Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize Katından bir veli (koruyucu sahip) gönder, bize Katından bir yardım eden yolla" diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına mücadele etmiyorsunuz? (Nisa Suresi, 75)
Bağımsızlık Adı Altında Sömürü
Yeni dünya düzeni, "yeni sömürgecilik" sisteminin uygulanması için oldukça müsait hale gelmiştir. II. Dünya Savaşı sonrasında kurulmuş olan Birleşmiş Milletler, çeşitli bildirgelerle sömürge döneminde gerçekleşen bazı eylemleri "insanlığa karşı suçlar" olarak tanımlamıştır. Uluslararası Ceza Mahkemesi, Roma Statüsü'nün savaş suçlarını açıklayan 8. Maddesi ile insanlığa karşı suçları tanımlayan 7. Maddesi, sömürgeciliği "insanlığa karşı suç" olarak kabul etmiştir.
Sömürge ülkelerine bağımsızlık verilmesinin hemen sonrasında BM, bağımsızlık kazanan sömürge ülkelerini bünyesine kabul etmeye başlamış, bu durum İngiliz derin devleti nezdinde önemli rahatsızlıklara sebep olmuştur.
İngiliz Tarihçi Mark Curtis, The Great Deception: Anglo-American Power and World Order (Büyük Aldatmaca: Anglo-Amerikan Gücü ve Dünya Düzeni) isimli kitabında bu durumu şöyle tarif etmiştir:
Haziran 1950 tarihli bir Dışişleri notunda şu ifadeler yer alıyor: "'Bir devlet- bir oy' sistemi kapsamında, küçük ülkelerin gereksiz bir etki gücüne sahip hale gelmesi, İngiltere ve İngiliz Milletler Topluluğu'nun temel menfaatlerini, BM müdahalesinden koruma imkanını kısıtlayabilir." Başbakan Harold Macmillan da benzer bir ifadede bulunuyor ve Soğuk Savaş'ın bir probleminin "Afrika-Asya kamplarında son derece önemsiz ülkelerin eline ciddi bir şantaj kozu vermesi" olduğunu söylüyordu. İngiltere'nin, İngiliz Milletler Topluluğu'na yönelik demokrasi hakkındaki düşünceleri de benzerdi. Örneğin 1953 tarihli bir memorandumda şöyle deniyordu: "İlkel insanların yaşadığı bu küçük ülkeler şu anda 'yetişkin ülke' olmak için gereken zihinsel yetkinliğe sahip değiller." İngiltere'nin İngiliz Milletler Topluluğu Bakanı da, yeni bağımsızlık kazanmış bölgelere tam Milletler Topluluğu statüsü vermenin "rahatsız edici" olacağını, ... ve "en baştan itibaren ... bizim etki alanımızda kalmalarının sağlanması gerektiğini" söylemişti ... İngiltere "BM'nin, İngiltere'nin kolonileri üzerindeki etkisini zayıflatmasını engellemek" istiyor ve bunu sadece savaş sonrası yıllarda değil "dekolonizasyon" sürecinde de devam ettiriyordu. Örneğin 1960 BM Genel Kurul kararı "tüm yetkinin acilen ve herhangi bir koşul olmadan [sömürge] halklarına devredilmesini" söylüyordu. İngiltere bu kararda oy kullanmadı ve bu beyanı hiçbir zaman resmi olarak kabul etmedi. Ayrıca uzun yıllar, komitenin, kararın uygulanmasını denetlemek için görevlendirdiği delegelerin, bölgelerini ziyaret etmesine izin vermedi. 1970'teki Genel Kurul kararı 1960 tarihli kararın uygulanması yönünde tekrardan çağrıda bulununca, İngiltere protesto için bu kararı hazırlayan komiteden istifa etti.263
İngiliz derin devleti, sömürgecilik sisteminde artık pek çok uygulamanın suç kapsamına girdiğini biliyordu. Bu nedenle, yine aynı toprakları sömürecek ama yeni kanunlara göre suç sayılmayacak sinsi bir sömürü politikası arayışı içine girdi. "Yeni sömürgecilik" buna çok uygundu. Yeni sömürgecilik sisteminde, ülkeler yine İngiliz derin devletinin sömürüsü altında olacaktı; fakat uygulama o kadar kitabına uygun şekilde yapılacaktı ki, işlenen suçlarla ilgili değil suçlama, kınama dahi söz konusu olmayacaktı.264 Hatta tümüyle bir insanlık suçu olan köle ticareti, tamamen farklı görünüm altında işlemeye devam edecek ve farklı görünüm almış olmasından dolayı da herhangi bir suç kapsamına dahil edilmeyecekti.
Özellikle mali yardımlar adı altında gerçekleştirilen ekonomik yaptırımlar, söz konusu sömürge ülkelerinde siyasi gücü ikinci plana itmekte, hukuki sistemi yok etmekte ve askeri gücü ise tamamen sömüren toplumun hakimiyetine bırakılacaktı. Görünürde toprakların fiziki işgali söz konusu değildi, fakat pratikte topraklar siyasi, sosyal, kültürel, askeri ve mali bakımdan tümüyle sömürgecilerin yönetimi ve kontrolü altında olacaktı. Kanun koyucular sömüren ülkeler olduğundan, söz konusu sömürü sisteminin kanunlarda bir karşılığı bulunmayacaktı.
Sömürgelerin İngiltere'nin himayesinden ayrılarak bağımsızlıklarını kazanmaları, maddi anlamda büyük bir boşluğa girmelerini de beraberinde getirmiştir. O vakte kadar bütün üretimlerine İngiliz derin devleti tarafından el konulmuş, üretim yapamamışlardır. İngiliz derin devletinin oyunları sonucunda tarımı büyük ölçüde terk etmek zorunda kalmış, sanayileşme sistemlerine ulaşamamışlardır. Dolayısıyla sözde "bağımsızlık"la birlikte müthiş bir yoksulluk ile karşı karşıya kalmışlardır. Zaten plan da budur. İngiliz derin devleti, sömürgelerin legal yollarla İngiliz hakimiyeti altına gireceği alt yapıyı zaten çoktan hazırlamıştır. Söz konusu fakir devletler, kaçınılmaz olarak İngiltere'nin yardımına ihtiyaç duyacaklardır. İngiliz derin devletinin "yardım" adı altında yaptığı ekonomik hamleler de gerçekte o ülkeyi tümüyle İngiliz derin devletine bağımlı hale getirecektir.
Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Ticaret Örgütü (WTO), ihtiyaç içindeki bazı ülkelere fon sağlamakla görevli kurumlardır. Bu finans kurumlarının yaptığı yardımlar söz konusu ülkenin "yararına" gibi görünse de, gerçekler çok başkadır. Bu fonlar karşılığında girilen hukuki, ekonomik ve siyasi yükümlülükler nedeniyle söz konusu ülke, artık tümüyle İngiliz derin devletinin himayesinde bulunan kurumlara teslim olmaktadır.
Bu aslında, sadece eski sömürge ülkeleri için geçerli değildir. Türkiye dahil Ortadoğu ülkeleri, Asya ülkeleri ve pek çok gelişmekte olan ülke bu sistemin tehdidi altına girmiştir.
Allah'a şükür, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın akılcı ekonomik politikaları neticesinde ülkemiz, IMF boyunduruğundan kurtulmuş durumdadır. Fakat şu anda pek çok ülke hala boyunduruk altındadır.
Söz konusu kurumların idaresi altında "yardım alan" eski sömürgelerden, bu yardımlar karşılığında çeşitli beklentiler vardır. Ülkenin, "liberalleşme" adı altında, sermaye piyasasını yabancı şirketlere açmaya yönelik düzenlemeler yapması istenmektedir. Yabancı şirketlerin o ülkenin doğal kaynaklarını ve zenginliklerini yöneten mekanizmalarda söz sahibi olmaları ile yeni sömürü düzeni başlar.
Şunu unutmamak gerekir: İngiliz derin devleti, gerçekte hiçbir ülkenin demokratikleşmesinden veya liberalleşmesinden yana değildir. Keza demokratikleşme, İngiliz derin devleti için büyük bir risktir. Derin devlet, halkı yönlendirebilmektedir ama halkın seçimini her zaman kontrol edemeyebilir. İngiliz derin devletinin aradığı sistem, tamamen kendi kontrolü altında olan bir sistemdir. Dolayısıyla söz konusu ülkelerde "demokratikleşme" teriminin bu kadar fazla kullanılması, demokratikleşme özlemi değildir. Aksine ülke üzerine uygulanacak yaptırımlar için bir kılıftır.
İngiliz derin devleti, genellikle sihirli kelime "demokratikleşme"yi ön plana çıkararak, bu talebe uyan ve kendi kontrolünde olan bir lideri ülkenin başına getirmektedir. Bu sözde demokrasi sistemi, aslında İngiliz derin devletinin tasvip etmediklerini susturma siyasetidir. Yani bir bakıma, İngiliz derin devletinin liderliğinde bir diktatörlük sistemidir.
Antropolog Bronisław Malinowski, İngiliz derin devletinin Afrika'yı sözde "medenileştirdiği" iddiaları ile ilgili olarak şu gerçeklere dikkat çekmiştir:
"Biz" onlara, siyasal hakimiyetin araçlarını vermiş değildik, tıpkı iktisadi zenginlik ve avantajlarının özünü onlarla paylaşmadığımız gibi.265
İngiliz derin devletinin himayesindeki hiçbir kurumun maddi "yardımları" karşılıksız yapmayacağı mutlaka akılda tutulmalıdır. Yardımlar yoluyla hem söz konusu ülkeler her açıdan hakimiyet altına alınmakta, hem de verilen yardımlar aslında yüksek faizli borçlar şeklinde olmaktadır. Borçların sadece faizleri ödenebilmekte ve söz konusu ülkeler daima bu borç batağı altında İngiliz derin devletinin himayesinde kalmaktadırlar.
Kanadalı siyaset bilimi uzmanı Robert Cox, "hegemonik devlet" olabilmek için bir devletin evrensel görünen bir dünya düzeni kurması gerektiğini ileri sürer. Cox, bu dünya düzeninin özelliğini ise, "hakim olan devlet diğerlerini sömürürken, sömürülen ülkelerin, mevcut durumun kendi çıkarları doğrultusunda olduğunu sanmaları" şeklinde tanımlar.266 Şu an hali hazırdaki durum tam olarak budur.
Postkolonyal (sömürge sonrası) çalışmaların önemli ismi Hintli Akademisyen Partha Chatterjee, Nationalist Thought and the Colonial World (Milliyetçi Düşünce ve Kolonyal Dünya) adlı kitabında bu gerçeği şu cümlelerle okuyucularına aktarmaktadır:
…bizim adımıza yalnızca kolonyal aydınlanma ve sömürü senaryosunu tasarlamakla kalmamış, aynı zamanda bizim antikolonyal (koloni karşıtı) direnişimizi ve postkolonyal (koloni sonrası) sefaletimizi de planlamıştır. Tahayyüllerimiz bile sonsuza kadar kolonileştirilmiş durumda kalmak zorundadır.267
1960'lı yıllarda sömürgecilik kağıt üzerinde sona erdikten sonra, İngiliz derin devleti, sömürge bölgelerindeki sınırları yeniden çizmiştir. Afrika'daki sınırların cetvelle çizilmiş gibi durmasının nedeni, bunların siyasi hesaplamalara uygun olarak gerçekten cetvelle çizilmiş olmalarıdır. Bir başka deyişle sömürge ülkeleri, İngiliz derin devleti tarafından aynı politika dahilinde sömürülmeye devam edecektir.
Bazı analistler, yeni sömürge döneminin varlığını inkar etmemekle birlikte, yeni sistemde en azından insanların öldürülmediği iddiasını ortaya atarak yeni sistemin savunuculuğunu yaparlar.
Oysa bu iddia gerçekdışıdır. Çünkü İngiliz derin devleti, idareden hoşnutsuz olduğu zamanlarda çeşitli isyanlar körükleyerek, iç savaşlar çıkararak, gerektiğinde askeri müdahaleler yaparak, halen söz konusu ülkelerde kanlı eylemlere imza atmaktadır.
Ayrıca şunu unutmamak gerekir ki, insan gücünün ortadan kalkması zaten sömürgecilikle çatışan bir kavramdır. Çünkü insan sömürüsü, İngiliz derin devleti açısından önemli bir konudur. İngiliz derin devleti, önce sömürdüğü toplumlarındaki insanları kendi istediği şekle dönüştürmekte, sonra da onları, oldukça ucuz bir işgücü haline kullanmaktadır. İşte İngiliz derin devletinin insana bakış açısı ve sinsi stratejisi budur.
Nitekim bazı kişiler kölelik sisteminin 21. yüzyılda artık kalmadığını iddia etseler de durum böyle değildir. Günümüzde insan kaçakçılığı, kaçak işçiler, çocuk ticareti köleliğin örtülü şekildeki türlerindendir. Kölelik yasaklanmıştır; ama gerçekte bugün, sayıları milyonlarla ifade edilecek kadar köle bulunmaktadır. "Köle" teriminin günümüzde açıkça kullanılmaması insanları yanıltmamalıdır. Kölelik, karşılığı ödenmeden zorla çalıştırma veya emek sömürüsü olarak tanımlanıyorsa, şu anda dünyada bu tanımlara uyan milyonlarca insan olduğunu bilmek gerekmektedir. Özellikle son zamanlarda, İngiliz derin devletinin karışıklık ve isyan çıkardığı bölgelerden gerçekleşen göçler, durumun vahametini artırmıştır.
İngiliz Milletler Topluluğu
İngiliz derin devletinin uluslararası politikayı yönlendirme ve yönetmede kullandığı ana manivelalarından biri İngiliz Milletler Topluluğu'dur.
Bu topluluk, adından da anlaşılacağı gibi, merkezinde İngiltere'nin bulunduğu uluslararası bir organizasyondur. Çoğu, İngiltere'nin eski sömürgeleri, işgal ettiği ülkeler ve müttefiklerinden oluşan 49 ülke ve 29 bölge istihbarattan ekonomiye, ticaretten savunmaya birçok alanda İngiltere'nin koordinasyonu altında ortak hareket etmektedirler.
Dünyanın dört bir yanına yayılmış olan ve 2.4 milyarlık nüfus ile 14 trilyon liralık bir GSMH'ya sahip olan bu dev güç, İngiltere'ye diplomasiden savunmaya çok geniş bir hareket alanı sağlamaktadır. İngiliz derin devleti, dünyanın herhangi bir yerinde kendi çıkarını ilgilendiren hadiseleri, İngiliz Milletler Topluluğu'nun olanaklarını kullanarak dilediği gibi dizayn etmektedir.
Örneğin, İngiliz derin devleti, Ortadoğu'nun iletişim ve haberleşmesine müdahale etmek istediğinde, Topluluk üyelerinden bu işlem için elverişli olan Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda ülkelerini bir araya getirip "Beş Göz" olarak bilinen istihbarat sistemini kurmuştur. Söz konusu ülkelerde teknik altyapıyı oluşturmuş, dinleme merkezini de Kıbrıs'taki üsse yerleştirerek tüm Ortadoğu ve bölge ülkelerini dinlemiştir. Bu konunun detaylarına ilerleyen satırlarda değinilecektir.
Topluluğun Doğuşu
Özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında, sömürgelerin görünürde bağımsızlıklarını kazanmalarının ardından İngiltere, bu sömürgelere tekrar hakim olma yolunu daha legal görünümlü olan ama özünde yine tehdit, baskı ve zorlama olan mafya yöntemleriyle uygulamıştır. Artık İngiliz hakimiyetinin adı, İngiliz İmparatorluğu değil; İngiliz Milletler Topluluğu'dur.
Örneğin, İngiliz Hazinesi'nin 1945 tarihli bir raporunda, ülkelerin, ekonomik baskılarla İngiltere'nin istediği yönde karar almaya zorlanacakları açıkça ifade edilmiştir:
Diğer ülkelerin iç kararlarına etki edebilmemize olanak sağlayacak teknikler geliştirmeliyiz. Bu bağlamda ülkeleri, "gelişimlerinin genel gidişatı konusunda tavsiyelerimizi dinlemeye" zorlayacak ekonomik tedbirler de düşünülebilir.268
Bu raporda geçen ifadelere göre hazırlanan Londra Bildirgesi'ne 1949'da imza atılmıştır. Londra Bildirgesi, modern İngiliz Milletler Topluluğu'nun ilk oluşumudur. Londra Bildirgesi'ne göre, daha önce İmparatorluğa bağlı olan ülkeler, yine İngiltere'ye bağlı bir "milletler birliği" oluşturacaklar ve üye ülkeler güya "özgür ve eşit" sayılacaklardır.
Bunlar gerçekte asla özgür ve eşit değildir. Çünkü İngiliz Milletler Topluluğu'nun 31 üyesi cumhuriyetle yönetilmekte, 5'i ise farklı krallıkların idaresi altında monarşi ile idare edilmektedir. Fakat bunların tümü, ayrıntılarını sonraki satırlarda anlatacağımız üzere hukuken veya fiilen İngiltere Kraliçesi'ne bağlıdır.
İngiliz Milletler Topluluğu fikri, temelde, İngiltere'nin her şekilde bütün dünyaya hakim olması gerektiğine inanan Winston Churchill'e aittir. Churchill, eski sömürgelerden yararlanma amacını taşıyan bir strateji ortaya koymuş ve buna "üç daire" prensibi demiştir. Kısmen kesişen bu daireler, üç ayrı kategoriyi kapsamaktadır: 1. İngiliz Milletler Topluluğu; 2. Amerika Birleşik Devletleri ile stratejik ortaklık seviyesinde ilişkilerin kurulduğu Anglosakson ekseni ve 3. İngiltere'nin belirleyici bir rol oynamak istediği Avrupa.269
Dünyanın dört bir tarafına yayılan İngiliz Milletler Topluluğu'nun üyelerinin bölgelere dağılımı şöyledir:
Afrika: Botsvana, Kamerun, Gana, Kenya, Lesotho, Malavi, Mauritus, Mozambik, Namibya, Nijerya, Ruanda, Seyşeller, Siera Leone, Güney Afrika Cumhuriyeti, Svaziland, Uganda, Tanzanya, Zambiya
Asya: Bangladeş, Brunei, Hindistan, Malezya, Maldivler, Pakistan, Singapur, Sri Lanka
Amerika ve Karayipler: Antigua ve Barbuda, Bahamalar, Barbados, Belize, Kanada, Dominik Cumhuriyeti, Grenada, Guyana, Jamaika, Saint Lucia, Saint Kitts ve Nevis, Saint Vincent ve Grenadinler, Trinidad ve Tobago
Avrupa: Kıbrıs Rum Kesimi, Malta, Birleşik Krallık
Büyük Okyanus: Avustralya, Fiji, Kiribati, Nauru, Yeni Zelanda, Papua Yeni Gine, Samoa, Solomon Adaları, Tonga, Tuvalu, Vanuatu
İngiltere, Avrupa Birliği içinde de imtiyazlı konumdadır. Diğer üye ülkelerin sahip olmadıkları ayrıcalıklı haklara sahiptir. Mesela Birlik kurallarına göre AB üyesi tüm ülkeler, Birlik dışındaki ülkeler ile olan ekonomik ilişkilerini AB'nin belirlediği sınırlar çerçevesinde şekillendirmek zorundadırlar. Fakat bu İngiltere için geçerli değildir; İngiltere, İngiliz Milletler Topluluğu'na üye olan tüm ülkelerle ayrıca ticaret yapma imtiyazına sahiptir.
İngiltere Kraliçesi, İngiliz Milletler Topluluğu'nun başı olarak tanınmaktadır. Kraliçe ayrıca Kanada, Yeni Zelanda ve Avustralya da dahil olmak üzere topluluk ülkelerinden 16'sının devlet başkanıdır. İngiliz Milletler Topluluğu ülkelerinde "devlet başkanı" sıfatı taşıyan "genel vali"ler Kraliçe tarafından atanmaktadır.270
Genel valiler genellikle emekli olmuş eski politikacılardır. Avam Kamarası ve Senato'nun çıkardığı kararnamelere Kraliyet onayını sağlamak, devlet belgelerini imzalamak, Parlamento toplantılarını resmen açıp kapatmak ve seçimler öncesi Parlamento'yu feshetmek gibi görevleri vardır.
Başka bir deyişle, genel valilerin kararlarını Kraliyet, Kraliyet'in kararlarını da İngiliz derin devleti belirlemekte, yani sonuçta tüm Topluluk derin devletin belirlediği kararlarla yönetilmektedir.
Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda ve ABD dahil tüm diğer ülkelerde, İngiltere'ye özgü "Anglosakson modeli" denen hukuk sistemi kullanılmaktadır.271 Bu sistem son sözü ve nihai kararı İngiliz kurumlarının vereceği şekilde kurgulanmıştır. Öyle ki 1980'li yılların sonuna kadar Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda gibi ülkelerin bile anayasalarında yaptıkları değişiklikler için İngiltere'nin onayını alma zorunluluğu vardı.272 Kraliyet Danışma Kurulu Yargı Konseyi, halen Karayipler ve Pasifik'teki bazı eski kolonilerin en yüksek temyiz mahkemesidir.273
Bu ülkelerde dini inanış (Anglikanizm) bile İngiltere'deki ile aynıdır.
ABD'li sosyolog Immanuel Wallerstein, İngiliz Milletler Topluluğu üyesi ülkelerin politik ve ekonomik anlamda bağımlılıklarının hala sürdüğünü belirtmekte ve bağımlılığın, kolonilerde oluşturulan "yerel elitler" tarafından sürdürüldüğünü belirtmektedir.274
Bir başka deyişle İngiliz derin devleti, tıpkı koloni döneminde olduğu gibi, günümüzde de hakimiyeti altına almak istediği topraklarda, İngiliz çıkarlarını savunacak ve bilgi akışını sağlayacak çeşitli ajanlar ve yancılar edinmektedir. Bu kişiler, çoğu zaman devlet başkanlığı, bakanlık gibi kritik görevlerde dahi olabilmektedirler. Yerel yancılar, İngiliz derin devletinin her konuda devrede olmasını sağlamaktadır.
Sosyal Hayattan Hukuka İngiliz Hakimiyeti
İngiliz Milletler Topluluğu'na üye ülkelere harita üzerinde bakılacak olursa bu ülkelerin yeryüzünde çok geniş bir coğrafyaya yayıldıkları görülür. Bu, devasa bir insan kaynağı, doğal kaynak ve pazar anlamına gelmektedir.
İngiliz Milletler Topluluğu'na üye ülkeler ile yapılan ticaret, İngiliz Ekonomisi içerisinde çok önemli bir yer tutmaktadır. Hatta bu örgütün henüz tam anlamıyla teşkilatlanamadığı ve üye sayısının çok az olduğu 1950'lerde bile, İngiltere'nin yaptığı ihracatın %54'ü ve ithalatının da %49'u İngiliz Milletler Topluluğu ülkelerine aittir.275
Kanada ve Avustralya gibi birkaç ülke dışında, topluluğun üyelerinin büyük bir kısmı az gelişmiş veya gelişmemiş ülkelerden oluşmaktadır. İngiliz ekonomisi, bu ülkelerin yanında devasa bir yapıya sahiptir. Dolayısıyla, İngiltere ile ticarete girdiklerinde kâr edenin İngiltere olacağı açıktır. İngiltere, başta gümrükler olmak üzere çeşitli ticari sınırlamalardan muaf olarak bu ülkelerden istifade edebilmektedir. Tek bir asker ya da bir donanma bulundurmaya gerek olmadan imtiyazlı olarak ticaret yapabilmektedir.
Topluluk içinde toplam olarak 2.4 milyarlık bir nüfus ve pazar bulunmaktadır. Toplam 14 trilyon dolarlık GSMH ve kişi başı geliri 6500 Dolar olan bu topluluk İngiltere için AB'ye alternatif olan bir topluluktur. AB içinde "en ayrıcalıklı ülke" konumunda olan İngiltere, bu pazarı AB üyeleriyle paylaşmak istememektedir. Özellikle son zamanlarda AB'nin Avustralya, Hindistan gibi ülkelerle ikili anlaşmalar yapmayı hedeflemesi, özellikle Hindistan'da var olan İngiliz firmalarının pek hoşuna gitmemiştir.276
Görüldüğü gibi İngiliz derin devleti, eski sömürgelerini daima canlı tutmuştur. Siyasi ve askeri olarak kendilerine bağlı tutamadığını ise İngiliz Milletler Topluluğu adı altında ekonomik ve kültürel anlamda etkilemeyi sürdürmüştür. Kağıt üstünde yok olan İngiliz İmparatorluğu, perde arkasında ve İngiliz derin devletinin çabalarıyla devam etmiştir.
İşin ilginç yanı bu gerçek, uluslararası kamuoyundan gizlenmiştir. Akademisyen Göktürk Tüysüzoğlu'nun belirttiği gibi; "İngilizler bu gerçeği uluslararası gündemden soyutlamayı başarmışlardır."277
İngiliz derin devleti, bugün Brexit ile AB'den vazgeçmekte tereddüt etmemiştir. Marmara Üniversitesi'nden Dr. Nuri Sevgen, bunun sebebini şu şekilde anlatmaktadır:
İngiltere'nin dominyonları (İngiliz Milletler Topluluğu ülkeleri) ile olan ticari ilişkisi AB standartları yüzünden zedelenmeye başlamış. "Yahu biz İmparatorluktuk. Ne demeye küçük devletler ile birliğe girdik ki?" serzenişleri yükselmeye başlamış. Çünkü ticaret ilişkisi olan dominyonların ticari derinliği AB'ne göre daha yüksek de ondan. 2011 yılı rakamları ile İngiliz Milletler Topluluğu olarak adlandırılan dominyonların bütünü nüfus olarak 2.2 milyar iken AB nüfusu 500 milyon. Her ne kadar AB, GSYİH büyüklüğü 15 milyar dolar ile dominyonlar topluluğunun iki katı olsa da, orada tek patron İngiltere. AB içinde Almanya ve Fransa'nın patronlukları, İngiltere'nin pek de arzu etmediği bir durum.278
İngiliz Deniz Aşırı Toprakları
İngiliz derin devletinin hiçbir engelle karşılaşmadan sözünü geçtiği coğrafya oldukça geniştir. Örneğin, denizaşırı topraklardaki İngiliz varlığı 2002 yılında, İngiliz Deniz Aşırı Toprakları Kanunu adı altında İngiliz Parlamentosu'nda kabul edilmiştir. Böylece Birleşik Krallık'a doğrudan bağımlı bölgeler "denizaşırı topraklar" olarak yeniden sınıflandırılmıştır.
Bu topraklar ve yer aldıkları yerler şunlardır:
Kayman Adaları, Virgin Adaları, Monserrat, Turks ve Caicos Adaları (Karayipler), Bermuda (Kuzey Atlantik Okyanusu), Falkland Adaları, Güney Georgia ve Güney Sandwich Adaları (Güney Atlantik Okyanusu), Cebelitarık (Avrupa), İngiliz Hint Okyanusu Bölgesi (Hint Okyanusu) İngiliz Antarktika'sı, Pitcairn (Büyük Okyanus), Saint Helena (Orta Atlantik Okyanusu), Agratur ve Dikelya (Kıbrıs).
Bu toprakların nüfus ve kaynak açısından zenginliği Milletler Topluluğu'nunkine kıyasla oldukça düşüktür. Ancak yine de bu toprakların İngiliz derin devleti için oldukça önemli bir anlamı vardır. Dünyanın dört bir tarafına yayılmış bu topraklarda İngiliz ordusunun askeri üsleri mevcuttur. Bu da İngiliz derin devletine, istenen her yerde hızlıca askeri operasyon yapma imkanı tanımaktadır.
Örneğin, 15 Temmuz 2016 tarihinde Türkiye'deki darbe girişiminde bu üslerin önemi gündeme gelmiştir. İngiliz Daily Express Gazetesi, İngiliz hükümetinin 15 Temmuz darbe girişimi nedeniyle Türkiye'ye yönelik askeri bir operasyon planladığını, hatta bu görevi gerçekleştirecek askerleri Güney Kıbrıs'ta bulunan İngiliz üssüne gönderdiğini yazmıştır. "SAS Troops Poised to EVACUATE Britons From Turkey Amid Fear of SECOND Military Coup" (İkinci Bir Askeri Darbe Korkusuyla İngilizleri Türkiye'den Tahliye Etmek İçin SAS Askeri Birlikleri Hazırdı) başlıklı yazıda şu ifadeler dikkat çekmektedir:
Acil durum planları hazırlayan savunma yetkilileri ve silah donanmış askerler, Özel Kuvvetler Destek Mangası'yla beraber gözde bölgelere uçarak turistleri ve aileleri evlerinde güven içerisinde tutmak için hazırlar.279
Haberde İngiliz askerlerinin Türkiye'ye güya "İngiliz turistleri kurtarmak için" girecekleri yazılmıştır. Bu, İngiliz derin devletinin işgallerine kılıf olarak uydurduğu en eski bahanedir. İngiltere, daha önce de askerlerini Mısır'a aynı bahaneyle sokmuş, sonrasında Mısır'ı tamamen işgal edip bir daha çıkmamıştır. Aynı durum Kıbrıs için de geçerlidir. Elbette bu bilindik plan, İngiliz Hükümeti'ne değil, İngiliz derin devletine aittir. Şüphesiz ki, İngiliz derin devletinin bilgisi ve himayesi altında hareket eden darbeciler eğer başarılı olsalardı, söz konusu birlikler Türkiye'ye sokulacaklar ve darbeyi işgale dönüştüreceklerdir. Bu konunun detaylarına kitabın 3. cildinde geniş olarak yer verilecektir.
Nitekim bunun bir işgal girişimi olduğunu hatırlatmamızın hemen akabinde Türk basını bu gerçeğe dikkat çekmiş ve İngiltere'nin neden bir işgal planıyla ortaya çıktığını sorgulamaya başlamıştır. İngiliz derin devleti, bu stratejiyi, gözde ülkesi Türkiye üzerinde tereddütsüz uygulamaktan çekinmemiş, göz göre göre karşı kıyımızda bir askeri yığınak yapmıştır.
Sadece bu hadise bile İngiliz derin devletinin Türkiye'yi işgal planlarından asla vazgeçmediğini göstermektedir. İngiliz derin devleti dünyanın değişik yerlerindeki benzer işgal hareketleri için Kıbrıs'taki ve diğer yerlerdeki üsleri terk etmemektedir.
İngiliz derin devletinin dünya hakimiyeti ihtirasını incelerken, bu durumu hem maddi, hem askeri, hem de siyasi bakımlardan ele almak gerekir. İngiliz derin devleti, aslında dünyada küçüklü büyüklü pek çok ülkeyi ciddi anlamda hakimiyeti altına almış durumdadır. Türkiye gibi güç yetiremediklerini de çeşitli sinsi planlarla ele geçirme niyetindedir. Deccal Komitesi, tüm dünyayı, Deccal'in hakim olduğu bir isyan ve günah meydanına çevirmek niyetindedir. Şaşırtıcı bulduğu şey ise, adımını Türkiye topraklarına atmaya kalktığında, bu planının daima geri tepmesidir. İngiliz derin devletinin Türkiye üzerindeki her planı, bundan sonra da geri tepecektir. Çünkü Türkiye, Mehdi (as)'ın zuhurunun gerçekleşeceği, korunmuş bir ülkedir. İngiliz derin devleti, Türkiye'ye zarar veremediğini gördükçe Allah'a karşı güçsüz olduğunu da anlayabilecektir. Deccal Komitesi, asıl yenilgisini ise Mehdi (as)'ın çıkışı ile alacaktır.
Şu an Deccal Komitesi'nin elde ettiği başarı ve dünya çapındaki hakimiyeti aldatıcı olmamalıdır. Batıl, sinsi ve şeytani bir sistemin ilelebet barınma ve ayakta kalma imkanı yoktur.
Dostları ilə paylaş: |