“Geri dönüş oranı çabuk ve yüksek öğrenim alanları ile eğitim planlaması yaparak ülke kalkınmasında eğitimi etkili kılmadaki beceriksizlik.
• Üstün yeteneklilerin eğitimi konusunda yeterli bilgi birikiminin, uzmanlığın, kuramsal ve uygulamalı çatışmaların bulunmayışı.
• Kısa bir süre denenen üst yetenek sınıfı uygulamasında gözlendiği gibi “kayırmacılık”, “torpil”, “yukarıdan gelen baskı” türünden hakça olmayan gruplamalardan kaçınamama.
• Üstün yeteneklilere özel eğitim sunulmasının eğitimde fırsat eşitliği” anlayışımız ile bağdaşmaması.
• Genel olarak üstün “zekâ” ve yeteneklere karşı duyulan çekememezlik.
• Üstün zihinsel yetenekli öğrencilere sahip çıkması gereken veli, öğretmen, eğitimci ve işadamlarının baskı grubu oluşturmadaki yetersizliği.
2. MALİ KAYNAKLARIN YETERSİZLİĞİ
Her ne kadar son yıllarda genel bütçeden en çok pay alan sektör eğitim olmuşsa da bu oran hala ihtiyacı karşılayamamaktadır. Parasal sıkıntının yarattığı dar boğazı etkileyen faktörler kabaca aşağıdaki başlıklara indirgenebilir:
• Nüfusun yarısından çoğunun 21 yaş altında yanı öğrenim ihtiyacı içinde olması.
• Beş yıllık ilköğretim dışından okullaşma oranlarında gözlenen düşük yüzdeler (1990 itibariyle ortaokul %5.7, lise %3.5, yükseköğrenim %9.3)
• Eğitim bütçesinden özel eğitime ayrılan payın son derece yetersiz kalışı (1991 itibariyle %1,4)
• Özel eğitim ihtiyacı duyan temel eğitim çağ nüfusu içindeki olağanüstü düşük oran (% 2,5).
• Özel eğitim maliyetinin geleneksel akademik, kitlesel, yeknesak eğitime kıyasla çok daha yüksek oluşu.
3. ÜSTÜN YETENEKLİLERİN EĞİTİMİNE ÖZGÜ ZORLUKLAR
Özel eğitim yalnızca öğrencilerin ihtiyaçlarının özelliği ile değil, aynı zamanda hazırlanması gereken etkileşim ortamlarının da özel olması nedeniyle özenle ele alınması zorunlu bir süreçtir. Bu yüzden ayrı bir uzmanlık alanıdır. Geleneksel eğitimde karşılaşılmayan ya da daha kolay aşılan engellerle başetmeyi gerektirir. Bu noktalar şöyle sıralanabilir:
• Üst yetenek grubunun kendi içinde genel zihinsel yetenek, özel olan yeteneği, sanat yeteneği, yaratıcılık, liderlik gibi alt kategorilere ayrılması ile ilgili tanımlar, ölçüler, ölçütler ve teşhis araçlarının belirlenmesi.
• Türk eğitim sistemine uygun üstün yetenekliler eğitimi modelinin ya da modellerinin yaratılması, pilot çalışmalarla denemelerin gerçekleştirilmesi ve işleyen modellerin yaygınlaştırılması.
• Üstün yetenekliler için esnek, dinamik, farklılaştırılmış, zenginleştirilmiş eğitim programlarının geliştirilmesi, uygulanması, iyileştirilmesi.
• Çeşitli öğrenme malzemelerinin hazırlanması, üretilip dağıtımının sağlanması.
• Üstün yetenekli çocuklarla başedebilecek, onları yönlendirebilecek nitelikte üstün yetenekli öğretmenlerin yetiştirilmesi, hizmet-içi eğitimi ile özendirilmesi,
4. ANA BABANIN VE YAKIN ÇEVRENİN EĞİTİM İHTİYACI
Okullarda sağlanan özel eğitimle aile ve yakın çevre ortamlarındaki yaşamın birbiri ile uyumlu, birbirini destekleyen, pekiştirir nitelikte olması gerekir. Bu uyumu güçleştiren durumlar şöyle özetlenebilir.
• Genel eğitim düzeyinin düşüklüğü.
• Ev, sokak mahalle çevresinin farklılığı, hoşgörür, özendirir olmayışı.
• Ana, babaların, üstün yeteneklilerin özelliklerini bilmemeleri, yanlış tulumları, sorunlarla başa çıkmada yetersiz kalışları, uzman yardımı almada güçlükle kartlaşmaları, tıpkı çocukları gibi kendilerini sahipsiz ve çaresiz hissetmeleri.
5. BEYİN GÖÇÜ
Üstün yetenekliler eğitiminde ülkemizde karşılaşılacak en önemli sorulardan birisi de bunların cazibe merkezlerine gitmeleridir. Ülkemizde uzun yıllardır süre gelen ve üstün yeteneklilere özel eğitim fırsatlarının verilmesiyle daha da hızlanması olası beyin göçünü ortaya çıkaran temel etkenler şöyle sıralanabilir:
• Bilime ve teknolojiye verilen önem ve önceliğe paralel olarak bunların üretildiği merkezlerin nicelik ve niteliksel olarak yetersiz kalışı ya da bazı alanlarda hiç bulunmayışı.
• Bu tür kişilerin maddi ve manevi olarak tatmin edilemeyişi, uygun etkileşim ortamlarının yaratılamayışı, değerlerinin bilinmeyişi.
• Yabancı ülke, özellikle ABD ve batı Avrupa ülkelerinin koşullarının çekiciliği.
SONUÇLAR
Yukarıda ana hatları ile özetlenen sorunların boyutundan da anlaşılacağı gibi ülkemizde üstün zihinsel yeteneklilerin eğitimi büyük ve çetin bir mücadele alanı olarak durmaktadır. Gerek genel eğitimde karşılaştığımız engeller, gerekse alanın kendine özgü zorlukları önümüzdeki yıllarda bu konuya gereken önemin ve artık daha da geç kalınmadan gereken önceliğin verilmesini kaçınılmaz kılmaktadır. Bu alanda Doğuda ve Batıdaki pek çok ülkenin katettiği yol, deneyimlerin çeşitliliği ve zenginliği kendi modelimizi yaratmada yardımcı olabilir. Şu aşamada önemli olan bu tür eğitime duyulan ihtiyacın farkına vararak gerekli hazırlıklara ve deneme çolışmalarına başlamaktır.
Milli Eğitim Bakanlığımızın son yıllarda özel eğitime yaklaşımındaki olumlu tavır ve uygulamalarla geleceğe iyimser bakmanın pek zor olmadığı görülmektedir Ülkemizdeki her çocuğa layık olduğu eğitimi vermek yolundaki çabanın yakından ürünlerini göreceğimiz tahmin edilebilir.
Asri Diyalog, 3. syf. 26-27
Beşinci Bölüm
ÜSTÜN YETENEKLİ ÇOCUKLAR
VE AİLELERİ
Üstün Yetenekli Çocukların Ailelerinin Sorunları
Füsun AKARSU*
Zihinsel gelişimle ilgili bilimsel çalışmaların tarihi seyri yeteneklerin kalıtım ve çevre etkileşiminin sonucunda belirlendiğini gösteriyor. Çağımızda konuya damgasını vuran Piaget ve Vigotsky gibi düşünürler özellikle küçük yaşlarda aile ile etkileşiminin çocuğun yaşantıları yoluyla onun zihinsel yapıları üzerine ne denli kritik etkilerinin olduğunu gündeme getirdi. Son yıllarda Batılı ülkelerde büyük bir hızla artan beyin araştırmaları ve sinirbilim (neuroscience) çalışmalarının bulguları büyük ölçüde sözü edilen zihinsel gelişim kuramlarını destekler nitelikte. Bu durumda ailenin özellikle erken yaşlarda üstün yeteneğin ortaya çıkışındaki belirleyiciliği iki noktada belirginleşiyor: 1) Kalıtımsal özelliklerin aktarılması ve 2) Zihinsel gelişimin en hızlı olduğu 0-3 yaşlarında uygun ve zengin etkileşim ortamının yaratılması.
Ülkemizde üstün yeteneklileri ve çevrelerini inceleyen bilimsel araştırmaların sınırlılığı nedeniyle ailelerin bu iki değişken ekseninde ne gibi özellikler sergilediği bilinmemektedir. Ancak, bilim ve uygulama dünyamıza hala tam girememiş olan üstün yetenekliler konusunda gözlemlere dayalı bazı genellemeler yapmak mümkündür.
AİLELERİN BAŞETMEK DURUMUNDA KALDIĞI SORUNLAR
Toplumun en temel ve en küçük kurumu olan ailenin ülkemizde bu bağlamda karşılaştığı en önemli sorun farklılıkla başetme sorunudur. Ailelerin büyük bir kısmı üstün yeteneğin ne demek olduğunu, çocuklarının üstün yetenekli olup olmadığını ve ailecek ne yapmaları gerektiğini bilmemektedir. Farkettileri tek durum cocuğun farklı olduğudur. Bu farklılık zaman içerisinde genellikle bir avantaj degil dezavantaj olarak ortaya çıkar ve ailenin çözmesi gereken bir dizi sorun halini alır.
Üstün yetenekli çocukların ailelerinin başetmek durumunda kaldığı sorunlar dört başlık altında incelenebilir: Ailenin üstün yetenekli çocukla başetmesi; ailenin kendi içinde farklılıkla başetmesi; ailenin çevreyle başetmesi; ve okulla başetme.
I. Ailenin Üstün Yetenekli Çocukla Başetmesi
Üstün yetenek potansiyeli ile doğan çocukların akranlarından daha hızlı büyüme ve gelişme sergiledikleri biliniyor. Daha çabuk boy uzaması, daha hızlı konuşma ve yürüme, çevre ile daha etkili iletişim sık gözlenen özellikler. Bu ilk yıllar ailenin farklılığı bir sorun gibi değil bir keyif gibi yaşadığı yıllar. Çünkü izleyen yıllarda çocuğun yaşıtlarının ötesinde uyarıcı, çevre zenginliği, sorulara cevap verebilen yetişkinlerin varlığı ve özel ilgi biçimleri talebi karşısında aile sıkıntıya düşüyor. Çoğu durumda yaşam çevremizin uyarıcı malzeme, doğa, yetişkin ve akran grubu ile etkinliklerin çeşitliliği açısından yoksulluğu gözönüne alınırsa bu sıkıntının boyutları daha iyi anlaşılabilir. Üstelik aile çocuğun üstün yetenekli olduğunu ya da bu tür çocuklarla nasıl yaşanması gerektiğini bilmemektedir.
Ailenin ne kadar özel bir düzenlemeye ihtiyacı olduğunu örneklendirmek için ABD’de yapılan ve ailelerin bu tür çocuklarda en sık gözledikleri özelliklere bakılabilir:
• Zengin sözcük dağarcığı
• Bilgiyi hızla işleyebilme
• Bilgi ve olayları kolayca hatırlayabilme
• Şeylerin nasıl çalıştığını anlama isteği
• Neyin neden-niçin öyle olduğunu anlama çabası
• İlişkisiz görünen fikirleri yeni ve farklı biçimlerde ilişkilendirme
• Sürekli soru sorma
• Yetişkinlerle birlikte olma isteği
• Meraklılık, gözüpeklik, mizah duygusu
• Fırsatını bulduğunda diğerlerine egemen olma
• Güçlü ve sağlıklı fiziksel yapı ve beden kontrolü
• Çevrenin farkında olma
• Küçük yaşlardan itibaren herşeyi kendi yapma isteği (Sowden and Cristian, 1999)
Kurumsal destek ve özel eğitim almayan sıradan bir ailenin günlük yaşam uğraşının yanısıra üstün yetenekli çocuğunun ek taleplerine yanıt verecek bir çevre düzenini kurması son derece zordur.
Aileler bir yandan zeki ve yetenekli bir çocuğa sahip olmanın övüncünü yaşarken bir yandan da çocuğa yetememenin sıkıntısını yaşayabilir. Kimden nasıl yardım alacağını bilememe, daha da kötüsü yardım alabileceği kişi ve kurumların ortalarda olmadığını görme, konu ile ilgili bilgiye, kitaba, kaynağa, TV programına ulaşamama aileleri çaresiz bırakabilir. Tüm iyi niyet ve çabalara rağmen aile kısa süre içinde hızla büyüyen çocuğuna yanlış yaklaşmaya, onu anlamamaya ve farklılığın niteliğine uygun davranışlar gösteremediği için ona ve dolayısıyla tüm aileye zarar vermeye başlar. Farklılığın Bedeli Döngüsü olarak isimlendirdiğim ve farklılıkla nasıl başedeceğini bilemeyen ailenin, çaresizliğini, farklılığı ortadan kaldırmak için çocuğunu sıradanlığa yani normalliğe, herkes gibi olmaya zorlandığı; bunun karşılığında da çocuğun kendisine ve dolayısıyla ailesine açıkca zarar vererek sıradanlaşmanın bedelini ödettiği bir olgu ile karşılaşmaktayız. Bu karşılıklı bedel ödetme döngüsü sadece aile ile sınırlı kalmayıp çocuğun yakın akraba ve akran çevresi ile okulla ilişkilerinde de gözlenmekte, ivme ve tahribat düzeyi artan bir örüntü sergilemektedir.
Davis ve Rimm (1998) ailelerin genel tepkisini çocuklarının üstünlüğünü reddetme ya da abartma olarak iki gruba ayırıyor. Yeteneği reddeden aile çocuğun farklı ve özel ihtiyaçlarını gözardı ederek ve ona tıpkı diger çocuklarına davrandıkları gibi yaklaşarak sıradanlığı teşvik ediyor. Üstünlüğü abartan aile ise çocuğun altından kalkamayacağı beklentiler ve farklılık alanı dışına çıkan performans iddiaları ile çocuğunu başarısızlığa ve sahte bir benlik algısına sürüklüyor.
II. Ailenin Kendi İçinde Farklılıkla Başetmesi
Aileye üstün yetenekli bir üyenin katılmasıyla birlikte mevcut dinamikler ve alışılagelmiş rol kalıpları değişiyor. Eğer ailede başka çocuklar varsa yeni gelenle onlar arasında yapılan kıyaslamalar büyük kardeşlerde zaten bir ölçüde doğal olarak bulunan kıskançlık duygularını büyütüyor. Farklı talep ve ihtiyaçlar ile ailenin bu yöndeki davranışları hakça ve adil olmayan muamele olarak yorumlanabiliyor. Ana-babanın zamanını, enerjisini ve kaynaklarını kullanmaya talip üstün yetenekli çocuk diger kardeşlerinin hakkını yemekle suçlanabiliyor. Üstün performans sergileyen kardeş ötekilerin göreli başarısızlığını ve sıradanlığını ortaya çıkarttığı için aile içi dinamikleri değiştiriyor. Her ne kadar çocuklar aynı evi, ana-babayı paylaşıyorsa da Freeman (Freeman,1993)’ın sözünü ettiği paylaşılmayan çevresel etkiler her çocuğun ortamdan farklı uyarılar ve etkiler almasına yol açıyor. İlerleyen yıllar içerisinde üstün yeteneklinin kardeşleri eğer kendileri de benzer özellikler göstermiyorsa kardeşlerine karşı karışık duygular besleyebiliyor: Üstünlüğü karşısında kıskançlık/imrenme; ihtiyaçlarının karşılanamaması/ yeterince fırsat verilmemesi karşısında acıma; başarısı ile övünme-başarısızlığı karşısında üzülme ya da sevinme; ve her koşulda kendi yaşamı ile onunkini kıyaslama.
Rimm (1996) sunduğu radyo programına en sık yöneltilen sorulardan birisinin kardeşler arasındaki rekabet olduğunu belirtiyor. Olağan dışı yetenekle donatılmış çocuğun kardeşleri ile arasındaki farklılık anne baba tarafından iyi idare edilmezse tüm aile ilişkilerini bozan ve çocukların özgüvenini ciddi ölçüde zedeleyen sonuçlar doğurabiliyor.
Genellikle anne ya da babadan birisi çocuklarının üstünlüğünün kendi tarafından kalıtımsal olarak aktarıldığını düşünüyor. Gene genellikle çocuğun belli bir akrabaya çektiği söyleniyor. Her zaman açıkça ifade edilmese bile anne ya da baba, bazan da her ikisi çocuklarının üstünlüğünden kendilerine pay çıkarıyorlar. Ancak aynı tavır çocuğun normlara ters düşen davranış ve tavırlarında gözlenmiyor. Bunun yerine Türk kültüründe sıkça rastlanan ‘iyi yanlarını benim tarafımdan, kötüleri senin tarafından’ tavrı daha yaygın.
Aile içinde yaşanmakta olan uyum, iletişim, dayanışma, paylaşma, zorluklarla mücadele gibi konulardaki sıkıntı ve sorunlar hem üstün yetenekli çocuğu ötekilerden daha çok ve farklı biçimlerde etkiliyor hem de aileyi daha çok ve çabuk parçalanmaya götürüyor. Genel gözlem anne ya da babadan birinin (ne yazık ki ülkemizde ezici bir çoğunlukla annenin) çocuğun sorumluluğunu üstlendiği yolundadır. Bazı durumlarda bu sorumluluk üstlenme olağan anne-çocuk ilişkisini aşmakta ve annenin çocukla birlikte onun hayatını ona rağmen yaşamaya başlamasıyla sonuçlanmaktadır. Ana babadan birinin çocukla giriştiği bu kaşıtözdeşleşme (counteridentification) Davis ve Rimm (1998) ‘e göre üstün yeteneklilerin ailelerinde gözlenen en önemli sorunlardan birisidir.
III. Ailenin Çevreyle Başetmesi
Üstünlüğün ve farklılığın hoşgörü ile karşılanmadığı toplumumuzda bu özellikleri taşıyan bireylere de sempati ile yaklaşıldığı söylenemez. En yaygın tepki ‘Allah onlara bol zekâ vermiş daha ne istiyorlar?’ biçimindedir. Ardından daha iyiniyetli ‘Onlar zekâları ile her problemi kendi başlarına çözebilirler, kimsenin yardımına ihtiyaçları yok’ yaygın kanısı gelir. Bunu biraz daha husumet içeren ‘Mevcut üstünlükleri yetmiyormuş gibi bir de ayrıcalıklı fırsat ve imkanlar tanınmamalıdır’ yargısı izler. Yoksul kesimden gelen üstün yetenekli çocuklar için açılan parasız yatılı özel okulun kuruluşu sırasında sıkça karşılaşılan itiraz dolu tepki ise tüm bunların da üstüne bu değerli olanağın neden hali vakti yerinde çocukları dışlayarak yoksul ailelerin çocuklarına sunulduğu yönündeydi.
Akraba ve arkadaş çevresi üstün yetenekli çocuğu uyumsuz, başına buyruk, grupla uzlaşmak yerine kendi ilgilerinin peşinden giden, liderlik hevesinde, başkalarının hatasını gösteren, bilgiçlik taslayan, kendini beğenmiş bir kişilik olarak yorumlayabilir. İşin ilginç yanı çocuklar zamanla bu yargıları içselleştirerek ya da rasyonalize ederek gerçekten böyle davranmaya başlayabilir. Bu tür çocukların yaşıtlarından çok yetişkinlerle ilişki ve dostluk geliştirmeyi tercih ettikleri yaygın bir gözlemdir. Dolayısıyla akran çevresi söz konusu olduğunda üstün yetenekli birlikte olunması zor bir çocuktur. Ve bu zorluk tamamen aileye yansır. Bir anlamda çocukla çevresi arasında sıkışıp kalan aile bir yandan dışlanma ya da cezalandırılma tehlikesi ile karşı karşıya kalan çocuğu korumaya çalışırken bir yandan da çocuğu normlara uymaya, farklılığını, sivriliğini törpülemeye zorlayabilir. Aile için bebekliğinde çevreye karşı övünme vesilesi olan çocuk zamanla çevreye karşı mahçupluk, suçluluk ve utanç yaratan bir problem çocuğa dönüşebilir.
Belli yaş gruplarındaki çocuk davranışlarına ilişkin kalıp yargıları ve standart beklentileri olan yetişkinlerin üstün yetenekliler karşısındaki davranış ve tutumları iki genel gruba ayrılabilir: Hayranlık/takdir duyma ve eleştirme/küçümseme. Daha az sayıda görülen ilk gruba giren yetişkinler genellikle duygu ve övgülerini ifade ederek çocuğun özgüvenini artırdıkları ölçüde beklenti çıtasını çocuğun ulaşamayacağı yere ve yüksekliğe koyarak onu başarısızlığa ve hayal kırıklığına da sürükleyebilirler. İkinci gruptakiler çocuğu ‘anormal’ bularak normalleştirmeye ya da haddini bildirmeye çalışırken bu sevimsiz durumdan ötürü aileyi suçlayabilir. İyi terbiye almadığı toplumun beklentilerine göre davranmamasından anlaşılan bu çocuklar dışlanır ya da cezalandırılır.
Gözlemler ülkemizde kendisi de üstün yetenekli olan ya da bu tür çocukları yakından tanıyan yetişkinlerin onlara sempati ve yardım duygusu ile yaklaştıkları yönündedir. Çoğunluğunu sıradan yetişkinlerin oluşturduğu yetişkin kitlesi ise böyle bir olguyu kabul dahi etmeme ve bu tür çocuklara her hangi bir farklı uygulamayı kesinlikle reddetme eğilimindedir. Üstün yetenekliler eğitiminin ülkemizde bu denli ihmal edilmiş olmasında tarihi, toplumsal ve kültürel sebeplerin yanısıra eğitim camiasındaki üstün yeteneklilerin azlığı ve etki gücünden yoksunluğu da bir etkendir.
IV. Aile Ve Okul
Kurumsal Destek Yokluğu
Ailelerin aşamadığı en büyük sıkıntı kurumsal destekten mahrum olmaktır. Her aşamada hangi okul, hangi program, hangi öğretmen soruları yanıtsız kalmaktadır. Göstermelik bilim ve sanat merkezleri, özel üstün yetenekliler iddiasındaki okulların felsefe, mevzuat ve akademik kısıtlılıkları; alanda yetişmiş uzmanların niceliksel ve niteliksel yetersizliği, teşhis araçlarının büyük bir kısmının çağdışı standartlarda olması ailelerin çaresizliğinin belli başlı sebepleridir.
Temel Eğitim Okullarının Farklılaşmaya Açık Olmayışı
Eğitim felsefemiz ve Cumhuriyet tarihi boyunca ortaya koyduğumuz uygulamalar ‘yoksunlukta eşitlik’ anlayışına dayalı, farklılıkları reddeden bir eğitimde fırsat eşitliği kavrayışını yansıtmaktadır. Bu tür yaklaşımdan en çok zarar gören kesimin içinde üstün yeteneklilerin de bulunduğu özel eğitime muhtaç çocuklar olduğu mevcut istatistiklerin bütün açıklığı ile ortaya koyduğu bir durumdur. Uluslararası istatistiklere göre üstün yeteneklilerin çağ nüfusuna oranının en az % 2 olması beklenirken, ülkemizde 1988 yılı istatistiklerine göre özel eğitim kurumlarına ya da kaynaştırma yoluyla normal okullara devam eden öğrencilerin toplam ilköğretim öğrencilerine oranı % 0.28’dir.(MEB, 1999:23-24) Bu sayıya üstün yetenekliler dahil değildir. Ülkemizde üstün yetenekli çocukların yaklaşık sayısı ve dolayısıyla kimin hangi yönde nasıl bir yetenek potansiyeline sahip olduğu da bilinmemektedir. Tüm bunların kaçınılmaz bir uzantısı olarak da üstün yetenekliler için özel bir eğitim yapılmamaktadır.
Üstün yetenekleri de kapsayabilecek farklılaştırılmış kaynaştırma eğitiminin uygulanmasındaki engeller kısaca şöyle sıralanabilir:
• Farklılaştırma uygulamaları konusunda bilgisizlik
• Tekdüze müfredat uygulaması ve tekdüze teftiş anlayışı
• Kalabalık sınıflar
• Ezbere dayalı öğretim
• Program dışı etkinliklerin sınırlılığı
• Yetersiz mekan ve malzeme
• Yerel çözümleri zorlaştıran merkeziyetçi yaklaşım
Öğretmenlerin Yetersizliği
Öğretmenlerin gerek hizmetöncesi gerekse hizmetiçi eğitimi sunacakları hizmeti farklılaştırarak öğrencilerin farklı ihtiyaçlarına farklı yöntem, içerik, malzeme ve zamanlama ile yanıt verme becerisini geliştirmeye yönelik değildir. Zaten öğretmen yetiştiren kurumlardaki öğretmenler de bu anlayışı bilmemekte ya da uygulamamaktadır. Zaten öğretmen yetiştiren kurumlar neredeyse tamamen sıradan özelliklere sahip öğrencileri kabul eder biçimde ulusal sınıflama-yerleştirme düzenindeki yerlerini almışlardır. Öğretmenlerin büyük bir çoğunluğu hatta özürlü ve engelliler okullarındakilerin bazıları bile özel eğitime muhtaç çocukların özellikleri ve bunlara nasıl eğitim verilmesi gerektiği konusunda hiç bir formasyondan geçmemiştir.
Okulun ve öğretmenlerin yetersiz kaldıkları bir başka konu da sınıftaki üstün yetenekli çocuk ile öteki çocuklar ve veliler arasında ortaya çıkan yanlış anlamaları, sürtüşmeleri ve zaman zaman ciddi boyutlara ulaşan sorunları çözmedeki bilgisizlikleri ve beceriksizlikleridir. Yukarıda sözü edilen Farklılığın Bedeli Döngüsü burada da geçerlidir. Yetenekli çocuk farklı ihtiyaçlarını görmezden gelen, yetenek alanındaki üstünlüğünü redederek onu sıradanlaştırmaya çalışan okulu ve öğretmeni, kendisine ve çevresine zarar vererek cezalandırmaya çalışır. Bu karşılıklı ödenen bir bedeldir ve eğer durdurulmazsa karşılıklı tahribat bir döngü halinde büyür; en iyi olasılıkla üstün yetenekli çocuğun okuldan uzaklaştırılması ile son bulur.
AİLELER NE YAPABİLİR?
Daha önce de sözü edildiği gibi eğitimin yüzyıllardır uygulanmakta olan geçerli ilkeleri, yıllardır başka ülkelerde üstün yeteneklişlerle ilgili olarak yapılan çalışmalar ve özellikle son onyılda gelişen beyin araştırmaları, kurumsal destek ve profesyonel yardım alamayan ailelere bir ölçüde yol gösterici ilkeler olarak özetlenebilir. Ancak hiç akıldan çıkarılmaması gereken bir nokta bu ilkelerin genel doğrular olduğu, çocuğun ve sorunun özelliğine göre çok farklı çözümlere gidilmesi gerekebileceğidir. Bu yüzden ailelere belki daha kolay gelebilecek “bunları yapın” “bunları yapmayın” türü reçeteler vermek yerine, onların kendi sağduyu ve akıllarını da devreye sokarak yararlanabilecekleri genel hususlar sunulmaktadır.
Yaparak-yaşayarak öğrenmenin önemi
Çocuğun ana karnından itibaren geçirdiği yaşantıların, yani çevre ile etkileşiminin çocuğa kattığı her şeyin, gelişimin temel taşları olduğu artık laboratuvar çalışmalarıyla de kanıtlanmış bir gerçek. (Diamond, 199?). Yani çocuk ne kadar çok şeyi eller, ne kadar çok bedenini, beş duyusunu, zihinsel ve duygusal alt yapısını kullanma fırsatı bulursa, etkileşimi o derece zengin, yaşantıların katkısı da o denli güçlü olur. Bir başka deyişle çocuğun fiziksel olarak aktif, denemek, keşfetmek istediği herşeyi, güvenlik duygusu ve sınırları içinde yapabilmesi, çocuk için yemek içmek kadar önemli bir ihtiyaçtır. Aşırı korumacılık ya da ayak altında dolaşıp sorun yaratmasın diye hareketlerini engellediğimiz çocuklarımızın sayısı tahminlerin çok üstündedir. Bizim kültürümüzde annenin en sık kullandığı sözcük “yapma”, çocuğun buna verdiği tepki de “bağırıp-ağlama”dır. Çocuğun çok küçük yaşlardan itibaren hergün açık havaya çıkarılması, farklı mekanlar görmesi, yeni insanlar ve nesnelerle karşılaşması gerekir. Karşılaştığı nesnelere dokunması, onları koklaması, tatması, sallaması, evirip çevirmesi gerekir. Onlarla ancak böyle etkileşebilir. Beyin hücreleri ile kasları ve duyuları ancak böyle gelişebilir. Çocuğun çevresindeki fiziksel temasta bulunduğu herşey onun için oyuncaktır. Oyuncak olarak üretilmiş nesneler çocuğun gerçek oyuncak dünyasının ancak küçük bir parçasıdır. Bu dünya ile etkileşmesine izin vermek, hatta onu farklı ortamlara götürüp, etkileşebileceği hangi yollar varsa onları kullanmasına fırsat tanımak gerekir.
Gelişimin önünü kapatmama
Yukarıda özetlenenler tüm çocuklar için gereklidir. Ancak çocuğun üstün yetenekli olması durumunda, söz konusu olan ve olabildiğince çeşitlendirilmiş etkileşim çevresinin sağlanmadığı durumlarda normal çocuklarınki ile kıyaslanmayacak kadar büyük sorunların çıktığı görülmektedir. Üstün yetenekli çocuklar bu tür yoksunluk (deprivasyon) ortamlarından normal çocuklara göre daha fazla zarar görmektedir. Özel bir çocukla nasıl başa çıkacağını bilemeyen anne babanın küçük yaşlarda yapabileceği en iyi şey çocuğun merakını engellemekek, kendi yolunu kendi bulmaya çalışırken onu durdurmamaktır. Anlama, deneme, öğrenme ilgisi ve ihtiyacı gözardı edilen ya da engellenen üstün yetenekli, yeteneklerini daha az engellendiği ya da engelleme çabasına inat niteliğinde kanallara yönlendirebilir. Aşırı yaramaz, ele avuca sığmaz, başaçıkılmaz diye nitelenenler arsında üstün yeteneklilerin de sıkca yer alması bu yetneğin doğal ve sağlıklı gelişme fırsatı bulamadığı kültürlerde daha yaygındır.
Çok yönlü gelişimi özendirme
Daha önceki bölümlerde yeteneklerin çok yönlülüğünden söz edilmişti. Bir yada birden çok alanda yaşıtlarının ötesinde performans gösteren çocuğun bir yandan bu güçlü yönlerini geliştirmelerine destek verilirken, bir yandan da çok güçlü olmayan yanlarını da normal düzeyde geliştirmeye özen göstermelidir. Gelişimin topyekun olduğu, bir boyuttaki gelişimin öbürlerini desteklediği biliniyor. Dolayısıyla, sözel ve sayısal becerileri, mantık ve akıl yürütmeyi ilişkilendirebilme, biraraya getirebilme becerilerini, iletişim ve ifade gibi sosyal becerileri, bedenini kullanabilme, duyularını tanıyabilme, duygularının farkına varabilmeyi, müzik, güzel sanatlar ve el becerilerini, ahlak kavramlarının gelişimini, değerleri, özgüvene dayalı kişilik oluşumu ile her alanda yaratıcılığı dengeli bir büyümeyi sağlayacak biçimde desteklemek gerekir.
Dostları ilə paylaş: |