün far
kına varılamamıştır. Bu yüzden nâzım pla
na uymayan uygulama planlan üretilmiş
ya da nâzım plan yokluğundan yararla
nılarak kaçak yapılaşmalara göz yumul
muştur. Boğaz ve arkaları, doğu ve batı
yönündeki yerleşim alanları ve doğal a-
lanlar, su havzaları yoğun yapılaşma istila
sına uğramıştır (bak. arsa spekülasyonu).
1989'da yine yönetim değişmiş ve nâzım plan yenileme çalışmaları başlatılmıştır. 1994'te belediye meclisinden onaylatılan bu yeni plan 1981 planının ilkeleri benimsenerek hazırlanmıştır (bak. nâzım plan). Buna rağmen 10.000.000 nüfus ile İstanbul'un bugünkü kentleşme sorunları artık nâzım planlarla çözümlenemeyecek boyutlara ulaştığından yeni planın ne ölçüde başarıya ulaşabileceği tartışma konusudur.
CENGİZ ERUZUN
İMARETLER
Türk İslam uygarlığı tarihinde, Arapçada "bayındırlık" anlamına gelen "ümran" kelimesinden türetilmiş olan ve "imar edilmiş, mamur, bayındır" anlamını içeren "i-maret" terimi bir taraftan bu özelliğe sahip her türlü yapıyı ya da yapılar topluluğunu ifade edegelmiş, diğer taraftan günümüzde de geçerli olan ve "bir hayır eserinde görevli olanlar, burada konaklayanlar ve çevredeki muhtaçlar için büyük miktarda yemeğin pişirildiği, dağıtıldığı ve yendiği tesis" şeklinde tanımlanabilen bir yapı türünün adı olagelmiştir. Halk dilinde "aşhane" veya "aşevi" olarak da adlandırılan bu kuruluşların, Osmanlı döneminde hemen daima bir külliyenin mimari programı içinde yer aldığı görülür. Burada pi-
şirilen ve türü genellikle vakfiyelerde belirlenmiş olan yemek, külliyenin çeşitli bölümlerinde (cami, medrese, tekke, da-rüşşifa vb) görev alan kişilere, medrese öğrencilerine, eğer varsa tekkedeki dervişlere, tabhane ya da kervansarayda konaklayan yolculara, ayrıca civardaki yoksullara dağıtılırdı. İmaretlerin içerdikleri bölümler mutfak (matbah), fırın (fodla fırını), erzak depoları (kiler ve ambar), "me'kel" denilen yemekhane ve müstahdem koğuşları idi.
Osmanlı mimarisinde ilk örneklerine Orhan Gazi döneminde rastlanan imaretler İstanbul'un fethine kadar gelişimlerini aralıksız olarak sürdürmüş, 2 yüzyılı aşkın bu süre zarfında çok sayıda imaret inşa e-dilmiş, ancak bunlardan pek azı günümüze ulaşabilmiştir. Geniş kapsamlı Osmanlı külliyeleri zincirinin ilk halkasını teşkil eden Bursa Orhan Külliyesi'nin (1339) bünyesinde yer alan, 1935'te tarihe karışan imaretin medrese ve zaviye-misafir-hane bölümleri ile bağlantılı olduğu bilinmekte, daha sonra İstanbul'da Sinan'ın tasarladığı külliyelerde de imaretlerle barınmaya ve konaklamaya mahsus bölümler arasında bu bağlantının devam ettirildiği gözlenmektedir. Yine Bursa'da bulunan I. Murad (Hüdavendigâr) (yak. 1366), Yeşil (1419) ve Muradiye (1426) külliyelerinin günümüzde ayakta olan imaretleri ise, bağlı bulundukları külliyelerin diğer yapılarına oranla malzeme, işçilik ve tasarım açısından daha mütevazı tutulmuş, yalnızca kullanım esasına göre şekillendirilmiş yapılardır.
İstanbul'da tespit edilen en erken tarihli imaret 1463-1470 arasında tamamlanan Fatih Külliyesi'nin(->) güneybatı kesiminde, tabhane ve kervansaray ile yan yana yer almaktadır. Ancak burada sorgulanması gereken bir husus vardır: Kaynaklarda "imaret" olarak tanımlanan yapıdan günümüze kalanlar doğuya açılan bir eyvan ile bunu kuzey ve güney yönlerinde kuşatan dikdörtgen planlı ve beşik tonozlu iki mekândan ibarettir. Moloz taşlarla inşa edilmiş duvarları ve oldukça sınırlı boyutları (20x9,30 m) ile bu gösterişsiz yapıda, imaretten yararlanması öngörülen kalabalığa yemek pişirilmesi ve dağıtılması imkânsız görünmektedir. Öte yandan "tabhane" olarak kabul edilegelen büyük boyutlu (65x43 m) ve avlulu yapıda bu fonksiyonlara cevap veren birimlerin mevcut olduğu dikkati çeker. Sonuçta söz konusu yapının, barınma ve yeme içme fonksiyonlarını bünyesinde toplayan bir inıa-ret-tabhane niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim vakfiyede ve defterlerinde de tabhane "imaret" bahsinde yer almakta ve tabhane-imaret-kervansaray üçlüsünün ortaklaşa idare edilmesi öngörülmektedir. İmaret olarak adlandırılan ufak yapı ise buna bağlı tali nitelikte bir müştemilat olsa gerektir. Büyük bir ihtimalle Re-biülâhır 942/Temmuz 1545 tarihli tevzina-mede (dağıtım tüzüğünde) adı geçen "imarete muttasıl bâlâhane" ibaresi ile bu yapı kastedilmektedir. Ayrıca, ortadaki eyvanı ve bunun yanlarındaki yaşama birimleri
Şehzade
Külliyesi
îmareti'nin
kuzey
cephesinden
bir görünümü.
M. Baba Tanman,
1988
ile, söz konusu yapı Türk sivil mimarisinde çokça kullanılmış köklü bir şemayı sergiler.
1500-1505 arasında inşa edilen Baye-zid Külliyesi'nde(->) imaret ile kervansaray caminin doğu yönünde, birbirine bitişik olarak sıralanmakta, bunlardan soyutlanmış olan tabhaneler ise, tabhaneli (za-viyeli) cami geleneğine uyularak cami ha-riminin güneydoğu ve güneybatı köşelerine yerleştirilmiş bulunmaktadır. İlk olarak bu külliyede imareti oluşturan birimlerin kendilerine ait bir iç avlu etrafında toplandığı ve bağımsız bir bölüm meydana getirdikleri görülür. Kare planlı ve kubbeli birimlerden meydana gelen imaret bölümleri, kare planlı ve sakıflı avluyu üç yönde kuşatmaktadır. Günümüzde Beyazıt Devlet Kitaplığı olarak kullanılan imaret, 1301/1883'te bu amaçla tadil edilmiş, planında ve cephelerinde birtakım değişiklikler yapılmıştır.
Diğer yapı türlerinde olduğu gibi, Osmanlı mimarisinin en gelişmiş imaretleri de Mimar Sinan'ın imzasını taşır. 1543-1548 arasında inşa edilen Şehzade Külliyesi' nin(->), kaynaklarda "darüzziyâfe" ve "da-rü'1-it'am" olarak anılan imareti caminin kıble yönünde, Dede Efendi Sokağı'nın güney yakasında bulunmaktadır. Burada da kare planlı ve kubbeli birimlerden oluşan imaret bölümleri dikdörtgen planlı bir avlunun doğu ve batı yönlerine yerleştirilmiş, avlunun güneyine helalar dizilmiştir. 1970'lerde onarım geçiren yapının doğu kanadı günümüzde İstanbul Vakıflar Başmüdürlüğü deposu, batı kanadı ise İstanbul Üniversitesi'ne bağlı bir matbaa, o-larak kullanılmaktadır. Aynı sokağın kuzey yakasında yer alan ve halen Vefa Lise-si'nin fizik-kirnya laboratuvarı, ahırı da kereste deposu olarak kullanılan kervansaray, bağımsız bir kitle oluşturmasına rağmen, kullanım açısından imaretle bağlantılıdır.
1550-1557 arasında inşa edilen Süley-maniye Külliyesi'nin(->), "Darüzziyâfe" o-larak tanınan imareti, Osmanlı imaretleri içinde, banisinin, mimarının ve bağlı bulunduğu külliyenin ihtişamı ile orantılı, seçkin bir yere sahiptir. İmaret ile buna doğu yönünde komşu olan tahbane, caminin kuzey yönünde yer almaktadır. Arazi-
nin kuzeye (Halic'e doğru) alçalan eğiminden yararlanılarak her iki bölümün de altına kervansarayın ahırları yerleştirilmiş, ortak bir çevre duvarı ile kuşatılmış olan imaret ile tabhane, alt yapılarını teşkil e-den ahırlarla bir mimari manzume meydana getirmiştir. Kare planlı ve kubbeli imaret birimlerini çevresinde toplayan avlunun revakları ahenkli oranlan ile dikkati çeker. Uzun müddet Türk İslam Eserleri Müzesi olarak kullanılan, günümüzde ise geleneksel Osmanlı yemeklerinin sunulduğu bir lokanta görevini üstlenen imaretin, Şifahene Sokağı üzerindeki giriş kapısında "Evkâf-ı İslamiye Müzesi" ibaresi ile V. Mehmed (Reşad) (hd 1909-1918) tuğrası dikkati çeker.
1570-1579 arasında inşa edilen Atik Valide Külliyesi'nin(-») imareti de kervansaray ve tabhane bölümleri ile bir bütün teşkil etmekte, bunlara bitişik olan darüşşi-fa, darülhadis ve darülkurra bölümleri ile caminin batı yönündeki yapı adasını işgal etmektedir. Söz konusu yapı adasında yer alan diğer bölümler gibi imaret de 18. yy' in sonlarından itibaren asıl kullanımım yitirerek birtakım yeni faaliyetlere tahsis edilmiş, bu arada mimari niteliği dikkate alınmaksızın tadil edilmiştir. Kervansaray-imaret-tabhane üçlüsünün ortak girişini kubbeli bir sofa izlemekte, bunun yanlarında (kuzey ve güney yönlerinde) kervansarayın ahırları simetrik biçimde yer almakta, kubbeli sofanın geçit verdiği re-vaklı avlunun da sağında (güneyinde) i-maret, solunda (kuzeyinde) tabhane bölümleri bulunmaktadır. Tabhane bölümü ile aynı büyüklükte olan ve aşağı yukarı aynı plana sahip bulunan imaretin kare planlı ve kubbeli birimleri "T" biçiminde bir avlunun çevresine toplanmıştır.
1616 tarihli Sultan Ahmed Külliyesi' nin(-0 imareti ise dağınık tasarımı ile Sinan'ın tasarladığı imaretlerden tamamen farklı bir özellik arz eder. Atmeydam'nın batısında yer alan ve günümüzde kısmen Marmara Üniversitesi Rektörlüğü, kısmen de Sultanahmet Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi tarafından çeşitli amaçlarla kullanılan imaret bölümleri (mutfak, kiler, fırın ve me'kel) kare planlı ve kubbeli birimlerden oluşmakta ve bağımsız yapılar halinde tasarlanmış bulunmaktadır.
İMRAHORCAMÜ
166
167
İMRAHORCAMÜ
nilir. Zaviye de kaynaklarda "İmrahor Tekkesi" veya "Mirahur Tekkesi" olarak geçmektedir.
îmrahor Camii, harap durumda olmasına rağmen İstanbul'un ayakta duran en eski dini yapısıdır. Erken Hıristiyanlık döneminin mimari özelliklerine sahip bulunduğundan büyük bir önem taşır.
İoannes Prodromos Kilisesi 454-463 a-rasında patriokos unvanına sahip ve 454' te Doğu konsülü olan Studios tarafından, kendi mülkü olan bir arazide, büyük bir manastırla birlikte kurulmuştur. Burada yaşayan keşişlere, nöbetleşe olarak gece gündüz ayin yaptıklarından dolayı "akome-toi", yani "uykusuzlar" denilmiştir. Studios Manastırı'mn asıl şöhreti, daha sonra aziz ilan edilen Teodoros Studites'in baş-keşişliği döneminde (798-826) başlar. İçinde 700 kişinin barındığı bu dini müessese bütün Bizans dönemi boyunca burada hazırlanan elyazmaları, minyatürler ve ikonalarla da ün kazanmıştır. Teodoros Studites ve keşişlerinin İkonoklazma hareketine karşı mücadeleleri kilise tarihinde önemli bir yere sahiptir.
velce bu narteksin iki ucunda, yukarı katlara çıkışı sağlayan ahşap merdivenlerin bulunduğu anlaşılmaktadır. Sağda şerefeden yukarısı yıkık tuğla bir minare yükselir. İçeri üç kapıdan geçilir. Mekân, yeşil breşten, her bir sırada yedişer tane olmak üzere iki sütun dizisiyle uzunlamasına üç nefe ayrılmıştı. 1766 veya 1782 depreminde sağdaki sütunlar parçalandığından bu dizi tamamen kaldırılmıştır. Yerinde evvelce sütun taklidi boyanmış ahşap direklerin olduğu bilinir. Soldaki dizi sağlam halde durmaktadır. Yan nefle-rin üzerinde ahşap galerilerin bulunduğu tahmin edilmektedir. Dıştan üç cepheli bir çıkıntı teşkil eden apsisin üstündeki yarım yuvarlak kasnak, buradaki pencerelerin kemer biçimlerinden anlaşıldığına göre Osmanlı baroğu üslubundadır ve 18. yy'ın sonu veya 19. yy'm başında yapılmıştır. Yapının üstünde kiremit örtülü bir ahşap çatı prensibi devam etmektedir. An-
Süleymaniye Külliyesi Imareti'nin (Darüzziyâfe) avludan gömnümü.
Tahsin Aydoğmuş
1710 tarihli Yeni Valide Külliyesi(->) i-le 1763 tarihli Laleli Külliyesi'nde(-0 camilerin kuzey yönünde; 1755 tarihli Nuru-osmaniye Külliyesi'nde(->) ise caminin doğu yönünde, yer alan imaretler, ufak boyutları ve iddiasız tasarımları ile daha önceki örneklerin yanında oldukça sönük kalmaktadır. Buna karşılık Eyüp'teki 1795 tarihli Mihrişah Sultan Külliyesi'nin(->) bünyesindeki imaret Bayezid Külliyesi'n-deki imaretten beri süregelen bağımsız avlulu tasarımın Osmanlı barok üslubuna başarıyla uyarlanmış bir varyantını sergiler. Diğer bütün örneklerden farklı olarak burada küçük kapsamlı bir külliyenin varlık nedenini ve ağırlık merkezini oluşturan imaretin ayrıcalıklı durumu yerleşim düzenine de yansıtılmış, külliye arsasının en büyük kesimim işgal eden imaret ortaya alınarak batı yönünde Mihrişah Sul-tan'ın türbesi, doğu yönünde de sebil ile kuşatılmıştır. Günümüzde istanbul'daki i-maretler içinde Laleli ve Mihrişah Sultan imaretleri özgün fonksiyonlarım sürdürmektedir.
Bibi. Ayverdi, Fatih III, 395-403; Yüksel, Bâ-yezid-Yavuz, 208-211; O. Aslanapa, Osmanlı Devri Mimarîsi, ist., 1986, s. 113, 140, 189, 250, 291-293, 334, 370, 393, 398, 415-418; Kuran, Mimar Sinan, 53-54, 74-75, 182-183, 366-367; M. B. Tanman, "Sinan'ın Mimarisi/imaretler", Mimarbaşı Koca Sinan, Yaşadığı Çağ ve Eserleri, İst., 1988, I, s. 338-344; ay, "Atik Valide Külliyesi", STAD, 1/2 (Nisan 1988), 14-17; A. V. Çobanoğlu, "Sultan Ahmed Külliyesi imaret Yapıları", STAD, II/6 (Aralık 1989), 3-10.
M. BAHA TANMAN
İMRAHORCAMÜ
19. yy'dan bir
gravürde
İmrahor Camii.
Paspatis,
Byzantinai
Meletai, İst., 1877
TETTVArşivf
Yedikule'deki Studios Manastırı'mn bir parçası olan Ayios İoannes Prodromos (Vaftizci Yahya) Kilisesi, II. Bayezid dönemi (1481-1512) önde gelenlerinden İm-rahor (aslı emir-ahur) İlyas Bey tarafından 1486'ya doğru zaviye ve cami haline getirilmiştir. İmrahor İlyas Bey Camii de de-
Studios Manastırı'mn iç tüzüğünü belirten ve tipikon denilen bir çeşit vakfiyesi, daha sonra bütün benzeri belgelere örnek olmuştur.
Bizans imparatorlarının, şehrin imparatorlara mahsus tören giriş yeri olan Altın Kapı'dan(-«) geçtikten sonra kapının iç tarafında olan İoannes Prodromos Ki-lisesi'nde ibadet etmeleri gelenekleşmiş-ti. Bizans tahtını I. Mihael'den zorla alan V. Leon (hd 813-820) ile Constantinopo-lis'i Haçlıların elinden kurtaran VIII. Mi-hael (hd 1261-1282) şehre Altın Kapı'dan ilk girdiklerinde bu kilisede dua etmişlerdi. 1204'teki Latin istilasına kadar saray halkı her yıl 29 Ağustos'ta İoannes Prodromos Yortusu günü burada toplanırdı. Bizans ileri gelenleri dara düştüklerinde Studios Manastırı'na keşiş olarak sığınırlardı. Studios Manastırı'na sığınan 3 de imparator vardır. Bunlar V. Mihael (hd 1041-1042), I. İsaakios Komnenos (hd 1057-1059) ve Malazgirt'te Alparslan'a yenilen VII. Mihael Dukas'tır (hd 1071-1078). Bazı Bizans ve kilise önde gelenleri Studios Manastırı'nda gömülmüşlerdir. Bizanslı tarihçi Mihael Dukas(-*), adını vermediği bir Osmanlı şehzadesinin şehre sığındığını ve 1417'deki büyük veba salgını sırasında hastalanarak öldüğünü, son nefesini vermeden önce Hıristiyanlığı kabul ettiğim ileri sürerek "büyük şan ve ihtiram ile mermerden yapılmış bir lahit içine" konularak Studios Manastırı'nda "kilisenin yanında kapının iç tarafına gömüldüğünü" bildirir.
Latin istilası sırasında harap olan manastır ve kilise 1293'te İmparator II. And-ronikos Paleologos'un (hd 1282-1328) kardeşi Konstantinos Paleologos tarafından büyük ölçüde tamir ettirilmiştir. Kilise bu esnada eski ihtişamına kavuşturulmuş ve arazisinin etrafı kalın duvarlarla çevrilmiştir. İtalyan Cristoforo Buondel-monti(-0 tarafından çizilen ve Konstanti-nopolis'i 15. yy'm başlarındaki durumuyla gösteren resimde İoannes Prodromos Kilisesi mimarisinin ana çizgileriyle ve etrafını çeviren duvarlarıyla görülmektedir.
İoannes Prodromos Kilisesi'ni camiye dönüştüren İlyas Bey, 891/1486 tarihli Temlikname ve vakfiyelerine göre Arnavutluk'ta Görice'de (Körce veya Korca)
bulunan Botoşine Köyü'nü caminin masrafları için temlik etmişti. Görice'de de bir cami, imaret ve muallimhanesi bulunan îlyas Bey öldüğünde buradaki camiinin yanına gömülmüştür.
İmrahor Camii Osmanlı döneminde şehrin büyük camilerinden biri olarak yaşamıştır. Hadîkatü 7 Cevâmtden öğrenildiğine göre Tatar mirzalarından Devlet Han tarafından zaviye haline getirilmiştir. Burada sözü edilen Devlet Han'dan kimin kastedildiği belli değildir. I. Devlet Han 1551-1557'de, Prut Savaşı sırasında adı geçen II. Devlet Giray Han 1699-1702 ve 1708-1713 ve IV. Devlet Giray Han ise 1769-1770 ve 1775-1777 arasında Kırım'ı idare etmişlerdir. Halbuki tekkenin ilk şeyhi olan İbrahim Menteşevî'nin 9137 1507'de öldüğü, buradaki tarikat faaliyetinin 15. yy'ın sonlarında, yapının camiye dönüşmesi ile eşzamanlı olarak başladığı tespit edilmektedir. Nitekim İstanbul Vakıflar Başmüdürlüğü'ndeki Tekâ-yâ ve Zevâyâ Defterinde de tekkenin banisi olarak İmrahor İlyas Bey'in adı verilir. Halvetîliğin Sünbülî koluna bağlı o-lan İmrahor Tekkesi'nde pazar günleri a-yin icra edildiği, günümüzde harap durumda olan ahşap meşrutada geçen yüzyılın sonlarında 15 erkek ile 5 kadının ikamet ettiği, tekkenin Maliye Nezareti'nden günde 6 çift ekmek ile l okka 200 dirhem et, Kurban Bayramlarında da 2 tane koyun istihkakı olduğu bilinmektedir.
İmrahor Camii 1782 yangınında büyük ölçüde harap olmuştur. Bu tarihi binayı yarı yıkık halde gösteren bir gravür de vardır. Caminin 1219/1804-05'te III. Selim'in (hd 1789-1807) haremi hazinedar ustalarından Nazıperver tarafından tamir ettirildiğini burada eskiden var olduğu bildirilen bir tarih beytinden öğreniyoruz. Camii 1236/1820'de Hassa Başmimarı Meh-med Rasim tarafından tekrar tamir ettirilmiştir.
Cami 1894 depreminde zarar görmüş, 1908'de de ahşap çatısı üzerine yığılan karın ağırlığı ile kısmen çökmüştür. O tarihten beri de bir daha tamir edilmemiştir. Yapı kullanılmaz halde iken son cemaat yerinin sol bölümü kapatılmış, hattâ minber de konularak ufak bir cami haline getirilmiştir. Bu bölüm 50 yıl kadar namaza a-çık kalmıştır. Son 15 yıl içinde küçük tamirler yapılarak yapının daha fazla yıkılması önlenmiştir.
İstanbul'daki Rus Arkeoloji Enstitüsü 1907'de yapının içinde bazı araştırmalar yaptırmış ve Bizans dönemine ait lahit ve mozaik parçaları ortaya çıkarılmıştır. Bunlar şimdi İstanbul Arkeoloji Müzesi'ndedir.
İmrahor Camii Osmanlı döneminde de Seyyid Abdullah Efendi, Süleyman, Seyyid Hüseyin, Seyyid Hasan ve Seyyid Abdullah gibi ünlü bazı hattatların yetiştiği bir merkez olmuştur.
İmrahor Camii, Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde yapılan bazilikaların Helenistik tipinin bir örneğidir. Kuzey duvarı kısmen duran Bizans dönemine ait avluyu takip eden narteks kısmı, avluya dört mermer sütunlu bir revak ile açılmaktadır. Ev-
1486'da camiye çevrilen Ayios İoannes Prodromos Kilisesi'nin dış (üstte) ve iç görünümü.
Fotoğraflar Erkin Emiroğlu, 1980
cak çatının ilk şeklini tahmin etmek zordur. Narteksin üstündeki pencereli duvar 18. yy Osmanlı yapısıdır. Belki binanın üstünde ortası yükseltilmiş bir çatı vardı. Belki de 1908'de çöken çatı gibi dört tarafa meyli olan bir çatıyla örtülmüştü. İmrahor Camii'nin binasındaki mermer işçiliği, sütun başlıkları, pencere kemerleri, silmeler ve kornişler çok önemlidir. Bunlar V. yy taş işçiliğinin güzel örnekleridir. Eski kaynaklarda ihtişamı anlatılan ve duvarlar ile apsis yarım kubbesini süsleyen mozaiklerden bir iz kalmamıştır. Molozların arasındaki bazı mozaik taneleriyle şimdi Atina'da, Benaki Müzesi'nde bulunan figürlü mozaik parçası burada bu tür süslemelerin bulunduğunun bir delilidir. Bu tarihi eserin bir özelliği de Latin istilasını izleyen dönemde yapıldığı sanılan döşeme süslemesidir. Orta nefin geniş sathı, yuvarlak bir örgü motifine göre düzenlenmiş çerçevelerle kare veya dikdörtgen
168
Dostları ilə paylaş: |