13. BÖLÜM
Hepimiz “Şefaat” sözcüğüne aşinayız. Birinin suçundan, günahından ve mahkumiyetinden nerede söz edilse, o şahsı ölümden, idamdan hapisten ve tutukluktan kurtarmak için biri devreye girip arabuluculuk yapmaktadır. Biz bu duruma; “Falan şahı, filanın hakkında “Şefaat” etti.” deriz.
“Şefaat” kelimesi “şefi” sözcüğünden gelmedir. Çift anlamındadır. “Vitr” kelimesinin karşıtıdır. O da “tek” anlamındadır. Günahkarı kurtarmak için şahsın arabuluculuğuna “Şefaat” denilmesinin nedeni şöyledir: Şefaatçinin şahsiyet ve tesir gücünün, şefaat olunan şahsın kendisinde (azda olsa) varolan necat bulma faktörleriyle birleşmesi (çiftleşmesi) neticesinde, her iki durumun birbirleriyle yardımlaşacak günahkar şahısın kurtuluşuna vesile olmaktadır. (İşte bu nedenle bu arabuluculuğa şefaat denilmiştir. Çev.)
Evliyaullah’ın günahkarlar için şefaat etmelerinin anlamı şöyledir:
Evliyaullah, Allah'ın katında sahip bulundukları mevki ve yakınlıkları dolayısıyla1 günahkarlar için Allah ile arasında arabuluculukta bulunabilirler. Dua ederek ve yalvarışta bulunarak, bağışlanmalarını yüce Allah'tan dileyebilirler.
Elbette şefaat etmek ve onların şefaatlerinin kabul edilmesi bir kısım şartlar dahilindedir. Bu şartlardan bir kısmı günahkar şahısın kendisiyle ilgilidir. Diğer bir kısmı da “günah”ın şefaat konumuyla ilgilidir.
Başka bir deyişle: Şefaat, evliyaullah’ın Allah'ın izni ile günahkar kimselere yardımcı olmasıdır. Öyle ki, günahkarlar, günahkarlık durumlarıyla birlikte manevi bağlarını Allah ile, ruhi bağlarını da evliyaullah ile kesmeyeceklerdir. Bu koruma durumu sürekli bir şekilde mahfuz kalacaktır.
Şefaatin diğer bir anlamı da şöyledir: Şefaat, ilerleme ve hareket etme kabiliyeti bulunan aşağı bir yaratığın, yüce bir yaratıktan, kanuni bir emir şeklinde yardım dilemesidir.
Elbette yardım dileyenin, ruhi kamillik bakımından tekamül ve hareket gücünü yitirecek bir seviyeye düşmemiş olmalıdır. Onun temiz bir insana dönüştürülme imkanı ortadan kalkmamalıdır.
Aziz Peygamber (s.a.a) zamanından hayli son dönemlerine kadar, Müslümanlar gerçek şefaatçilerden şefaat talebinde bulunmaktaydılar. Gerek hayatlarında ve gerekse hayata göz yumdukları dönemlerinde, Müslümanlar devamlı bir şekilde onlardan şefaat talep ediyorlardı. İslam bilginleri böylesine istekleri İslam'i esas ve usullerden hiç birine aykırı olarak bulmuyorlardı. Durum bu şekliyle devam ediyordu. İslam'ın yedinci asrında “İbn-i Teymiye” gözlerini dünyaya açtı. Gerek bu konuya ve gerekse de bunun gibi Müslümanlar arasında uygulanmakta olan birçok sünnetlere özel bir düşünce tarzıyla karşı koymaya teşebbüs etti. İbn-i Teymiye’den üç asır sonra da “Muhammed bin Abdül Vehhabi Necdi” namındaki biri, yeniden muhalefet bayrağını dikti. Şiddetli bir şekilde de “İbn-i Teymiye’nin ideolojisini yeniden canlandırdı.”
Vehhabi fırkasının diğer fırkalarla olan farklılıklarından biri şöyledir: Vehhabiler de diğer Müslümanlar gibi şefaat mevzusunu İslam’i usullerden biri olarak kabullenmekte ve kıyamet günü şefaatçilerin ümmet günahkarlarına şefaat edeceklerini söylemektedirler. Peygamberin (s.a.a) bu bölümde büyük bir payının bulunduğuna da inanmaktadırlar. Fakat bunlara rağmen; “Bizim dünyada onlardan şefaat talep etmeye hakkımız yoktur.” Diye iddiada bulunarak diğer Müslümanlardan ayrılmışlardır. Bu husus üzerinde o kadar taşkınlık ve aşırılık yapmışlardır ki, sözlerinin metinlerini olduğu gibi nakletmek ruhi rahatsızlığa neden olmaktan başka bir şey değildir.
Sözlerini şöyle özetleyebiliriz;
“İslam peygamberi, diğer peygamberler melekler ve evliyalar kıyamet günü şefaat etme hakkına sahiptirler. Şefaat şefaatin sahibi olan ve ona izin veren Allah’a Allah'tan istenilmeli ve şöyle denilmelidir;” (...)
“Ya rabbi, kıyamet günü peygamber ve diğer Salih kulları bize şefaatçi kıl.” Fakat bizim; “Ey Allah'ın Resulü veya ey Allah'ın velisi, senden bana şefaat etmeni istiyorum” diye söylemeye hakkımız yoktur. Zira şefaat, Allah'tan başka hiçbir kimsenin ona kadir olamayacağı şeydir. Böyle bir şey ne zaman Berzah’ta yaşayan peygamberlerden istenilirse, ona şirk koşmuş ve ibadet etmiş sayılır.” 2
Vehhabiler bir takım hayallerle, gerçek şefaatçilerden şefaat talep etmeyi haram kılmış, talepte bulunanları müşrik, yaptıkları ameli ise şirk olarak nitelendirmişlerdir.
Biz onların delillerini incelemeden önce, konuyu önce Kitap, Sünnet ve Müslümanların amelleri açısından ele alıp incelemeye koyulacağız. Sonra da onların delilerini inceleyeceğizdir:
1- ŞEFAATIN SAHİH OLDUĞUNA DAİR DELİLLERİMİZ
Bizim şefaat talep etmenin caiz olduğuna dair delillerimiz iki konuda toplanmıştır. Her iki konunun ispat edilmesiyle, hadise tamamıyla aydınlığa kavuşmuş olacaktır. Konular şöyledir:
-
ŞEFAAT DİLEMEK DUA İSTEMENİN AYNISIDIR.
-
LİYAKATLİ KİMSELERDEN DUA DİLEMEK MÜSTAHAP BİR İŞTİR.
1-ŞEFAAT DİLEMEK DUA İSTEMENİN AYNISIDIR.
Mübarek peygamberin (s.a.a) ve diğer gerçek şefaatçilerin şefaat etmeleri, Allah'a dua edip yakarmaktan başka bir şey değildir. Evliyaullah’ın Allah katında sahip bulundukları yakınlık ve makam sayesinde, yüce Allah, onların günahkarlar hakkında yaptıkları duanın tesiriyle, geniş lütuf ve muhabbetini günahkarlar üzerine serip onları bağışlamaktadır. Değil peygamberden, mü’min bir kardeşten dahi dua talep etmek, müstahsen (Güzel sayılan) işlerdendir. Gerek Vehhabiler ve gerekse de Vehhabi olmayan İslam alimlerinden hiç biri, onun doğruluğunda tereddüt etmemişlerdir.
Elbette tüm mahşer yerlerinde şefaat hakikatının “Allah'a yapılan dua” olduğunu söylemek olmaz. Fakat onun açık manalarından birinin de dua olduğu söylenilebilir. (...)
“Ey Allah katında makam ve yeri bulunan, Allah indinde bizim için şefaat et.” diye söyleyenler de aynı manayı kastetmektedirler.
Nizamüd din Nişaburi “ Kim güzel bir aracılıkla (şefaatte) bulunursa, ondan kendisine de bir hisse vardır”3 ayetinin tefsirinde, Mükatil’den şöyle naklediyor: “Şefaatin hakikati, Müslümanlar için dua etmektir.” 4
Hz. Peygamber (s.a.a)’den şöyle naklediliyor:
“Kim Müslüman kardeşinin gıyabında dua ederse, kabul buyrulur ve bir melek: Senin için de onun gibisi olacaktır. Der.”
İbn-i Teymiye, hayatta olan kimselerden dua istemeyi sahih bilir. Buna göre, şefaat talep etmek, yalnızca peygamber ve evliyaya mahsus değildir. Allah katında değeri ve makamı bulunan her mü’min kuldan dua talep edilebilir.
Şefaatin; “Allah'a dua edip ihtiyacını karşılamasını istemek” olduğunu tefsir edenlerden biri de “Fahri Razi” dir.
Fahri Razi: “Arşı yüklenmekte olanlar, Allah'a iman etmekte ve iman edenlere mağfiret dilemektedirler ve şöyle diyorlar; “Rabbimiz, rahmet ve ilim bakımından her şeyi kuşatıp-sardır.” 5 Bu ayetin tefsirinde şöyle diyor; bu ayet, arşı yüklenmekte olanların şefaatinin, yalnızca günahkarlar hakkında olduğunu kanıtlamaktadır. 6
Nitekim Peygamberimizin de ve diğer peygamberlerin de edecekleri şefaat bu topluluk hakkındadır. Zira yüce Allah şöyle buyuruyor: (...)
“Hem kendi günahın, hem de mü’min erkekler ve mümin kadınlar için mağfiret dile.” 7
Hz. Nuh (a.s) kendisi, ebeveyni, kendine iman edenlere ve kıyamete kadar gelecek olan imanlı kimselere Allah'tan bağışlanma talep etmiştir. Bu yolla da kendi şefaatçilik görevini yerine getirmiştir.8
Fahri Razi’nin “şefaat konusunu o şekilde açıklaması, şefaatin, “şefaatçi tarafından günahkar kimse hakkında yapmış olduğu dua” olarak kabullenmesinin kanıtıdır. Fahri Razi, şefaat dilemeyi, dua etmek olarak anlamıştır.
İslam’i hadisler, Müslüman’ın Müslüman hakkında yaptığı duanın şefaat olduğuna işaret etmektedir.
İbn-i Abbas (r.a) Hz. Peygamber (s.a.a)’den şöyle naklediyor: (...)
“Müslüman biri öldüğünde, şirk koşmayan kırk kişi onun cenazesine namaz kılarsa, Allah onların şefaatini (duasını) onun hakkında kabul buyurur:” Sahihi Müslim, c / 3. S / 54.
Hadiste, dua eden, şefaatçi unvanıyla tanıtılmıştır. Demek ki, bir şahıs hayatında kırk tane vefakar dostundan ölümünden sonra cenaze namazına durup, kendi hakkında dua etmelerini talep ederse, gerçekte onlardan şefaat talep etmiş ve kullarının şefaatleri için ön hazırlığını yapmış sayılır.
Sahihi Buhari’ de bir konu vardır. Konunun başlığı şöyledir: (...)
“Halk kendi imamlarından yağmur talep etmesi için şefaat isteklerinde, onların isteğini reddetmiyor.”
Yine şöyle başlıklı diğer bir konu daha vardır: (...)
“Müşriklerin kıtlıkta şefaat talep ettikleri dönem” 9
Bu iki konunun hadisçileri, şefaat talep etmenin dua talep etmek olduğunun kanıtıdır. Onu diğer bir surette tefsir etmemek gerekir.
Buraya kadar temel delillerden biri aydınlığa kavuştu ve şöyle anlaşıldı: “Şefaat talep etmek gerçeği, dua talep etmektir.”
Şimdi temel delilerden ikincisini inceleyeceğiz. O da şudur; “Evliya dışında, mü’min olan birinden de istekte bulunmak matlup ve mushatap bir iştir.” Konunun teferruatı şöyledir;
Dostları ilə paylaş: |