Wilbur Smith Onbirinci Yazıt



Yüklə 2,28 Mb.
səhifə12/47
tarix11.08.2018
ölçüsü2,28 Mb.
#69455
növüYazı
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   47

"Tekrar başlayacağım," dedi Taita. "Adın Soe mi?"

"Evet," diye sıkılı dişlerinin arasından homurdandı. Aurası muntazam bir şekilde yanıyordu. Taita içinden doğru, diye düşündü.

"Mısırlı mısın?"

Soe ağzını kapattı ve öfkeyle ona baktı.

Taita, Shabako'ya başını salladı. "Öteki bacak."

Soe hemen, "Evet," diye atıldı. Aurası değişmemişti. Doğru.

"Kraliçe Mintaka'ya vaaz verdin mi?"

"Evet." Yine doğru.

"Ölmüş çocuklarını hayata döndüreceğine dair söz verdin mi ona?"

"Hayır." Soe'nin aurası aniden yeşilimsi bir ışıkla parladı.

Taita, yalanın işareti, diye düşündü. Soe'nin sonraki yanıtlarım değerlendirecek ölçeği bulmuştu.

"Konuksever olmadığım için bağışla beni Soe, susadın mı?"

Soe kurumuş, çatlak dudaklarını yaladı. "Evet!" diye fısıldadı. Belli ki doğruydu.

"Nezaketin nerede kaldı Albay Meren? Değerli konuğumuza biraz su versene."

Meren sırıttı ve su tulumuna gitti. Tahta bir çanağa su koyduktan sonra gelip Soe'nin yanında çömeldi. Çanağı Soe'nin kavrulmuş dudaklarına uzattı ve adam kana kana içmeye başladı. Öksürüp tıksırarak soluk soluğa çanaktaki suyu bitirdi. Taita nefesi düzelsin diye birkaç saniye bekledi.

"Peki şu anda efendine mi gidiyordun?"

152
11. Yazıt

Soe, "Hayır," diye mırıldandı. Aurasındaki yeşil parıltı yalan söylediğini gösteriyordu.

"Onun adı Eos mu?"

"Evet." Doğru.

"Onun bir tanrıça olduğuna inanıyor musun?"

"Tek tanrıça. Tek üstün ilahi varlık." Tabii ki bu da doğruydu.

"Onunla yüz yüze geldin mi hiç?"

"Hayır." Yalan.

"Ona cima yapmana izin verdi mi?" Taita, adamı kızdırmak için askerler arasında kullanılan bu kaba tabiri özellikle söylemişti. Aslında, zafer kazanmış bir ordunun askerlerinin mağlup düşmanın kadınlannı yakalayıp ırzlarına geçmek anlamına geliyordu.

"Hayır!" Bu yanıt öfkeyle haykırıldı. Doğruydu.

"Bütün emirlerine itaat edip Mısır'ı onun için güvenli hale getirdiğinde sana cima yapmak için söz verdi mi?"

"Hayır." Bu, sakin bir şekilde söylenmişti. Yalandı. Eos, ona sadakati karşılığında bir ödül vaat etmişti.

"İninin nerede olduğunu biliyor musun?"

"Hayır," Yalan.

"Bir volkanın yakınında mı yaşıyor?"

"Hayır." Yalan.

"Bataklıkların güneyindeki büyük bir gölün kıyısında mı yaşıyor?"

"Hayır," Yalan.

"O bir yamyam mı?"

"Bilmiyorum." Yalan.

"İnsan yavrularını yiyor mu?"

"Bilmiyorum." Yine yalan.

"Akıllı ve güçlü adamları ininde esir edip bütün bilgilerini ve güçlerini aldıktan sonra yok ediyor mu?"

153
Wilbur Smith

"Bu konuda bir şey bilmiyorum." Kocaman, gerçek bir yalan.

"Kaç erkekle çiftleşmiş bu bütün dünyanın orospusu? Bin mi? On bin mi?"

"Soruların küfür. Bu yüzden cezanı çekeceksin."

"Bir büyücü ve âlim olan Demeter gibi mi? Onun adına o karakur-bağalarını sen mi gönderdin?"

"Evet! O bir dönekti, haindi. O cezayı fazlasıyla hak etmişti. Artık senin pisliklerini dinlemeyeceğim. İstersen öldür beni ama artık bir şey söylemeyeceğim." Soe iplerinden kurtulmak için bir daha çırpındı. Soluklan sıklaşmış gözleri yerinden fırlamıştı. Bir fanatiğin bakışları vardı gözlerinde.

"Meren, konuğumuz fazla heyecanlandı. Bırakalım biraz dinlensin. Sonra da sabah güneşinin tadını çıkarabileceği bir yere çivileyin. Kampın dışına çıkann, ama fazla uzakta olmasın ki, bir daha konuşmak istediğinde ya da sırtlanlar onu bulduğunda sesini duyabilelim."

Meren, adamın omuzlanndaki ipten tutup sürüyerek götürmeye başladı. Sonra durup Taita'ya baktı. "Artık işine yaramayacağından emin misin Büyücü? Daha bir şey söylemedi."

"Aslında her şeyi söyledi," dedi Taita. "Ruhunu soyundu."

Meren, Shabako ile Tonka'ya, "Bacaklarından tutun," diye emretti ve ikisi Soe'yi aralanna alıp götürdüler. Taita onların Soe'yi kavrulmuş toprağa mıhlayacak olan çivileri çaktıklannı duydu. Öğleden sonranın ortalannda Meren konuşmak için yanına gitti. Güneş yüzünden, karnında ve kasıklarında koca koca kabarcıklar oluşmuş, yüzü şişmiş ve iltihaplanmıştı.

"Yüce Büyücü sohbetinize devam etmek üzere seni davet ediyor," dedi. Soe, ona tükürmeye çalıştı ama yeterince tükürük çıkmadı. Morarmış dili ağzını doldurmuş, ucu ön dişlerinin arasından çıkmıştı. Meren onu olduğu yerde bıraktı.

154
11. Yazıt

Sırtlan sürüsü güneş batmadan az önce buldu onu. Onca yıllık asker olan Meren bile, uluyarak yaklaşan sırtlanlardan tedirgin oldu.

"Onu getireyim mi Büyücü?" diye sordu.

Taita başını salladı. "Bırak kalsın. Cadıyı bulmak için gerekenleri söyledi zaten."

"Sırtlanlar vahşi bir ölüm yaratacak Büyücü."

Taita içini çekti ve sakin bir sesle, "Karakurbağalan da Demeter'i vahşice öldürdü," dedi. "O cadının müridi. Krallıkta isyanı yayıyordu. Ölümü hak ediyor ama bu şekilde değil. Böyle bir zalimlik vicdanlarımızda ağırlık yapar. Bizi de onun düzeyine indirir. Oraya gitip gırtlağını kes."

Meren ayağa kalkıp kılıcını çekti, sonra durakladı ve başını kaldırdı. "Garip bîr şey var. Sırtlanlar sustu."

"Çabuk ol Meren. Git ne olduğunu öğren hemen," diye emretti Taita.

Meren karanlığa doğru koştu. Birkaç dakika sonra tepeden vahşi bir şekilde haykırdığı duyuldu. Taita da ayağa kalkıp arkasından koştu. "Meren, neredesin?"

"Buradayım Büyücü."

Taita, onu Soe'yi çivilediği yerin başında buldu ama adam yoktu. "Ne oldu Meren? Ne gördün?"

"Büyücülük!" diye kekeledi Meren. "Ben... "Gördüğü şeyi tarif edecek söz bulamayıp sustu.

"Neydi o?" diye sıkıştırdı Taita. "Hemen anlat bana."

"At kadar iri korkunç bir sırtlan, Soe de sırtındaydı. Dostu olmalı. Tepeye doğru dörtnala gitti. Onları takip edeyim mi?"

"Yakalayamazsın ki," dedi Taita. "Aksine kendini ölümcül bir tehlikeye atmış olursun. Eos'ta benim tahminimden daha büyük güçler olmalı ^°e'yi bu kadar uzaktan kurtarabildiğine göre. Bırakalım gitsin şimdilik. °aşka bir zamanda ve yerde hesaplaşırız."

155


Wilbur Smith
Boğucu geceler geceleri, bezdirici haftalar haftaları ve yorucu aylar aylan kovaladı. Taita'nın omzundaki bıçak yarası sıcak ve kuru havada tamamen iyileşti ama, daha ikinci şelaleye varmalanndan epey önce, atlar hastalanıp sendelemeye ve adamlar gevşemeye başladı. Bulundukları yer, Taita ile Kraliçe Lostris'in Nil'in kadırgalann rahatça ilerleyebileceği kadar yükselmesini beklemek üzere bir mevsim bekledikleri yerdi. Taita tepeden, daha önce yapmış oldukları yapılara baktı: taş duvarlar hâlâ duruyordu... bunlar, Lostris'in bannması için yaptığı ilkel kraliyet sarayının kalıntılarıydı. Şuralar karabuğday ektikleri tarlalardı, tahta sabanlann izleri hâlâ duruyordu. Şunlar, savaş arabalan yapmak ve kadırgalarını onarmak için kestikleri uzun ağaçlann kökleriydi. Uzun kökleriyle yeraltı sulanna erişebilen ağaçlar hâlâ canlıydı. İleride de demircinin yaptığı demir ocağı duruyordu.

"Büyücü, şelalenin altındaki gölete bak!" Meren yanında bağınnca Taita'nın düşünceleri bölündü. Meren'in gösterdiği yöne doğru baktı. Acaba bir ışık oyunu mu, diye merak etti.

"Suyun rengine bak! Kan kırmızısı değil. Gölet yeşil... tatlı bir kavun gibi yeşil."

"Cadının başka bir oyunu olabilir." Taita gördüğünden kuşkuluydu, ama Meren çoktan üzengilerinin üstünde kalkmış, bağırarak atını bayır aşağı sürmeye başlamıştı, adamları da peşinden gidiyordu. Taita ve Duman Yeli daha sakin ve vakur bir edayla aşağı indiler, kıyıda adamlar, atlar, katırlar dizilmişti. Hayvanlann başı aşağıdaydı ve yeşil suyu köylülerin su çarkı gibi içiyorlardı, adamlar da avuçlarına doldurup yüzlerine çarpıyor, gırtlaklarından aşağı yolluyordu.

Duman Yeli suyu şüpheyle kokladıktan sonra içmeye başladı. Taita rahatça eğilsin diye dizginlerini gevşetti. Kısrak gözünün önünde domuz mesanesi gibi şişmeye başladı. Taita, onu kendi haline bıraktı ve suda yü-

156
11. Yazıt

riiyerek içine oturdu. Ilık su çenesine kadar geliyordu. Taita gözlerini kapadı, yüzünde sevinçli bir tebessüm vardı.

Meren kıyıdan, "Büyücü!" diye bağırdı. "Eminim ki bunu sen yaptın. Nehrin o iğrenç hastalığını tedavi ettin. Öyle değil mi?"

Meren'in ona inancı sonsuzdu ve bu çok dokunaklıydı. Onu hi al kırıklığına uğratmak istemiyordu. Gözlerini açınca yüz adamın heyecanla yanıtını beklediğini gördü. Adamlarının da Meren'e inancı sarsılmamalıy-dı. Meren'e gülümsedi, sonra gizemli bir şekilde sağ gözünü kırptı. Meren halinden memnun görünüyordu, adamlar da tezahürat yapıyorlardı. Onlar da sandaletleri ve kıyafetleriyle gölete girdiler, birbirlerine su attılar, güreş yapıp birbirlerini batırmaya çalıştılar. Taita, onları oyunlarıyla baş başa bırakıp kıyıya çıktı. Artık Duman Yeli'nin zaten yavrusunu taşıyan kamı suyla o kadar şişmişti ki, badi badi yürüyordu. Taita, onu beyaz nehir kumunda devrilip yatsın, diye bıraktı ve kendisi de oturdu. Duman Yeli'ni seyrederken şanslarının dönüşünü ve Meren'in kendisine yorduğu temiz su mucizesini düşündü.

Demek ki, kirlilik buraya kadarmış, diye karar verdi. Buradan güneye kadar ırmak temiz olacaktı. Küçülmüş ve çekilmiş ama temiz.

O sabah ağaçlann gölgesinde kamp kurdular.

"Büyücü, atlar iyileşene dek burada kalmayı planlıyorum. Eğer hemen yola çıkarsak onları kaybetmeye başlayacağız," dedi Meren.

Taita başını salladı. "Akıllısın," dedi. "Burayı gayet iyi bilirim. Büyük göç sırasında tam bir mevsim geçirdim. Ormanda, atların yapraklanıl yiyebileceği bitkiler var. Çok besleyici oldukları için hayvanlar birkaç günde semirip iyileşecektir." Ve Duman Yeli de yakında tayını doğuracaktı- Burada kurtulma şansı çöldekinden çok daha yüksekti. Taita bunları da düşündü ama dile getirmedi.

Meren elini kolunu sallayarak konuşuyordu. "Göletin etrafında Africa antiloplarının izlerini gördüm. Onları avlamak adamların hoşuna gide-

157
Wilbur Smith

cek ve taze et yiyecekler. Kalanı da kurutup tütsüleyebiliriz yanımıza almak için."

Taita ayağa kalktı. "Ben gidip hayvanlar için yem arayacağım."

"Ben de seninle geleyim. Bu küçük cenneti daha iyi tanımak istiyorum." İkisi birlikte ağaçların arasında gezindiler; Taita yenebilir ağaççıkları ve asmaları gösterdi. Bunlar çöl koşullarına uyum sağlamış ve kurak-lığa dayamklı bitkilerdi. Uzun ağaçlar sayesinde direk güneş almıyorlardı ve gelişiyorlardı. Kucak dolusu toplayıp kampa götürdüler.

Taita hasatlarının örneklerini Duman Yeli'ne uzattı. Hayvan biraz tereddüt ettikten sonra avucundakileri yedi ve biraz daha versin diye burnuyla dürttü. Taita büyük bir grup oluşturup ormana götürdü ve yenebilir ! bitkileri onlara da gösterdi. Meren de başka bir grubu götürdü ve keyif ol- i sun diye ormanın sonuna kadar gittiler. Balta seslerinden ürküp kaçan iki antilop avcıların ok menziline girmişti.

Sıcak cesetler parçalanmak üzere kampa getirilince Taita onları dikkatle inceledi. Erkeğin siyah kıvrık boynuzlan ve muhteşem desenlerle süslü siyah bir postu vardı. Dişi boynuzsuzdu ve daha güzel bir derisi vardı, kızıl kahverengi ve yumuşaktı. "Bu hayvanları tanıyorum," dedi. "Erkekleri yaralanınca saldırgan olur. Göç sırasında avcılarımızdan biri iri bir erkek tarafından boynuzlanmıştı. Boynuz darbesi kasığındaki ana damarlardan birine gelmiş ve arkadaşları beni çağırmaya fırsat bulamadan ölmüş. Yine de eti nefis olur, özellikle de böbrekleri ve ciğeri."

Göletlerin başında kamp yaparken Meren, adamlarının günlük işlerine bakmalarına izin verdi. Atlarını besledikten sonra, ormandan kestikleri kütüklerle hem kendilerinin hem de atlarının barınacağı sağlam, savunması kolay barınaklar yaptırdı. Akşam antilop etinin yanı sıra vahşi ıs- ' panak, Taita'nın seçtiği çeşitli baharatlar ve karabuğday ekmeği ile şölen yaptılar. Taita yatağına çekilmeden önce gece semalarını incelemek üzere göletin etrafında gezindi. Lostris Yıldızı'nm son kalıntıları da kaybolmuştu, ama başka önemli bir ilahi değişim yoktu. Bir süre meditasyon yaptı

158

11. Yazıt

fakat herhangi bir psişik varlık algılamadı. Soe'nin kaçışıyla birlikte cadı onunla bağlantısını kaybetmiş gibiydi.

Kampa döndü ve sadece nöbetçilerin ayakta kalmış olduğunu gördü. Uyuyanları uyandırmamak için nöbetçilere fısıldayarak iyi nöbetler diledi ve o da yatağına gitti.

Duman Yeli burnunu sürterek uyandırdı. Taita uykulu bir halde hayvanın başını itti ama o ısrarla burnunu sürtmeye devam etti. Sonunda doğrulup oturdu. "Ne var tatlım? Ne oldu sana?" Kısrak arka bacaklarından biriyle kamına vurdu ve Taita'yı harekete geçirecek biçimde hafifçe inledi. Taita ayağa fırlayıp onun başını ve boynunu okşadıktan sonra böğrünü yokladı. Şiş kamından rahmindeki şiddetli kasılmalan hissetti. Hayvan bir daha inleyip arka bacaklarını açtı, kuyruğunu kaldırdı ve işedi. Sonra başını kamına eğdi. Taita bir kolunu boynuna dolayıp onu barınağın ucuna götürdü. Onu sakin bir yerde tutmanın ne kadar önemli olduğunu biliyordu. Eğer rahatsız edilir ya da heyecanlandınlırsa kasılmalar kesilebilir ve doğum gecikirdi. Ay ışığında kısrağı izlemek üzere çömeldi. Duman Yeli huzursuz bir şekilde debelendikten sonra yere yatıp sırtüstü yuvarlandı.

"Ne akıllı kızsın sen," diye yüreklendirdi Taita. Kısrak içgüdüsel olarak tayın düzgün çıkacağı pozisyonu almıştı. Sonra ayağa kalktı ve başını eğip beklemeye başladı. Daha sonra kamı yükseldi ve sulan boşaldı. Dönüp sulannın aktığı otları yaladı. Şimdi kuyruğu Taita'ya doğru kalkmıştı ve Taita altından mat doğum kesesinin kabardığını gördü. Hayvan güçlü ve düzgün bir şekilde ıkınıyordu. Taita ince zann arkasından bir çift minik toynak gördü ve sonra, her kasılmayla birlikte bir ayak ortaya çıkmaya başladı. Sonunda, minik bir burun da ortaya çıktı ve Taita rahatladı. Doğuma müdahale etmesine gerek kalmamıştı.

"Aferin," diyerek Duman Yeli'ni alkışladı. "Harikaydın hayatım." Yardımına koşmamak için kendini zor tutuyordu. Oysa hayvan kendi işi-m gayet güzel hallediyordu, kasılmaları düzenli ve güçlüydü.

159
Wilbur Smith

Yavrunun başı dışan çıktı. "Annesi gibi gri," diye fısıldadı keyifle. Sonra aniden kese ve tay dışan atıldı. Yere çarpınca plasenta parçalandı ve kese serbest kaldı. Taita hayretler içindeydi. Gördüğü binlerce at doğumu içinde bu en hızlı olanıydı. Tay şimdiden zan yırtmak için çırpınmaya başlamıştı.

"Kasırga kadar hızlı," diyerek gülümsedi. "Adı da bu olacak." Du. man Yeli yavrusunun mücadelesini ilgiyle izliyordu. Nihayet zar yırtıldı ve tay içinden çıkıp sarhoş gibi yalpalayarak ayağa kalktı. Yorulduğu içjn nefes nefeseydi ve gümüşi böğrü inip kalkıyordu.

"Güzel!" dedi Taita yumuşak bir sesle. "Küçük güzel bir oğlan." Duman Yeli yavrusunu yüreğinden gelen bir annelik dürtüsüyle yalarken neredeyse yeniden yere yıkıyordu. Tay sallandı, ama dengesini sağlamayı başardı. Sonra içinden gelen dürtüyle doğal süreci başlattı: uzun dil darbeleriyle amniyotik sıvıyı yalıyordu. Sonra en yakın memeye uzandı. Daha şimdiden süt sızmaya başlamıştı bile. Tay önce memeyi kokladı ve sonra deniz salyangozu gibi yapıştı. Hırsla emiyordu. Taita kalkıp oradan uzaklaştı. Artık varlığına ne ihtiyaç duyuluyordu ne de arzu.

Şafak sökerken askerler anneyi ve bebeğini sevmeye geldi. Hepsi atlan iyi tanıdığı için fazla kalabalık etmemeleri gerektiğini biliyorlardı. Uygun bir mesafeden seyredip birbirlerine yeni yavrunun ne düzgün bir başı ve güzel bir gövdesi olduğunu gösterdiler.

Shabako, "Geniş, güzel bir göğüs," dedi. "Azimli bir hayvan olacak. Bütün gün koşacak."

"Ön bacaklan dışa doğru veya güvercin parmaklı değil, hızlı olacak, I diye ekledi Hilto.

"Kalçaları da gayet dengeli, fazla aralık veya kalçadan çıkma değil' | evet, rüzgâr gibi hızlı koşacak," dedi Tonka.

Meren ise, "Ona ne ad vereceksin Büyücü?" diye sordu.

"Kasırga."

"Evet," diye hepsi onayladı. "Bu isim ona yakışır."

160
11. Yazıt

On gün içinde Kasırga yaptıkları bölmede neşeyle koşup oynuyor, sütüne bir an önce kavuşmak için annesinin memelerine kafa atıyordu.

"Açgözlü minik dostumuz," dedi Taita. "Daha şimdiden peşimize ta-lalacak kadar güçlü."


Meren bir kez daha güneye doğru yola koyulmadan önce ay dolunay olsun diye birkaç gün daha bekledi. Taita'nın birliğin önünden geçerken su kazanlarına ve yük katırlarının sırtına vurulmuş kireç çuvallarına baktığını görünce de hemen, "Artık onlara ihtiyacımız olmayacağına eminim ama..." diye açıklamaya başladı.

Taita, onun söyleyeceklerini tamamladı. "Bunlar atılmayacak kadar değerli şeyler. Qebui'de satabiliriz."

"Ben de aynen öyle düşünmüştüm." Meren rahatlamış görünüyordu. "Senin büyünün gücünden bir an bile kuşku duymadım. Artık bundan sonra sadece temiz sularla karşılaşacağımızdan eminim."

Gerçekten de öyle oldu. Ulaştıkları bir sonraki gölet de yeşildi ve ağızlarının etrafından sakallan sarkan iri yayın balıklarıyla doluydu. Suların çekilmesinden dolayı yan yana sıkışmış büyük sürüler halinde yaşıyorlardı ve zıpkınla avlamak çok kolaydı. Etleri parlak turuncu renkli ve yağlıydı. Tatlan da nefis oluyordu. Askerler arasında Taita'nın ünü artık mermere kazınmış ve altınla bezenmişti. Dört yüzbaşıyla erleri onu dünyanın sonuna dek takip etmeye hazırdı ve aslında Firavun'un emri de buydu.

Atlar için yem bulmak her zaman zor oluyordu, ama Taita bu yoldan daha önce de geçtiği için çevreyi çok iyi tanıyordu. Onları nehir kıyısından alıp alçak kuru gibi görünen bitkilerle dolu gizli vadilere götürüyordu, bitkilerin dibi kazılınca tıka basa su ve besin dolu devasa kök kesele-

161
F: II


Wilbur Smith

ri ortaya çıkmaktaydı. Bunlar zor zamanlarda antilop sürülerinin besin de-posuydu... onlar da toynaklarıyla kazıp çıkarıyorlardı. Askerler onlan kesip parçalara ayırıyordu. Başlangıçta atlar bu yemlere dokunmayı reddediyor, ama açlık ağır basınca durum değişiyordu. Adamlar artık kazanlara ve kireç çuvallarına bu keseleri koyuyorlardı.

İlerleyen aylarda da aynı hızla yola devam ettiler, ama güçten düşen atlar tökezlemeye başlamıştı. Yere yıkıldıkları zaman askerler kulaklarının arasından kafatasına dek inen bir kılıç darbesiyle öldürüyordu onları. Kemiklerini güneşin altında ağarmaya bırakıyorlardı. Son engele gelmelerinden önce toplam yirmi bir at ölmüştü. Son engel ise, Nil'in akmak için zorlandığı dar Shabluka Boğazı'ydı.

Boğazın yukarısında Nil'in genişliği neredeyse bir buçuk kilometreydi. Ancak boğazda, nehir yatağı iki kayalık yamaç arasında yüz metreye kadar daralıyordu. Orada kamp kurduklarında, ilk kez suyun aktığını gördüler. Geniş bir akarsu kayalık boğazdan geçip aşağıdaki gölete dökülüyordu. Fakat bir buçuk kilometre kadar aktıktan sonra kumlara gömülüp kayboluyordu.

Dar ve dik bir keçi yolundan Shabluka Tepesi'ne tırmandılar. Zirveden, güneye doğru bakınca ovalar ve uzaktan alçak mavi tepeler görünüyordu. Taita, "Kerreri Tepeleri," dedi. "Her iki Nil'e hâkimdirler. Qebui de sadece elli fersah kadar ileride."

Nehir yatağı, her iki kıyıdaki hurma korulanyla ayırt ediliyordu, korular batı kıyısından tepelere doğru devam ediyordu. Qebui'ye yaklaştıkça ırmak daha güçlü akmaya başladı ve hepsinin morali yükseldi. Yolculuğun son ayağını bir günde kat ettiler ve nihayet Nil'in ikiye ayrıldığı kavşağa geldiler.

Qebui, Mısır ülkesinin en son ileri karakoluydu. Küçük kale, bölge valisine ve sınır muhafızları birliğine ev sahipliği yapmaktaydı. Kent nehrin güney kıyısı boyunca yayılmıştı. Burası bir ticaret merkeziydi, bulun-

162
11. Yazıt

kuklan mesafeden bile pek çok binanın yıkıldığını ve terk edildiğini görebiliyorlardı. Nil'in kuruması yüzünden kuzeydeki Ana Mısır'la yapılan tüm ticaret ölmüştü. Taita, Meren ve adamlarının konuştuğu insanlardan pek azı bir kervanı o tehlikeli yola götürmeye hazırdı.

"Bu su akıntısı Etiyopya dağlarından geliyor." Taita doğudaki geniş nehir yatağını gösterdi. Sular akıyordu ve sulama kanallarına dökmek için karşı kıyıda dönen su dolaplannı görebiliyorlardı. Kentin etrafını geniş yeşil karabuğday tarlaları çevrelemekteydi.

"Burada atları semirtecek güzel tahıl bulmayı umuyorum," diyen Meren keyifle gülümsedi.

Taita, "Evet," dedi. "Onlar tamamen iyileşene kadar dinlenmemiz lazım." Duman Yeli'nin boynunu okşadı. Ne yazık ki o da iyi değildi: kaburgaları sayılıyordu ve derisi matlaşmıştı. Taita karabuğday tayınını onunla paylaştığı halde hem tayını beslemek, hem de yolun güçlüklerine katlanmak hayvanı güçsüz bırakmıştı.

Taita dikkatini nehrin doğu çatalına çevirdi. "Kraliçe Lostris'in keşif birliğini gönderdiği yol bu," dedi. "Biz kadırgalarla gidebildiğimiz kadar gittik, sarp bir boğaza gelince onları oraya demirledik; savaş arabaları ve at arabalarıyla yola devam ettik. Dağlarda kraliçe ve ben Firavun Mamo-se'nin mezarı için bir yer seçtik. Tasarımını yaptım ve dikkatle gizledim. Kimsenin bulamadığından ve talan edemediğinden eminim. Bulamayacaklar da." Kısa bir süre bu becerisini anımsadı ve devam etti. "Etiyopyalıların güzel atları var, ama iyi savaşıyorlar ve dağlarını çok iyi savunuyorlar. Onları yenip boyunduruk altına alarak imparatorluğa getirmek üzere gönderilen iki ordumuzu püskürttüler. Korkarım üçüncü bir deneme hiç yapılmayacak." Dönüp doğruca nehrin güney kolunu gösterdi. Doğu çatalından daha genişti, ama kuruydu, yatağında en küçük bir kıpırtı bile yok-tu- "Takip etmemiz gereken yön bu. Birkaç fersah sonra nehir, iki ordumuzu iz bırakmadan yutan bataklığa giriyor. Yine de, eğer şansımız yaver

163
Wilbur Smith

giderse bataklığı biraz kurumuş buluruz. Belki diğerlerinden daha iyi bir yoldan gidebiliriz. Firavun'un Şahin Mührü sayesinde vali bize yerli rehberler verebilir. Gel, Qebui'ye gidelim."

Vali bu ileri karakolun yedi yıldır kuraklığa dayanmasını sağlamıştı. Adı Nara'ydı ve sürekli tekrarlayan bataklık ateşi nöbetleri yüzünden beli bükülmüş, rengi sararmıştı, ama garnizonu ondan çok daha iyi durumdaydı. Karabuğday sayesinde askerler iyi beslenmişti atlar da semizdi. Meren krallık mührünü gösterip Taita'nın kimliğini açıklayınca, Nara'nm konukseverliği göklere çıktı. Taita'yla Meren'i kaledeki konukevine buyur etti ve en iyi odaları onlara verdi. Hizmet etmeleri için kölelerini, yemeklerini hazırlasın diye kendi aşçılarını yolladı. Sonra da adamlarını yeniden donatmaları için silah depolarını açtı.

"Yedeklerin arasından dilediğiniz atları da seçin. Depo görevlisine ne kadar karabuğday ve yem ihtiyacınız olduğunu bildirin. Hasislik etmeye gerek yok. Bizim erzağımız bol."

Meren, adamlarını yeni bölüklerinde teftiş ettiğinde herkesi keyfi yerinde buldu, Hilto, "Tayınlar mükemmel. Kentte fazla kadın yok, ama olanlar cana yakın. Atlar ve katırlar karınlarını karabuğday ve yeşil otla dolduruyor. Kimsenin en ufak bir şikayeti yok," diye rapor verdi.

Uzun sürgünden sonra Vali Nara medeni dünyadan haber almaya ve yeni insanlarla arkadaşlık etmeye çok hevesliydi. Özellikle de Taita'nın bilimsel konuşmalarından çok etkilenmişti. Çoğu akşamlar onu ve Meren'i yemeğe davet ediyordu. Taita sonunda niyetlerinin güneydeki bataklıklara gitmek olduğunu açıklayınca Nara ciddileşti.

"Kimse bataklıkların ötesindeki topraklardan geri dönmedi. Ben, oranın dünyanın sonu olduğuna ve gidenlerin kenardan boşluğa sürüklendiğine inanıyorum." Sonra alelacele daha iyimser bir sesle konuşmaya başladı: bu adamlarda Şahin Mührü vardı ve görevleri için onları yüreklendirmesi gerekirdi. "Tabii, pekâlâ da siz dünyanın ucuna kadar gidip sağ

164
11. Yazıt

alim dönen ilk insanlar olabilirsiniz. Adamlarınız güçlü ve yanınızda, bü-vücü var." Taita'ya başını eğdi. "Sizin için başka ne yapabilirim? Sadece istemeniz yeter, biliyorsunuz."

"Bize yol gösterecek yerli rehberler var mı elinizde?" diye sordu Taita.

"Ah evet," dedi Nara. "Oralardan bir yerden gelmiş adamlarım var."

"Hangi kabileden olduklarını biliyor musunuz?"

"Hayır, ama hepsi uzun, çok kara ve garip dövmeleri olan adamlar."

"O zaman Shilluk olabilirler," dedi Taita, memnun olmuştu. "Göç sırasında General Lord Tanus Shilluklardan asker almıştı. Akıllı ve söz dinleyen adamlardır. Ne kadar neşeli görünseler de korkusuz savaşçılardır hepsi."

"Onları çok iyi tarif ettiniz," dedi Vali Nara. "Kabileleri her ne ise, buraları gayet iyi bilirmiş gibi görünüyorlar. Aklımdaki iki adam orduya yıllarca hizmet vermiş ve az da olsa dilimizi öğrenmiş. Sabah olunca size yollarım onları."


Yüklə 2,28 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   47




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin