Yaşar Kemal Demirciler Çarşısı Cinayeti



Yüklə 2,2 Mb.
səhifə13/43
tarix26.10.2017
ölçüsü2,2 Mb.
#14113
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   43

«Bırakın döğüşsünler oğlum. Bu işin bitmesini istiyorsanız,

bırakın döğüşsünler. Bırakın oğlum. Üstüne varırsanız, onlar bilirse ki her an koca bir Çukurova durmadan kendilerini konuşuyor, onlarla ilgileniyor, hiç vazgeçmezler öldürmekten. Hiç oralı olmayın, onlar kendiliklerinden bitirirler bu işi. Ben gidemem onlara. Onlar bin yıldır delirmişler. Delidir onlar. Delidir yavrum. Ben yakından bilirim onları. Hiç mi hiç akıl yok onlarda. Salt gösteriş. Gösteriş için öldürürler biribirlerini. Öldürsünler. Öldürsünler biribirlerini. Ya yorulur usanırlar, yâ da tükenirler. Bırakın yakalarını. Ben gidemem onlara. Onlar benim ayağımın tırnağına kurban olsunlar. Siz de daha fazla kışkırtmayın bu değersiz adamları, sümsükleri. Bok herifler.»

Yüzünü buruşturdu, kırış kırış, bir tiksinti geldi oturdu gözlerine, bir küçümseme: «Hadi sen de, siktirol başımdan. Hadi sen de... Kışkırtmayın onları, barıştırmağa gidip de...» Elini sinek kovar gibi salladı. «Hadi sen de siktirol başımdan.»

Süleyman Sami soludu. Uzun boynu daha uzadı. Boyun damarları şişti. Kuşlar gibi, bir gözünü yere çevirerek, küçücük, ak

190


na oıuıuş, enen tıtrıyen, ellen kuşlar gibi çırpınan yaşlı adama baktı baktı, boynunu kıvırdı:

«Var şükret yaşlılığına.» dedi. «Biz de seni...» «Mendebur!» diye gürledi Veli Hasan. «Seni işe yaramaz, bes para etmez, aşağılık herif... Sen gösteriş yapacak, kendini millete göstermek için, adam sayılmak için, Süleyman da varmış desinler diye... Yoksun ulan, yoksun! At sineğinden adam olur mu? Yoksun ulan... At sineği at sineğidir, ne yaparsa yapsın, yaşadığı yer bellidir. Haydi git karşımdan, elimi sinek kanına bulama...»

Süleyman Sami hem koşarcana, adımlarını bir uçtan bir uca uzatarak, boynunu sundurmuş yaylanarak oradan uzaklaşırken durmadan boynunu döndürüyordu, iri öküz gözleri dışarı fırlamış şaşkınlık içindeydi, kızıyordu:

«Vay ananı avradını kocamış köpek,» diyordu. «Vay ki vay ananı avradını. Vay ki vay...»

Barışma işlerini şimdiye kadar hep Süleyman Sami yürütmüştü. Böyle işler de hep onun işiydi. Şu dünyada herkesin bir işi vardı, onun da işi insanlığın pürüzlerini, aykırılıklarını düzeltmekti. Çok işler vardı yaşayışımızda insanlığa aykırı. Bu aykırılıkları düzeltecek bir kişi olmamalı mı? Bunca yıl böyle işlerin başım, çekerdi, şu kocamış, tir tir yaşlı koca kadar kimse onu böylesine aşağılamamıştı.

«Ben de vazgeçerim, öldürsünler biribirlerini. Öldürsünler! Vahşetmiş, olsun, insanlık dışıymış olsun. Bana ne. Babamın oğlu değiller ya! Zaten bilinmeyen bir zamandan bu yana biribirlerini öldürüyorlar, tükeninceye kadar öldürsünler. Ulan, kapı kapı dolaşıp ağız kokusu dinlediğimiz yetmiyor gibi! Vazgeçtim ulan kocamış köpek. Vazgeçtim işte.»

Çarşının ucundaki ulu çınar ağacının altında durmuş, çenesini sağ avucuna almış, içi alıp alıp veriyordu. Uzundu, upuzun karartısı çınarın alt dallarına kadar varıyordu. Bükülmüş beliy-'e. bir yay gibi... Yumulmuş, bir çizgi olmuş gözleriyle. Sıkı sı-frya kapanmış dudaklarıyla. Sol elini arada bir öne arkaya çır-

191


il

pıyordu. Vazgeçersem ne olacaK yam. nt >^^~~, _________

biribirlerini. Kim kazanacak, kim yitirecek bu işten? Vatanımız yitirecek. Ben kendimi göstermek için yapıyormuşum! işsizliğimden, güçsüzlüğümden yapıyormuşum. Mademki hiç bir işe yaramıyor yaptığım, ben de vazgeçtim.

Abdülhalik Efendi, tapucu. Cin gibi. Abdülhalik Araş. Bakan soyu. Gümüşlü bastonu. Uzun uzun bir adam. Çok lügat kullanır. Ne dediğini kolay anlayamazsın. Ya Veli Hasan Ağa, sen Ağa olmadan önce tapucu Abdülhalik Beyin evine odun taşırdın. Bir de Gül Faunayı götürürdün ona. Yanağı gül renginde. Güçlü. Yeşil gözlü. Kaç kuruşa? Senin üstüne Sazanlı çiftliğinin toprağını tapulayıverdi Abdülhalik Efendi. Sen sonra anlarsın bunun değerini hay Veli Hasan. Torunların, torunlarının torunları kıyamete kadar bana dua ederler, hay Veli Hasan. Ben sana bir iyilik ediyorum ki, sonra anlarsın. Var git bir huğ yap Sazanlı bataklığına, çiftliğin olsun. Gül Faunayı da al. Aygır gibi kadın. Helal olsun. Doğurt doğurta bildiğin kadar. Ben ondan memnunum. Allah senden ve ondan ve de bizim karıdan razı olsun. Gül Fatma ömrüme ömür kattı. Onunla sen evlen ki, şu kadir kıymet bilmez insanlar içinde ziyan zebil olmasın. Tosun gibi kadın. Abuhayattır Gül Fatma, dedi.

Sen Gül Fatmayla evlendin. Çocukların oldu. Yedi oğlan, yedi kız. Hepsi de Gül Fatmadan. Hepsi de Sazanlı çiftliğinde büyüdü, boy verdi. Bataklık kurudu. Deli, alçak oğlanların para savurdular Adana barlarında. Çabuk yozlaştı soyun. En büyük oğlunu Taşçıkanda bir orospunun üstünde vurdular. Gül Fatma daha Abdülhalik Efendinin evine gider. Yaşlandı, yaşlandılar ama, dünya alem biliyor ki Abdülhalikle Gül Faunanın sevdaları gibi sevda Kerem ile Aslıda da yok. Yanıp tutuşmuşlar kırk yıl. Gül Fatma diyormuş ki yüz yaşıma da varsam, kocasam da ölsem de gene de o... Gene de mezarımda biten ot onu diye bağırır. Ya sen nesin Veli Hasan? Sen kimsin bu işte? Na yapıyorsun o evde? Hangi çocuk senin, hangi çocuk Abdül Beyin? Ayırdedebiliyor musun? Sen ayırdedemiyorsan millet ayırdedi-

192


uzun boylular, ela gözlüler, kalem parmaklı kumrallar bir yana... isTasıl uyuyorsun ulan?

Süleyman Sami:

«Alacağın olsun,» diye bağırdı. «Ulan seni Allah deli ey-îemiŞ) ulan oduncu, ulan sen toprağına kurban ol Sazanlı çiftliğinin toprağına. Ulan o Ermeniler kaçmasalardı, sen de avu-cunu yalardın. Sazanlı toprağına sen de, Abdül de kurban olurdunuz. Gül Fatma Çukurovada namlı orospu, sen oduncu olur kalırdınız. Şükret ulan, şükret, iki dinli Serkise... Serkis Hazne-ciyana... Serkis Efendiye. Serkis olmasaydı... Ya kaçmasaydı... Seni koca Serkis seni. Pos bıyıklı. Altın dişli. Elinde de kocaman, üstünde bir adam, bir aslan sureti olan bir yüzük taşırdı. Yüzük babamda daha. Babam Serkisi öldürmedi. Sadece dişlerini, yüzüğünü, Bulgar Beyliği tabancasını aldı. Altınlarını da, çok altınını da almış derler. Yalan. Hiç altınını alsaydı, biz böyle mi olurduk? Aaah Serkis, aaah! Seni böyle söyleten Serkistir Veli Hasan! Bunu dünya biliyor. Yeryüzündeki tekmil mahlukat biliyor. Serkisi kim öldürdü? Kimse öldürmedi.»

Çınarın altında hoplar gibi bir büküldü, sonra doğruldu. Aşağılayan da bir adam olsa, Veli Hasan işte. Oğullan Istan-bulda okumuş, Veli Hasan. Açtırma ağzımı. Sen kimsin... Vazgeçtim.

Uzun Çarşıya saptı. Gelip geçenlere çarpa çarpa... Sonra yukarı vurdu. Gözü hiç bir yeri görmüyordu. Bir hendeğe yürüdü. Hiç bir şey olmamış gibi, az sonra hendekten dışarıya çıktı. Geldi Veli Hasanın konağının avlu kapısında durdu. Avluda Ermenilerden kalma ulu dut ağaçlan vardı. Konak da Ermenilerden kalmaydı. Süleyman Sami düşündü kaldı. Ulan düşünüyorum, dedi. Hem de derinden. Ne kadar bir zaman oldu şu Ermenilerin gittiği zamana? Çok olmasa gerek. Daha evlerin badanalan öyle duruyor. Şu ev de Serkisin. Bunu kim verdi sana Veli Hasan? Serkis senin baban mı?

Avlu kapısını hırsla açtı. Açar açmaz da karşısında Veli

193

F: 13


Hasanı buldu. Veli Hasan ona durmaaan suguu. ^, ^e__o___

rece Süleyman Sami ağzını açamadan, boynunu uzatmış, boynu o söğdükçe uzuyordu, dinledi.

Sonunda:

«Vazgeçtim Ağa, vazgeçtim. Bu kadar olduktan sonra vazgeçtim. Varsın biribirlerini öldürsünler,» dedi arkasını döndü,

kamburu çıkmış yürüdü.

Canı burnundaydı. Şu dünyada iyilik yanlısı insan kalmamıştı. İçinden belli belirsiz birşeylere soğuyordu. Sazanlı çiftliğini, Abdülhalik Efendiyi unutmuş gitmişti. Söğmesi gittikçe somutlaşıyor, bir düş oluyordu. Çarşıda, iri ak çakütaşlarından örülmüş caddede yürürken sallanıyor, tökezliyor, yalpalıyordu. Hacı Osman Ağa, o da yaşlı, o da çok makbul adam değil ama merhametli. O da çiftliğini binbir dalaverayla elde etmiş...

Hacı Osman Efendinin evinin yöresinde dolandı durdu. Gitti geldi. İçinde bir korku çaktı söndü, çaktı söndü. Kendini evin yukarı katında buldu. Karşısında matruş, boynu kırış kırış, gözünün birisi altta, birisi üstte bir adam. Hacı Osman Ağa gülüyordu.

«Olur,» diyordu, «olur. Olur oğlum Süleyman. Sen hayır işleri çok seversin. Yazıktır, hem de günahtır. Katillik Allah indinde günahların en azimidir. Önüne geçenin sevap hanesine çok hayırlar yazıla. Hiç de vazgeçme. Veli Hasan Ağaya sen aldırma yavrum. Nene gerek senin, varsın gelmesin. O, oldum olası aykırı bir kişidir. Sen o işleri ağzına alma. Abdülhaliki bilmeyen var mı? Çocukları da malum. Ama bize ne! Sen vazgeçme. İyilik iyiliktir. Kimse gitmezse, seninle ikimiz gideriz. Rasim Bey de gider. Bitsin şu. Kasabanın ahlakı bozulur da, bunları örnek alarak, herkes bunları örnek alır diye korkuyorum. Alır da biribirlerini öldürürler, öldürmek bir sirayettir. Bir sirayet ederse, öldüren öldürene... Onun için bunun önüne hemen geçmeliyiz. Bu iş daha sürerse hepimizin canı tehlikede. Yalmz Veli Hasan hakkında söylediklerini başka yerde söyleme Süleyman Bey oğlum. O kan içici Veli Hasan seni vurduruvörir bir dağlı

194

j un aumu vuıuuımamu ceremesi ne Ki, adamına göre,



bes yüzle iki bin beş yüz arası. Aaaah, Kürt Temir sağ olsaydı, Sazanlıyı benim elimden alabilir miydi Veli Hasan! Yaaa... Kendini koru Süleyman oğlum. Ne zaman gitmeliyiz?» «Yarın Ağam. Yarından tezi yok. Yarm olur mu?» «Yalnız bu kasabadan olmaz. Adanaya, Kozana git. Bun-[ jar soya moya meraklılar. Soylu adamları bul. Kürt Ali Ağa olmazsa olmaz. Kurdoğlunu da Hurşit Beyi de al getir...»

«Yetti,» dedi Süleyman Sami. «İnsanların biribirlerinin kanını bir hiç uğruna içmeleri yetti.» Olanca sesiyle birkaç kez: er Yetti,» diye bağırdı. «Son bulduracağım, son bulduracağım. Ölüme, hem de zulüme, tamam mı? Sen bana güç verdin amca. Arkamda senin gibi büyükler varken, ben de bu işin altından kalkacağım.»

«Soylu adam bul oğlum. Eski, soylu kişiler. Milletvekillerini de alalım. Deli Halidi de unutma. Vali de gelse...»

«Ona da giderim. Ya öleceğim, ya da bu işi bitireceğim. Ya ölüm yaa... Yaaa... Onlar birbirlerini öldürmeyecekler.»

Sevinçliydi Süleyman Sami. Güzelce de bir karnını doyurmuştu. Üstüne bir de kahve. Bir de elli lira sokmuştu cebine Osman Ağa. Herkes Osman Ağa gibi olsa. Dört kişi öldürmüştü ama, öldürsün. Şimdi adam öldürmekten vazgeçmişti ya... İki avukat oğlunun ikisi Demokrattı. İkisi de... İkisi de yakında Meclise girecekti. Derviş Bey şu işi bıraksa da kendini politikaya verse, vatana, millete çok faydalı olurdu. Şu derebeyler hiç belli olmazlar. Bir bakarsın dönmüş İsmet Paşaya. İsmet Paşa bu eskilerin, soyluların tanrısı sanki, tanrısı be! Sizi İsmet bu hale getirmedi mi, behey mendeburlar? Behey ki behey.

«Rasim Bey, Rasim Bey...»

«Olur be kardeş, çok iyi olur. Bize birer dana da keser mi Derviş Beyle Akyollu? Olur be canım olur. Rakı da vardır herhalde. Bunca konuk düşecek evlerine. Bir daha biribirlerini öldürmemeleri için yalvaracağız onlara, değil mi? Eşek değiller, ^a bir iki kadeh rakı da verirler, ha?»

195


«Vernier,» aeai uuiuuku. ~~~j-----------

Bu kasabanın adamları da ne geveze adamlar! Kimse can-

^SX uyku girmedi. Onlar birbirlerini öldürüyor- kes kendi keyfinde Olur mu? Kardeşlerim*

l

^öSX uyku girmedi. Onlar birbirlerini öldürüyor lar kasabada herkes kendi keyfinde. Olur mu? Kardeşlerim* Sürülüyor, behey insanlar, kardeşlerimiz. Birlerini yiyorlar, birbirlerini. Yesinler ulan, yesinler anasını avradını. A bana bir at» dedi Hacı Osman Ağaya.



j

venle. var.»

«Amca bana bir at,» «Olur,» dedi. «Olur oğlum.» Ata binerken: ..

«Gazan mübarek olsun Süleyman Samı oğlum,» dedi gu-«Şu işin altından kalk. Şu iş bitsin sana bir ıkı sozum

.ğa... Seni bilirim. Anladım. Bu iş son bu-

«Varol Osman Ağa

lacak. »

Gün kavuşurken Kürt Ali Ağanın evine geldi. Ali Ağa

onu kapıda gülerek, sevgiyle karşıladı.

«Daha bitiremedin mi şu işi Süleyman Sami Bey?» dedi. '.,» dedi Süleyman, «aaah, Ali Ağa bu iş biter mi? :? Biri bitse beşi çıkacak, insanların içlerinde kan dö-

ı\aah,» dedi iuieyma.ii, «aauu, ^^ *.o~

Biter mi hiç? Biri bitse beşi çıkacak, insanların *v._______

ken canavarlar var. Bir uyur, bin uyanıktırlar. Aaah, nasıl baş-

etsek bununla.»

Süleyman Ali Ağanın evinde iki gün kaldı. Duvarları Türkmen kilimli bir odada kuş tüylü yataklarda uyudu. Güzel

yedi, içti, doydu.

Boynu bükük, isteğine kavuşamamış oradan ayrılırken, belki yüzüncü kez yeniledi:

«Aaah, Ağam, sen gelebilseydin. Bir gelseydin, bu işin

altından kalkardık.»

Kürt Ali Ağa onun atının başını tutmuş:

«Çok yaşlıyım oğul,» dedi, «çok. Yoksa senin bu soylu davranışını geriye iter miydim. Bak ayakta duramıyorum. Barıştır onları. Soylu adamların biribirlerini öldürme çağları geçti. Onlara söyle ki soylular kalmadı. Türkmen tükendi.

196


soylular. Söyle onlara da biribirlerini öldürmesinler artık. Yeter, yeterince öldüğümüz yeter.»

«Söylerim,» dedi Süleyman Sami, atını sürdü. «Alçaklar,» diyordu dişini sıkarak. «Kimseden kimseye dostluk yok. Onlar biribirlerini öldürüyorlar. Ve bunlar... Söylerim Ali Ağa, söylerim. Soylu Türkmenin son Beyi söylerim. Söylerim kardeşim, Ağam, Paşam. Kürt Ali Ağa diyor ki derim, böyle böyle, onlar da biribirlerini öldürmezler. Söylerim kardeşim, Ağam.»

Cebine baktı, bomboştu. «Şu alçağa bak, şu alçağa, böyle hayırlı bir işe girişmiş bir insanın cebi böyle boş bırakılır mı? Senin gibi Beyin de, Ağanın da, Paşanın da ağzına, yüzüne...»

Üç gün sonra Adanaya geldi. Atını bir hana bağlayıp doğru bir terzi dükkanına gitti. Heybesinden çıkardığı lacivert giyitlerini ütületti, orada masanın arkasında giyindi, eski giyitlerini heybeye koydu, dışarı çıktı ayakkabılarını boyattı, tıraş oldu, saçını kendi eliyle uzun uzun taradı, Vali Konağına vardı, içeriye haber yolladı.

Valiyle görüşmesi öğleden sonraya kaldı. Yemeği yakınlardaki bir kebapçıda yedi, soğansız kebabın tadı olmadı ama, gene de Adana kebabı kebaptı. Vali onu saat üçe doğru çağırdı. Kocaman boyuyla Valinin önünde boylu boyunca birkaç kere eğildi. Bu eğilişleri Vali konurlanarak, hoşlanarak izledi. Ona yer gösterdi. Süleyman Sami anlatmağa başladı. Vali:

«Biliyorum,» dedi. «Bu,» dedi, «yurdumuzu yiyen bir kanser. Her aileyi başka bir ile sürsek, Derviş Beyi Vana, Mustafa Beyi Aydına, ya da Edirneye... Ne çare, ne çare ki mevzuat müsait değil...»

«Değil,» dedi coşkuyla titriyerek Süleyman Sami. «Olsa hile onlar nereye giderlerse gitsinler biribirlerini bulurlar, gene de öldürürler. Zamanında Mustafa Beyin dedesinin babası bıkmış ölmekten öldürmekten, kaçmış Selaniğe. O zamanlar Selanik bizimmiş Sayın Vali Paşamız. Selanik bizim olunca Mustafa Beyin dedesinin babası çoluğunu çocuğunu almış oraya sı-

197


ğınmış. Osmanlı da ona çiftlikler vermiş ki Selânikte, Çukurova kadar büyük. Efendime söyleyim de Selânikte bir saray vermiş ki Padişah, bunlara Akyollu soyu daha öğüne öğüne bitiremiyorlar. Aradan bir yıl geçmiş, bir de bakmışlar ki ne görsünler tam Selaniğin ana caddesinin ulu meydanında Mustafa Beyin dedesinin kardeşi yatıyor, ala kana bulanmış. Üstünde de bir yazı. Demir sandığa saklamanız, dünyanın öteki ucuna da gitseniz sizi ölüm oralarda da bulacak, burada bulduğu gibi. Her biriniz öldürülecek, tyisi mi, hemen geriye, Çukurovaya, yurdunuza dönün, bir de kaçmak karasını, korkaklığı alnınıza sürmeyin. Ölünüz yadellerde kalmasın. Çarnaçar Akyollular geriye dönmüşler. Onları barıştırmaktan başka çaremiz yok. Yazık oluyor Vali Paşam, bu vatanın fidan gibi yiğitlerine. Savaşta ölseler neysem ne... Benim bütün sülalem savaşlarda can verdi. Dedem, dedemin dedesi, bir de onun dedesi, babam, dayılarım, amcalarım, bütün soyumun erkekleri hep savaşta öldüler. Erkek olarak bir ben varım bizim soydan. Ben de hiç bir savaşa katılmak şerefini kazanamadım. Kimbilir belki de ben soyumun soy karası olup savaş görmeden yatağımda ölecek, soyumun yiğit geleneğini bozacağım. Ah ki ah, Vali Paşam, aaah!»

Vali, üzgün, Süleyman Samiyi nasıl teselli edeceğini bilemez:

«Üzülmeyin Sayın Bay Süleyman, üzülmeyin,» dedi. «Siz de onurlu bir insansınız, bakın ne güzel işler için savaşıyorsun

nuz.»


«Aaah,» dedi Süleyman Sami boynu uzayıp incelerek, boyun damarları şişerek, burnu kıpkırmızı, sivri, morararak. « Aaalı bir savaşta ölmek isterdim. Bu da savaş, bu da savaş ama, yatakta ölmeğe alışmamış bir soyun son kuşağına ağır gelmez mi bu? Bana ağır geliyor. Ne diyorsunuz Vali Paşam? Ne zaman buyuracaksınız kasabamıza? Çok zaman gecikirsek birkaç kişi daha gider. Elimizi çabuk tutup bu işe son vermeliyiz... Sizi görünce hemen...»

«Öyle mi dersiniz?»

198

«Hemen!» dedi Süleyman Sami.



«Yakında gelirim,» dedi Vali. «Kaymakama selâm söyleyin.» «Başüstüne,» dedi Süleyman.

Valinin geleceği, gelip Çukurova ileri gelenleriyle Derviş Beye, Akyolluya gideceği hemen kasabada yayıldı. Bu işi Süley-nıan Sami yapmıştı. Kimi diyordu ki:

«Bu Vali becerir bu işi.»

Kimi diyordu ki:

«Vali değil, Padişah gelse, İsmet Paşa gelse bunun önüne geçemez. Bu işe ne Beyler, ne Valiler, ne Paşalar girdi, iki üç aiin barışmış gibi yapıyorlar, sonra biribirlerini öldürmeğe başlıyorlardı. »

Kimi diyordu ki:

«Bu kanun gibidir. Büyük balık küçük balığı yemekten vazgeçer mi? Şahin avından, kurt kuzusundan vazgeçer mi?»

Kimi de diyordu ki:

«Kimbilir, kimbilir..» diyordu, «belki... Gün ola harman ola... Belki... Umut kesmek insanlığa aykırıdır.»

Ve herkes Valinin geleceği günü bekliyordu.

Tam bu sıralar, Anavarzanın önündeki yolda iki kişinin ölüsü bulundu. Her ikisinin de yüreğine birer hançer saplanmış köküne kadar. Her iki hançerin de boyu, sapı, nakışları tıpı tıpına bir. Ölülerin ikisi de ikiz gibi, aynı bıyık, aynı göz, kaş..

Süleyman Sami o kahve senin bu dükkân benim adam adam dolaşıp:

«Çok şükür,» diyordu, «çok şükür, bu işin de üstesinden geldik. Geldik şükür. Bu iş de bitecek. Artık soylu yurttaşlarımız biribirlerini öldürmeyecekler. Vatana faydalı iyi yürekli vatandaşlar olacaklar. Zaten artık soylular tükendi. Soylu adam kalmadı gayrı. Geriye kalanlar da biribirlerini öldürürlerse ve de yurdumuzda soylu adam kalmayınca biz ne yaparız? Söyleyin kardeşler, bir millet koyun sürüsü gibi yalnız yoz adamlardan olur mu? Hem de oluşur mu? Bir milletin soyluları tükenince o

199


millet yaşamaz, yaşayamaz ki... Soylular bir milletin kanıdır. Onurudur. Onların kendilerini imha etmelerine izin vermeyeceğiz. Biz, biiiz soylu bir milletiz ki, soylu insanlarımız, Beylerimiz soyluluklarım tüketmeyecekler, insan öldürmek elbette soylu bir iştir. Ama soy tükenirse öldüre öldüre, işte biz, bu soylu davranışa izin vermeyeceğiz. Valimiz de soylu bir kişi. Soylular Valiliği istemezler ama, ne yapsın Valimiz, devir değişip iş Cumhuriyete dönünce o da ister istemez Valiliğe düşüvermiş fukara.» Yavaş yavaş Adananın, Kozanın, öteki ilçelerin Ağaları, soyluları kasabaya dolmağa başladılar. Süleyman Sami kasabaya her gelen yabancıyı tanısın tanımasın karşılıyor, onu önemine göre bir eve konuk yerleştiriyordu. Veli Hasanın evine tam altı tane Ağa yerleştirdi. Veli Hasan, Valinin geleceğini hiç ummuyordu ama Valinin geleceği kesinleşmişti. Bu yüzden Süleyman Samiye iyi davranmağa çalışıyordu. Valiyle birlikte gidecek olan barış kuruluna o da katılmalıydı. Şu it Süleyman Sami bir terslik

çıkarmasın!

Valinin otomobili bir sabah erkenden Belediye alanında durdu. Kaymakam, Candarma Komutanı, Belediye Başkanı koşarak geldiler.

Vali:


«Hemen Akyollunun evine gideceğiz. Yazık, günah, ayıp...

Gerilik. Bu çağda olur mu? Olur mu Efendim?» Candarma Komutanı hazırolda: «Olmaz Efendim,» dedi. Kaymakam:

a Olmaz Efendim,» dedi. Belediye Başkam: «Olmaz, olmaz Efendim,» dedi. Vali otomobilinden indi:

«Bir kahve içimlik beklerim. Kimler gideceklerse hazırlansınlar. Ayıp! Olmaz! Avrupalılar, bereket ki bizim böylesine geri bir millet olduğumuzu bilmiyorlar. Ayıp, olmaz.» Oradakiler hep bir ağızdan:

200

«Olmaz, ayıp,» dediler.



Vali kahvesini içerken Belediye Başkanlık odasına Süleyman Sami girdi. Vali onu sevinerek, ayağa kalkıp karşıladı.

Süleyman Sami:

«Maruzatını var Efendim,» dedi.

«Söyleyin, rica ederim Süleyman Bey...»

«Yarım saat izin istiyorum Efendim, sizinle gelecekler var.-Kalabalık. Tâ Adanadan, Kozandan soylular, Beyler geldiler. Bir otobüsle size refakat edeceğiz. Herkes bu lekenin üstümüzden silinmesini, bizim de şu medeni dünyada medeniyetimize kavuşmamızı istiyor. Ol sebepten Efendim, birçok soylu kişi. geldi kasabamıza.»

«Bekleyelim,» dedi Vali kahvesini höpürdetirken.

Akyollu Mustafa Bey Valinin, onu Dervişle barıştırmak için evine geleceğini epey önceleri duymuş, hazırlıklar yapmağa başlamıştı. Konağı baştan aşağı sildirmiş, taban tahtalarını ovdurmuş, büyük sofayı badanalatmış, yerleri, duvarları eski Türkmen kilimleriyle donatmıştı. Şimdi, birkaç yıldan bu yana, eski Türkmen kilimleri değere binmişti. Her kilim gören okur yazar, kilimlerin önünde lal-ü ebkem kesiliyor, sonra da bir yığın söz söylüyordu. Ahla vahla... Soyumuz, kişiliğimiz üstüne. Bir de Aşıklara merak sardılar bugünlerde. Kaymakamı, milletvekili,, valisi, öğretmeni bu çingeneleri dinlemeğe bayılıyorlar. Akyollu Mustafa Bey uzaklardan, Toroslardan Kel Aşığı da ısmarladı. Kel Aşık Mustafa Kemal Paşamn önünde saz çaldığıyla öğünür-dü Trablusta. Mustafa Kemal o zamanlar Paşa değildi ve Çöl Arabistanda başı dertteydi. Mavi gözlerinde keder, çöl gecelerinde aşığı çadırına çağırır, «Çal Aşık, çal,» dermiş, «biz yandık, biz bittik,» dermiş.

Kel Aşık gelince:

«Mustafa Kemal Paşadan söz et Valiye,» dedi Mustafa Bey.

Valiye ne diyecekti? Barışmam onunla mı diyecekti. Ne de-201

iıirdi koskocaman, konağına kadar gelmiş bir Cumhuriyetin Valisine? Ah şu iş bir bitseydi. Zaten bitecekti. Bu son. Derviş ve Mustafa. Bu son. Ya Derviş ölecek, ya Mustafa. Ya da ikisi birden. Geleneğe,i ölüm ya da yaşam geleneğini sürdürecek kimse kalmamıştı. Osmanlı gümbür gümbür yıkıldı gitti. Koca Türkmen de yaşamıyla töresi, insanıyla can çekişiyordu. Bu son. Bırakın da kendi kendimize, canımızın istediği gibi bitelim, tükenelim. Ne Dervişte, ne de bende bu işi sürdürecek kimse yok. Kökümüz çürüdü. Kökümüz değil, dallarımız. Bir daldan, daim ucundan gövdesine, köküne doğru çürüyoruz. Derviş bana gelse, gülümsese, azıcık hüzünlü yüzüne bakamayarak, başı yerde, elini uzatıp beklese, eli tirtir, ben elini tutsam, hiç konuşamaz, biribirimizin yüzüne hiç bakamasak... Uzun bir süre ellerimiz ¦ellerimizde öyle... Yüz yılın, iki yüz, üç yüz yılın düşmanlığı ellerimizde erişe, sıcacık, insan soyunun görmediği bir dostluğa dönüşse... Bir dost olsak Dervişle, bir dost, bir dost, bir dost olsak.

Vali Bey kimbilir ne çeşit bir adam? Bir büyülü değnek vursa toprağa, havaya, bizim gönlümüze, yüreğimize, suya, ağaca, bizim düşman ellerimize. Hemen her şey dostluğa dönüşse. Evet Vali Bey, bu dünyada yalnız iki, iki tek kişi sıdkile candan dost olabilir. O da Derviş Beyle ben. Dost olacak, düşman olacak, sonuna kadar, köküne kadar dost, düşman olabilecek insan soyu tükendi. Şu ot gibi yaşayanlar, beşe alıp da ona satanlar ne dost olabilirler iliklerine kadar, sırılsıklam, ne düşman olabilirler ölümüne. Ne sevgi, ne mertlik... Onların işi gücü korkudur. Elleri, ayaklan, tırnakları, saçları, dişleri, gözleriyle tümden korkuya kesmişler. Korku yerler, korku içerler, korku soluk alırlar. Korku uyur, korku düş görürler. Üstlerindeki gök korku, altlarındaki toprak güvensizliktir. Onlar yaralı, onlar insanlık dışında kalmış, insanlığı tümüyle unutmuş kavm-i beşe alıponasatandır. Kavm-i beşealıponasatandır. Bırak Vali Bey, hiç olmazsa... Şu ahmaklığı insanca yaşayalım, insanlık bitmeden.

202

ölüm vardır. Hep olacak Vali Bey... Korku vardır, hep olacak. Ama insanlar, tepeden tırnağa salt korku değildi.



Gene de Valinin onları barıştırdığını hayallemekten inanılmayacak bir tad alıyor, barışmaları, Dervişin elini uzatıp, başını vere dikmesi hiç gözünün önünden gitmiyordu.

«Bu olamaz Vali Bey,» dedi Akyollu Mustafa. «Hoş gelmiş safalar getirmişsiniz ama, bu iş olamaz Vali Bey. Biz Sarı-oğlu Derviş Beyle hiç bir şekilde, ne pahasına olursa olsun ba-rısamayız. Sağolun var olun Vali Bey. Sizin yaptığınız büyük bir insanlık. Ama bunu, bu düşmanlığı ben başlatmadım ki ben bitireyim. Tâ Horasandan bu yana sürüp durur. Bunun önüne kimse geçememiş ki biz geçebilelim. El gibi, ayak, göz, kafa gibi bu da bizim yaşamımızda. Elsiz kolsuz, gözsüz de yaşanır ama. bu bizimkisi ondan da beter. Kanımıza karışmış.»


Yüklə 2,2 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   43




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin