Wilbur Smith Onbirinci Yazıt



Yüklə 2,28 Mb.
səhifə9/47
tarix11.08.2018
ölçüsü2,28 Mb.
#69455
növüYazı
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   47

"Tanrıça bana iyi bir koca bulacak mı?"

"Bana güzel şeyler verecek mi?"

Soe onlara büyük bir hoşgörü ve sabırla davrandı.

Taita, Demeter'le ikisinin öğrenecekleri kadarını Öğrendikleri halde sessizce harem penceresinin ardında oturmaktan başka bir şey yapamayacaklarını fark etti. Gitmeye kalksalar, hareketleri kâhini uyarabilirdi. Öğleden az önce, Soe, tanrıçaya uzun bir dua ederek toplantıyı bitirdi. Sonra kadınları bir daha kutsadı ve tekrar Mintaka'ya döndü. "Daha sonra gelmemi ister misiniz majesteleri?"

"Tanrıçanın açıkladıklarını düşünmem gerek. Lütfen yarın sabah gelin, o zaman biraz daha konuşabiliriz bu konularda." Soe başını eğdi ve çekildi.

O gider gitmez Mintaka hizmetçilerini yolladı. "Taita, hâlâ orada mısın?"

"Evet buradayım majeste."

Mintaka kafesi açtı ve, "Onun ne kadar akıllı ve bilgili olduğunu söylememiş miydim? Ne kadar harika şeyler söylüyor değil mi?" dedi.

"Gerçekten olağanüstü şeyler," dedi Taita.

"Yakışıklı da, değil mi? Ona bütün-kalbimle güveniyorum. Kehanetlerinin ilahi gerçekler olduğuna, tanrıçanın kendisini bize göstereceğine

112
11. Yazıt

bütün dertlerimize deva olacağına inanıyorum. Ah Taita, sen de inanı-vor musun söylediklerine? Mutlaka inanman lazım!"

Mintaka dini bir hezeyan içindeydi ve Taita şu an yapacağı herhangi bir uyarının ters tepeceğini biliyordu. Demeter'i alıp burada duyduklarını rahatça tartışabilecekleri ve bundan sonra nasıl hareket edeceklerine karar verecekleri bir yere götürmek istiyordu ama önce Mintaka'nın Soe'ye yaptığı övgüleri dinlemek zorundaydı. Nihayet kraliçe methiye düzmeyi bitirince, Taita kibarca, "Demeter de ben de bütün bu heyecandan oldukça yorgun düştük. Üstelik, yoğun işleri biter bitmez Firavun'la buluşmaya da söz vermiştim, o yüzden hemen Teb'e dönmek zorundayız. Ama en kısa zamanda tekrar geleceğim ve oturup bunları daha derinlemesine konuşacağız kraliçem."

Kraliçe gönülsüzce gitmelerine izin verdi.

Tekrar hayvanlarına binip nehir yoluna düşer düşmez Taita ve Meren tahtırevanın iki yanındaki yerlerini aldılar. Sonra da Taita ile Demeter, Mısır dilinden Tenmass diline döndüler, böylece muhafız birliğindekiler konuştuklarını anlamayacaktı.

Taita, "Soe'den çok önemli epeyce bilgi edindik," diyerek konuyu açtı.

"En önemlisi, cadının varlığını biliyor oluşu," dedi Demeter. "Onun konuşmasını duymuş. Sesini mükemmel bir şekilde taklit edebiliyor."

"Sen cadının ses rengini benden iyi biliyorsun ve haklı olduğundan hiç kuşkum yok," diye ona hak verdi Taita. "Önemli saydığım bir husus daha var. Soe Mısırlı. Yukarı Krallık aksanıyla konuşuyor."

"Ben bunu fark etmemiştim. Dilinizi nüansları anlayacak kadar iyi bilmiyorum."

113
F: 8


Wilbur Smith

Taita, "Cadının şimdiki gizlenme yerini gösteren bir ipucu olabilir bu. Eğer Soe'nin Teb'e ulaşmak için uzak bir yoldan gelmediğini varsayarsak, araştırmamıza İki Krallık'tan veya en azından hemen bunların sı-nırındaki yerlerden başlamamız gerekir."

"O bölgede hangi volkanlar bulunuyor?"

"Mısır'da ne volkan ne de büyük göller var. Nil Orta Deniz'e dökülüyor. Bu, kuzeye en yakın su. Etna on günlük yelken mesafesinde. Eos'un orada olmadığından emin misin hâlâ?"

"Eminim." Demeter başını salladı.

"Pekâlâ. O yönde başka hangi büyük volkan var?" dedi Taita. "Et-na'nın karşısındaki anakarada bulunan Vezüv mü?"

Demeter kararsız bir tavırla alt dudağını kemirdi. "Bu köpek orada da avlanmayacak," dedi sonunda. "Onun elinden kaçtıktan sonra, Vezüv'ün otuz fersah kuzeyine kadar uzanan bir manastırda kalmıştım. Cadı o kadar yakınlarda olsaydı eminim ki, varlığını hissederdim ya da o benimkini hissederdi. Hayır Taita, başka yerlere bakmamız lazım."

"Şimdilik senin içgüdülerine göre hareket edelim," dedi Taita. "Doğu sınırımızda Kızıldeniz var. Arabistan'da veya Kızıldeniz kıyılarına yakın bir yerde bir volkan bilmiyorum. Sen biliyor musun?"

"Hayır, oralara gitmiştim ama ne bir volkan gördüm ne de olduğuna dair bir şey duydum."

"Zagreb Dağları'nın ötesindeki topraklarda iki tane volkan görmüştüm, ama onların etrafı muazzam ovalarla ve sıradağlarla çevriliydi. Aradığımız tarife uymuyorlar."

"Mısır'ın güneyinde ve batısında daha büyük topraklar var," dedi Demeter. "Ama başka bir olasılığı düşünelim. Afrika'nın içlerinde büyük nehirlerle göller ve onlardan birine yakın bir volkan olabilir mi?"

"Ben duymadım... ama, dur, kimse Etiyopya'dan güneyi keşfetm'5 değil."

114

11. Yazıt



"Duyduğuma göre, Mısır'dan göç edilirken sen Kraliçe Lostris'e Kuzey Rüzgârı Ülkesi Qebui'ye kadar rehberlik etmişsin, yani Nil'in iki (TÜÇIÜ akıntıya ayrıldığı yere kadar."

"Doğru. Qebui'den sol kolu takip ederek Etiyopya Dağlan'na doğru citmiştik. Sağ kol, ileri gitmeyi imkânsız hale getiren sonsuz bir bataklıktan doğuyor. Hiç kimse onun güney ucuna kadar gidemedi. Bazıları bataklığın aerçekten sonsuz olduğunu, ta dünyanın sonuna dek gittiğini söylüyor.''

•'O zaman, Hathor Tapınağı'ndaki rahiplerin bulacağı diğer fikirleri duymayı beklememiz lazım. Ne zaman haber verecekler bize?"

"Başrahibe on gün içinde gitmemi söylemişti," diye hatırlattı Taita.

Demeter tahtırevanının perdesini kenara çekti ve dönüp tepelere doğru baktı. "Tapınağa yakınız şu anda. Oraya gidelim, rahibelerin konukseverliğine sığınalım ve gece uyuyacak birer döşek isteyelim. Sabaha ha-ritacılarıyla ve coğrafyacılanyla oturup çalışabiliriz."

Taita, "Firavun huzuruna çağıracak olursa adamları bulamaz beni," diye mırıldandı. "Saraydan tekrar aynlmadan önce onu bir görsem daha iyi olur."

Demeter, Habari'ye. "Birliği durdur," diye seslendi. "Hemen durun, sana söylüyorum." Sonra Taita'ya döndü. "Seni korkutmak istemiyorum Taita, ama artık benim zamanımın yaklaştığını hissediyorum. Rüyalar görüyorum ve karanlık sezgilerim var. Senin ve Meren'in sağladığınız korumaya rağmen, cadı yakında beni yok etmeyi başaracak. Sayılı günüm kaldı."
Wilbur Smith

Bir cevap gerekmiyordu. Onun yerine Taita dönüp Habari'yi çağırdı. "Birliği geri döndür. Hathor Tapmağı'na gidiyoruz." Arada bir fersah mesafe ya var ya yoktu.

Bir süre sessizce yol aldılar, sonunda Demeter yeniden konuşmaya başladı. "Benim yaşlı, takatsiz bedenim olmayınca daha hızlı yol alırsın."

"Kendine karşı çok acımasızsın," diye söylendi Taita. "Senin yardımın ve fikirlerin olmasa asla bu kadarını yapamazdım."

"Avın sonuna ve öldürme anına dek yanında olmak isterdim. Ama öyle olmayacak." Bir süre daha sustuktan sonra devam etti. "Soe ile nasıl başa çıkılacak? Önünde açık bir yol var. Eğer Firavun, Soe'nin Mintaka'yı büyülediğini ve onun kafasına ektiği fikirleri duyarsa, onu yakalatmak için askerlerini yollar ve sen de onu baskı altında sorgulama şansına sahip olursun. Duyduğuma göre Teb'deki zindancılar işlerinde hayli ustaymış. İşkence fikri sana kötü mü geliyor?"

"Eğer Soe'nin fiziksel acı çekmekle yetineceğini düşünsem, umurumda bile olmazdı. Ama onu sen de gördün. Adam cadıyı korumak için kendi isteğiyle ölür. Onunla o kadar yakın bağlan var ki, ıstırap çektiğini ve bunun sebebini hemen anlar. Firavun ile Mintaka'mn, etraflarına ölümlerine yol açacak bir ağ ördüğünü anladıklarını tahmin eder."

"Öyle olur," dedi Demeter.

"Dahası, Mintaka, Soe'nin yardımına koşar ve Nefer de aslında onun kendisine karşı komplo kurmaktan suçlu olduğunu anlar. Bu onların aşkını ve birbirlerine duydukları güveni yok eder. Onlara böyle bir şey yapamam."

"O zaman cevabı tapınakta bulmayı ümit etmek zorundayız."

Rahipler uzaktan geldiklerini görüp onları karşılasın ve ana girişe ulaşan yokuşu çıkarken yol göstersin diye iki rahibe adayı yolladılar, baş-rahibe de merdivenin başında bekliyordu.

116
11. Yazıt

"Seni gördüğüme çok sevindim Büyücü. Ben de Teb'e bir ulak gönderip Nubank Birader'in istediğin şeyi büyük bir gayretle hazırladığını bildirecektim. Bulduklarını anlatmaya hazır. Fakat sen benden önce davrandın." Taita'yı bir anne gibi kucakladı. "Binlerce kez hoş geldin. Tapınak hizmetlileri erkekler bölümünde bir yer hazırlıyor sana. Bizimle dilediğin kadar kalmalısın. Bilgi dolu konuşmalarını dinlemeyi dörtgözle bekliyorum."

"Çok nazik ve zarifsin başrahibe. Çok bilgili ve ünlü başka bir büyücüyle birlikteyiz."

"O da buyursun. Adamlarınıza da seyislerin bölümünde yer hazırlanıyor."

Hayvanlarından indiler ve tapınağa girdiler, Meren, Demeter'e yardım ediyordu.

Ana salonda, neşe, annelik ve sevgi tanrıçası Hathor'un heykeli önünde durdular. Tanrıça, benekli bir inek şeklinde tasvir edilmişti ve boynuzlan altın bir ayla süslüydü. Rahibeler dua ettiler ve sonra bir papaz adayı çağırıp Taita ile Demeter'i rahiplerin bölümüne götürmesini söylediler. Papaz adayı iki adamı taş duvarlı bir hücreye götürdü, karşı duvarın dibine iki tane döşek serilmiş, el yüz yıkamaları için birer leğen su bırakılmıştı.

"Akşam yemeği vaktinde gelip sizi yemekhaneye götüreceğim. Nubank Birader de orada olacak."
Yemekhaneye girdiklerinde, elli kadar rahip oturmuş yemeklerini yiyorlardı. İçlerinden biri hemen yerinden fırladı ve onları karşılamaya koş-tu- "Ben Nubank. Hoş geldiniz." Uzun boylu ince bir adamdı, kadidi çık-m'Ş gibiydi. Bu zor zamanlarda Mısır'da ancak bir, iki tane şişman insan Kalmıştı zaten. Yemek de basitti: bir çanak çorba ve küçük bir maşrapada

117
Wilbur Smith

bira. Nubank dışında herkes sessiz sessiz yemeğini yiyordu, o ise hiç durmadan konuşmaktaydı. Cırtlak bir sesi, kendini beğenmiş bir tavrı vardı.

"Yarın nasıl kurtuluruz bilmiyorum," dedi Taita hücrelerine dönüp yatmaya hazırlanırkeSn. "İyi kalpli Nubank Birader'i dinlerken uzun bir gün geçireceğiz."

"Ama coğrafya bilgisi olağanüstü," diye belirtti Demeter.

"Doğru söylüyorsun Büyücü," diyen Taita uyumak üzere yana döndü.


Bir papaz adayı gelip kahvaltıya çağırdığında daha güneş doğmamıştı. Demeter o gün daha da güçsüz göründüğü için Taita ile Meren yataktan kalkmasına yardım ettiler.

"Bağışla beni Taita. Pek uyuyamadım."

"Rüyalar mı?" diye Tenmass dilinde sordu Taita.

"Evet. Cadı, bana yaklaşıyor. Artık ona direnecek gücü bulamıyorum."

Taita da sıkıntılı rüyalarla uğraşmıştı. Bu sefer, piton geri dönmüştü. Onun vahşi kokusunu burun deliklerinde ve genzinde hissediyordu hâlâ. Ama kendi kuruntularını gizledi ve Demeter'e karşı güven verici bir tutum takındı. "Daha seninle çok yollar aşacağız."

Kahvaltıda sert, küçük birer dilim karabuğday ekmeği ile yine birer maşrapa bira vardı. Nubank Birader, gece kaldığı yerden monologunu sürdürdü. Neyse ki, kahvaltı çabucak bitti ve bir parça rahatlayarak Nubank'in arkasından dolambaçlı koridorlardan, geçitlerden geçerek tapınağın kütüphanesine gittiler. Burası büyük, soğuk bir odaydı, bütün duvarlan yerden tavana kadar taştan kitap raflan ile doluydu ve başka herhangi bir dekorasyon ya da süsleme bulunmuyordu; raflarda binlerce papirüs rulosu diziliydi.

Üç papaz adayı ve iki yeni papaz Nubank Birader'i beklemekteydi-Ellerini önde kavuşturup sıraya girmişler, itaatkâr bir tavırla duruyorlardı-

118
11. Yazıt

Bunlar Nubank'ın asistanlarıydı. Korkularının haklı bir nedeni vardı: Nubank onlara karşı ezici bir tutum sergiliyor, hoşnutsuzluğunu veya aşağılamalarını en sert biçimde dile getirmekten kaçınmıyordu.

Taita ile Demeter ortadaki alçak masanın başına oturunca, Nubank dersine başladı. Masanın üzeri de papirüs rulolarıyla doluydu. Yakınlarında büyük bir su kaynağı olmasına bakmaksızın, bütün volkanları ve termal olguları teker teker saymakla işe başladı. Her bölgenin adını söyledikten sonra, dehşet içindeki asistanlardan birini raflardan gerekli ruloları almaya yolluyordu. Çoğu zaman bunun için çürük çarık bir merdivene çıkılması gerekiyor, o arada da Nubank merdivendeki kişiyi bir hakaret sil-silesiyle yönetiyordu. Taita bu can sıkıcı duruma kibarca müdahale edip adamı kendi asıl istediği cevaplara çekmeye çalışsa da, Nubank tatlı tatlı başını sallayıp kendi bildiğini okuyordu.

Talihsiz bir papaz adayı Nubank'ın tercih ettiği kurbandı. Zavallı şekilsiz bir yaratıktı: vücudunun kusurlu olmayan, bozulmamış yeri yok gibiydi. Tıraşlı kafası uzundu, pul pul olmuş kuru bir deriyle kaplıydı ve üstüne üstlük bir de döküntüsü vardı. Kaşları, küçük, birbirine yakın, donuk bakışlı şaşı gözlerinin üstünden fışkırıyordu. İri dişleri, aynk üst dudağından dışarı taşıyor, nadiren konuştuğunda salyası akıyordu. Çenesi o kadar sert bir şekilde geriliyordu ki, yok gibiydi. Sol yanağında kocaman mor bir doğum lekesi vardı, göğsü içeri çöküktü ve sırtında koca bir kambur bulunuyordu. Çırpı gibi bacakları aynı zamanda çarpıktı ve iki yana sallanarak yürümesine neden oluyordu.

Öğle vakti, yine bir papaz adayı gelip yemeğe çağırdı. Hep yan aç olan Nubank ve asistanları bu çağrıya şevkle yanıt verdiler. Yemekte, Taita kambur papaz adayının onunla göz göze gelmek için çılgınca ataklar yapağını fark etti. Genç adam, Taita'nın dikkatini çektiğini anlar anlamaz ayağa kalkıp telaşla kapıya gitti. Orada dönüp arkasına baktı ve Taita'nın da kendisini takip etmesini istediğini belirten bir baş hareketi yaptı.

119
Wilbur Smith

Taita minik dostunu terasta kendisini bekler buldu. Adam yine bir baş işareti yapıp dar bir geçidin girişinde kayboldu. Taita da peşinden gitti ve az sonra kendini tapınağın küçük avlularından birinde buldu. Duvarlarda Hathor'un rölyefleri ve ortada Firavun Mamose'nin bir heykeli vardı. Adam heykelin arkasına saklanmıştı.

"Yüce Büyücü! Sana anlatmam gereken bir şey var, ilgini çekebilir," diyerek kendini yere attı ve Taita, onun yanına gitti.

"Ayağa kalk," dedi yumuşak bir sesle. "Ben kral değilim. Senin adın nedir?" Nubank Birader, ona sadece, "Hey sen," diye hitap ediyordu.

"Bana Tiptip diyorlar yürüme şeklim yüzünden. Büyükbabam, Mısır'dan Etiyopya'ya göç edildiği sırada Kraliçe Lostris'in sarayında doktordu. Sizinle sık sık konuşmuş. Belki onu hatırlarsınız Büyücü. Adı Siton'du."

"Siton mu?" Taita bir an düşündü. "Evet! Çocuk denecek yaştaydı, kancalı ok uçlarını kaşıkla çıkarmakta çok başarılıydı. Pek çok askerin hayatını kurtarmıştı." Tiptip sevinçle sırıttı ve yarık dudağı iyice aynldı. "Ne oldu büyükbabana?"

"İhtiyarlayıp huzur içinde öldü, ama gitmeden önce o tuhaf güney diyarlarında yaşadığınız maceralarla ilgili pek çok ilginç öykü anlatmıştı. Oraların insanlarını, hayvanlarını tarif ederdi. Ormanları, dağları ve dünyanın ucuna kadar uzanan büyük bataklığı anlatırdı."

"Heyecanlı dönemlerdi Tiptip." Taita, onu yüreklendirmek için başını salladı. "Devam et."

"Halkımızın Nil'in sol kolunu takip ederek Etiyopya dağlarına ulaştığını, Kraliçe Lostris'in bir birliği de keşif yapmak üzere sağ kol boyunca gönderdiğini söylemişti. General Lord Aquer'in komutasında o büyük bataklığa dalan birliği bir daha gören olmamış, sadece bir tek kişi kurtulmuş. Bu doğru mu Büyücü?"

"Evet Tiptip. Kraliçenin birliği yollayışını hatırlıyorum." General Aquer'in o birliğin başına geçirilmesini kendisi önermişti. Bela çıkaran

120
11. Yazıt

bir adamdı, halk ondan hoşnut değildi. Ama bundan söz etmedi. "Sadece bir kişinin oradan döndüğü de doğru. Ama o kadar hastalanmış ve yolculuğun zorluklan yüzünden o kadar güç kaybetmişti ki, aramıza döndükten birkaç gün sonra ateşler içinde yanarak öldü."

"Evet, evet!" Tiptip heyecandan Taita'nm koluna yapıştı. "O zavallıyı büyükbabam tedavi etmiş. Söylediğine göre adamcağız nöbet geçirirken, yüksek dağları ve ucu bucağı görünmeyen gölleri olan bir ülkeden söz edermiş."

Taita'nm ilgisi arttı. "Göller! Bunu daha önce hiç duymamıştım. Ben o kurtulan adamı hiç görmedim. O hayatını kaybettiği Qebuf ye geldiğinde ben iki yüz fersah uzakta, Etiyopya dağlarındaydım. Aldığım raporda da hastanın aklını kaçırmış olduğu ve makul ve mantıklı bir bilgi veremediği söyleniyordu." Taita gözünü Tiptip'e dikti ve İç Göz'ünü açtı. Onun aurasından içten davrandığını ve hatırladığı gerçekleri söylediğini anladı. "Bana anlatacak başka şeylerin de var galiba Tiptip?"

"Evet Büyücü. Orada bir de volkan varmış," dedi Tiptip. "O yüzden size geldim. Ölen asker daha önce hiç görülmemiş yanan bir dağdan söz etmiş. Büyük bataklığın ötesine geçince sadece uzaktan görebilmişler. Bacasından çıkan dumanın gökyüzünde sürekli asılı kalan bir bulut gibi olduğunu anlatmış. Askerlerden bazıları, bunu daha fazla ilerlemelerini istemeyen karanlık Afrika tannlarınm uyansı olarak almış, fakat Lord Aquer bunun bir karşılama feneri olduğunu söyleyip oraya ulaşmaya karar vermiş. Yola devam etmelerini emretmiş. Fakat işte tam o noktada, volkanın uzaktan görüldüğü yerde, asker o ateşli hastalığa yakalanmış. Birliği onu ölüme terk edip güneye doğru ilerlemeye devam etmiş. Fakat asker, dev gibi çıplak siyah adamlann göl kıyısındaki köyüne ulaşmayı başarmış. Onu köye kabul etmişler. Samanlarından biri bir ilaç vermiş ve evine dö-necek kadar iyileştirmiş." Tiptip heyecandan Taita'nm kolunu iyice sıkmaya başladı. "Size daha önce anlatmak istedim ama Nubank Birader izin

121
Wilbur Smith

vermedi. Yetmiş yıl önceki kulaktan dolma şeyleri size anlatmamı yasakladı. Nubank Birader'e itaatsizlik ettiğimi söylemezsiniz değil mi? İyi kalpli ve kutsal bir adamdır ama katı biri de olabilir."

Taita, "Sen doğru olanı yaptın," diye garanti verdi ve kolunu kavrayan parmakları kibarca gevşetti. Sonra, aniden, daha yakından bakmak için Tiptip'in elini kaldırdı. "Altı parmağın var!" diye bağırdı.

Belli ki, Tiptip utanmıştı: elini yumruk yapıp kusurunu gizlemeye çalıştı. "Tannlar beni bütün bedeni yamuk biri olarak yaratmış. Kafam, gözlerim, sırtım, kollanm, bacaklarım... neyim varsa çarpık ve kusurlu." Gözleri yaşardı.

"Ama güzel bir kalbin var," diye teselli etti Taita. Yumruk yaptığı avucunu yavaşça açtı ve parmaklan ayırdı. Genç adamın normal küçük parmağının yanından güdük kalmış bir parmak daha çıkıyordu.

"Altı parmak yolu gösterecek," diye mırıldandı.

"Ben size bir yol göstermek istemedim Büyücü. Size karşı asla böyle bir hakarette bulunamam," diye inledi Tiptip.

"Hayır Tiptip, bana büyük bir hizmette bulundun. Dostluğumdan ve minnettarlığımdan emin ol."

"Nubank Birader'e söylemeyecek misiniz?"

"Hayır. Sana yemin ediyorum."

"Hathor sizi korusun Büyücü. Şimdi gitmem lazım yoksa Nubank Birader, beni aramaya çıkar." Tiptip yengeç gibi yan yan uzaklaştı. Taita ona birkaç dakika verdikten sonra kütüphaneye döndü. Demeter ile Meren ondan önce gelmişlerdi, Nubank ise azarlamakla meşguldü. "Neredeydin?"

"Tuvaletteydim Birader. Bağışlayın beni. Mideme dokunacak bir şey yemişim."

"Sen de benim mideme dokunuyorsun, pislik parçası. Hazır gitmişken kendini tamamen kubura atsan daha iyi olurdu." Tiptip'in doğum le-

122
11. Yazıt

kesine vurdu. "Şimdi git bana doğu okyanusundaki adaların gösterildiği ruloları getir."

Taita, Demeter'in yanındaki yerini aldı ve Tenmass diliyle, "Şu küçük dostumuzun sağ eline bak," dedi.

Demeter heyecanla, "Altı parmağı var," diye fısıldadı. "Altı parmak yolu gösterecek! Ondan bir şey öğrendin, öyle değil mi?"

"Nil Ana'nm sağ kolunu takip etmemiz gerekiyor. Orada büyük bir göl kıyısında bir volkan bulacağız. Eos'un orada gizlendiğinden eminim."
Ertesi sabah güneş doğmadan epey önce HathorTapmağı'ndan ayrıldılar. Nubank onlara gönülsüzce esenlikler diledi... daha anlatacağı elli tane volkan vardı. Teb'in aşağısındaki sığlığa ulaştıklarında hava hâlâ yan karanlıktı. Nehir yatağına önden Habari ve Meren indiler, onları Taita ile Demeter takip ediyordu, fakat iki grubun arası oldukça açılmıştı. Öndeki-ler iğrenç kızıl birikintinin kenarından geçip karşı kıyıya giden yolu yanladıklarında, Demeter'in devesi çamuru geçmeye başlamıştı. Tam o anda Taita üzerlerinde kötücül bir güç toplandığını hissetti. Sanki hava aniden soğumuştu, kulakları zonkluyor, soluğu daralıyordu. Çabucak dönüp kısrağının sağnsından arkaya baktı.

Az önce ayrıldıklan yakada tek başına biri duruyordu. Koyu renk giysileri karanlıklara kanştığı halde Taita, onu hemen tanımıştı. İç Göz'ünü açtı ve adamın etrafında Soe'nin o farklı aurasmı gördü, kamp ateşinin alevleri gibiydi. Mor ve yeşil alacalan olan saldırgan bir kırmızı renktey-di. Taita bundan daha tehditkâr bir aura görmemişti.

Tahtırevanında uzanan Demeter'i uyarmak için, hemen, "Soe burada!" diye bağırdı ama artık çok geçti: Soe bir kolunu uzattı ve devenin geçmekte olduğu birikintiyi gösterdi. Sanki onun buyruğuna itaat edermiş gi-

123
Wilbur Smith

bi, hemen o anda sudan fırlayan canavar gibi bir karakurbağası devenin arka bacağına dizinin tam üstünden dişlerini geçirdi. Hayvan dehşet içinde böğürdü ve dizgininden kurtulup birikintinin dışına kaçtı. Karşı kıyıya yönelmek yerine, geri döndü ve nehir yatağı boyunca dörtnala deli gibi koşmaya başladı, Demeter'in tahtırevanı da üstünde iki yana savruluyordu.

Taita, "Meren! Habari!" diye bağırıp atını mahmuzladı ve devenin peşine düştü. Meren ve Habari de hemen hayvanlarını döndürüp nehir yatağından dörtnala gelmeye başlamışlardı.

Taita, "Sıkı tutun Demeter!" diye haykırdı. "Geliyoruz!" Duman Yeli adeta altında uçuyordu ama o, Demeter'e yetişemeden, deve başka bir çamur birikintisine ulaştı ve etrafa çamurlar sıçratarak içine daldı. Sonra tam önünde çamurun yüzeyi açıldı ve başka bir kurbağa çıktı. Panikten çıldırmış durumdaki devenin başına kadar sıçradı ve dişlerini onun burnuna geçirdi. Bir sinire isabet etmiş olmalıydı, çünkü devenin ön bacaklan anında çöküvermişti. Sonra sırtüstü yuvarlandı ve hayvanın uzun, sivri dişlerinden kurtulmak için kafasını deli gibi iki yana sallamaya başladı. Tahtırevan altında kalmış, ağırlığı yüzünden hafif bambu çerçevesi çamurun içinde parçalanmıştı.

Taita, "Demeter! Onu kurtarmamız lazım!" diye Meren'e bağırdı ve kısrağını hızlandırdı. Fakat o daha birikintinin kenarına ulaşamadan, Demeter'in kafası yüzeye çıktı. Bir şekilde tahtırevandan kurtulmuştu ama başına yapışan çamurdan yarı boğulmuş haldeydi, öksürüp kusuyordu, hareketleri güçsüz ve dengesizdi.

"Geliyorum!" diye bağırdı Taita. "Sakın umudunu kaybetme!" Sonra, aniden, çamurda kurbağa kaynamaya başladı. Sürüler halinde çamurdan çıkıp bir ceylana saldıran vahşi köpekler gibi Demeter'in başına üşüştüler. İhtiyar adam çığlık atmaya çalıştı ve ağzı sonuna dek açıldı ama iç*-ne çamur doldu. Kurbağalar onu yüzeyin altına çektiler ve bir an için tekrar yüzeye çıktığında çırpınmaları hemen hemen sona ermiş gibiydi- Sadece aşağıdan kurbağalar etini didikledikçe kıpırdıyordu.

124
11. Yazıt

Taita, "Buradayım Demeter!" diye ümitsizce haykırdı. Kısrağı kudurmuş karakurbağalarının arasına sokamıyordu, çünkü onu da parçalayacaklarını biliyordu. Hayvanı dizginledi ve sırtından aşağı kaydı, asası da elindeydi. Çamurda zorlukla ilerlemeye başladı ve bir kurbağa suyun a'-tından bacağını ısırınca ıstırapla soludu. Asasıyla hayvana vurdu, vur r-jcen bütün fiziksel ve ruhani gücünü toplamıştı. Asanın ucundaki darbeyi hissetti ve yaratık bacağını bıraktı. Sonra da sırtüstü suyun üstüne çıkıp can çekişmeye başladı.

"Demeter!" Onu diri diri yemekte olan hayvanlardan ayırt edemiyordu. Adam ve kurbağalar parlak kara çamurdan bir top haline gelmişlerdi.

Aniden, o yığından iki tane zayıf kol uzandı ve Taita, Demeter'in sesini duydu. "Benim işim bitti. Yalnız devam etmek zorundasın Taita." Sesi zor duyulmuştu, çamur ve zehirli kızıl sular yutmuştu sesi. Sonra, diğerlerinden daha da iri bir karakurbağası çenesini Demeter'in başının yan tarafına geçirdi ve yaşlı adamı son kez suyun dibine çekti.

Taita yine de ilerlemeye devam ediyordu ama Meren arkadan yetişip güçlü koluyla belinden sarıldı ve onu çamurdan çekip terkisine alarak kıyıya götürdü.

Taita kendini kurtarmak için çırpınarak, "İndir beni!" diye haykırdı. "Onu bu iğrenç canavarlara bırakamayız." Ama Meren bırakmadı.

"Büyücü yaralısın. Bacağının haline bak." Meren, onu yatıştırmaya Çalıştı. Taita'nın bacağından çamurla karışık kanlar akıyordu. "Deme-ter'in işi bitti. Seni de kaybedemem." Meren, Taita'yı sıkıca tutarken çamurların altında son kez yaşanan çırpıntıya baktılar.

Meren sakin bir sesle, "Demeter gitti," dedi ve Taita'yı ayaklarının üstüne yere bıraktı. Sonra gidip gri kısrağı yakaladı ve geri getirdi. Ta-a nm ata binmesine yardım ederken yumuşak bir sesle, "Gitmek zorunuz Büyücü," dedi. "Burada yapacak bir şey kalmadı artık. Yarana bak-an lazım. Hiç kuşkusuz bu karakurbağalarının dişleri zehirlidir ve ça-Urda da sana bulaşacak bir sürü pislik vardır."


Yüklə 2,28 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   47




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin