Allah, Hak olarak hükmeder... O'nun dûnunda yardım istedikleri ise, hiçbir şeyde hükümleri geçmez! Muhakkak ki Allah Semî'dir, Basîr'dir. (Mu’min/20)
"Size söylediğimi yakında hatırlayacaksınız! Ben işimi Allah'a bırakıyorum! Muhakkak ki Allah kullarını Basîr'dir." (Mu’min/44)
Kendilerine gelmiş bir reddedilemez delil olmaksızın Allah'ın işaretleri hakkında mücadele edenler var ya, onların içlerinde, asla ulaşamayacakları bir kibirden başka bir şey yoktur (Kibriyâ'nın farkındalığına asla ulaşamayacaklardır)! O hâlde sen, Esmâ'sıyla hakikatin olan Allah'a sığın... Muhakkak ki O, "HÛ"; Semî'dir, Basîr'dir. (Mu’min/56)
(Allah'ın düşmanları) oraya geldiklerinde, onların sem'leri (işitme hassaları), basarları (görme hassaları) ve derileri (altındaki tüm bedenleri), tüm yaptıklarıyla onların aleyhine olarak şahitlik etti. (Fussilet/20)
Sem'inizin (işitme azanızın), basarlarınızın (görme azalarınızın) ve bedenlerinizin aleyhinize şahitlik yapmasını ummadığınızdan (keyfinize göre yaşadınız)... Yaptıklarınızın birçoğunu Allah'ın bilmediğini zannediyordunuz! (Fussilet/22)
İşaretlerimizi amacından saptıranlar, bize gizli kalmazlar... Şimdi Nâr'a atılan kimse mi hayırlıdır yoksa kıyamet sürecine güvende olarak gelen kimse mi? Dilediğinizi yapın! Muhakkak ki O, yaptıklarınızı (yaratanı olarak) Basîr'dir. (Fussilet/40)
Semâlar ve arzın Fâtır'ıdır! Sizi, hem kendi nefsinizden (hakikatinizden) eşler (şuur+bilinç); hem de en'amdan (hayvansal bedenden) çiftler (biyolojik+ışınsal {ruh} beden) hâlinde oluşturmuştur... Böylece sizi üretiyor! O'nun benzeri bir şey yoktur! O, Semî'dir, Basîr'dir. (Şura/11)
Eğer Allah, kullarının yaşam gıdalarını yayıp genişletseydi, arzda elbette azarlardı! Ne var ki dilediğini bir ölçü ile indirir... Muhakkak ki O, kullarında Habîr'dir, Basîr'dir. (Şura/27)
Sizi onlara muzaffer kıldıktan sonra Mekke'nin göbeğinde, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi onlardan uzak tutan "HÛ"dur! Allah yaptıklarınızı (yaratanı olarak) Basîr'dir. (Fetih/24)
Muhakkak ki Allah, semâların ve arzın algılanmayanlarını bilir... Allah, yaptıklarınızı (varlığınızda olarak) Basîr'dir. (Hucurat/18)
O, semâları ve arzı altı süreçte yaratan, sonra da arşa istiva edendir! Arza gireni ve ondan çıkanı; semâdan inzâl olanı ve onun içinde urûc edeni bilir... Nerede olursanız O sizinle (hakikatinizin Esmâ ül Hüsnâ'sıyla varolması sonucu) beraberdir (Mâiyet sırrına işaret)! Allah yaptıklarınızı (yaratan olarak) Basîr'dir. (Hadid/4)
Allah, kocası hakkında seninle mücadele eden ve şikâyetini Allah'a arz edenin sözünü gerçekten işitmiştir! Allah, ikinizin çekişmesini işitir... Muhakkak ki Allah, Semî'dir, Basîr'dir. (Mücadele/1)
Ne akrabalarınız ne de evladınız size asla fayda sağlamaz! Kıyamet sürecinde aranızı ayırır! Allah yaptıklarınızda olarak Basîr'dir. (Mümtehine/3)
"HÛ" ki, sizi yaratmış olandır! Buna göre kiminiz hakikat bilgisini inkâr edendir ve kiminiz de iman edendir! Allah yaptıklarınızda Basîr'dir. (Tegabün/2)
Üstlerinde saf saf kanatlarını açıp yükselen, kapayıp inen kuşları görmezler mi! Onlar Rahmanî kuvvelerle bunu başarıyorlar! Muhakkak ki O, her şeyi (hakikati olarak) Basîr'dir. (Mülk/19)
Muhakkak ki biz insanı, bir takım katkılarla (genetik kalıtımla) karışık bir spermden yarattık da; onu algılayan ve değerlendiren olarak meydana getirdik.(İnsan/2)
Hayır! Muhakkak ki onun Rabbi, onda Basîr idi! (İnşikak/15)
"HAKİKAT"İ TEK VE NET GÖRMEK İÇİN GEREKLİ OLAN
"İLİM GÖZLÜĞÜ"
(İki camından birisi, "B" harfi ilmi,
diğeri "el AHAD-üs SAMED" ilmi olan "İlim gözlüğü")
|
İnsanın iki gözü vardır ki, bu iki göz sağlıklı çalışırsa, baktığını şaşı görmez, tek ve net görür. Net ve tek göremeyenlerse bunu sağlamak için ya gözlük kullanırlar ya da lens!
"OKU"nası Kitap olan Evren'i ve "Sünnetullah"ı sağlıklı "oku"yabilmek için de, Allah, Kurân ile bize, iki doğruyu görme camı vermiştir, gözlüğümüze takalım diye...
"Hakikati" net ve tek görmek için de basîrete ve ilim gözlüğüne ihtiyaç vardır ki onun iki camından birisi, "B" harfi ilmi, diğeri "el AHAD-üs SAMED" ilmidir!
Birinci ilim, Kurân'ın en başına konmuş "B" harfidir... Anlamı, "TEK'in SEYRİ" isimli kitabımda açıkladığım "Holografik Gerçeklik" paralelinde, Rasûlullah (aleyhisselâm)'ın bildirdiği "Zerre küllün aynasıdır!" açıklamasıdır. Birim, zerre olarak algılanan her noktada, tüm "el Esmâ"sıyla mevcudiyetini anlatır.
İkinci ilim ise, Kurân'ın sonuna yerleştirilmiş olan "İhlâs" Sûresi'ndedir. "Allah" ismiyle işaret edilenin, "el AHAD-üs SAMED" olduğu vurgusudur! "HÛ"dur! O'nun gayrı veya "dûnu" mevcut değildir! "Es Samed", "içine bir şey girmesi, katılması veya ondan bir şey çıkması oluşması söz konusu olmayan som TEK'illik" anlamını ihtiva etmektedir.
Bu iki gerçek tek bir bakışı meydana getirmezse, Kurân'ın ruhu ve vermek istediği mesaj asla algılanamaz; gökteki tanrı yerdeki peygamber ve sen anlayışının doğrusu asla bilinemez!
KELÂM SIFATI
“KELİM”
(Mütekkellim)
(Kendini bilişin tafsilâtlı müşahedesi)
|
Sıfat mertebesi dediğimiz mertebede “kendini bilen bir varlık” kastedilir. Kendi varlığının varolduğunu, kendisinin olmaması diye bir şeyin söz konusu olamayacağını bilmesi hâlidir!
Bu varolduğunu biliş bilme hâli; kendisinin varolduğunu ve ne olduğunu bilmesi hâli, “İlim” sıfatı ile târif edilmiştir!
Kendini tafsili ile bilmesi “semî” ve “Basir” sıfatlarının kaynağını teşkil eder! Kendini bilişinin sonucu olarak bu vukûfiyeti bunun tafsilâtının müşahedesi “Kelim” oluşudur. Bütün bunların sonunda, bir de “Tekvin” yani meydana getirme; yani, kâinatı meydana getirme denilen hâl, sıfat sözkonusudur.
KELÂM SIFATI,
"İFADE" YETENEĞİ KAZANDIRIR
|
“KELÂM” sıfatı bize “İFADE” yeteneği kazandırır ve bütün bunlar hep “KUDRET” sıfatının bizden ortaya çıkışı dolayısıyladır ki, bütün bunları yapacak “KUDRET” bizde görev yapar!.
SIFAT TECELLİSİ
-
Tecelli-i Sıfat mertebesi
-
Mâiyet sırrının yaşandığı mertebe
-
Salt benliği biliş mertebesi
-
Esmâ mertebesi ise benliğindeki mânâları buluş
-
"Rabbin kurbu"nda olgunluğa erme
-
İlâhi sıfatlarla tahakkuk
-
İndînde Hakikat BİLGİSİnden bir ilim
-
Mardiye yaşamı
-
Yücelik makamı
-
Rahman’ın kullarına gayblarından vaat ettiği Adn Cennetleri
-
Esmâ kuvvesiyle tahakkuk etme özelliği
-
“Selâm”ın işitildiği boyut
-
Selâm isminin mânâsı açığa çıktığı ve böylece kendi hakikatlerinden açığa çıkan kuvvelerin konuştuğu
sabah-akşam, yaşam gıdalarıyla beslenmenin olduğu boyut…
-
Korunanların (yalnızca fiillerde değil, düşünsel anlamda korunanların) mirasçı yapılacağı cennet boyutu…
Kendi varlığının var olduğunu, kendisinin olmaması diye bir şeyin söz konusu olamayacağını bilmesi hâli
-
Rahmete ermek
-
"Samediyyet tecellisi”
-
Kişinin birimsel varlığının ortadan kalkması
-
"Hakk-el Yakîn" hâli
-
“Sıfat Cenneti”
|
Sıfat mertebesi ise salt benliği biliş mertebesidir... Tabiî buradaki benlikten murad izâfi benlik değildir!.. Esmâ mertebesi ise benliğindeki mânâları buluştur... Benliğindeki çeşitli mânâların, değişik şekiller ve oranlarla terkibi ef’al mertebesini meydana getirir. Ef’al mertebesindeki değişik terkipler, yani mânâ terkipleri de senin mutlak varlığınla, yani zâtınla kaimdir... Zâtın olmasa, o mânâlar hiç olmaz. Dolayısıyla, Zât aynen ef’al mertebesinde mevcuttur!..
SIFAT MERTEBESİNDE
KENDİNİ BİLEN BİR VARLIK KASTEDİLİR
|
Sıfat mertebesi dediğimiz mertebede “kendini bilen bir varlık” kastedilir. Kendi varlığının varolduğunu, kendisinin olmaması diye bir şeyin söz konusu olamayacağını bilmesi hâlidir!
Kendisinin varolduğunu bilmesi onun “Hayat” sıfatıdır. Kendisinin varolduğunu bilmesi, kendisinde, “ben varım” mânâsının hâsıl olması ki; bu bizim avamî mânâda kastettiğimiz şekilde değil.. Yani, hiçbir zaman bir insan kendi kendine “ben varım” demez!. Ama kendinin varlığını bilir. İşte bu kendi varlığını biliş hâli, “varım” diyebilmesi evvelâ varlığı, onun hayat cevherine sahip olması, hayatta olması yönüdür ki, bu da “Hayat sıfatı”dır.
Bu varolduğunu biliş bilme hâli; kendisinin varolduğunu ve ne olduğunu bilmesi hâli, “İlim” sıfatı ile târif edilmiştir!
Bu varoluşunu bilişinin devamı olarak; her varolan ve kendini bilen varlığın, arzusu ve iradesi, dilemesi söz konusudur. Dilemesi yani o şeyi “irade” sıfatı yani “MÜRİD” isminin mânâsı ortaya çıkar.
Bu iradesini, yani arzusunu, isteğini tahakkuk ettirme, “kudreti” zaruri kılar. Kudret olmazsa, irade tahakkuk etmez. Tahakkuk etmeyen bir irade de eksik ve noksan kalır. Eksik ve noksanlık sözkonusu olamayacağına göre, “irade”nin tabiî sonucu olarak “kudret” sıfatı ortaya çıkar.
Kendini tafsili ile bilmesi “Semî” ve “Basir” sıfatlarının kaynağını teşkil eder! Kendini bilişinin sonucu olarak bu vukûfiyeti bunun tafsilâtının müşahedesi “Kelim” oluşudur. Bütün bunların sonunda, bir de “Tekvin” yani meydana getirme; yani, kâinatı meydana getirme denilen hâl, sıfat sözkonusudur.
İşte bu sıfatlarla yani bu vasıflarla kendini bilmesi hâli sıfat mertebesini teşkil eder. Bu sıfat mertebesi dediğimiz, kendini bilme hâlinin tabii sonucu olarak; bu varlığın kendindeki çeşitli mânâları müşahede etmesi oluşur.
Bu mânâlar, bir kısmıyla, kendini müşahede yönüyle; bir kısmıyla da, kendindeki özellikleri ortaya koyma, onları seyretme hâliyledir.
Kendinde görmeyi murad ettiği mânâları, târif etme, kendini tanımlama sadedinde olanlara, “Hakk’a ait isimler”; özelliklerini, mânâlarını terkipler hâlinde seyretme sadedinde olan isimlere de “Halka ait isimler” denir!..”Halk kelimesinin mânâsını meydana getiren isimler” demektir!.Meselâ “Rezzak” ismi halkın varlığını gerektirir.. Halkı zaruri kılar! Çünkü rızk verilecek bir varlık olmazsa , rezzak’lık, rızk vericilik sözkonusu olmaz! Öyleyse bir varlık olacak, rızka ihtiyacı olacak, ki rezzaklık yani rızk vericilik mânâsı ortaya çıksın… Bunun gibi!
Ve bütün isimlerin mânâlarının müşahedesi ortamı ef’al âlemidir, fiiller âlemidir!..
Bu dört âlemi birbirinden ayrı ayrı düşünmek, en büyük gaflet ve hata olur! Perdelenme olur! Hicap olur!.
“Kâinat” ismi altında Zâtından başka bir varlık yoktur!. Kâinatın ardında, özünde, zâhirinde veya bâtınında, zâtından gayrı bir varlık yoktur!.Kısacası, kâinatın hüviyeti O’dur! Kâinatın benliği, ona aittir!.O’na ait mânâlar, değişik terkipler şeklinde, değişik isimler olarak, kesret dediğimiz görüntüyü meydana getirir!
Kesret; ilâhi isimlerin mânâlarının değişik terkiplerle âşikâre çıkmasından başka bir şey değildir!.Ve bu terkiplere göre seyredilen, âlem, fiiller âlemi dediğimiz ef’al âlemi dediğimiz âlemdir!.Kısacası, fiiller âlemi denilen âlem, ilâhi isimlerin mânâlarının, terkipler şeklinde, bir terkibin diğer terkibe bakışından başka bir şey değildir!. Ve bu açıdan bakarsan, ortada ef’al âlemi diye bir âlemin olmadığını da müşahede edersin!. Bu defa bakarsın ki, fiil dediğin şeyler, aslında fiil olmayıp, terkibiyet hükümlerinin ortaya çıkışıdır! Ama sen buna, fiil diyebilirsin, fiiller âlemi” de diyebilirsin! Ama fiil veya fiiller âlemi diye kastettiğin şey, ilâhi isimlerin terkibiyet hâliyle ortaya çıkışından başka bir şey değildir!
Ceberût âlemi, Vâhidiyet mertebesidir ki, esmâ ve sıfata tekâbül eder. Zâtî sıfatlarla ve esmâ yollu kendini tanıma, seyretme mertebesidir bu mertebe.
Vâhidiyet, Tek varlığın kendini tanıması, sıfat mertebesidir; Ceberrût âlemidir.
İLÂHİ SIFATLARLA TAHAKKUK
ANCAK İLMİ LEDÜN İLE MÜMKÜNDÜR
|
İlim, sıfat mertebesindeki var oluştur.
İlim; “Hakikat ilmi”dir ki, bu tüm mevcûdatın özünde saklı olan SIRRI bildiren ilimdir!
Zâhir ve Bâtın ilimleri, bu hakîkatı idrâk ve yaşam için yeterli değildir...
Zâhir ilimleri denen beş duyuya dayalı ilimler - ki cifir ilmi de buna dahildir-; bâtın ilimleri denen beş duyu ötesi ilimler -ki hissî müşahede ve keşif bu bölümde mütalâa edilir- Hakikati yaşamaya ve “ALLAH” adıyla işaret edileni tanımaya yeterli değildir!..
“Hakikati” yaşayabilmek, ancak “ilmi ledün” ile mümkündür...
Zîrâ, ilâhî sıfatlarla tahakkuk, ancak “ilm-i ledün” ile mümkündür!..
Şâyet tasavvuf lisanı ile açıklamak gerekirse, kendini Esmâ boyutunda, Sıfat boyutunda ve Zât boyutunda tanıyabilmek ana hedeftir ki; bu da ancak gidilecek noktanın ne olduğunu idrâk edip, O'nun gereğini yaşayabilmek ile mümkün olur.
Bunun için de ilk hedef “ALLAH” İsmiyle işaret edilenin ne olduğunu öğrenmek, anlamaktır!..
Yolculuk ALLAH'tan başlar, ve ALLAH'la, ALLAH'a olur ise son derece kısalır!.
Netice olarak şunu belirtelim ki, âlemleri tanıyarak ALLAH'a ermek değil; “ALLAH” ismiyle işaret edileni tanıyarak, Onun bakışıyla âlemlerini seyretmek ana gayemiz ve hedefimiz olmalıdır.
Aksi halde tüm ömrümüz âlemler içerisinde geçer gider ve neticede “hicap”ları aşamaz, “perdeli” olarak bu dünya yaşantısından geçer gideriz!..
ALLAH, sürekli tefekkür içinde yaşamayı; “ZAN”lardan kurtulup, gerçeğe ermeği; İlâhî hakikatler ve vasıflarla tahakkuk etmeyi takdir etmiş olsun bizlere!..
KUL,
ALLAH YANINDA VEHMİ BENLİĞİNİN “YOK”LUĞUNU
YAŞADIĞI ZAMAN ARTIK İKRAM YOLLU
HAKKANİ SIFATLAR ZÂHİR OLMAYA BAŞLAR
|
Gerçek şudur ki;
Dileyen ve "ol" hükmü ile istediği şeyi olduran TEK'dir!
Öz'den bakan için. dileyen ve hükmü yerine gelen Allah'tır!
Kesretten vehim hükmü altında bakan için ise, dileyen ve "ol" hükmü veren gene Allah'tır; ancak bu durum izâfeten ve ikrâmen kuldan izhar olmaktadır.
"Bir kul yararlı çalışmalar ile bana yakîn elde eder. Artık ben o kulumun görür gözü, işitir kulağı, söyleyen dili, tutan eli yürüyen ayağı olurum."
şeklindeki hadîs-i kudsi çok meşhurdur. Burada anlatılmak istenen mânânın bir açıklaması gibidir Gavs-ı Â'zâm Abdülkâdir Geylânî'nin bu beyânı.
Bir kul yararlı çalışmalar ile kendi varlığının varolmayışını idrâk ederek, Allah yanında vehmî benliğinin "yok"luğunu yaşadığı zaman, artık ondan ikram yollu Hakkanî sıfatlar zâhir olmaya başlar.
Hakkanî sıfatla görür, hakkanî sıfatla işitir ve hakkanî sıfatla söyler. "Ol" der ve o şey de olur! Elbette, Hakk’ın emri nasıl olur da yerine gelmez!.
Demek ki, "fakîr"den zâhir olan Hakk'tır ve elbette ki onun emri de yerine gelen bir emirdir.
"UMARIM RABBİM BENİ
KURBUNDA OLGUNLUĞA
(Mâiyet sırrının yaşandığı Tecelli-i Sıfat mertebesi) ERDİRİR..."
|
Hiçbir şey için "Onu yarın kesinlikle yapacağım" deme (çünkü Allah'ın onu inşa edeceğini bilemezsin)!
Sadece "inşâ Allah = Allah inşa ederse" kaydıyla demen, müstesna!.. Unuttuğunda Rabbini (hakikatin olan Esmâ mertebesini) zikret (hatırla)!.. Ve de ki: "Umarım Rabbim beni kurbunda (mâiyet sırrının yaşandığı Tecelli-i Sıfat mertebesi. {İnsan-ı Kâmil, Sıfatların tecellisi bahsi; Abdülkerim Ceylî. A.H.}) olgunluğa erdirir." (Kehf/23-24)
“ŞUUR”UN
KENDİNİ BEDEN KAYITLARINDAN KURTARMASIYLA
(Benliğinin yokluğunu yaşamasıyla)
(Vehmin kaydından kendini kurtarmasıyla)
ONDAN HAKKANİ SIFATLAR ZÂHİR OLMAYA BAŞLAR
(İlâhi sıfatlar tahakkuk eder-Fiili ölümle şuur boyutu yaşamına geçilir-Ölmeden evvel ölme tahakkuk eder)
|
"Ölmeden evvel ölmek" dediğimiz halde, fiili ölümle birlikte şuur boyutunda yaşama geçilir.
Şuurun, bedenin kayıtlarından kendini kurtarmasıdır. İlâhi kuvvetlerle tahakkuk etmesidir!. Yani, "Vehmin kaydından" kendini kurtarmasıdır!.
SIFAT MERTEBESİNDEN GELEN HÜKÜMLER
(Terkipsizliğin gereği olan hükümler)
ESMA MERTEBESİNDEKİ TERKİPLERİ
BOZAR, YIKAR, ATAR!
|
Kişinin belli bir terkibi vardır, esmâ terkibinden oluşan..İşte esmâ terkibinden oluşmuş “kişilik” mânâsına “beşer” ifadesi kullanılır.
“Beşer” kelimesi ile kastedilen, belli bir esmâ terkibidir...Esmâ terkibinden çıkacak olan hükümler, esmâ terkibinin geleceğini sürekli saadete yönlendiremez! Esmâ terkibinin değişmesi mümkün olmaz!
Ancak, esmâ terkibinin asıl ve özü olan ilâhiyet noktasından ; yâni sıfat mertebesinden gelen hükümler, sıfat mertebesindeki mutlak benliğin verdiği hükümler, esmâ mertebesindeki terkibleri bozar, yıkar, değiştirir!
Bunu basit mânâda şöyle izah edelim:
Sen içine düştüğün bunalımdan, problemden zaten mevcut aklınla onun içine düştüğün için çıkamazsın; bir ekstra akla ihtiyacın vardır!
Bu yüzden, “bana akıl ver” dersin...Niye?
Çünkü kendi aklınla o noktaya geldin! Kendi aklınla o noktadan çıkman mümkün değil!O noktadan çıkman için, ekstra akıla gerek var!
İşte bunun gibi, o kişinin içinde bulunduğu durumu meydana getiren terkibini kendinin değiştirebilmesi mümkün değil!
Bunun için; ilâhi dediğimiz, sıfat mertebesinden gelen; bir diğer mânâ ile, Allah’tan gelen; terkibsizliğin gereği olan noktaya ve noktanın hükümlerine uyması lâzımdır; ki kendi terkibinin kayıtlarından kurtulsun!Veya, kendi terkibini daha geniş mânâda tanıyabilsin!
İLÂHİ KUVVELERLE TAHAKKUK ETME BAYRAMI
|
Biz Beyt'i (Kâbe-kalp) insanlara güvenilir sığınak yaptık! İbrahim makamını (Hullet makamı, Esmâ mertebesi kuvveleriyle tahakkuk makamı) musalla (namazın yaşandığı yer) edinin. İbrahim ve İsmail'e: "Beytimi; tavaf edenler, kulluğunu yaşamak için oraya kapananlar, rükû ve secdeyi yaşayanlar için arındırılmış olarak muhafaza edin" dedik.(Bakara/125)
Ey iman edenler, SIYAM (oruç-bedenselliği en alt sınıra indirip hakikatini yaşamak) sizden öncekilere olduğu gibi size de hükmoldu. Tâ ki korunasınız!(Bakara/183)
Ramazan ayı “oruç” ayı…
“İman”ın gereğini hakkıyla yaşayarak “ORUÇ” tutanlar, “ilahî kuvvelerle tahakkuk” etme bayramını yaşayacak! “Müminin iftar sevinci” bu olacak!
Aç kalanlar, karınlarını doyurma bayramına ulaşacak!
İkisi arasındakiler, “oruç”larının derinliğine göre sonuçlarını yaşayacaklar!
Okullarda yıllarca beyinleri yıkanarak, şartlandırıldıkları doğrularla programlananlar, “yenilenenlere” adapte olamamanın sonuçlarını yaşayacaklar!
[ Windows yalnızca Intel veya AMD platformlarındaki bilgisayarlarda çalışır... Tıpkı, "Kurân Kursları" veya "Din Okulları" şartlandırmalı din öğretisi platformlarının sınırlarıyla sınırlı beyinler gibi!
Linux ise platform bağımsızıdır! Apple’dan Amiga’ya, Sun Sparc işlemcili iş istasyonlarından dünyanın en hızlı bilgisayarı olan IBM BlueGene/L’e kadar tüm Windows ötesi sistemlerle dahi çalışır. Tıpkı, Allah Rasûlü'nün getirmiş olduğu bilgileri değerlendirip, Allah adıyla işaret edilenin sonsuz yaratış âleminde sınır tanımadan gezinip seyr hâlinde olan beyinler gibi! (Yenileyicinin İşlevi) ]
Kimin salâtı mi’rac olup, iman ettiğinin hakikatini yaşamak suretiyle “oruç” hissedişi açığa çıkarsa; “orucun mükâfatını ben veririm” sırrı kendisinde açılacak.
Kimi, bedeniyle onların aralarında, hakikatiyle arşın gölgesinde, yaşamına devam edecek!
Kimileri de hakikatin ilmi kendisine açıldıktan sonra, duygusallığı sonucu, “evlâdü iyal” ile “evcilik” oynamaya dönecek!
İLÂHİ SIFATLARLA YAŞAM ORTAMI
-
İlâhi sıfatlarla tahakkuk edebilme ortamı
-
Nefslerinin hakikati olan Allah Esmâ'sına iman edip, onlardaki kuvveleri şuurlu olarak açığa çıkarma yolu...
-
Cennet yaşantısı
-
"Rıdvan"(İnsandaki Esmâ hakikatiyle tahakkuk kuvvesi, melekesi-Hakikatinin farkındalığıyla bunun sonuçlarını kuvveden fiile çıkarma özelliği)
-
“Âhiret”
-
Yolun-yurdun sonu-Adn cennetleri...
-
Nebîler’in, Sıddıklar’ın, Veliyler’in yolu
-
Kudret-bilinç boyutu
|
Bizi sırat-ı müstakime (Hakikate erdiren yola) hidâyet et.
Ki o yol in'amda bulunduklarının (nefslerinin hakikati olan Allah Esmâ'sına iman edip, onlardaki kuvveleri şuurlu olarak açığa çıkarma) yoluna... (Fâtiha/6-7)
İyi bilin ki dünya hayatı sadece bir oyundur, bir eğlencedir, bir süstür; aranızda bir büyüklenme ve mallarda ve evlatta çoğalma yarışıdır! (Bunlar) şu misaldeki gibidir: Yağmurun yeşerttiği ekinle mutlu olurlar ama sonra bakarsın ki o yeşillikler kurur, sararır ve toprak olur hepsi! Sonsuz gelecek yaşamda ise ya şiddetli bir azap veya Allah'tan bir mağfiret ve Rıdvan vardır. Dünya hayatı nesneleri, kendini aldatmaktan başka bir şey değildir. (Hadid/20)
Dostları ilə paylaş: |