Yaşar Kemal Ortadirek



Yüklə 1,51 Mb.
səhifə3/27
tarix29.10.2017
ölçüsü1,51 Mb.
#21169
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   27

Taşbaş gülerek:

«Yalana ha, yalana.. Şimdi bu yalanlar sakalına yakıştı Biı? Burada söylenenleri varıp da Muhtara dersen, sakalına bir kibrit çalar cayır cayır yakarım. Eğer kolay yanmazsa tistüne gaz dökerim. Seni cascavlak ederim»

Koca Halil öfkeyle ayağa kalktı, değneğini çekti, Taşba-Şin kafasına indirecekken tuttular. Gülmekten kırılıyorlar, kasıklarını tutuyorlardı.

Koca Halil bu öfke içinde bile Uzun Aliye mahzun mahzun bakmadan bir adım atamadı. Sonra aynı öfkeyle yürüdü gitti.

32

ORTADİREK



Kararları karardı. Demir kazık gibiydi. Muhkem. Ölmek var da dönmek yoktu. Her bir şeyi göze almışlardı.

Bütün buna rağmen Aliyle Taşbaşoğlu ikircikliydi. Bu üç yıldır böyle oluyor, sonra Muhtar allem ediyor kallem edi-yor köylüyü kendi tarafına çeviriyor, Aliyle Taşbaş da dım-dızlak ortada kalıyorlardı. Ama bu yılki, her yılki gibi değildi. Köylü daha kararlıydı. Canlarına tak demişti. Öyle görünüyordu. Bir düzensizlik çıkmazsa Muhtar zor kandırırdı köylüyü bir daha.

Ali:

«Dönerler mi ki?»



Taşbaş:

«Avrat boşadılar ya.»

«Şimdi Muhtarın kulağına gider mi dersin?»

«Gider. Kimse götürmezse o kocamış köpek götürür.»

«Halil Emmi götürmez. Bunu iyi biliyorum,» dedi Ali inançla.

«Kim. çağırdı onu buraya? Sen mi?»

«Yoook. Kendisi duyup gelmiştir.»

«Amma da dil döktü. Yaladı köylüyü. Dilinin altında bir şeyler vardı»

Ali başını salladı. Derinden bir aaah çekti.

«Kocalık batsın. Kapıya konacak mal değil.»

Taşbaş, Alinin üzüntüsünün sebebini anlayamadı.

1

III



Meryemce tan yeri ışımadan çok önce Aliyi uyandırdı. Gelin çoktan uyanmıştı. O da çocukları "uyandırdı.

Ali, şalvarını çekiştirerek atın yanma gitti. Atın yanı karanlıktı.' Karısından bir çıra parçası istedi. Ahırm içine tuttu çırayı. At, akşamdan döktüğü yemin, samanın ancak azıcığını yemişti. Tımar edeyim mi diye düşündü. At, o kadar yaşlı, öylesine zayıftı ki kaşağı sırtında dolaşamıyordu. Tam belinin ortasında da iyi olmaz bir yağırı vardı. Atın başındaki torbasını aldı, ahırlıktaki yemi, samanı içine doldurdu. Çıralığı tutan karısına verdi. Atı çözdü, dışarı çekti.

Upuzun atm karnı karnına geçmişti. Alacakaranlıkta bir hayal gibi duruyordu. Eğeri içerden getirdi, sırtına koydu. Bu bir Çerkez eğeriydi. Atla beraber getirilmişti. Bu at, bu eve geleli on sekiz, on dokuz yıl oluyor, on sekiz on dokuz yıldır da ayni minval üzere Çukura iniyordu. At geldiğinde de ere-meke kocaman attı. Ali, taydı der ama, değil. Küheylan gibiydi. Tüyleri cilalanmış gibi parlardı. Gümüşcesine. Bu kadar güzel at bu fıkara evine nasıl girmişti? Onu Meryemce-den, bir de Koca Halilden başka kimse bilmiyordu. Koca Halil atı gördükçe durup durup ah çekiyor, «eşşek başım,» di-y«rdu.

Çerkez eğeri de attan beter olmuştu. Üstünde deri diyecek deri kalmamıştı. Tüyleri tüm dökülmüş, kaltak,, olduğu gibi dışarda kalmış, altının delik delik olmuş keçesinin püskülleri dışarı fırlamıştı. Ali eğeri atın sırtına iyice yerleştirdi. Belini de keçi kılından yapılmış örmeyle iyice bir çekiştirdi, sıkı sıkıya bağladı. Döşekleri de eğerin üstüne yerleştirdi.

Köy de uyanmıştı. Bir hayuhuy, bir telâş, patırdı kütür-dü, bin bir gürültü ortalığı almıştı.

Uzaktaki evinde Köstüoğlu geıae durmadan soğuyordu. Muhtarın bağırtısı bütün gürültüleri bastırıyor, köyün üs-

F. 3

34 ORTADİREK



tünde dolanıp duruyordu. Yakında, durmadan bir bebek vı. zıldıyor, bir hasta inliyor, ah vah ediyor, bir çocuk ağlıyordu. Köpekler ürüşüyorlardı. Sonra bir at kişnedi, bir iki eşek anırdı.

Ali yükünü sardı bitirdi. Anasını elinden tuttu ata getirdi. Kaldırdı atın üstüne koydu. Atın ayakları bükülüyordu. Ali aldırmadı. Bu her yıl böyle olur, gene at bana mısın demez, Çukura aslan gibi inerdi.

Meryemce:

«Şu oğlanı da kucağıma versene Alim,» dedi.

Ali bir ata, bir anasına baktı.

Tan yerleri attı atacak, nerdeyse uzaktaki dağların başı ağaracaktı. Alacakaranlık ışıklıydı.

«Ana, bu yıl atın hali kötü,» dedi. «Varsın oğlan da yürüsün. Büyüdü gayri»

Meryemce:

«Bir çocuktan ne olurmuş!» diye dudaklarını büzdü.

Ali karışma:

«Her bir işin bitti mi? Kapıyı kilitledin mi?» diye sordu.

Elif:


«Her bir işim bitti, kapıyı da kilitledim,» diyerek yürüdü.

Teneke sesleri bütün seslerin, at kişnemelerinin, eşek anırtılarının, sığır böğürtülerinin, bağırmaların çağırmaların üstüne çıktı. Bu, köy yola düştü demekti.

Köy göçüyordu. Ardında kediden, köpekten, baykuşlardan, kara kuzgundan, sarıca karıncadan, sığırcıklardan, evlerin karanlık yerlerine büzülmüş, kocaman açılmış, pörtlemiş gözleriyle dünyaya bakan kuru yer kurbağasından, dağlarında mecnun dolaşan, nerede dolaştığı belirsiz Vurgun Ahmedin-den başka canlı hiç bir şey komamacasma köy her şeyiyle.

göçüyordu.

Günün ucu göründü görünecek. Dağların başı ağarırken gürültü birden düştü, homurtu oluverdi. Bu çırada da göçün ucu köyü dışarı çıktı. Göç köyü çıkınca da sesler iyicene kesildi. Ortalık sessizliğe gömüldü. İnsanlardan çıt çıkmıyordu Yalnızca, arada bir kuşların ötüşleri, yürüyenlerin ayak ses

ORTADİREK .

]eri, bir de .atlara, eşeklere takılı boş tenekelerin, bakır kap"* larm tıkırtıları duyuluyordu. ı

öksüz Duranın göçü her yıl köyü çıkarken en arkadi olurdu. Gene en arkadaydı. :

Duran, her yıl en arkadan gelir, Çukura en arkadan iner: geri dönerken de köye ilk o girerdi.

Gün çıktı, köyün üstünü bir kavak boyu aştı. Poyraz esiyordu.

Atların, eşeklerin, sığırların, keçilerin, insanların çıkardığı ak toz esen yelle uçuyor, boz ovayı dumana boğuyordu. Göç Çukura doğru, bir canavardan kaçarcasma hızla iniyordu.

Öksüz Duran, sırtında yükü yolun ortasında durdu, ar-: kasına döndü, köye doğru baktı: '.

«Heeey milleeet!» diye bağırdı. «Köy gözükmez oldu»

Her yıl, köyün gözükmezde kaldığı haberini böylece Öksüz Duran verirdi.

Bir zaman kimseden ses çıkmadı. Sonra bütün köyün gürültüsü birden patladı. Yol canlandı.

Uzun Ali düdüğünü belinden çıkardı. Oynak, belâlı, adamı durduğu yerde oynatan havalar çalmağa başladı. Dönge-le nasıl Koca Halilin, geride kalan köy nasıl Öksüz Duranın, muhtarlık nasıl Hıdır Kâhyanın oğlunun işiyse düdük çalmak da Uzun Alinin işiydi.

Hem çalıyor, hem de oynuyordu.

Ali upuzundu, incecikti. Buğday benizli, kapkara kaim kaşlıydı. Yüzü de uzundu. Yüzüne bakınca ilk kaşlarını görürdün. Çenesi kadınların çenesi gibi sivriydi. Şalvarı da eski, yamalıydı. Mintanı eskilikten rengini yitirmişti.

Atının sağ yanında hem yürüyor, hem çalıyordu. O kadar gönülden çalmıyordu. Bu yıl bir keyifsizliği vardı. Belliydi.

Sırtında da, bir kilimin içine dürülü iki yorgan vardı. Öne doğru azıcık eğilmişti. Göçteki dört beygirden birisi de onun beygiriydi. Yıllar hılı evcek bu atla öğünmüşlerdi. At yaşla-nmca, Ali köylüyle birlik olup alay olsun diye adını Kühey-lan koymuştu.


ORTADİREK

37

';6



I!

ORTADİREK

! 4'

Küheylanm yürürken ayakları ayaklarına dolaşıyordu. ,-ok yüksek, sallı, deve gibi bir attı. Üstündeki Meryemce dere üstündeymişcesine öne arkaya sallanıyordu. İnsafsızcası-ıa yüklemişti Ali. Kendinin öteberisinden başka, dayısı oğlu £ara Velinin de öteberilerini yüklemişti. Yürüdükçe bacak- f .arı bükülüyor, tökezliyordu. Görenler, Küheylanm bu hali- ]. iibe gülüyorlardı. Ali de işi alaya vuruyor: j «Heeeey. bire yavru kır at, yavru Küheylan, senin gibü İKöroğlunda da yoktu. Heeeeeeey, Heheeeeey!» | Sonra atın kulağına doğru uzanıyor, gülerekten ona b



beyler söylüyordu.

! «Heheeeeeey, evlerin uğuru, şenliği, taşvan gibi sekişlim, kalem kulaklım, on yaşlı kız gözlüm, kaval yelelim, uğru nakışlım... Heheheeeey...»

Önündeki topallayan yaşlı kadın geri döndü, elini kamaşan'gözüne siper etti. Atı, Meryemceyi bir iyice süzdü:

«Bu at senin evine de uğur getirecek. Yüzüne bakarsan, sırtındaki yüke bakarsan öyle görünüyor. Öyle görünüyor Meryemcenin oğlu. öyle bir yüklemişsin ki, ölecek fıkara Uğuru görürsün az sonra.. Baksana fıkaraya.»

Uzun Ali buna karşılık az önce beline soktuğtı düdüğünü

çıkardı:


«Al sana Zalaca Hatun,» diye çalmağa, oynamağa başladı. «Getirirse getirsin. Getirirse getirsin. Canı sağ olsun. Canımla da senin şu tatlı, şu güzel, şu düşlü, uryalı canın sağ olsun. Al sana... Düşünde mi gördün? Bu genç oğlan değil düşlerde gözükecek. Kocamış at Zalaca güzel. Al sana!»

Göğüsleri fistanlarını germiş yalın ayak kızlar fıkırdaştı-lar.

Göç akşama doğru ak topraklı yerleri arkada koymuş. Torosun eteğini tutmuştu.

Yeşil ağaçlar tek tük gözükmeğe başladı. Sonra, gün ka-vupurken baştan başa ağaçlarla örtülü bir koyağa girdiler. Ye!

„—;„„„,},, yrıhın üstbasmda, dört biı

vanını kokulu yarpuz almış, ulu cevizlerin altında bir pınar vardı. Adına Çağıloluk derlerdi.

îlk konak burasıydı. Göç, oluğun başına indi. Öteden be-ı-ıden ateşler yanmağa başladı. Tencereler ocağa vurulup, içine bulgurlar atıldı.

Ay, ulu cevizlerin yapraklarının ardmdaydı. Nerdeyse batacak. Batıya sarkmış. Çok eski bir ay.

Orman uğulduyor, yanan ocakların yaş odunları çatırdıyor, fışılıyordu. Yarpuzdan başka, ortalıktaki acı koku, yanan vaş odunların kokuşuydu.

Ali bir çınarın altına indirmişti göçünü. Çınarın altına büyfcek bir ateş yakmıştı. Üşümüş çocuklar, ateşin kıyısına ;okulmuşlar kızmıyorlardı.

Küheylan ötede, başında torbası öylecene duruyor, kımıldamıyordu bile. Başına takılı torbadaki yemden azıcık alıp da ağzını oynatmıyordu. Meryemce atın yanındaydı. Epeydir onun boynunu okşuyordu.

Elif üç büyücek taş bulmuş, ateşe sürmüş, üstüne de ten-, esreyi yerleştirmiş bulgur aşı pişiriyordu.

Uzakta, ateşin aydınlığının sınırında bir karartı duruyordu. Esen yel, yalımları o yana uzattıkça karartı ortaya çıkıyordu ama kim olduğu seçilemiyordu. Uzun Ali karartıyı merak etti. Sonunda dayanamadı.

«Kimsin, orada durmuşsun? İstersen gel ateşe,» diye seslendi.

Karartı kımıldamadı. Ses de vermedi. Uzun bir sessizlik oldu. Uzun Ali boynunu o yana uzatmış bakıyor, bekliyordu. Sonra:

«Kimsin, orada durmuşsun?» diye gene seslendi. Karartı gene ses vermedi. Ali yalnız karartının yere çö-ır.eldiğini gördü.

Meryemce oğluna:

«Sana ne? Elin adamı ha dursun orada, de dursun. Sana

diyeceği olsaydı yanma gelirdi.»

Alinin içine kurt düşmüştü. Ayağa kalktı karartının ya-

38 . ORTADİREK



nına gitti. Karartının yanma varınca kim olduğunu heme

anladı.


«Ooo Halil Emmi, sen misin? Eee noldu sana? Gelsen

ocağın başına»

Koca Halil, kocaman ellerini ormanın ıslak toprağın bastırarak ağır ağır ayağa kalktı. Usul usul, elindeki değn ğe çökerek ateşin yanma vardı. Orada öyle dikildi. Ali de ya]

nında dikildi.

Sonra Ali tatlı, yumuşak bir sesle:

«Otursana Emmi,» diye ayaklarının oraya bir çul parça

çekti.

Koca Halil şaşkınlıkla Alinin yüzüne baktı. «*



«Oturuyum mu yavru?» dedi, oturdu. Dizlerini göğsün! çekti. Ellerini sakalının altına aldı. Ak sakalına yalımlarıni kırmızılığı vurdu, bakıra boyadı.

Koca Halilin geldiğini gören Meryemce hemen atın boy-! nunu bıraktı, çabucak ocağın oraya geldi, öte geceye, Koca, Halilin karşısına oturdu. \

Şimdi iyicene yanan ateş, ormanı apaydınlık etmişti. Yanan ateşler, gidiş geliş, telâş, ormanın içini karınca yuvası ağzına çevirmişti. Orman, göçün gürültüsüyle bir başka türlü

uğulduyordu.

Koca Halil elleri sakalının altında, büzülmüş durmuş. Yanma yönüne bakmıyor, kımıldamıyordu. Koca ateşin yalımları, ince, uzun, titriyen sakalının üstünde oynaşıyordu.

Uzun uzun sustular, ateşe gözlerini dikip beklediler. 0 onu bekliyor, o onu. Birisi konuşsun diye öteki can atıyordu. Meryemce kızıyordu. En sonunda duramaz oldu. Kan tere batmıştı. Keskin, sert:

«Oğlum,» dedi, «haberin olsun, atımız ölüyor.»

Ali anasına baktı. Sakalı titriyerek Koca Halil de ağır ağır başını Meryemceden yana çevirdi. Sakalı daha çok titriyordu. Bir zaman gözleri Meryemcenin üstünde kaldı.

Meryemce, Koca Halilin gözlerinin ağırlığını üstünde duydu. Başını toprağa eğdi.

«Fıkara atın hiç hali yok, üç pündür yem yemiyor.»

ORTADİREK

39

Ali de başını toprağa eğdi. Eline bir çöp aldı toprağı ka-. rıştırmağa başladı. Elifse ötede, bunların aralarında geçen sessiz savaşı seyrediyor, eziliyordu. Biliyordu ki, Meryemce bu işte, ne olursa olsun, koca Halil tabutluk olsun yenilmiye-cektir.



Usulca:

«Oğlum, Alim, yavrum, tırnaklarına kurban olduğum! Bir düşün, atımız ölürse ben nasıl giderim? Yüreğim kopuyor.»

Sesi belli belirsiz çıkıyordu.

Koca Halil ilk olarak kımıldadı. Sağ elini sakalının altından çıkardı, usul usul sıvazlamağa başladı.

Usul, ölgün bir sesle de konuştu:

«Koca Halil onun taylığmı, senin gelinliğini bilmez mi, Meryemce? Söyle, bilmez mi?»

Bu Meryemceye bir taştı. Koca Halil Meryemcenin gelinliğini, bu atın bu. eve nasıl' girdiğini bilirdi. Hem de iyi bilirdi. Sesinde bir umursamızlık vardı.

Meryemce karşılık vermedi, sustu. Veremezdi de, Ali başı yerde, elindeki çöple boyuna toprağı karıştırıyordu.

Gene uzun bir sessizlik oldu. Orman kaynaşıyor, her yandan bir ses geliyordu.

Ali elindeki çöpü yere koydu, azıcık doğruldu. Bu kadın, bu adama niçin böyle düşman ki, diye düşündü. Niçin düşman olduğunu o da az buçuk sezer gibiydi. Aralarında bir şey, çok eski bir şeyler olmalıydı. Meryemce sert, keskin, ağır bir taş gibi çökmüştü oraya. Koca Halilse gittikçe yumuşu-yordu. Dokunsan kırılacak, konuşsan ağlayacak. Çocuklar gi-* bi. Bir şeyler konuşacak oldu, vazgeçti. Yerdeki çöpü aldı, gene yumuldu.

Koca Halil, umudu kesildikçe, Meryemce Karı sustukça, cğlu Uzun Ali sustukça öfkeleniyordu. Öfkelendikçe de boylunun damarları şişiyordu. Sakalını çekiştiriyor, parmaklarını emiyordu. Birden, bir çocuk çevikliğiyle ayağa fırladı. Meryemcenin üstüne eğildi, tok, gür sesiyle:

¦«Atı olan da, tarlası olan da, yerdeki karınca da, gökteki *UŞ da, ipek yatakta vp.tnn dn. kuı

!' '

40 ' ORTADİREK



sütü içen de, sen de ben de... Uzun Ali gibi oğlu olan da kara toprağa karışıp, toz olacak Meryemceee!»

Arkasını döndü çabuk çabuk onlardan uzaklaştı. Ali, arkasından baktı. Çabuk yürümek için büyük bir gayret harcayan Koca, topallıyordu.

Kimbilir, diye içinden geçirdi. Kimbilir ne kadar yoru-luyordur fıkara. Kimbilir ayakları nasıl şişmiştir. Dizleri nasıl sızlıyordur. Vay fıkara. Kocalık batsın. Geçen yıl, Çukura bir buçuk gün kalıncaya kadar yürümüş, ama oradan öte bir adım atamamış. Ali de onu alıp Küheylana bindirmişti. Ne kadar sevinmişti fıkaracık. Atın üstünde ona bakmış, gözleri dolu dolu olmuştu. Ama Meryemce kıyameti koparmış, Aliye dünyayı dar etmişti.

t «O günleri bilin mi Alim? Şu kocalık batsın. Babanla ben. Çukura indiğimizde Kocabucaktan çuval çuval karpuz taşırdık. Biz de yerdik, köylü de yerdi. O günler aklında mı, Alim9 Kocalık batsın. Bir gece, biz babanla bir çuval pamuğu sırk-mıza yüklemişiz geliyoruz. Çiftçibaşı atlan arkamıza düşmesin mi? Atlan arkamızdan yetişemediydi, Alim. Kocaları Osmanlı toplayıp Yemene sürmeli. Kocayacağına adam, varmalı gitmeli Yemende ölmeli. Öyle değil mi, Alim? Bir yağmur yağıyordu, Alim, hışım gibi. Pamuk tarlasını sel almıştı, Alim. Geceydi, karanlıktı, aklında mı? Tenekeleri, yatakları sel götürdüydü. Alacıkları, çadırları... Köylüyü bu belâdan kim kurtardıydı? Babanla ben değil mi? Ali, sen bir ulu dut ağa-cmın bedenine sırtını vermiş, büzülmüş titriyordun. Göbeğine kadar su içindeydin. Dutun gövdesinden de üstüne sel gibi su akıyordu. Dişlerin kenetlenmiş açılmıyordu. Sabaha karşı seni orada öyle buldum. Seni çırılçıplak soydum. So;.-dum da sen ısmasm diye kendi sıcak bedenime sardıydıv Ali. Aklında mı? Sonra da sen sıcak bedenime yapışmış, kö kadar, sen kucağımda koştuydum, Ali. Köyde seni ateşin ^ nmda, az uzakta yavaş yavaş ısıttıydım. Sonra da sıcak ç verdiydim. Aklında mı Ali? Sen küçücüktün, ya beş, ya . yaşmdaydm. Benim gene sakalım aktı ya, koca denmei Yağmur on gün yağdı da tüm Çukurovayı su bastıydı, akı

ORTADİREK

41

da mı? Atı olan da, tarlası takımı olan da, kuş südü için de toprak olacak da, toza dumana karışacak. Sen de, ben de...



«Uzak şeftali bahçesinden, babaym sağlığında, bana sulu sulu şeftali hırsızlardın, aklında mı Alim?»

Alinin gözleri dolu dolu oldu.

Ateşler yavaş yavaş ufaldı. Yalımları düştü. Közler kaldı yalnızca. Ağaçların arası yıldız yıldız oldu. Sonra közler küllendi. Ortalık derin bir sessizliğe gömüldü. Arada bir, bir ağacın altından horultu geliyor, bir bebe ağlıyor, bir at tıksı-nyordu.

Alinin gözüne uyku girmiyordu. Uzun zaman ormanı dinledi. Küllenen közlerin ağır ağır kabuk bağlayışlarına, ışıklarını yitirişine baktı. Sağa sola durmadan döndü durdu. Bilmediği bir yerleri acıyordu.

Gece yarıyı geçerken bir horoz öttü. Horoz ötünce Ali de kalktı atın yanma gitti. At.Başını toprağa sarkıtmıştı. Başındaki, ağzına kadar yem, saman dolu torbanın altı yere deği-yordu. Yemi samanı sevmez oldu belki diye düşündü. Atın sağrısına elini koydu. Sağrıda bir dirhem et kalmamıştı. Takır takırdı Küheylân. Karanlıkta, el yordamıyla ormandan bir kucak ot yoldu getirdi, Küheylanm önüne attı. At, tüyünü bile kıpırdatmadı. Ali öfkelendi, atın başını tuttu, otun içine soktu. Başı otun içinde tuttu, olmadı. Sonra atın ağzını açtı, bir tutan otu ağzına tepti. At. gene çenesini bile oynatmadı. Kaskatı, öyle kaldı.

Alinin öfkesi arttıkça arttı:

«Zıkkım ye,» diye atı hınçla itti. At sallandı. «Zıkkım zehir ye de, inşallah geber. Ben de elinden kurtulayım.»

Akşamdan beri öfkesi gittikçe kabarıyordu. Öfkesini kimden çıkaracağını bilemiyor kıvranıyordu. Soğukta, üşümüyordu. Yatağa girdi. Ay çoktan batmıştı.

Alinin ömründe üçüncü seferdir ki uykusu gelmiyordu. Bir sel gecesi korkudan, üşümekten gelmemişti. Bir de baba-sının öldüğü gece.

ORTADİREK

43

IV

Daha tan ışımadan, ortalıkta ses şada yokken, oluktan dökülen suyun sesi büyür, ormanın uğultusuna karışırken Ali yataktan çıktı, atın yanma varır varmaz ağzını açıp baktı. Atm ağzında geceki teptiği ot yoktu. Yanı yönü yokladı, atm ağzında teptiği parçayı bulamayınca sevindi. Ama akşamdan atm önüne attığı bir kucak yeşil ot öyle duruyordu. Ayağıyla yeşil otu ötelere fırlattı. Otlar bir çalının üstünde salkımsa-



' çak kaldı.

Atm yularından tuttu, ağır ağır çekti. Çiğ yağmış, orman ıslanmıştı. Önündeki ağaçtan bir ağaçkakan çıktı, gitti. Uzaklarda birkaç kuş cıvıldaşıyordu. Birden burnuna mezdeğe sakızı kokusu geldi. Sonra da seher yelinde acı bir yarpuz koktu. Ayakları, ormanın çalılarına, devrilmiş ağaçlarına takılıyordu.

Anası, karısı, çocukları da uyanmıştı. Karısı yatağı, kap-kacağı topluyordu. Ali durup atı süzdükten sonra, yükleme-! ğe koyuldu. Bir yanma bulgur, bir yanma da un çuvalını sar* di. Un, değirmende gibi tozuktu. Sonra da boşalmış Çerkez eğerinin üstüne döşeği attı. Yorganları, kapkacaklarm bir kısmını da sırtına sardı .

Bu sırada köylü de uyandı. Orman, az önceki orman değildi. Ne oluğun şırıltısı, ne ormanın uğultusu kaldı. Tanla birlikte göçün gürültüsü ormanı doldurdu. Gündoğudan gelen bir kuş sürüsü çığlık çığlığa ormanın üstünden aktı. Ormanın üstü buğulanır gibiydi. Yeşil yeşil birşeyler tütüyordu

uzakta.

Çürümüş ağaç kabuğu koktu.



Ana:

«Tırnağına kurban olduğum, Alim. Şu kesip attığın tırnağına kurban olduğum, sırtım dizlerim bir ağrıyor ki... Beni bindirsene ata. Eskisi gibi ben binemem ki. Nfcrde o haller bende.»

Ali atı büyücek, yarı devrilmiş bir kütüğün önüne çek-Xl Anasını kütüğe çıkardı. Kendi de altından kaldırıp ata bindirdi. Meryemce atın yularını topladı. Atın üstünde dikeldi, dimdik durdu. Gören, bu bükük belli, kocamış Meryemce de-*il derdi. Atı üzengiledi. At ağaçların geçidinden ilerlerken, önlerine yükü devrilmiş bir eşek çıktı. Eşeğin sahibi bir yandan eşeği doğuyor, bir yandan da eli yükte, yüklemeğe çaba-layordu. Meryemce geçitten ormanın içine saptı, onu geçti. Yol açıktı, ötede, tâ uzaklarda sis içinde bir dağ morarıyordu.

Onun ardından çocuklar, sonra gelin, en arkadan da Ali vola çıktı. Ağır yükünün altında iki büklümdü. Gözlerini atm ayaklarına dikmişti. Atm ayakları dolaştıkça, at tökezledikçe yüzü kararıyor, at dümdüz ceren gibi sektikçe seviniyordu. Burnuna bir yerlerden başak kokusu geldi. Gözünün önünden, sırtsırta vermiş, üstüste abanmış başaklı tarlalar geçiyordu. Gün ışığı altında. Güneş olanca sarısıyla, uçsuz bucaksız bir ovada başaklarla, başaklara "bulanmış dalgalanıyordu.

Başını yana çevirince, yanında yürüyen Kara Veliyi gördü. Gülümsedi.

Veli:


«Bire ulan, amma da dalmışsın ha! Yarım saattir yanında yürüyorum, haberin bile olmadı. Bu hal, ne hal böyle?»

Ali:


«Yok bir şey,» dedi. «Fatmalı Bacıcık nasıl?»

Veli:


«Hiç sorma. Köyden bu yana, daha gözünü açmadı. Ne dersin, sen askercilikte çok hasta gördün. Ne dersin, Ali kar-daş?»

Ali:


«Ne denir ki,» diye içini çekti.

Yanlarından Delice Bekir, yanma yönüne bakmadan hızla geçti.

Ali:

«Hele koca hörtüğe hele. Yetiş ha kocamış azılı, yetiş! Ye-n§ de bize pamuğu açmamış tarla bul. Yetiş!» Veli:



i ' it' ; ¦'•

{t! ı '•:¦ '¦'¦'*

: t< \if.

1 ;. f


44

ORTADİREK

«Yetiş teres, yetişi» dedi. «Köylü ne karar aldı, herhalde

haberin yok»

Ali:

«Yok olur mu hiç. Muhtarlan birlik olmuş köylüyü takmıyor.»



Veli:

«Takmazlar, takmasınlar ya görürler.» Sonra geri döndü: «Fatmalı geride kaldı. Basma bir hal gelmesin. Ben varayım da Aliylen iki lâf edeyim, dedim. Sağlıcakla kal.»

Göç tüm yola düzülmüştü. Mavi dolamalı, ayağı yalın yaşlı kadınlar, ak başörtülü orta yaşlılar, zülüflü, sırmalı fesli gelinler, çeşit çeşit renkli kırep bağlamış kızlar yola düşmüşlerdi. Yalın ayaklarının izleri aktopraklı yolu nakışlıyordu. Erkekler birkaçı bir arada toplanmışlar, konuşarak yürüyorlar' çocuklar yolun dışında oynaşıyorlardı.

Gün attı. Ak yolun üstüne, orman ağaçlarının ötesine karmakarışık gölgeler düştü.

Alinin oğlu babasına, soğuktan kızarmış elini gösteren

Dağların soğuğuna gelmişlerdi artık. «Çok şükür gün doğuyor,» dedi. Alinin oğlu yedisini daha yeni bitirmişti. Ali aldırmadı. Oğlan: «Bir gün doğdu ki,» dedi.

Ali duymadı.

Oğlan küheylanı geçti, atın önünde yürümeğe başi Önünden yüklü bir eşek gidiyor, eşeğin ayağına bir kolan laşıyordu. Eşeği çeken kadının kolundan çekti:

«Zala Teyze,» dedi, «eşeğin ayağına kolan dolandı.»

Atın üstünde dimdik giden ninesine de bir göz attı. î

perperişandı.

Zala Eğilmiş, eşeğin ayağına dolanan kolanı açarken 1

yemce yanından geçti.

Oğlan ninesine güldü. - ^

«Nene,» dedi.

Meryemce, oğlanın sözündekini sezmişti.

«Zıkkım, batasıca. Hep de adamı iğneler,» diye karşıla verdi öfkeyle. «Babana bir dersem! Bir kımık çocuk. Nerede bellemiş bu iğneleri?»

Ali atın ayaklarına bakmaktan usandı. Atın ayağını üçünde nal yoktu. Birisinde de yarısı kırık bir nal vardı. Yi lar yılı Ali atı bir türlü nallatamamıştı. Onun için atı bırakt hızla ileriye geçti. Ormanı çıkınca, enişe döndüler. Boz, ağa< sız bir koyağa iniyorlardı. Birden önünde Koca Halili gördf Koca Halil değneğine basa basa, çok yavaş gidiyor, topallıyo: arada bir de duruyor, ağzını havaya dikiyor derin bir solu alıyordu.

Ali önünde Koca Halili bu halde görünce, onun kendi görmemesi için yavaşladı. Koca Halil gittikçe yavaşlıyor, i de yavaşlıyordu. Kadınlar geçti, çocuklar, yaşlılar geçti, h; talar, atlılar eşekliler geçti. Koca Halil tâ gerilerde kaldı. ¦ kaldıkça Ali de kalıyordu.

Birisi: .

«Ne o Ali, ne geriliyorsun öyle? Yürü,» dedi. «Bir yeri1

bir şey mi oldu?»

Ali, yüzünü buruşturarak sol yanma eğildi-

«Böğrüm ağrıyor,» dedi.

Sonra anası geldi, geçti. Sonra karısı...


Yüklə 1,51 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   27




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin