Yeniden başlayabilseydim İlkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım. Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla. Bilinmeyen yollar keşfeder, güzelin tadına varır, Çocuklarla oynardım, bir şansım olsaydı, eğer. Ama işte 85’indeyim ve biliyorum. Ölüyorum.... Demiş “Jorge Luis Borges-Arjantin 1899-1986)
Aklıma birden bire başka bir şiir cızıktırmak geldi. Hayırdır herhal. Cızıktıralım bakalım.
Sen yıllarla yaşlanıp da akıllanmayan çocuk
Her akşam üstü yüreğin altın sarısı
Sıkılıp da bırakılmış bir limon kabuğu.
Nereden başlasan geleceğin nokta yenilgi..
Sen gidersen bu şehirden git, her şeyler gitsin
Atıver başka vakitleri, yıllar ve aylar gitsin...
Hoşça kal ayak izim, serseri dar sokaklarda,
Hoşça kal!....
Hoşça kal çaldığım ıslık, söylediğim türkü,
Hoşça kal, dolunayın altında, kestane ağaçlarına
Kazıdığım şey.
Bir gün gelecek, bu gün de bir anı olacak.
Bu kelepir yürek, bu sevda nasılsa
Gideceğim bu şehri, bu yağmuru, dalgaları
Martıları, kavgaları, bu kederi size bırakarak
Çıkıp gideceğim bir gün bu şehrin
En acılı yerinden
Çıkıp gideceğim bu şehrin
Ayvasıl köyündeki dalından koparıp
dalgalara baktığım
Böğürtlenlerin ya da fındık dallarının
ucundan belki....
Yeni kimlikler edineceğim yeni...
Uykusuz gecelerimde
Yalnız martılar dinleyecek, bir de yosunlar beni
Çıkıp gideceğim bir gün bu şehrin
En acılı yerinden
..................
Ne çıkar bazıları beni anlamasa da
Evet, ne çıkar beni anlamasa da ne çıkar
Hiçbir Şey!...
Ben kimim, kime anlatıyorum,
neyi anlatıyorum ayrıca
Neyim ben, bu olanlar ne, ya kimdir
tüketen isteklerimi.
Tüketen kim. Hani bir yarışın sonuna varmış gibi
Hani görmeden daha, sezmeden her şeyin bittiğini
Ama ne zaman saçları kurularken
çok eski bir alışkanlıkla
Çökerken üstümüze bir sözün,
bir duygunun o sebepsiz
İnceliği...
Ansızın bir ürperişle: bitti mi,
Her şey bitti mi
Yoo, hayır!. Öyleyse kimdir tüketen isteklerimi
Bir rüzgar, duyulup binlercesi birden bir rüzgar
Bırakıp beni bir kenara, bir uzağa,
ya da bir boşluğa bırakır gibi.
ve ben ki hazırımdır bir süre unutulmaya
Ama hep sorulur gibidir benden:
Ben şimdi ne yapsam acaba..
Ben şimdi ne yapsam,
ben işte ne yapsam kaç kere yalnız
Kaç kere yalnız, ama kaç kere yalnız,
gene kaç kere insan olmalarımla...
Peki şimdi götürsene beni öğleden sonra
Balkona çıksak ya...
Çıkamıyorum. Peki şimdi kim var orada.
Hiç kimse mi!...
Ne kadarcık bir fark var benimle,
bizimle bütün insanlar arasında.
Bira sıcakladı.. Hadisene, yudumlasana...
Desem ben bağıra bağıra...
Kim duyar sesimi, kim duyar.
Duymasa daha iyi aslında..
Dalgalar, rüzgarlar, martılar darılır sonra...
Onlar duyar sesimi kimse duymasa da....
Sonra günlerden bir gün...
Salakça bir gün belki de
Sanki bir gölgeye geldik; yorulduk, acıktık,
susadık biraz
Ve doyduk, ve içtik, ayıldık bir anlamda
Ayıldık ve sorduk, baktık ki hep
rüzgarlara karışmış sesimiz.
Şimdi rüzgarlar söylüyor o yerlerde şarkımızı...
Ne çıkar şimdi. Kimseler bizi anlamasa da!...
Evet söyleyin ne çıkar...
Yani biz kaç sesli bir evrende kaç kere yalnız.
Ne ölmek, ne anımsamak! Sadece yaşamakla.
Tam öyle gibi... Demeyin: eh,
biraz yorulduk artık....
Öyleyse mola verdik anılara...
Yani şimdi biz ne yapsak acaba...
Biz şimdi ne yapsak, biz işte biraz
bilmiyoruz da...
Diyoruz. Yaşasak çıkmazları, her şey
anı olsa...
Zaten öyle de oldu... Biliyorsun...
Rüzgarın söylediği şarkılardan belli...
Çünkü yıkılmıştır çoktan, Gülyalı’ da...
Ama kimse duymadım diyemez
bizim şarkımızı.
Rüzgar bile!...
İşte hayat böyle dostum;
Ağzımın tadı yoksa, hasta gibiysem
Boğazımda düğümleniyorsa lokma,
Buluttan nem kapıyorsam, vara yoğa
Alınıyorsam, geçimsiz ve işgilli.
Yüzüm öfkeden karaya çalıyorsa
Denize bile iştahsız bakıyorsam
Hep bu boyu devrülesi bozuk düzen,
Bu darağacı suratlı toplum....
-
YETER BU KADAR SICAĞIN ALTINDA NASİHAT
|
Deli gibiyim yemin olsun. Sorsalar kendimi tanımlayamam. Kimim, neyim, neredeyim, ne işe yararım? Yaramıyorsan, neden? Yarıyorsam, hani? Yanıtım yok. Oysa Doğa dünkü gibi. Sevgilim mi var ki boynu bükük bir menekşe, al yanaklı bir diri gül, kokusuz bir karanfil, bir ak papatya diye nitelemeler yapayım... Nicedir bir dost eli değmedi omuzuma. Yanağıma sıcak bir öpücük, elime sertçe bir toka düşmedi. Özledim kucaklaşmaların her türlüsünü, bıktım üç adım önde yürümelerden. Kimsenin kimseye selamı kalmadı zaten.. Kimse başını kaldırmıyor önünden. Herkes bir şeylerin peşinde, ama neyin? Herkesin bir tasarımı var, ama ne? Nerden bileyim! Aş, iş, kaçış, arayış.....hepsi olabilir, hepsine bölünmüş olabilir yürekler.
Yo, hayır, ağlamıyorum. İç de çekmiyorum. Kimi yapınmaları
gizli tutmayı iyice sokmuşum beynimin içine. Bir kadına açık seçik “güzel” diyemem. Biraz yakınlaşsan anamı belliyorlar çünkü... İnsanlardan eskisinden daha çok korkuyorum şimdilerde. Başım dönüyor. Bir irkilsem düşebilirim; öyle bir yerdeyim; Önümde ve tepemde salt mavilik. Yeşilin her tonunu almışım arkama.. İkisi de öylesine engin, öylesine deli dolu, uçarı ve uçsuz bucaksız.... öylesine tanık ki yaşadıklarıma. Beklemekten, düşünmekten, ürkmekten iyice bitkinim. Öfkemle yumruk yumruğa, sorunlarımla iç içe, ama mertçe ve yiğitçe... Korkuyorum. Gereksizliğine inanmama karşın, öyleyim nedense.. Öfkem benden kopup bana yapışıyor düşündükçe. Parmaklarım saçlarımı yolacak sanki. Etimi tırnaklarımla koparacak gibiyim. Kendimi yesem mi, başkalarına mı yedirsem, yoksa... Başım ellerimin arasında ağırlaşıyor, başımı kaldıramıyorum. Dirseklerim demirden acıkmış. Sağ kolum odun gibi, dilim dişlerime tutsak. Yüreğim küt-küt de küt küt. Gitmeliyim. Gidip bir yerlere gizlemeliyim kendimi. “Ah”la başlayan iç çekişlerimin sessiz, boğuk, bastırılmış “of of”lara dönüşümünü dinlemeliyim. Başka seçeneğim kalmadı zaten. Ilık bir yel, taze bir balık kokusunu burnuma tutup çekiyor sanki. Acıkmışım. Taze balığı nereden bulayım. Ben en iyisi yine karnıyarık yiyeyim. Bir de soğuk su içeyim. Sonra mı? Sonrası canın çekiyorsa yap kendine bir demli çay. Yanında başka bir şey olmasın varsın.
-
Otobüslerde, restoranlarda ve her yerde, hamile ve yaşlı olmayan kadınlara yer vermek konusunda bilinen bir kanun hükmü ya da kural yoktur. Ayrıca, kadınların erkeklerden daha çabuk yorulduğu fikri bilimsellikten uzaktır.
Kadınların sigarasını yakma hastalığından hemen vaz geçilmelidir. Kadınların, zeka ve genel yetenek açısından bunu yapabildikleri saptanmış olup, kurulması hedeflenen iyi ilişkileri eşitsiz inşa etmekten başka bir işe yaramaz. Ayrıca, sigara kadın ve erkek sağlığına eşit miktarda zararlıdır.
Kadınların da erkekler kadar ıslandığı da bilimsel araştırmaların müspet sonuçları arasındadır. Bu yüzden, yağmur yağarken, onlara ceket vermek, salakça bir davranıştır.
-
DEMOKRASİ GÜNEŞTE
YAŞAYABİLİR Mİ?
|
Demokrasi güneşte yaşayabilir mi? Yaşayamaz; iki saatte kavrulur, it dalaşmış inek iskeletine döner... O ancak gölgede yaşar, boy verir, serpilir.... İyi aşılar, iyi tohumlarsan meyveye de durur.
İşte.... Bu nedenle .... Bizim gibi, güneşi fazla, gölgesi az ülkelerde, demokrasiyi kollayıp korumakla; gerektiğinde kurtarmakla görevli olanlar; yine gerektiğinde, demokrasiyi uygun bi gölgeye çekiverirler. Ve o gölgede, serin serin, biraz da derin derin, demokrasiye “gerekeni” yaparlar.
Önce söze gayet ciddi başlamak lazım diye düşünüyorum. Gerçekten bu yaşanası hayat ciddi olanları başka türlü kucaklıyor. Belki de yanılıyorum ne bileyim. İçimden geldi söyledim. Neyse...
-
Biri gelse, dese;
Tarih, coğrafya, hendese.
Biri giderken sese,
Seslere bir ses verse.
Biri de kalsa, yerinde,
Kendisi olsa yer yerin de.
Bir başkası olsa, yerinde
Kalksa dese: kim kimin neresinde.
Biri de yerinden dese;
Son verelim bu derse.
Daha işin başındayız. Başlamadan derse son verilir mi lan? Üstelik şiiri de sağa yatık yazmıştın. Olacak iş değil yahu... Şiir de şiir olsa. Ben bir şey anlamadım. Sen de anlayamadıysan boşver be .... “Hıkkıdık duttu beni, duttu da guruttu beni” Bunları Kibariye mi söylüyor? Ne bileyim ben. Günümüzün son örnekleri bunlar. Başkaca örnekleri de yok. Bir örneği olsa elimde ben sana o kazağın aynısını yapmaz mıyım aslanın goçu. Yaparım niye yapmayayım yaparım bilirsin.
Günlerden bir gün..... Bir amaçla yaşananlardan değil. Ne anneler günü, ne babalar günü, ne bahar bayramı, ne zafer bayramı, Salakça bir gün işte. Sıcak bir gün. Sıcaktan boğuluyorum. Şimdi denizde olmak isterdim. Boğularak öleceğimi bilsem bile... Boğularak ölmek ne kötüdür değil mi? Hele bir kaşık suda boğulmayı becerebilirsen. Bir kaşık suda boğulunur mu dersin? Ne bileyim ben. Ben ölmeden gülmek istiyorum. Doyasıya gülmek, gülmekten ölmek değil. Gülmekten ölmüyorum. Ölemiyorum. Herkes nasıl gülmekten ölüyor? Vallahi anlamıyorum. Ölüp ölüp diriliyor gülmekten. Güldürmüyor hiçbir şey beni. Sadece gülümsemek, yalan olduğunu bile bile. Gülmekten öldük diyenleri toplu mezarlığa mı gömerler acaba? Gülmekten ölen olmuş mudur ki? Yok canım ölürken gülenler belki ama? Sanmam olur mu? Olur mu olur Niye olmasın burası Türkiye....
Dam üstünde Saksağan. Vur beline küreği. Ulan kürek nereden çıktı? Mikdir et. Zaman su gibi akıp gidiyor. Bir saniye daha geçiyor, bir saniye daha, bir saniye daha... Hâlâ bir baltaya sap olamadım.. Olamadım dediğime bakmayın, olamadık, milletçe... Kaç tane vardır ki ülkemizde bir baltaya sap olabilen insan.. Bırakın ülkemizi dünyada var mıdır hiçbir baltaya sap olan insan. Ne kadar saçma; sen bir köpekken öl, reenkarnasyon sonucu ola ola baltaya sap ol. Adama gülerler, hem de hiç diş göstermeden. Hem neden ölüp de yeniden dünyaya geliyoruz ki.. Eskiler gibi dolu dolu yaşamak varken. Eskiler olayları dolu dolu yaşıyorlarmış. Onların zamanında dolu yağmıyor muydu? Tabii ki yağıyordu. Hem de dolu dolu...
Bana bak, böyle durmadan soru sormaktan vazgeç! Sadede gel sadede. Sadet de nerden çıktı? Sonuca desene şuna. Sonuç: Sonuç monuç yok. Sonuç olabilir ama monuç asla olmayacak.
Aklıma saçma saçma şeyler geliyor. Kurtulamıyorum. Ne yapsam acaba. Söyleyeyim anasını satiim..
Doğar doğmaz anasından çocuğun ciğerlerine hava giriyor ve ağlamaya başlıyor. Demek ki, dünyanın havası biraz da uzun hava. Kafama talih kuşu zıçtı. Alem allem oldu gallem oldu. Sonda maden dünyanın malı dünyada kalıyor. O zaman uzaydaki uydular ne oldu. Ya da ne olacak? Dünyada yapılıyor da.
Geç bunları bir kalem. Nereye geçeyim. Neden iki kalem değil? Boşver be.. Sabah sabah saçmalama dedim kendi kendime. Gene uyandık. Bakalım bugün nasıl geçecek? Gün nasıl geçer ki zaten.. Neyse.. Yüzümü yıkadım.. Çay demlemeye başladım. Çay demlenince yaktım avanak otunu. Bir de demli çay oooh! Gel keyfim gel. Gelmiyo. Nedense. Hep değişik şeyler düşünüyorum. Yahu!... düşünüyorum da biz neyiz? Sanki biz biraz atık kağıdız. Sanki kesekağıdı. Bazen birilerimiz, birilerimizden ayrılıyoruz. Bazan ayrılan birilerimiz, dönüyor, dolaşıyor aynı yere geliyoruz. Sonra hiçbir şeyi tam vakti zamanında ve rahatça yaşayamadığımızı farkediyor, çok tıfıl sevinçler için bile çok möhim bedeller ödediğimizi görüyor, içimizden bir şeyler yapmak istemiyoruz.
Sanki biraz son sigarayız. Sanki kül tablasıyız değil mi? Ben de biraz bunuyor muyum ne? Yok canım biraz da doğru değil mi? Sen kimsin? Ben kimim? Biz biraz birbirimize bazen çok yakın, bazen uzak oluyoruz değil mi? Sanki biraz aralık ayının son günüyüz. Doğduğumuzdan bu yana çok mu zaman geçti. Ne dersin? Sanki her şeye biraz mola vermiş gibiyiz değil mi!... Sanki bizler bir detayız. Bizler sanki bir on dakika arayız.
Sanki biraz teneffüse çıkmışız. Teneffüs bitmiş yaşıyoruz! Yaşıyoruz. Herşeyi erteleyebiliriz. Sevgiler devamlı yaşar. İçimizde duyarız. Çıkmamış candan umut kesilmez.
Yahu bu hayattan mevzuu bahis ederken konuyu dipsiz kuyu gibi biraz derinleştirelim mi: Yaşamak yaratığı denen dipsiz kuyuya gidelim.... Gidelim değil mi? Hadi gidelim. Biraz da şeker ezelim. Haydi güzelim: (Zırvaladın gari...) Gireceksen gir şu yaşamak yaratığına....
Oh bee... sıkmaya başladıydı...
Kim ulan bu yaşamak yaratığı.. acap kim ola ki? Bizden önce var mıydı ki acep? Yoksa bizden önce uyuyordu da şimdi mi uyandı ki!
Elimizde avucumuzda ne varsa, düşümüzden pardon! Dişimizden tırnağımızdan ne artırıyorsak hevesle ona veriyoruz. Biz besliyoruz bu yaşama yaratığını.
Çok tatlı olsa da, domuza benziyor, bu yaşamak yaratığı,... Çıkardığını yiyor, yediğini çıkarıyor. Nasıl iğrenmiyor. Nasıl bıkıp-usanmıyor, nasıl hazmediyor. Bazen genzine mi kaçıyoruz. Çünkü tıksırıyor. Bazen gaz mı çıkarıyor, çünkü rahatlıyor.
Şu malum insan halimizle, türlü mânâlar yüklüyoruz, bin bir türlü hallerine... nereden gelir, nereye gider, bilemiyoruz. Bizden memnun mu, yoksa memsuz mu.. soramıyoruz. Bizi seviyor mu.... .bizden ne istiyor... bilemiyoruz. Soramıyoruz. Biz
atta’lı köye! (eskiden tahtalı köy diyorlardı bu köye) gidene kadar, “ustam öldü, ben satarım’”ı oynuyoruz. Bu yaşamak yaratığı hepimize başka başka davranıyor. Eşşoğlusu!... kimimize bal şeker davranıyor... kimimize naneruhu, kimimize dereotu muamelesi.... bazen arkamıza geçip iki puan aldığı da oluyor.
Bu yaşamak yaratığını çok sevmemize rağmen, bazen bizi terkediyor, bizi kör dünyalarda, merdivensiz bırakıyor da basamakları amuda kalksak bile çıkamıyoruz. Ayıp be ayıp... delikanlılığı sığar mı, yoksa sen delikanlı değil misin....
Yaşamak denilen, bu garip yaratık, binmiş dünya denilen, futbol topu gibi garip bir zelzele ve zirzop gezegene... ha babam, de babam, dönüp duruyor... derdi ne, bilmiyoruz... yakacak zammı alıyor mu, sosyal güvencesi var mı, temininde güçlük zammı alıyor mu... dönünce eline ne geçiyor. Manyak mı yoksa... bilemiyoruz.. soramıyoruz..
Bizsiz daha mutlu, daha sağlıklı, oysa.. mutlu ve sağlıklı olmak da, bizim uydurduğumuz tuhaflıklardan yani. Yani biz mücadele etmeyince, kurcalamayınca, kendi kendisini tedavi edebiliyor... biz ona hep zarar veriyoruz. Biz onun dengesiyle oynuyoruz. Biz, bunu niye yapıyoruz. Doğuştan mı böyleyiz, yoksa sonradan mı böyle olduk. Bulamıyoruz. O da bizi adam yerine koyup, bir iki kullanma kılavuzu vermiyor. Onun için bazan en sevdiklerimizi bile anlamıyoruz. Belki bize klavuz veriyor!..
Garip dünya, gavanoz dipli dünya, kahrolası dünya işte. Bilim adamları, türlü bahane ve malzemeler uyduruyorlar... sanatçılar, çeşitli şarlatanlıklar yapıyorlar.
Bir de bu dünyada Halk adı verilen (ahali de denir) insan toplulukları var. Aslında bu halk bir figüran işte... sen istersen kabul etme... Onlar bu yaşamak yaratığını sahiplenme oyununda çok fena kullanılıyorlar. Çabuk inanıyorlar. Ne desen fayda etmiyor onlara bazen. Pek fazla değişmiyorlar. Hamsinin boyu yarım metre olmadığı gibi. Bu yaşamak yaratığını halk garip garip (iki kere garip) durumlara ve dramlara sokuyorlar.... Trajedi ile komedinin tarhana çorbası gibi yani... Fiş hep onlara çıkıyor.
Niye bu yaşama yaratığının ilahi adaleti yok... En kötü ömür parazitlerini kendisini sevenlere veriyor hep... Niye lan! Dür... pardon Dürdane..
Bir de ölme yaratığı var.. Fani dünya diye bu yaşama yaratığına diyorlar ya. Birde Na-fani!... yani ölmeme yaratığı var... Na-fani dünyaya gittin mi bir kez daha ölme yaratığı yok orada. Hep yaşama yaratığı... Gız olanı Cennet, oğlan olanı cehennem. Belki de öyle değildir! Ne bileyim. Daha görmedim ki. Şimdi yaşama yaratığıyla hemşehrim oluyoruz. Tüm olup biten nasıl olacak? Senedin vadesi gelince göreceğiz. Hepimiz. Göreceğiz işte...
Biz yaşama yaratığıyla hayatlaşmak istiyoruz. Bizi duyuyorsa bu yaratık ve bizi seviyorsa, üç kere masaya vursun.. Ya da yeni bir garson göndersin de hesabı ödeyeceğim. Garnım doydu biraz... ha... diyoruz... biz, bu yaşama yaratığının hemşehrisiyiz...veya mümkünse, bundan sonra acılardan, zulümlerden, biraz indirim yapsın... bir kere de bizi dinlesin.. eşşoğlusu, biraz da delikanlı olsun da ben de eşşoğlu demeyeyim ona... delikanlı olsun .... tepemi attırmasın!... yeterince attı zaten... Haksız mıyım yani... Sen de hak ver okuyan... ya da kös dinlemiş gibi dinleyen... tuhaf değil mi sizce de... sanki biraz çocuktuk... top oynadık acıktık, biraz garnıyarık yedik.. Gazoz içtik. Terli terli. Terlik bile giydik bazan... aç kaldığımız çok oldu. Bazen kilo verdik... Bazen her olur olmazı yedik, şiştik kilo aldık... sonra rehavet çöktü... Biraz biraz kestirdik. Uyuduk. Uyuduk da büyüdük, büyüdük de yürüdük. Sonra okullu olduk, sınıfları doldurduk. Sonacığıma bir baktık uyanmışız, ölmüşüz. Tırtılın ömrü kadar gülmüşüz. İşte öyle bir şey... neymiş işte... tırtılın ömrü kadar gülmüşüz.. düşmüşüz...
Sonuçta hayatı sevenleri, insanlar sevmiyor mu ne!... İnsanları sevenleri, hayat sevmiyor mu ne!... bölük yamalak, pörçük, yarım.. insan kendisini ölünce mi sevecek ne!... nasıl olacak bu işler... tuhaf değil mi ... Yoksa bu olanlar bir rüya mı.. Sen ne diyon bu işe... Neyse canım sıkıldı.. Daha ölmedim. Bir garnıyarık canım çekti ki sorma...
Gızmıyon değil mi arkadaş.... Laf işte ileri geri gidiyor, geliyor. Bir ileri, iki geri, belki de tersi. Laf ola, lafın canı sıkıla....
Her yazı benim dikkatimi dağıtıyor. Elimde değil yazılara kafam takılıyor. Bindim minibüse. Dikkat edin bindim diyorum. Önce binilir. Sonra inilir. Yanlış mı!
Oturdum boş bir koltuğa “İndi-Bindi ... TL) Hayret vallaha. Binmeden inilir mi yahu? Yaşasın “Bindi-İndi” Kahrolsun İndinin Bindi üzerindeki baskısı. Hayret valla. Bindiğim dolmuştan indim. Göz açıp kapayıncaya kadar bir sigara yaktım. Lafa bak lafa. Ulan göz zaten açık. O halde açık göz önce kapanır sonra yine açılır. Dürzü!.. Göz kapayıp açıncaya kadar demeli bu lafı. Değil mi Hemşerim! Ulan ben seni tanımıyorum bile. Benim nereli olduğumu biliyon mu? Nereden hemşehri oluyoruz Eş... Eşrefpaşalı.
Enflasyon düşer mi abisi.. Düşer mi, düşmez mi ben ne bileyim. Belki düşer. Düşerse yine kalkar. Düşmez kalkmaz bir Allah. Enflasyon boktan bir lağım çukuruna (ki genelde lağım çukurları boktan başka bir şey ihtiva etmez) düşmeye benzer oğlum. Düştün mü bu çukura zor kalkarsın bi daha.
Para nedir diye hiç düşündünüz mü? Düşünme düşünme. Para günlük ihtiyaç biletidir oğlum. Hayat kağıdıdır. Geçer bokçadır.
Ya bu millet meclisi nedir? Sen söyleme sakın. Mümkünatı yok ben diyecem: “Meclis, milletin vekillerinin milletleri adına toplu osurma eylemleri yaptıkları umumi binadır)
Ya bu gavanoz dibli dünya nedir ki? Ne olacak! İnsanların genel piknik ve mesire yeri. Damsız girilir. Dam gerekmez (bildiğin dam değil köylu oğlu) Ama damsız çıkılıp gidilir. Nereye mi? Ben de bilmiyorum ki. Dünyada insanlar mutlu mu yaşayıp çıkarlar bu piknik yerinden acep. Nerdeee...... Mutluluk
görece bir kavramdır. (sözlüğe bakma yazıktır sana acırım. Görece kişiye göre değişen demektir) Sen duy da inanma. Mutluluğu gören var mı ki. Osturuk gibi laflar ediyon be. Osturuk da ne ki (sözlüğe bakma oğlum, osturuk dötün lav çıkarması ve de doğal kıç parfümü olduğundan naşı sözlüğe koymamışlar, dışarıya salıvermişler)
Ya bu Erkek milleti! Nedir biliyon mu! Bilmiyon ellaham. Erkekler hayatın abisidir. Bağlamayla yol gösteren salaklardır. Kendileri adres bilmezler.
Yine canım sıkıldı, söylenenleri düşündüm. Yine canım sıkıldı. Hep benim mi canım sıkılacak. Biraz da senin canın sıkılsın eş.. eşrefpaşalı.
Lafa bak lafa:
Günün anlam ve önemini biz eğitimciler diğer eğitimcilerden az mı dinledik. Hem de Bulam Bulam! Ne bulamı lan? Buram buram. Hayatın anlamı bir gün yeniden kendinde gücü bulup da “günün anlam ve önemi”ni dövebilir mi? Laf işte... Eline yıllarca sadece meşale tutturulan gençlerimize, tutacakları bir meşgale bulunsaydı acaba daha doğru olmaz mıydı? A dür... dürdane.
Ben bunu bilir bunu söylerim arkadaş sözleri bilgisi kıt laf eden bir insanın alfabesi gibi değil midir arkadaş?
Tam bu sırada! Ne sırası lan? Okul mu açıldı. Lan yok oğlum radyo çalıyo! Özlem Tekin söylüyo! “Çok üzgünüm istemeden / Seni dün gece aldattım / Kim olduğu mühim değil / Sana bağlanmaktan kaçtım / Çok üzgünün istemeden /Bir bakışa aldandım.. “ Sona Memleket kurtuldu arkadaş. Laf işte.
Takma kafanı oğlum. Hayat bu geçiyor işte. Ha öyle ha Böyle! Hem zaten hayat dediğin sayılı gün bu ülkede, çabuk geçer üzülme!
Geçelim bu konuyu. Bir dahaki sefere. Çık len aradan geyik muhabbetçisi.
Ben ciddi şeyler konuşacağım. Hem ciddiyeti muhafaza etmek gerekli değil mi? İşte ciddi bir araştırma:
“Amerikalı genetik uzmanlarının 10 yıl süren araştırması sonucunda mutluluğun dış etkenlere değil, taşıdığımız genlere bağlı” olduğu ortaya çıkmış. Pekiii.. doğuştan var olan bir takım genler mutluluğumuzu belirtiyorsa yengenler bu akşam size oturmaya gelebilir mi? Neler oluyor hayatta. Sen bana mutluluğun genetiğini yapabilir misin a Hayrettin! Ah hayat ah!... Şurda geçip giderken bunu yapmayacaktın bize. Unutmayın nasıl olsa o genler de “yengen” olur bir gün bizim elimizde!...
-
Dostları ilə paylaş: |