Yazı daha güÇLÜ adimlar iÇİN • Manşet Akıntıya karşı Bir adım daha



Yüklə 0,52 Mb.
səhifə12/13
tarix07.01.2019
ölçüsü0,52 Mb.
#91754
növüYazı
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   13

Mayıs 98:

Olaylar 6 Mayıs'ta Medan'da 5, 12 Mayıs'ta da 6 kişinin asker ve polisler tarafından açılan ateş sonucu ölmeleri ü-zerine "çığırından" çıktı.

Cakarta'daki eylemlerde 500 kişi öldü. Resmi kaynaklara göre 3000'den fazla bina yağma edildi. 1500 kadar otomobil ve motosiklet tahrip edildi.Son gelişmelerde ortaya çıkan manzara ise pek beklenmiyordu. Dini liderlerin öğrencilere yol göstermeye başlaması, ordunun sistemden ayrı tutulmaya çalışılması ve Suharto'nun istifası sağlandı ve yerine yardımcısı getirildi. Bundan sonra neler yaşanacağını kestire-bilmek zor değil. Aynı açlık, aynı baskılar devam edecek sadece daha Amerikan usulü bir çizgi izleyerek.

Endonezya'da öğrenciler önlerine koydukları hedef itibariyle ülkemiz gençlik hareketleri açısından geride duruyorlarsa da önlerine koydukları hedefe ulaşmadaki kararlılıkları ve çizdikleri militan çizgi ile ülkemiz üniversite gençliği tarafından örnek alınması gereken bir yerdeler.



KANADALI ÖĞRENCİLERDEN BANKA İŞGALİ

Kanadalı öğrenciler 28 Ocak 98'de yirmi saat boyunca Kanada Emperyal Ticaret Bankası'nı işgal ettiler, işgal 29 Ocak saat 10:00'da 80 öğrenci yumrukları havada "Eğitim hakkımız; kavgayı bırakmayacağız" (Education is our right, we Won't give up the fight) sloganıyla tüm öğrenciler ve destekçileri için bir zafer kazanıldığının açıklanmasıyla son buldu.

28 Ocak 98'de 'ilke çapında binlerce öğrenci Kanada Öğrenci Federasyonu'nun ilan ettiği eylem gününde kampüslerinde protesto gösterileri gerçekleştirdiler.

Toronto'da~öğrenciler ve destekçileri şehrin finans merkezinde üniversitelerin finans kurumlarıyla birleşik yönetimini ve eğitime ayrılan payın azlığını protesto etmek için

buluştular. Konuşmalardan sonra yüzlerce öğrenci ve destekçileri Kanada Emperyal Ticaret Bankası'na girdiler ve banka görevlilerinin kampus yönetim kurulunun istifasını istediler (Toronto Üniversitesi yönetim kurulunda bu bankanın yöneticilerinden AH Foods yeralıyor). Banka bu talepleri reddedip öğrencilerle görüşmek üzere bir temsilci dahi göndermeyince oturma eylemi başladı. Demokratik süreçlerin işletilmesiyle ve polis baskısı altında öğrenciler

taleplerini daha geniş sosyal taleplere evrilttiler. Öğrenciler banka işlemlerini durdurmak ve

Winnipeg'deki merkez büronun halen süren işgalini desteklemek için işgali gece de sürdürme kararı aldılar.

Banka, özel mallarını korumak için saati 48 dolara büyük bir polis gücü kiraladı. Öğrenciler, medyanın eylemi çarpıtıcı, ters yöndeki iddialarına karşılık eylemi özel olarak üniversite ders müfredatının yoğunlaştırılmasını protesto etmek için değil eğitimin özelleştirilmesine ve sermayeye bağımlı kılınmasına izin vermeyeceklerini göstermek için yaptıklarını söylediler. Aynı iş merkezinde Meksika Konsolosluğu'nun bulunması, işgalcilere Meksiko City üniversitelerinde demokrasi ve özerklik isteyen öğrencilerin karşılaştıkları .zorlukları hatırlattı. Onları pek çok eyleme hazırlayan "daha çok eğitim" gibi basit ricalardansa özelleştirme karşıtı, tartışmacı, halk için eğitimi savunan ve eğitimde topyekün bir değişimi içeren talepleri savunmaya başladılar. Öğrenciler taleplerini şöyle sıralıyorlardı:

~*Mutevelli Heyetleri yönetimden çekilsin. Şirket yöneticileri yerlerini öğrencilere, işçilere ve öğretim görevlilerine bıraksınlar. Özerk demokratik üniversite ortamı yaratılsın.

*ihtiyaca göre burs verilsin. *Borçlar iptal edilsin ve sosyal programlara kamusal destek verilsin. *Müfredatın içeriği 1994 seviyesine çekilsin.

Öğrenciler istedikleri özerk ve demokratik üniversiteye kavuşmak için polisin ve mütevelli heyetinin üniversiteden gitmesi gerektiğine karar verdiler.

Öğrenciler üç yıl içinde yükselen bir dizi eylemlilik geçekleştirdiler. Bunların içinde kampus işgalleri önemli bir yer tutuyordu. Eylemleri York Üniversitesindeki sendika üyelerinin greviyle desteklendi.

Royal bank ve Montreal Bankası arasındaki birleşme ve kapalı kapılar ardında yapılan MAI anlaşmaları öğrenciler için mücadelenin ve taleplerin daha da süreceğinin kanıtı.

Kanadalı öğrenciler tüm bu talepleri için mücadelelerinin sürdüğünü ve süreceğini, daha sonraki eylem' planlarının 1 Mayıs'ta işçi sınıfıyla yaptıkları gibi sosyal adalet isteyen diğer gruplarla dayanışmak olduğunu söylediler.



1968: ÖZGÜRLÜK SOKAKTA
1968: ÖZGÜRLÜK SOKAKTA

1960'lı yılların ikinci yarısı kapitalist dünyanın hemen tümüne çoğu gençlik önderliğinde toplumsal isyanlar getirdi.

2 paylaşım savaşından sonra, kapitalizm, dünyanın yeniden paylaşımı, yeni sömürgeleş(tir)me sürecinde bütün bir toplumu kültürden ekonomiye, savaş ekseninde örgütlemeye başladı. Savaş sonrasının biriktirme ve refah artışı yılları sona ermiş, ekonomik durgunluk ve işsizliğin artışıyla tıkanma dönemi başlamıştı. Öte yandan Vietnam Savaşı, Amerikan yaşam biçimi ve 'demokrasi' ile vaat edilen yeni ve mutlu dünyanın hiç de anlatıldığı gibi olmadığını gösterdi. Amerika, Vietnam halkını katlediyor, kendi gençlerini de ölmeye ve öldürmeye gönderiyordu. Kapitalist dünyanın alt ve orta sınıflarına ve gençlerine reva görülen; savaş, ölüm, işsizlik ve yoksulluktu. Tüm bunlar, bu sınıflarda ve düzene ekonomik olarak bağlanmayan gençlikte huzursuzluğa yol açıyordu. Ho Amca ve Vietnam halkının direnişi ise, karşı koymanın olanaklı olduğunu gösteriyordu.

İsyanın tek moral etkisi Vietnam direnişi de değildi. (Küba devrimi, Afrika sömürgelerinin başarılı bağımsızlık savaşları, Çin kültür devrimi ve diğer moral itkileri arasındaydı.) Che'nin "ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin..." diye başlayan sözleri, Latin Amerika'da ve tüm dünyada özellikle gençliğin kulaklarında çınlıyordu, tüm tazeliğiyle ve tıpkı bugün olduğu gibi...

Ana kaynağı ve moral itkileri aynı olsa da, '68 elbette tüm dünyada aynı sürede ve aynı biçimiyle yaşanmadı. Hemen her coğrafyada kendine özgü bir yanı vardı.

Çoğunda ilk ayaklanan gençlik oldu; isyan işçi ve emekçilerle buluşabildiği yerlerde çok daha uzun ve kalıcı oldu ve genellikle silahlı mücadeleyi getirdi. İsyanın toplumsallaştırılması özellikle yeni sömürgeleştirilen ülkelerde başarıldı.

Latin Amerika'da kır ve şehir gerilla hareketi, koşullar ne olursa olsun oligarşinin şiddetine karşı devrimci zorla yanıt vermeyi önüne koymuştu ve bunu gerçekleştiriyordu.

Batıda ise isyan 2. paylaşım savaşından yenik çıkan ve burjuva demokrasisinin dahi yerleşmediği, faşizmin hala önemli bir kitle desteği olduğu Almanya ve İtalya'da işçi ve emekçilerle buluştu ve silahlandı. (İtalya'da Kızıl Tugaylar, Almanya'da Kızıl Ordu Fraksiyonu dönemin bilinen silahlı mücadele örgütleriydi.) Zira doğuda benzeri özellikler gösteren Japonya'da da yine benzeri gelişmeler yaşandı. Fransa'da ise gençlerin ve işçilerin birleşmesi isyanı kısa bir süre için birleşti.

Paris'te isyan Sorbonne Üniversitesi'nde 3 Mayıs'ta faşist terör ve polis baskısına karşı bir mitingle başladı. Mitingin ardından polisin kimlik kontrolü istemine öğrenciler karşı koyarak yanıt verdiler. 600 öğrenci gözaltına alındı, polis okulu işgal etti. İsyan artık sokaklardaydı. 10 gün sonra okul el değiştirdi, işgalciler artık bizimkilerdi ve özyönetim kuruldu. Bir gün sonra (14 Mayıs'ta) fabrika işgalleri ve grevler başladı. 20 Mayıs'ta grevci işçi sayısı Fransa tarihinin en büyük rakamı olan 10 milyona ulaştı. 25 Mayıs'ta öğrencilerin borsa binasını ateşe vermelerinin ardından revizyonist K.P. ve sendika ağaları isyancı öğrencilere karşı tavır aldı. 30 Mayıs'ta parlamentonun da feshiyle isyanın hızı kesildi.

'68 isyanın önemli noktalarından biri, birçok yerde revizyonistlerin, K.P.'lerin isyanın karşısına geçmekte gecikmemeleri örgütlü (sendikalı) işçilerin sendika aracılığıyla sendika ağaları önderliğinde düzene bağlanmaları ve isyana katılmamaları ya da Fransa'daki gibi derhal çekilmeleri oldu. Ve tabii ki emekçilerle buluşamamanın doğal sonucu başkaldırının orta sınıflar ve burjuvaziyle sınırlı kalması ve toplumsal devrim yerine reform istemiydi. (Paris üniversitelerinin duvarlarına yapılan yazılamalar belki çoktan silindi ama "İnadına isyan, inadına özgürlük" diyen gençliğin yüreğinde hala boya kokusu var; "Devrimciye görev devrim yapmaktır", "Düş gerçektir", "imgeler iktidara yürüyor", "Abartmak yaratmaktır", "Şiir sokaktadır", "Mal mı, yakarız", "Yüreğinizin pencerelerini açın!", "Hepimiz Alman yahudisiyiz")

İtalya'da ise Fransa'nın tersine gençlik-emekçi birlikteliği geçici değildi. Başkaldırı 1967'de başladı ve on yıl sürdü. Mücadelenin sınıfsallığı silahlı mücadeleyi de beraberinde getirdi. Almanya'daki kritik bir gelişme 1961'de Sosyal Demokrat Parti'nin (SPD'nin gençlik kolu olan Sosyalist Öğrenci Birliği ile SDS) gençlik ile yolları ayırması ve "bağdaşmazlık" kararıdır. Artık öğrenci gençliğin bağımsız bir örgütü vardı. Daha sonra kurulacak birçok devrimci örgütün kadroları da SDS'den çıktı. Örneğin; silahlı mücadele veren RAT'ın kurucularından Ulrike Meinhof da bir SDS'liydi. Almanya'da hareketin özgül yanlarından biri de yeniden yükselen Nazi harekete karşı anti-Nazizm, anti-faşizmdi.

Yerli halkın topyekün imhası sonucu kurulan ABD'de de ise ayaklanmanın kendine özgü yanlarından biri ırkçılığa karşı mücadeledir, diğeri de Vietnam Savaşı'na karşı mücadele... ABD de isyanın silahını kuşandığı ülkelerden biridir. Dönemin en bilinen silahlı mücadele örgütü Kara Panterler Partisizdir. "Meşru müdafaa" şiarıyla, militan kitle çalışması ve propaganda teknikleriyle KPP çok sayıda insana ulaştı ve başarılı eylemler yaptı. (Yalnızca siyahlardan oluşan örgüt sosyalizmi amaçlıyordu) Devletin yoğun saldırısı ve KPP'nin birtakım önemli yanlışları Ekim 1966'da kurulan partiyi 1969'da bitirdi. Önce liderlik teslim alındı. Önderliğin yozlaşması, yasal alanla yasadışı alanın karıştırılması, örgüt içinde lümpen eğilimler-ile dogmatizmin aşılamaması yenilginin önemli etkenleri oldu.

Hindistan'da İse isyanın yaşlı gerillacı lideri Çaru Mozumder kendine özgü bir silahlı mücadele kavramı geliştirdi. Devrimci bir savaşın silahları da sınıfsal bir bakış açısıyla ele alınmalıydı. Devrimciler, silah olarak üretim araçlarını kullanmalıydılar. Elbette "üretim araçları" tankların, topların, makineli tüfeklerin karşısında kolayca eziliverdi. Ancak, HKP-ML gerillaları devrimci savaşın aynı zamanda etik bir savaş olduğunu son derece uç bir noktadan göstermiş oldular.

Hemen her coğrafyada özgüllükleri olan 68 isyanının, devrimci hareketin kendisinin . devrim olduğu; "vaad edilen cenneti" reddedip savunulan yaşamı bugün "hemen şimdi" yaşama geçirmeye çalışılmak gerektiği; bugünkü çalışmanın yarının toplumunun nüvelerini bağrında taşıması gerektiği gibi ortak, önemli ve bugüne kalan doğruları ise sayılamayacak denli çoktur.

Hangi coğrafyada olursa olsun, hangi örgütlenme tarafından yaratılmış olursa

olsun teorik ya da pratik tüm doğrular, tüm dünya devrimci hareketinin geleneğidir. Bu bağlamda 68 isyanının devrimci katkısı burada sayılamayacak denli çoktur. O gelenek ki, bizi özgür bir geleceğe taşıyacak köprünün kendisidir.



Bizim 68

Bizim 68 Avrupa'da ya da dünyanın diğer yerlerinde yaşanan ayaklanmaların bir devamı ya da oralardan ithal edilmiş değildir. Kaynağı (genel olarak yeni sömürgeleştirme) ve moral itkileri hemen hemen aynı, eşzamanlıdır ve bıraktıkları belki hemen hepsinden fazla bir isyandır. Şüphesiz 68'in tüm isyancı hareketlerinden etkilenmiş ve onları etkilemiştir ve yine şüphesiz ortak yanları ve kendine özgülükleri de vardır.

9-10 Ekim 1966'da Dev-Genç'in kurulması önemli bir dönüm noktasıdır. Böylelikle gençliğin bağımsız bir örgütü olmuştur. Bu da Almanya'da SDS'nin SPD'den ayrılmasına benzetilebilir. Ancak bizde bu irade Almanya'nın tersine gençlik hareketinin dinamizmi üzerinde yükselmiştir. Dev-Genç, revizyonizmden ve reformizmden köklü ve devrimci bir kopuştur. Ve doğal olarak onları karşısında bulmuştur. Yine Fransa, Almanya ve .pek çok yerde olduğu gibi...

Türkiye'de de yine ilk ayaklanan gençliktir. En önemli özelliği ise hareketin başından itibaren anti-emperyalist ve doğal olarak politik oluşudur. Gençlik hareket çok kısa sürede üniversiter sınırların dışına taşmış, yalnız üniversiter sorunlarla ilgilenmekle yetinmeyip, bağımsız-demokratik bir ülke kavgasına atılmıştır. Ülkemizde Devrimci Gençlik hareketleri iktidar perspektifini hareketin oldukça erken dönemlerinde edinmiştir. Bu da onu dünyanın değişik yerlerindeki akranlarından daha güçlü ve kalıcı kılmıştır

Devrimci gençliğin eylemliliğini fabrikalara köylere dek giderek anlatması, buna verdiği önem ve bundaki başarısı, onun emekçilerle bütünleşmesini hızlandırmıştır. Çok geçmeden de DEV-GENÇ önderleri THKO ve THKP-C'yi kurmuş ve silahlı mücadeleye girişmişlerdir.

Yine diğer ülkelerden farklı olarak, isyan başından beri, devletçe silahlandırılmış gerici ve faşistleri karşısında bulmuştur. Bizim 68'in başından itibaren doğru bir politik bilinçle işe başlaması, revizyonizm ve reformizmden köklü ve devrimci bir kopuş gerçekleştirmesi, halkla bütünleşmedeki başarısı, iktidar perspektifine sahip olması ve doğal olarak silahlı mücadele tercihi onu akranlarından ayırıp 71'de (ve hatta 80'de) ağır bir yenilgi almasına rağmen bugüne taşımıştır. Ayrıca hiçbir devrim modelini şablonlaştırmamak, somut koşulların somut çözümlemesini yaparak ülkeye özgü bir devrimci hareket çizgisi oluşturmak, Nikaragua'da Sandanistler'in, Peru'da Tupac Amarular'ın Meksika'da Zapatistalar'ın, bizde de THKP-C ve DEVRİMCİ YOL'un başarısıdır, 68'den bugüne kalan...

 

Devrime dair Fatsa'nın da FİKRİ VAR!

Karadeniz’in dağı Fatsa'da başlar. Karadeniz'in güneşi ilkin Fatsa'ya doğar. Karadeniz'in baharı Fatsa'yla çiçeklenir.Karadeniz'in umudu-yüreği Fatsa'ya bağlanır...

Küçücük bir kasaba Fatsa; içine Paris Komünarları’nı, İspanyol Liberterleri'ni, Ekim Bolşevikleri'ni, Türkiyeli Devrimcileri, Kürt isyancılarını sığdıran, yüreği "Mahir Mahir" atan küçücük bir "Yol" ağzı Fatsa.

79'un Ekimi'nde devrim kokmaya başlar Fatsa'nın çamurlu sokakları. "Fındıkta sömürüye son" verilir. "Üreten" kimse "yöneten" de o olur dokuz ay içinde.Fatsalı'nın aklı fikri, SÖNMEZ'dır; Fikri Sönmez Fatsa'nın belediye başkanıdır.

Fatsa'da çocuklar, Ekim 79'dan Temmuz 80'e en güzel günlerine uyanırlar her sabah.Ordu, çocukların düşlerini "nokta"lamak ister bir sabah.Fatsa çocuk korosu susar-, tanklar-silahlar konuşur artık. Fatsa yenilir... Kızıldere'de "Onlar'ın yenilmesi gibi yenilir ama. 12 Eylül '80 sonra...

4 Mayıs '85'te Fikri Sönmez cezaevinde ölür.Ama Fikri ölmezi Fatsa'nın da Devrime dair Fikri var!



OKULLAR KAPANDI... İYİ TATİLLER
OKULLAR KAPANDI... İYİ TATİLLER

Ve yaz geldi, tam da güzel tatil düşleri kurma zamanı... Bu düşte, deniz ve kum da olursa hiç fena olmayacak. Zaten yorucu bir yıldan sonra kim söyleyebilir ki tatili hak etmediğimizi... Derse az hazırlanmış tembel öğrenci bilgisizliğindeki öğretim üyelerinin boğucu-sıkıcı derslerinden, ezberci ve insanı embesil yerine koyan sınav ortamından kurtulmuş olmak elbette ki büyük mutluluklara sürükleyecektir bizi. "Cezası on milyon"dan içilmiş yoğun sigara dumanlı, buram buram yozluk yayılan istif edilmiş öğrenci deposu kantinlerden temiz havaya çıkmak ne büyük zevk. Zafer kazanmış komutanlar gibi büyük dinlenme planlan yapmak tabii ki en doğal hakkımız...

Ve yaz geldi, tam da güzel tatil düşleri kurma zamanı... Kapısından içeri para sayarak girilen, bilimsel eğitimin-üretimin olmadığı, bunları savunanların dahi eğitim hakkının ellerinden alındığı üniversitelerimizden kısa süre de olsa ayrı kalmak büyük mutluluk...

Kapısında her gün öğrenci kimliklerimizi göstermemiz istenerek diğer siyasi-kültürel kimliklerimizi terk etmeye zorlandığımız, okulun bir köşesinde gitar, bağlama ya da polisin-özel güvenliğin görebileceği bir müzik aletini çalma hürriyetimizin dahi olmadığı bir yerdir üniversitelerimiz. Kızıyor, küfrediyor, lanetler okuyoruz her gün. Ya da alışarak her şeye, bizden sonra yola çıkmışlara öğütler yağdırıyoruz. Ve genelde toplumun çoğunluğunun erişemediği bu "bilim ve kültür" yuvalarımızdan, bizi acilen paraya ve işe taşıyacak bu zorunlu istikametten/ ikametten bir an önce kurtulmaya çalışıyoruz.

Veya nefes alıp verdiğimiz her yeri olduğu gibi üniversiteyi de isteklerimize yani olması gerektiğine göre değiştirmek istiyoruz ve "üniversiteler bizimdir" demenin anlamına biraz daha yaklaşıyoruz. Yani bir yol ayrımına giriyoruz:K Ya faşizmle sarılı "bilim" yuvalarımızda hocalarımızın "engin" bilgisinden otlaya-cağız ya da faşizme karşı özgür ve demokratik bir üniversite yaratacağız...

Sermayenin çıkarına değil halk için bilimin üretileceği, tüm üniversite unsurlarının öz yönetim esasına göre yöneteceği, bilimsel bir metodun tüm bilim dallarında geçerli olacağı, ezberin değil araştırma ve tartışmanın temel öğrenme yöntemi olduğu, bilgimizin sınavla, finalle sınanmadığı, bilimin, kapısındaki lacivertlerin ve şeriflerin tecavüzüne uğramadığı, demokratik bir üniversite...

Elbette ki kokuşmuş bir ülkede "özgür üniversite adası" olamaz. Özlediğimiz üniversite ancak özgür ve demokratik bir ülkede olabilecektir...

Zaten sokaklarında açlığın gezdiği, hastanelerin iyileştirmeyip "hasta" ettiği, zorunlu eğitimin sekiz yıl yapılması ile sevinç naraları atılırken "sokak çocukları"nın, çocuk sömürüsünün (çırakların, çocuk işçilerin) görmezlikten gelindiği ve sayılarının gün geçtikçe arttığı bir memlekette ne bireysel özgürlükten ne de kurtulmuş adacıklardan bahsedilebilir...

Savunularımızı bir düş olmaktan çıkarıp, muhalif bir kimlik olarak dolaşmaya başlayınca, üniversite kapısında kimlik kontrolü yapan polisin gerçek kimliğini görüyoruz. Ve "bilim" yuvalarımızın kapısında düşlerimize vize koyan faşizm perdesini her gün parçalamaya çalışıyoruz.

Duyarlılık, insaniyet, dayanışma, vatanseverlik, hürriyet sınırlarının daraldığı, kapitalizmin iğrenç, bireyci, yoz kültürünün tecavüzüne uğramış bir toplumda elbette kolay değil özgürlükçü, vatansever bir insan olmak. Büyük bedeller ödenerek gidilen bir yol bu.

Sokaklarda binlerce lacivertin coplu saldırısına uğramak, bir damla kanı Beyazıt’ın kaldırım taşlarında bırakmak, göz altına alınmak ve küçük insancıkların işkencelerine maruz kalmak... Düşlerini dışarıda bırakıp bedeni ile hapsedilmek... Kanla beslenen bir kurşuna hedef, sivil faşist sürünün arasında tek başına olmak... Galatasaray Lisesi önünde bir kayıp yakını veya herhangi bir köprü altına bırakılmış, kimsesizler mezarlığına ya da memleket topraklarından bir yere gömülmüş bir kayıp olmak...

Büyük bedellerle örülmüştür özgürlük ve devrim yolu... ve yılın her ayı, her günü, her saati, herhangi bir toprak parçasında, bir fabrikada dökülen terde, patron masasına vurulan yumrukta, atılan bir sloganda, zindanlardaki binlerce direnç gülünde, keleşe sürülmüş mermide büyüyor özgürlük savaşı...

Ve yaz geldi, tam da güzel düşler kurma zamanı...

İSTANBUL’ DA 1 MAYIS: İki Ayrı Kutlama
İSTANBUL’ DA 1 MAYIS: iki ayrı kutlama

Türkiye genelinde Türk-iş, Hak-iş, DİSK ve KESK'in kurduğu ortak komiteler tarafından örgütlenen 1 Mayıs çalışmalarına bu sendikaların inisiyatifinde ve ince hesaplarla başlandı. Sendikalar tarafından yapılan çağrının geçen senelere oranla oldukça geç kalması ve çalışmaların coşkusuz yapılması, 1 Mayıs günü yaşanacakların işaretini veriyordu. Polisin 1 Mayıs öncesi yaptığı operasyonlar ise yaratılmaya çalışılan ayrımı körükler nitelikteydi. Komite toplantılarına (bazı yerlerde DYP, ANAP gibi partiler bile çağrıldığı halde) yasal inisiyatifler dışındaki platformların ve dergi temsilcilerinin çağrılı olmaması varolan gerilimi daha da arttırdı. MLKP, TİKKO, TİKB gibi grupların oluşturduğu 'Devrimci 1 Mayıs İçin Güç birliği Platformu) '97 1 Mayıs'ındaki gibi ani bir kararla kurularak çalışmalarına başladı. Muğlak ve gergin bir ortamda başlayan çalışmaların etkisi 1 Mayıs günü de sürdü.

Önceki günler, kültür merkezlerini, sosyalist dergi bürolarını ve bazı evleri basarak yaklaşık 200 kişiyi gözaltına alan polisin terörü, 10.000'in üstünde polisin görev yaptığı 1 Mayıs günü artarak devam etti. ilçelerden yola çıkan sendika ve parti otobüslerinde arama yapan polis, bayrak ve flamaları aldı, Çağlayan Kavşağı'na giden yolları keserek, girişlerde yoğun ve taciz edici aramalar yaptı. Girişlerde imzasız ve yasal olmayan pankartlarla beraber birçok kişiyi gözaltına alan polis, karşısında gördüğü kararsız tutumun da etkisiyle iyice pervasızlaştı. 11.00 civarında yürüyüşe geçen kitle, 30.000 kişiye yaklaşmıştı. DİSK ve KESK'in alana girmesiyle başlayan kürsü konuşmalarında sıra Bayram Meral'e geldiğinde alandan yuhalamalar yükseldi. Alana hakim olan durgunluk, kürsü konuşmalarına da yansıdı. Alanda 'Özelleştirmeye Hayır', 'Sendika, Sigorta, Sekiz Saatlik işgünü' sloganları atıldı. İşçilerin hemen hepsinin sık sık 'Çeteler Mecliste, Öğrenciler Hapiste' sloganı atmaları dikkat çekti. Mitingte, bazı grupların kendinden ayrılan gruplara saldırması dikkat çekti. Gerginlikler diğer grupların araya girmesiyle önlenmeye çalışıldı.

Kortejler alana girerken, polis arama noktasında 1 Mayıs İçin Devrimci Güç birliği ve. HÖP pankartlarının önünde, kortejleri durdurdu. Bunun üzerine ters yöne dönerek Kasımpaşa .yönüne doğru yürüyüşe geçen grup polisin saldırısına uğradı. Piyalepaşa'dan geri dönerken panzer ve robokoplar tarafından önü kesilen gruba tazyikli su ve coplarla müdahale eden polise taş ve sopalarla karşılık verildi. Ancak polis saldırdığı anda dağılan gruptan geri kalanlar, burada etkin bir direniş sergileyemeyerek geri çekilmek zorunda kaldı. Polis burada yaklaşık 250 kişiyi gözaltına aldı, 75 kişi yaralandı.

Konuşmalardan sonra okunacak 'Demokrasi Bildirgesi' mitingin erken sona erdirilmesi dolayısıyla programa alınamadı. Kurgulanan süreden 1 saat önce biten eylem coşkusuz bir şekilde sona erdi.

Tüm Türkiye'de 30 ilde yaklaşık 200.000 kişinin katılımıyla yapılan 1 Mayıs mitingleri özellikle İstanbul'da devletin yönlendirmesiyle parçalı bir şekilde kutlandı. Toplumsal muhalefet odaklarının ve sol grupların yoğunluğu nedeniyle İstanbul'a özel önlemler alan devlet, 1 Mayıs öncesi çalışmaların da denge unsurları gözetilerek yapılmasını sağladı. Bir takım dengeleri bozmamak uğruna emekçilerin aleyhine kararlar alan sendika ağaları, 1 Mayıs günü olacakları bile bile sorumsuzca davranmaya devam ettiler. '96 1 Mayıs'ından sonra daha da belirginleşen bu tutumun etkisi, geçen seneden daha yoğun oldu. Bu seneki görüntüler genel olarak geçen senekilerin aynısıydı ve görüldü ki sene içinde yol kat etmek bir yana, 1 Mayıs gündeminin etkisi yitirildiği için geriye gidilmişti.

İstanbul'da somutlanan ama tüm Türkiye'de benzer tarzlarda yapılan 1 Mayıs eylemleri, kurulan resmi komitelere müdahalenin gittikçe etkisizleştiğini gösteriyor. Solun bir kısmının (kayıtsız kalarak ve çözüm önerisi geliştirmeye girişmeyerek) onay verdiği komiteler, her geçen yıl daha da kemikleşerek etkisini sürdürüyor. Diğer sol grupların her 1 Mayıs'ta kurdukları ve ilerisi için bir hat çizmeyen özensiz bir birliktelik olan 'Devrimci Güç birlikleri' ise devletin emek hareketiyle sosyalist hareket arasında uygulamak istediği ayrıştırma siyasetini, dolaylı olarak desteklemiş oldu. Daha sonra yine bu gruplar tarafından 'Gerçek 1 Mayıs, devrimcilerin inisiyatifinde, devrimci ve coşkulu bir gün olarak kutlandı' yorumu ise Türkiye'nin genel siyasi atmosferine denk düşmeyen bir değerlendirmeydi. Geçen seneden farkı olmayan bir tarzda yürüyen çalışmalar ve güç birliği içindeki sol grupların varolan durumu dönüştürmek konusunda sorumlu ve yeterli bir niteliğe sahip olmamaları emek hareketi içinde 95 yılından bu yana yaşanmakta olan ayrışmanın resmileşmesiyle sonuçlandı.

Egemenlerin Türkiye solunun durumunu iyi değerlendirerek uyguladığı siyaset, toplumsal muhalefeti, 'yasal' ve 'militan' saflaşmasına endekslemektedir. Ancak tartışmayı MGK'nın yönlendirdiği gibi sendikalar ve sosyalist gruplar ayrışması şeklinde algılamak emek hareketi içerisindeki unsurları da bir kenara atmak anlamına geliyor. Taraflar, devrimciler ve sendikal etkinlik yapanlar değil, demokrasi güçleri ve bu güçlerin içindeki denge siyasetini gözeten gruplardır.



Gençlik ve 1 Mayıs

1 Mayıs gündemi öğrenciler cephesinden değerlendirildiği zaman, Öğrenci Koordinasyonu ve İstanbul Üniversitelerinden Öğrenciler adıyla iki ayrı pankartın olması, zaten çok yoğun olmayan üniversitelileri ikiye böldü. Ayrıca Öğrenci Dernekleri'nin, Devrimci Güç birliği içinde yer alan Demokratik Mücadele Platformu'nun arkasında yer alması, bağımsız öğrenci hareketi açısından bir olumsuzluğu içinde barındırıyordu. Bu, 1 Mayıs gündemi için baştan beri yapılan kurgunun, bağımsız demokratik öğrenci hareketi eksenine oturmaması anlamına geliyordu. Diğer yandan liseliler Genç Umut pankartı arkasında 1 Mayıs'a katıldılar.

1 Mayıs, senenin en kitlesel ve politik açıdan en hazırlıklı olunması gereken gündemi olduğu halde Türkiye'deki tüm toplumsal muhalefet odakları gibi gençlik de bu siyasal gündeme yeterince hazırlanmamıştı. Geçen senelerde alana sloganları, duruşu ve coşkusuyla renk veren ve diğer katılımcıları bu şekilde etkilemeyi başaran gençlik bu sene oldukça etkisizdi. Gelecek 1 Mayıslar açısından göz önüne alınması gereken bu koşullarla baş-başa olan gençlik ve demokrasi güçleri, çalışmaların iki ayrı kurguyla yapıldığı 1 Mayıslara alışmak istemiyorsa sunulacak çözüm önerileri konusunda yine kendisiyle "baş başa olduğunu bilmelidir.


Yüklə 0,52 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   13




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin