Wilbur Smith Onbirinci Yazıt



Yüklə 2,28 Mb.
səhifə17/47
tarix11.08.2018
ölçüsü2,28 Mb.
#69455
növüYazı
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   47

216
11. Yazıt

Üç Chima gözcüsünü fazla beklemeleri gerekmedi. Atlara yetişebilmek için oldukça hızlı koşuyorlardı. Vücutları terden parlıyor, göğüsleri inip kalkıyordu ve bacakları dizlerine kadar çamur içindeydi. Meren uyarıda bulunmak üzere elini kaldırdı ve adamlar kıpırdamadan beklediler. Gözcüler pusuyu hızlı bir tırıs haline geçip ormana giden yolda gözden kayboldular. Meren hafifçe gevşedi. Çok geçmeden, gözcüleri ortadan kaldırmak üzere bıraktığı üç okçu ormandan süzülüp vadiye kaydılar. Meren sorar gibi yüzlerine baktı. Liderleri sırıttı ve tuniğindeki taze kan lekelerini gösterdi: gözcüler öldürülmüştü. Hep birlikte asıl Chima grubunun gelişini beklemeye başladılar.

Kısa bir süre sonra, sağ cenahtan yeşil papağanın, "Kee-vii! Kee-vii!" diye sızlanır gibi öttüğü duyuldu. Sonra iri bir maymun tepeden haykırdı. Meren, adamlarına işaret vermek üzere yumruğunu kaldırdı. Herkes yayını gerdi.

Ana Chima grubunun ilk sırası koşarak fil yoluna doğru dönüyordu. Adamlar yaklaşınca Meren dikkatle inceledi. Kısa boylu, tıknaz ve çarpık bacaklıydılar ve sadece hayvan postundan peştamallara sannmışlardı. Bitişik nizamda ve çok hızlı koştukları için hepsi önlerinden geçtiği halde kelle sayımı yapmak zordu.

"En azından yüz kişiler. Çok eğleneceğimizi garanti ediyorum size," dedi Meren. Chimalar sopalar ve çakmaktaşı uçlu mızraklarla silahlanmıştı. Omuzlarında asılı oklar küçük ve ilkeldi. Meren onlarla otuz adımdan uzaktan kimseyi öldüremeyeceklerini tahmin etti. Sonra gözleri kısıldı: liderlerden birinin omzunda bir Mısır kılıcı asılıydı. Onun arkasındaki adam da deri bir miğfer giymişti, ama üzerinde eski bir desen vardı. Şaşırtıcı bir durumdu fakat şimdi bunu çözecek vakit yoktu. Chima grubunun öncüleri, Meren'in yolun kenarına işaret olarak koyduğu beyaz taşla aynı hizaya gelmişti. Şimdi bütün sol cenah Mısır okçularının önündeydi.

Meren sola ve sağa bir göz attı. Adamlarının gözü de ondaydı. Sağ el'ni hızla indirdi ve okçuları ayağa fırladılar. Tek bir adam gibi hepsi aynı

217
Wilbur Smith

anda yaylannı gerip nişan aldı ve sessiz bir ok bulutu havalandı. İlk oklar hedeflerine varmadan ikinci bulut uçmaya başladı. Oklar o kadar sessizce geliyordu ki, Chimalar başlarını kaldırıp bakmamışlardı bile. Sonra, bir havuzun üstüne düşen yağmur damlaları gibi bir sesle oklar üstlerine yağmaya başladı. Chimalar başlarına gelenin ne olduğunu anlamamış gibiydi. Bir tanesi durmuş hayretle yere bakarken okun biri kaburgalarının arasına saplandı. Adamın dizleri büküldü ve yere yuvarlandı. Başka biri gırtlağına giren oku tutmuş küçük daireler çizmekteydi. Diğerlerinin çoğu, hatta ölümcül yaralar alanlar bile neyle vurulduğunu anlamamış gibiydi.

Üçüncü ok dalgası da üstlerine yağmaya başlayınca hâlâ ayakta olanlar panikledi ve haykınp uluyarak alçalmakta olan bir kartaldan kaçan Afrika tavukları gibi dörtbir yana kaçışmaya başladı. Kimileri doğruca vadiye doğru koştu ve okçular onlara nişan aldı. Yakından hiçbiri hedefini şaşırmıyordu: okları tok bir sesle etin derinlerine saplanıyordu. Bazı oklar hedefi delip geçiyor ve arkasındakini de yaralıyordu. Tepeye tırmanarak kaçmaya çalışanlar ise dikenli çalılarla karşılaşıyordu. Mecburen, durup okların yağdığı alana dönüyorlardı.

Meren, "Atları getirin!" diye bağırdı. Fenn ve diğer kızlar iplerinden çekerek atları getirdiler. Taita, Duman Yeli'nin üstüne atladı, Meren ve adamları da kendi hayvanlarına bindiler.

Meren, "İleri! Marş!" diye haykırdı. "Hepsini kılıçtan geçirin." Atlılar vadinin dibinde omuz omuza dizildiler ve onların geldiğini görüp düzensiz bir şekilde kaçmaya çalışan Chimaların üstüne hücum ettiler. Çalılıkların oluşturduğu duvarla kılıçların parıltısı abrasına sıkışmışlardı. Bazıları kaçmaya bile çalışmadı. Dizlerinin üstüne çöküp kollarıyla başlarını korumaya çalıştı. Atlı adamlar onları bıçaklamak için üzengilerinin üstünde ayağa kalkıyordu. Bir kısmı ağa yakalanan balıklar gibi dikenli çalılara takıldı. Askerler hepsini odun gibi biçti. Korkunç işleri bittiğinde, yamaç ve aşağısı üst üste yığılmış cesetlerle doluydu. Bazı Chimalar inleyip kıvranıyordu ama çoğu hareketsiz yatmaktaydı.

218
11. Yazıt

"At in," diye emretti Meren. "İşi bitirin."

Askerler hızla yığının arasına dalıp kıpırdadığını gördükleri Chi-ma'yı öldürmeye başladı. Meren bronz kılıcı hâlâ sırtında sallanan adamı tespit etti. Göğsünde üç ok vardı. Meren kılıcı almak üzere onun yanına diz çöktüğü sırada Taita, "Meren! Arkanda!" diye bağırdı. Sesinin gücünü kullanmış ve Meren'i galvanizle kaplamıştı. Meren ayağa fırlayıp yana döndü. Arkasında yatan Chima ölü taklidi yapıyordu: Meren savunmasız kalana kadar beklemiş, sonra ayağa fırlayıp ucu çakmaktaşından olan ağır sopasıyla saldırmıştı. Sopanın ucu Meren'in başını sıyırıp geçti ve sol omzuna indi. Meren dönerek yakınlaştı ve silahın bir sonraki darbesini engelleyip kılıcını Chima'ya sapladı, adamın göğsünden giren silah sırtından çıkmıştı. Meren bileğini bükerek yarayı genişletti ve kılıcını tek hamlede geri çekince adamın göğsünden kan boşaldı.

Meren yaralanan sol omzunu tutarak, "Hepsini yeniden öldürün! Bu defa emin olun!" diye böğürdü.

Arkadaşlarının ayaklarından koyun gibi asıldığını hatırlayan askerler büyük bir hırsla kesip biçmeye başladılar. Kittar çalılarının arasında saklanan bir Chima daha buldular ve domuz gibi cıyaklayan adamı sürükleyerek ortaya çıkarıp kestiler.

Meren iyice emin olduktan sonra adamlarının cesetleri tarayıp oklarını geri almalarına izin verdi. Tek yaralanan kendisiydi. Taita omzunu muayene ederken beline kadar çıplak olarak bir ağaç gövdesine dayanarak oturdu. Kanaması yoktu, ama koyu bir morluk yayılmaktaydı. Taita tatmin olmuş bir şekilde homurdandı. "Kırılan kemik yok. Senin gibi ihtiyar bir köpek altı, yedi günde atlatır bunu." Meren'in omzuna merhemiyle masaj yaptı ve kolu rahat etsin, diye keten şeritlerle sardı. Sonra Meren'in yanına oturdu, yüzbaşılar ölülerden topladıkları eşyaları getirip önlerine seriyordu. Oymalı ağaç bit tarakları, kaba fildişi süsler, sukabakları, hâlâ ke-mıkleri duran ve yeşil yapraklara sarılıp ağaç kabuğundan iplerle bağlan-

219
Wilbur Smith

mış tütsülenmiş et paketleri vardı. Tajta etleri inceledi. "İnsan eti. Arkadaşlarımızın etleri olduğundan emin gibiyim. Saygıyla gömün."

Sonra dikkatlerini Chima silahlarına çevirdiler, bunların çoğu sopalar ve uçları çakmaktaşından veya obsidiyenden yapılmış mızraklardı. Bıçakları yontulmuş çakmaktaşındandı, saplarına deri parçaları sanlıydı. "Çöplük! Bunları taşımaya değmez," dedi Meren.

Taita da onaylarcasına başını salladı. "Hepsini ateşe atın."

Sonunda, Chima işi olmayan silahları ve süsleri incelemeye başladılar. Bazıları kesinlikle pusuya düşürülen dört avcı askerden alınmıştı... bronz silahlar ve dışa eğimli yaylar, deri miğferler ve katlı yelekler, keten tuniklerle turkuvaz ve lacivert renkli muskalar. Ancak, daha ilginç başka eşyalar da vardı: onlarca yıldır Mısırlı askerlerin kullanmadığı türden, iyice eskimiş miğferler ve deri göğüslükler. Ve neredeyse Meren'in hayatına mal olacak olan kılıç. Keskin tarafı eskimiş, kenarları tırtıklanmış, granite veya başka bir kayaya sürtülerek bilenmekten neredeyse kullanılmaz hale gelmişti. Ancak, kabzasının işçiliği çok güzeldi ve gümüş kakmaydı. Bir zamanlar değerli taşların durduğu anlaşılan yuvalar vardı. Kabzaya kazılı hiyeroglifler neredeyse silinmişti. Taita kabzayı ışığa tutup sağa sola çevirdi ama karakterleri seçemedi. Fenn'i çağırttı. "Sen şu genç, keskin gözlerini kullan bakalım," dedi.

Fenn yanına diz çöktü ve bir süre sonra dura dura okumaya başladı: "Ben Lotti'yim, Lotti'nin oğlu, En İyi On Bin'den, Kızıl Yol Yoldaşı, Kutsal Firavun Mamose'nin birliklerinin generali ve komutanıyım. Yaşasın Firavun!"

Taita, "Lotti!" diye bağırdı. "Onu gayet iyi tanıyorum. Kraliçe Lost-ris'in Nil'in kaynağını bulmak üzere Etiyopya'dan gönderdiği keşif kolunda Lord Aquer'den sonra ikinci komutandı. İyi bir askerdi. Öyle görünüyor ki o ve adamları en azından buraya kadar gelebilmişler."

Meren, "Acaba Lord Aquer ve adamları burada öldüler ve Chimala-ra yem mi oldular?" diye merak etti.

220
11. Yazıt

"Hayır, Tiptip'e, yani HathorTapınağı'ndaki altı parmaklı küçük ra-h be g°re* Aquer volkanı ve büyük gölü görmüş. Üstelik, Kraliçe Lostris nun komutasına bin adam tahsis etmişti. Chimaların hepsini haklaması-pek imkân yok," dedi Taita. "Bence Lotti komutasındaki küçük bir bir-ı'Si bizim adamlara yaptıkları gibi gafil avlamışlar. Ama Chimalar ko< ı , jr Mısır ordusunu yenebilir mi? Sanmıyorum." Tartışma sürerken Tana oizlice Fenn'in ifadesini izliyordu. Ne zaman Kraliçe Lostris'in adı geçse, zihninin derinliklerine gömülü bir anıyı hatırlamaya çalışır gibi kaşlarını çatıyordu. Taita, günün birinde her şeyi, diğer hayatının tüm ayrıntılarını hatırlayacak diye düşündü. Sonra Meren'e, "Muhtemelen Lotti'nin kaderini asla bilemeyeceğiz, ama onun kılıcı, onca zaman önce Lord Aquer'in izlediği yoldan gittiğimizi kanıtlıyor bana. Burada fazla oyalandık," dedi. Ayağa kalktı. "Ne zaman yola çıkabiliriz?"

"Adamlar hazır," dedi Meren. Dersten çıkmış çocuklar gibi neşeliydiler, gölgede oturmuş, onlara yemek\ve karabuğday birası servisi yapmakta olan Shilluk kızlarıyla şakalaşıyorlardı. "Baksana ne kadar hevesliler. Güzel bir dövüş onların morali için Yukarı Krallık'ta ülkenin en güzel fahişeleriyle olmaktan daha iyidir^VGülmeye başladı, ama sonra yaralı omzunu ovuşturmak için durdu. "Adamlar hazır ama gün neredeyse bitti. Atlara da kısa bir istirahat iyi gelir."

"Senin omzuna da," diyen Taita, ona hak verdi.

O küçük etkili çarpışma Chima akınları tehlikesini ortadan kaldırmış

•Ibiydi. Sonraki günlerde de onların varlığına gösteren izler gördülerse de

Çoıri yeni değildi. Bu izler bile giderek azaldı ve sonunda tamamen kay-

du' Chima topraklarını da geçtiler ve ıssız bir bölgeye doğru at sürdü-

221
Wilbur Smith

ler. Nil hâlâ cılız bir ırmak şeklinde akıyordu ama yoğun yağış olduğunu gösteren izler vardı. Orman ve savanalar av kuşlanyia doluydu, otlaklar bereketliydi. Taita bu sefer de askerlerin yurtlarını özleyip bunalıma gire. ceğinden korkuyordu ama böyle bir şey olmadı, moralleri yüksekti.

Fenn'le Shilluk kızları çocukça oyunları ve şakalarıyla onları eğlendiriyordu. Kızlardan ikisi hamileydi ve Fenn bu mutlu duruma nasıl ge], diklerini öğrenmek istiyordu; soruşturunca kızlar kahkahadan kırıldılar. Fenn hâlâ merak ediyordu ve bu sefer Taita'ya sordu. Taita kısa ve müphem bir açıklama yaptı. Fenn bir süre daha ısrar etti. "Eğlenceli bir spora benziyor." Bu lafı da Meren'den kapmıştı.

Taita ciddi bir surat ifadesi takınmaya çalıştı ama gülümsemekten alamadı kendini. "Ben de öyle duymuştum," dedi.

"Büyüyünce ben de oynayabileceğim bir bebeğim olmasını istiyorum," dedi Fenn.

"Mutlaka olacaktır."

"İkimiz bir tane yapabiliriz. Eğlenceli bir spor olmaz mıydı bu Taita?"

"Kesinlikle olurdu," diye ona hak verdi. Asla böyle bir şey olmayacağını bildiği için yüreğine bir acı saplanmıştı. "Ama o arada yapacak başka bir sürü önemli işimiz daha var."

Taita çok çok uzun zaman önce kendisi gençken ve Lostris hayattayken yaşadığı günlerden beri kendini bu kadar iyi hissettiğini hatırlamıyordu. Eskisinden çevik ve canlıydı. Neredeyse eskisi gibi kolay kolay yorulmuyordu. Bunu daha çok Fenn'in arkadaşlığına bağlıyordu.

Kızın çalışmaları o kadar hızlı ilerliyordu ki, onun zihnini tam anlamıyla veya ona yakın ölçüde dolduracak başka şeyler bulmakta zorlanıyordu. Onu kısa bir süre için bile başıboş bıraksa zihni dağılıyordu. Artık ; Mısır ve Shilluk dillerini gayet akıcı bir şekilde konuşuyordu.

Eğer o da bir usta olacaksa, büyücülerin gizli dili olan Tenmass\ "a ' öğrenmesi gerekiyordu. Başka hiçbir dil bu gizli bilgileri tümüyle öğren'

222
11. Yazıt

sesini sağlayamazdı. Fakat Tenmass o kadar çapraşık, o kadar çok yönlüydü ve bilinen diğer insan dillerine o kadar az benziyordu ki, ancak en viiksek zekâya sahip olan ve kendini tamamen adayanlar bu dilde ustalaş-mayı umabilirdi.

Bu Fenn'in en çok ilgisini çeken bir tür meydan okuma oldu. Başta, cj]alı camdan bir duvara ayak ya da el dayayacak bir yer olmadan tırmanmaya çalışmak gibi geldi ona. Büyük bir emekle birazcık tırmanıyor, sonra tutunamaz hale gelip öfkeyle aşağı kayıyordu. Kendini toparlıyor ve her seferinde biraz daha hırslı olarak yeniden atılıyordu. Hiçbir ilerleme göstermiyor gibi olsa dahi asla umutsuzluğa kapılmıyordu. Taita bunu başka bir şekilde başlatmaya karar verdi: ancak bu iş bittikten sonra daha ileri oitmeye hazır olacaktı.

O an geldi, ama Taita gece olup ikisi yataklarında baş başa kalana kadar bekledi. Sonra elini kızın alnına koydu ve hipnotize edene dek yavaş yavaş konuştu. Tamamen alır duruma gelince Tenmass'm tohumlarını zihnine ekebilecekti. Eğitim dili olarak da Mısırca kullanmadı ve doğrudan Tenmass diliyle konuştu. Ektiği tohumlar yerine iyice yerleşene kadar böyle bir sürü gece eğitimi gerekecekti. İlk kez/ayakta duran bir bebek gibi Fenn de birkaç kararsız adım atıyor ve düşüyordu. Bir dahaki sefere daha sağlam ve güvenli basıyordu. Taita, ona fazla yüklenmemek için çok dikkat ediyor ama bir yandan da ilerlemesine izin veriyordu. Bu büyük çabanın onu hırpalayabileceğim ve moralini bozabileceğini bildiği için bao tahtasının başında zevkli saatler geçirmeyi veya hafif ama canh sohbetler yapmayı ya da ormanda dolaşıp nadir bitkiler veya başka küçük hazineler damayı da ihmal etmiyordu.

Ne zaman nehir yatağında çakıllı bir yere gelseler, hemen katırının "tındaki maden arama tavasını indiriyor ve ikisi birlikte taşlan inceleme-e işliyorlardı. Taita tavaya aldığı bulanık suyu çalkalarken Fenn de göz-' ln« ve çevik parmaklarını kullanarak o güzelim yarı değerli taşlan ya-

223
Wilbur Smith

kalıyordu. Bunların bir sürüsü, suyun aşındımıasıyla çok ilginç biçimler almış oluyordu. Fenn taşlardan bir torba dolusu olunca Meren'e verdi ve o da bir bilezikle ona uygun bir halhal yaptı. Bir gün de, kurumuş bir şelalenin altında, tavada başparmağının ilk boğumu kadar altın bir külçe buldu. Altın güneşte parlamış ve gözlerini kamaştırmıştı. "Bana bir mücevher yapsana Taita," dedi.

Taita her ne kadar saklamayı basarsa da, Fenn, Meren'in ona yaptığı takılan taktığında içinde kıskançlık belirtileri hissetmişti. Kendi kendine, hem de bu yaşımda? deyip budalalığına güldü. Aşk acısı çeken bir köylü gibi, dedi. Yine de, Fenn'in ona verdiği görevi yerine getirmek için bütün sanatını ve yaratıcılığını kullandı. İnce bir zincir ve altın süse bir yuva yapmak için Lotti'nin kılıcının kmındaki gümüşleri kullandı. Kolye tamamlanınca, onu takanı koruyacak bazı büyüler de yaptı ve Fenn'in boynuna astı. Fenn bir nehir göletinde kendine bakınca gözleri yaşlarla doldu. "O kadar güzel ki," diye fısıldadı. "Üstelik sanki canlıymış gibi tenimi ısıtıyor." Keşfettiği bu sıcaklık, Taita'nın kolye üzerinde yaptığı büyülerden ileri geliyordu. Sonuçta kolye Fenn'in en değerli eşyası oldu ve ona, Taita'nın Tılsımı adını verdi.

Daha güneye indikçe, askerler daha keyifli ve neşeli bir hal alıyordu. Taita bunda anormal bir yan olduğunu düşündü. Gittikleri yol, o büyük bataklıklar gibi veya Chima ülkesi gibi zor değildi, ama sonuçta evlerinden uzaktaydılar, yol hiç bitmiyordu ve koşullar çetindi. Bu kadar iyimser ve tasasız olmak için bir neden yoktu.

Günün ışıklan solarken, FennTe birlikte bir nehir göletinin kıyısında oturuyorlardı. Fenn, Taita'nın kil tablete çizmiş olduğu temel Tenmati | üçlüsüne çalışmaktaydı. Her biri, bir güç kelimesinin işaretiydi. Birleş* olarak kullanıldıklarında ise o kadar olağanüstü ve yüklü oluyorlardı $? I ancak onları almaya özenle hazırlanmış bir zihin tarafından güvenle sil dirilebilirlerdi. Taita, Fenn'in yanında oturmuş eğer birleşmenin şoku te

224
11. Yazıt

bir tepki yaratırsa onu kurtarmak üzere hazır bekliyordu. Suyun karşı tarafında, koyu kırmızı göğüslü devasa bir balıkçıl dolaşıyordu. Sonunda suya daldı, ama Fenn sembollere o kadar konsantre olmuştu ki kuşun sıçrattığı sulan ve sonra uzun siyah gagasında gümüş rengi bir balıkla kanat çırpıp yükseldiğini fark etmedi.

Taita da kendi duygulannı daha yakından analiz etmeye çalışıyordu. Kendi sevinçli halinin tek bir nedeni vardı: yanındaki çocuğa duyduğu sevgi ve bunun yarattığı mutluluk. Diğer yandan, her ikisi adına korkması için de zorlayıcı nedenler vardı. Kendisinin. Firavun'unu ve ülkesini korumak için yapması gereken kutsal bir görevi vardı. Herhangi bir planı olmadan, güçlü bir kötülük kaynağıyla karşılaşmaya gidiyordu, yağmacı bir leoparın karşısında yalnız bir tavşandı. Bütün koşullar ona karşıydı. O karşılaşmanın sonuçlannın kötü olacağı hemen hemen kesindi. Peki o zaman neden hiç o sonuçlan düşünmez gibiydi?

O zaman fark etti ki, bu basit muhakeme zincirini bile takip etmekte zorlanıyordu. Sanki yoluna kasten engeller konurmuş gibiydi. İçinden gelen güçlü bir dürtü, düşünmekten vazgeçmesini, duyduğu mutluluğun tadını çıkarmasını ve karşılaşacağı sorunlarla, önceden yapılmış tutarlı bir plana bağlı kalmadan, hemen o anda başa çıkma yeteneğine güvenmesini söylüyordu. Bu tehlikeli ve pervasız bir düşünme şekli, diye düşündü ve sanki bu bir şakaymış gibi yüksek sesle güldü.

O arada Fenn'in konsantrasyonunu bozmuştu: kız başını kaldırıp baktı ve kaşlarını çattı. "Ne oldu Taita?" dedi. "Sembol kat sayılarının rasyonel birleşimine yoğunlaşmışken dikkatimin dağılmasının tehlikeli olacağını söylemiştin."

Kızın sözleri Taita'yı bir anda kendine getirdi ve ne kadar kötü bir nata yapmış olduğunu fark etti. "Haklısın. Affet beni." Fenn yeniden kucağındaki kil tablete döndü. Taita da soruna odaklanmaya çalıştı, ama sorun yine sisli ve önemsiz kaldı. Taita hızla dudağını ısırdı ve kan çıktığını fark

225
F: 15


Wilbur Smith

etti. Duyduğu keskin acı kendine gelmesini sağlamıştı. Büyük bir çaba harcayarak konsantre oldu. Hatırlamak zorunda olduğu bir şey vardı. Yakalamaya çalıştı ama o bir gölge olarak kalmaya devam etti. Bir daha denedi ama yine yakalayamadı. Yanında Fenn kıpırdanıp içini çekti. Sonra kafasını kaldırıp Taita'ya baktı ve kil tableti kenara koydu. "Konsantre olamıyorum. Senin huzursuzluğunu hissedebiliyorum. Bir şey seni engelliyor." O içten yeşil gözlerini ona dikti ve sonra, "Onu şimdi görebiliyorum," diye fısıldadı. "Bu o, sudaki cadı." Çabucak boynundaki altını çıkardı ve avucuna aldı. İki eliyle birden tutuyordu. Taita da Lostris Tılsımı'nı çıkarıp kendi eline aldı. Sonra ellerini birbirlerinin eline değdirip korunma halkasını oluşturdular. Taita hemen hemen aynı anda o yabancı etkinin geri çekildiğini hissetti. Hatırlamakta zorlandığı sözler de bir anda aklma gelmişti. Demeter'in uyarısını hatırlamaya çalışıyordu: Seni şimdiden kötülüğü ile etkilemiştir. Büyüleriyle ve ayartmalarıyla seni bağlamıştır. Sonra sağduyunu da çarpıtacak. Çok geçmeden onun sahiden kötü olduğundan kuşkulanmaya başlayacaksın. Sana güzel, soylu ve herkes kadar erdemli görünür olacak. Seni ona karşı doldurdum diye asıl benim kötü olduğumu düşüneceksin. Bunlar olduğu zaman bizi bölmüş olacak ve ben yok olacağım. Sen de kendi rızanla, isteyerek teslim olacaksın. Böylece her ikimize karşı zafer kazanacak.

Taita, Eos'un zayıflatıcı etkisinden kurtulana dek koruyucu halkanın içinde kaldılar. Fenn'in gösterdiği desteğe hayran kalmıştı. Onun o yumuşak, minik ellerinden kendi çarpık ve boğum boğum ellerine akan gücü hissedebiliyordu. Bir ömre sığmayacak kadar çok şey paylaşmışlar ve birlikte duvarları mermer ve granitten ruhani bir kale yaratmışlardı.

Karanlık hızla çöktü ve havuzun üstü, yüzeydeki böceklere pike yapan yarasalarla doldu. Karşı kıyıda bir sırtlan acılı bir çığlık attı. Taita, Fenn'in elini bırakmadan ayağa kalkıp onu da kaldırdı ve kamp yerine döndüler.

Onları Meren karşıladı. Neşeli bir tavırla, "Sizi bulmak için bir ekip yolluyordum neredeyse," diye seslendi.

226
//. Yazıt

Daha sonra Taita, Meren ve subaylarıyla birlikte ateşin başına otur-• du- Onlar da neşeliydiler ve Taita uzaktan öteki adamların şakalarını ve kahkahalarını duyabiliyordu. Bir an için onları ayıltacak bir uyarı yapmayı düşündü, ama sonra vazgeçti: Onlar da Eos'un büyüleyici şarkısının etkisinde, ama bırakayım, gitmeye mecbur olduğumuz yolu böyle mutlu bir şekilde gitsinler. Ben sıkı durabildiğim sürece, onların da aklını başına getirmek için zamanım olacaktır.
Her gün, güneyin biraz daha derinlerine indiler ve Meren'le adamlarının kararlılığında hiçbir değişiklik olmadı. Bir gece kampın etrafına çit döşenirken Taita, Meren'i kenara çekip, "Adamlarının moralini yüksek tutmak için ne yapıyorsun?" diye sordu. "Bence dayanma güçlerinin sonuna geldiler, Asuvan'a, evlerine dönmek istiyorlar. Yakında bir isyanla karşılaşabiliriz." Bunlan onu sınamak için söylüyordu, ama Meren öfkelenmişti.

"Onlar benim adamlarım ve hepsini gayet iyi tanıyorum. Belli ki, sen tanıyamamışsın Büyücü. Ne başlarında isyankâr bir saç teli var ne de ciğerlerindeki havada. Sözlerine benim kadar bağlılar."

Taita, "Bağışla beni, Meren. Senden nasıl kuşku duyabildim?" diye mırıldandı, ama Meren'in boğazından cadının sesinin yankılarının yükseldiğini duymuştu. Kendini, bu kadar sorunun üstüne bir de asık suratlarla ve huysuzluklarla uğraşmama gerek yok neyse ki, diyerek avuttu, bu Eos işimi kolaylaştırıyor.

O sırada Fenn kamptan koşarak fırladı, bir yandan da, "Büyücü! Tarta! Çabuk gel!" diye bağırıyordu, "Lı-To-Liti'nin bebeği dışarı fırladı ve ben tekrar içeri itemiyorum!"

"Bir an önce gelip o zavallı yavruyu senin elinden kurtarmalıyım," d»yenTaiîa ayağa fırladı ve Fenn'le birlikte kampa koştu. Taita, Shilluk kı-

227
Wilbur Smith

zının yanına çöküp onu yatıştırırken doğum çabucak oluverdi. Fenn bu süreci dehşet içinde izlemişti. Li-To-Liti'nin her haykırışında o da yerinden zıplıyordu. Kasılmalar arasında kız soluk soluğa, ter içinde yatarken, "Artık hiç de eğlenceli bir spor gibi görünmüyor," dedi. "Seninle ikimizin bu işle uğraşmasına hiç gerek yok bence."

Gece yansı olmadan, Li-To-Liti tepesinde bir tutam kara, kıvırcık saçı olan, amber rengi bir oğlan doğurmuştu. Tarta'ya göre, çocuğun gelişi, bu acı yolda yitirdikleri diğer genç hayatların telafisiydi. Hepsi babayla birlikte sevindiler.

Adamlar birbirlerine, "Bu iyi bir kehanet," diyordu. "Tanrılar bize gülümsedi. Artık seferimiz mutlaka başarılı olacak."

Taita danışmak için Nakonto'yu buldu. "Halkının âdeti nasıldır? Kadın yola devam etmeden önce ne kadar dinlenmeli?"

"İlk karım davarlarımızı yeni bir otlağa götürürken doğurmuştu. Suları geldiğinde öğleni geçiyordu. Yolun kenarında işlerini görsünler diye anasıyla ikisini orada bıraktım. Hava kararmadan bana yetiştiler, bu da iyi oldu çünkü etrafta aslanlar vardı."

"Sizin kadınlarınız güçlüymüş," dedi Taita.

Nakonto hafifçe şaşırmış gibiydi. "E onlar Shilluk," dedi.

Taita, "Bu da durumu açıklıyor," diyerek ona hak verdi.

Ertesi sabah Li-To-Liti, bebeğini, kendisinin eğilmesine gerek kalmadan meme emebilecek şekilde kucağına bağladı ve şafakla birlikte erkeğinin peşinden yola koyuldu.

Sulak, otlak bir arazide yola devem ettiler. Kumlu toprak hayvanların ayaklarının altında esnekti. Taita hafif yaralan ve rahatsızlıklan merhemiy-le tedavi ettiği için durumlan iyiydi. Etrafta sonsuz antilop ve bufalo sürüleri olduğu için et.sıkıntısı hiç çekmiyorlardı. Günler birbiri ardına sorunsuz geçip gidiyordu. Önlerinde fersah fersah açık arazi uzanmaktaydı.

Sonunda, karşıki puslu mavi ufukta dik yamaçlı tepeler göründü. Sonraki günlerde görüntü giderek büyüdü ve gökyüzünün yansım kaplar

228
11. Yazıt

hale geldi, Nil'in aktığı sarp geçidi görebiliyorlardı. Dağlan aşmak için en rahat geçidin orası olduğunu bildiklerinden, doğruca o geçide yöneldiler. Yaklaştıkça sık ormanlarla kaplı yamaçları ve üzerlerindeki fil yollarını görebiliyorlardı. Nihayet Meren daha fazla dayanamadı. Ağır ilerleyen ana birlikten ayrılıp küçük bir keşif kolu kurdu. Doğal olarak, Taita'nın yanında at süren Fenn de onlarla geldi. Nehrin aktığı boğaza girip fil yolundan yamacın zirvesine doğru tırmanmaya başladılar. Nakonto ileri fırlayıp yeri incelemek için diz çöktüğünde yarı yola ancak gelmişlerdi.


Yüklə 2,28 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   47




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin