IV. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Bildirileri:1991
YUNUS EMRE'NİN ŞİİRLERİNDE MEKÂN ve YOL İSTİARESİ
Rıza FİLİZOK
Yunus Emre'nin şiirlerinde birinci plânda olan şey, tasavvvufî aşktır. Diğer her şey bu aşkın ifadesi için birer vasıtadır ve ikinci plânda kalır. Birinci plânda yer alan tasavvufi aşk, onun eserlerinin birliğini ve bütünlüğünü sağlar. Diğer taraftan ikinci plânda kalan unsurlar şaşırtıcı bir çeşitliliğe sahiptir ve eserin bütünlüğüyle anlamlı bir tezat yaratırlar. Bize göre tasavvuf, Yunus'un düşüncelerini anlamamızda olduğu kadar sanatını anlamamızda da anahtar görevi yapan kavramdır. Çünkü yarattığı sanat da ilkelerini bu düşünce sisteminden alır. Onun eserlerinde ortaya çıkan bu birlik ve çeşitlilik, tasavvufun “Vahdet" ve ''kesret" kavramlarıyla örtüşür ve bu kavramların şiir plânına yansımasından ibarettir. Bu olgu Yunus Emre'nin şiirlerinin unsurlarında da üslûbunda da kendisini gösterir.
Biz bu olguyu Yunus Emre'nin şiirlerinde "mekân" kavramını ele alarak göstermeye çalışacağız ve bunun Yunus'un üslubu üzerindeki sonuçları üzerinde duracağız. Özellikle üzerinde duracağımız konu şu olacaktır: Bir mutasavvıf olarak "mekân”ı ve "zaman”ı Tanrı'nın birliğinde, vahdetinde arka planda hisseden şair, nasıl oluyor da şiirlerinde bize sonsuz bir mekân duygusu ve yaşanan hayatın izlenimlerini verebiliyor? Şiirlerinde vahdet tasavvuruna bağlı olarak ortadan kalkan tasvirin yerini ne ile dolduruyor? Şiir incelemelerimizde bu konular üzerinde hemen hemen hiç düşünülmemiştir. Bu yazımızda işte bu soruların cevaplarını arayacağız.
Türk-İslâm poetikası ile Batı poetikası arasındaki en önemli farklardan birisi şüphesiz bu noktadadır: Mutasavvıf şairler, farklı bir felsefeye sahip olduklarından farklı bir estetik geliştirmişlerdir. Doğu şiirine bu noktadan bakıldığında Doğu’nun görsel sanatları ile Batı’nın görsel sanatları arasında ne kadar fark varsa aynı farkın iki medeniyet alanının şiirlerinde de aynen var olduğunu görmekteyiz. ( Küçük bir örnek verelim: Türk şiirinde tasvir, daima yardımcı bir öğedir. Halk şairlerimiz bile bir ismi bir, ender olarak iki sıfatla vasıflandırır. Batı şiirinde ise tavsif ve tasvir birinci plandadır. Batı şiirini örnek alan Servet-i Fünûncular, bir ismi çok zaman iki üç sıfatla vasıflandırır.)
Yunus Emre'nin şiirlerinde "mekân", tasavvufun "vahdet" ve "kesret" kavramlarına uygun olarak idrak edilmiş ve dile getirilmiştir. Tasavvufun aslî kavramı "vahdet”tir ve bu tasavvura bağlı bir dünya görüşü içinde mekân bir değer taşımaz: Tanrı tektir ve gördüğümüz herşey sadece onun yansımaları, tecellileridir, akisleridir. Mutasavvıf, Tanrı’nın zaman ve mekân içindeki bu görünüşlerinde yani “kesret”te de Tanrı’nın birliğini yani “vahdet”i idrak eder, hisseder. Bu hal şiirde mekânın üzerinde durulmaması ve onun reddi sonuçlarını doğurmuştur. Yunus da bir mutasavvıf olarak genel anlamda mekân üzerinde durmaz. Mekân izlenimlerinden mekân tasvirlerine geçeceği yerlerde bütün mekânı “'Tanrı" tasavvuru ile doldurur ve mekân Tanrı imajı altında silinir:
“Yunus'dur eşkere nihân Hak toludur iki cihân
Gelsün berü dosta giden hûr ü kusûr burak nedür”1
İki cihanda sadece Tanrı’yı gören Yunus Emre’nin dikkati nesnelere, varlıklara yönelmez, onun düşüncesi sadece Tanrı’ya yönelir:
"Sensüz iki cihan benüm zindan görünür gözüme
Senün ışkınla bileşen gerek hâs-ul hasdan ola" ( a/47)
Yunus Emre için mekân bakılan bir yerdir, bakılan yerlerde, şairin 'kelimesiyle söyleyelim, "görülen" ise sadece Tanrı'dır:
"Baksam seni görür gözüm söyler isem sensin sözüm
Seni gözetmekten dahi yigrek şikârım yokdurur" a/47
Bu mısralar, Yunus’un şiirlerinde neden Batı şiirinde olduğu gibi geniş mekân tasvirlerinin olmadığını çok açık bir şekilde, sebebiyle birlikte ortaya koymaktadır.
'Yol odur ki doğru vara göz odur ki Hakk'ı göre
Er odur alçakta dura yüceden bakan göz değil" a/102
Batı dünyasının sanatçısının gözü, dikkati nesnenin üstündedir. Buna karşılık Yunus, gözün görünenin ötesindeki görmesini ve göstermesini ister.
Yunus Emre, Tanrı’nın sadece birer aksi olan varlıkların yani “kesret”in birer ifadesi olduğu için, mekâna, eşyaya, tabiata karşı doğrudan ve dolaysız olarak bir hayranlık duymaz, onlar Yunus’un şiirindeki sınırlı değerlerini birer yansıma, "tecellî" oluşlarından alırlar: 2
"Bu fena mülkünde sen nice nice hayran olam
Nice bir handân olam ya nice bir giryân olam" b/409
"Kaf tağı zerrem değül ay u güneş bana kul
Hakdur aslum şek değül mürşiddür Kur’ân bana" a/49
Bir mutasavvıf için insan da mekân da Tanrı’nın birer görünümüdür. Bunun için Yunus bir mutasavvıf olarak kendi "ben"i ile mekânı birleştirir:
Benem ol ışk bahrısı denizler hayran bana
Derya benüm katremdür zerreler umman bana" a/49
Bu ayniliğin diğer bir sonucu da şairin kendi "ben"ini mekânla ilgili unsurlarla ifade etmesi olmuştur:
İşbu vücud şehrine her dem giresim gelir
İçindeki sultanın yüzün göresim gelir b/382
Yunus Emre'nin şiirlerinde mekân sadece tasavvufun "kesret" kavramına bağlı olarak ve sınırlı bir şekilde karşımıza çıkar. Tanrı’nın tecellilerini, varlık âlemini ifade eden kesret, mutasavvıflar için çift değerli bir kavramdır: Kesret yani varlık âlemi, bir taraftan Tanrı'nın görünüşleri olarak yüceltilir, diğer taraftan Tanrı’ya ulaşmada birer engel olarak görüldüğünden yerilir. Yunus Emre'nin mekâna bakış tarzı bu çift değerlendirmeye tamamen uygundur. Mekânı bir engel olarak gördüğünde üzerinde durmamış, Tanrı'nın bir yansıması, tecellisi olarak ele aldığında ise üzerinde durulmaya lâyık görmüştür. Mekânın bu çift değerliliği Yunus'un şiirlerine aynen yansımıştır. Ancak bu değerler arasındaki paradoks şiirlerinde mekânın ifade edilmesinde de paradoksal bir sonuç doğurmuştur: Yunus şiirlerinde oldukça sık mekân ile ilgili kavramlar kullanır. Kafdağı gibi mitolojik mekân; tamu, uçmak, kevser, arasat gibi dinî mekân; deniz, beyaban, yayla, yazı, dağ, bişe (orman), berye (çöl) gibi dış mekân; şehir, bazar, sayvan, hanümân, burç, sûk (çarşı), imâret, harâbat, sin (mezar) gibi beşerî mekân; güneş, yıldız, ay, burç, felek gibi kozmik âlem ile ilgili unsurlar dikkati çekecek ölçüde sık kullanılmışlardır. Diğer taraftan bu unsurlar, Yunus'un şiirlerinde birkaç kelimelik tavsifler dışında tasvir edilmemiştir. Yunus'un şiirlerinde mekânla ilgili kavramların bolluğu ile onların üzerinde ısrar edilmemiş olması tezatı, tamamen kesret kavramının çift değerliliğinin şiirinin içeriğine yansımasından ibarettir.
Yunus Emre'nin şiirlerinde mekân, kesretin olumsuz anlamına bağlı olarak genellikle öznel, subjektif bir tarzda ifade edilmiştir:
"Padişahtan destur oldu bizi bunda mülke saldı
İki cihan uçmak oldu uçmakta Rıdvan'dayıdım." b/403
Mekânın öznel olarak ele alınması, mekândan çok şairin "ben" inin ifade edilmesi sonucunu doğurmuştur:
"Bu dem yüzüm süreduram her dem Ayım yeni doğar
Her dem bayramdurur bana yazım kışım yeni-bahar" b/375
"Şu'le bize Aydan değül ışk eri bu soydan değül
Rızkumuz bu evden değül deryâ-yı ummândan gelür" a/56
Ayrıca Yunus'un şiirlerinde mekân şiire daha çok bir teşbih ve mecaz unsuru olarak girer. Yani ilahî aşk anlatılırken mecazî aşkın dünyasına ait olan mekân sadece bir mecaz unsuru olarak kullanılmıştır:
"Ben toprak oldum yolunda sen aşırı gözetirsin
Şu karşıma göğüs geren taş bağırlı dağlar mısın" b/414
"Dost kılıcından Yunus ölür ise gam degül
Dost göginden uyakan ma'şuk burcundan doğar" b/52
"Şer ile hakikatün şerhini eydem işit
Şeriat bir gemidir hakikat deryasıdır” a/55
"Biz tâlib-i ilmlerüz ışk kitabın okuruz
Çalap müderris bize ışk hod medresesidür" b/55
"Işkın çeri saldı benim gönlüm evi iklimine
Canımı esir eyledi nider bana yağı Tatar" b/377
"Bu bizim işretümüz oldur bu lezzetümüz
İçüp esridüğümüz ışk şerbeti gölidür" a/53
"Erenler yolıdur mişe, mişe kolaydur kolmaşa
Mişe olan yirde paşa harâmi çok Anter'i var" a/54
"Ey yarenler ey kardeşler sorun sana kandayıdım Işk denizine dalıban deryâ-yı ummandayıdım" b/403
Yunus Emre'nin şiirlerinde "yol" mecazının özel bir yeri vardır. Yunus soyut düşüncelerini ve tasavvurlarını somutlaştırarak anlatabilmek için şiirlerinde hayâlî, itibarî bir mekân yaratır. Bir tarikat mensubu olarak "yol" mecazından yararlanır. Tanrı'ya ulaşma iki cins seferle gerçekleşebilir: Tanrı'ya sefer, Tanrı’nın evi olan "gönül"e sefer. Böylece makrokosmos da mikrokosmos da yol ve seyahat sembolleriyle şiire girer. Bu düşünceye bağlı olarak Yunus Emre'nin şiiri bütün halinde bir yolculuk şiiri olur. Kısaca, bu hayalî "yol" onun şiirinde temel mekân haline gelir:
"Hak'dan gelen şerbeti içdük elhamdü lillâh Şol kurdet denizini geçdük elhamdü lillâh
Şol karşugı tağları, mişeleri bağları
Sağlık sefâlıkıla aşduk elhamdü lillah" a/129
Bu yolculuk sırasında görülenler birer ibret levhası olarak dile getirilir. Yunus Emre'nin şiirlerinde en gerçekçi mekân tasvirleri bu ibret levhalarına bağlı olarak yapılan tasvirlerdir. Ancak bunlar da oldukça sınırlıdır. Hangi yönden bakılırsa bakılsın Yunus'un şiirlerinde mekân dünya görüşüne uygun olarak sınırlı bir şekilde dile getirilmiştir.
Aslî ruh hali olarak kendisini Tanrı'ya doğru yönelmiş bir "sefer" hareketi içinde idrak eden Yunus, mekân tasvirlerinin bıraktığı boşluğu, yukarıda sözünü ettiğimiz "yol" imajından da yararlanarak hareket tasvirleriyle doldurmuştur. Bu dünya bir mutasavvıf için bir gurbettir, o tekrar vatanına, Tanrı'ya kavuşmak ister. Bundan dolayı Yunus Emre, hayatı bir sefer, bir seyahat olarak idrak etmiş, şiirlerinde de bu soyut, manevî seyahatini dile getirmiştir. Bu ise şiirlerine hareket ifadelerinin ve hareket tasvirlerinin oldukça sık olarak girmesi sonucunu doğurmuştur. Yunus'un şiirlerinde hareket ifadelerinin çoğalmasını sağlayan önemli bir unsur daha vardır: Yunus aşkının coşkunluğunu hareket vasıtasıyla ifade eder. Hiçbir şairde aşk Yunus’ta olduğu kadar enerji ile ifade edilmemiştir. Aşkı bir coşkunluk ve enerji, bir vecd hali olarak duymuş, bu duyguyu daima coşkun bir hareket arzusu ile dile getirmiştir. Yunus'un vecd şiirleri hareket ifadelerinin en yoğun olduğu şiirlerdir. Mekânı ve zamanı vahdet tasavvuru içinde göreli birer değer olarak idrak eden Yunus Emre, Tanrı'ya yönelişin bir ifadesi olarak dile getirdiği hareket tasvirlerine şiirlerinde geniş bir yer vermiştir:
"Biz bu cihandan göçelüm ol dost iline uçalum
Arzu hevâdan geçelüm gel dosta gidelüm gönül" a/100
Yunus'un şiirlerinde bu beyitte gördüğümüz gibi sayısız hareket imajları vardır. Bunlardan birkaç örnek daha verelim. Yunus, bir beyitinde insan ömrünü bir okun çizdiği kavis hareketi olarak tasvir eder. Bu benzetme, Türkçe’de yapılmış en güzel teşbihlerden biridir:
"Ömrün senün ok bigi yay içinde toptolu
Tolmuş oka ne turmak ha sen anı atdun tut" a/51
Yunus Emre gönlünü ve duygu âlemini ifade ettiği "olur" redifli şiirinde duygu hayatını da hareket imajlarıyla dile getirir:
"Bir dem çıkar arş üzere bir dem iner taht-es-serâ
Bir dem sanasın katredür bir dem taşar ummân olur
Bir dem cehalette kalur hiç nesneyi bilmez olur
Bir dem talar hikmetlere Câlînus u Lokmân olur
Bir dem div olur ya perî virâneler olur yeri
Bir dem uçar Belkîs ile sultân-ı ins ü cân olur" a/69
Mekân tasvirleri isim türüne, hareket tasvirleri fiil türüne dayanır. Türkçe, fiillerinin ve fiil gruplarının zenginliğiyle tanınan bir dildir. Yunus, aşkı "hareket" olarak ifade etmekle, hareketi ifadede güçlü olan Türkçe'yi bütün güzellikleriyle ortaya koyma fırsatını da elde etmiştir. Basit tasvirlerin yerine hareket tasvirlerini koyarak şiirin boyutlarını sözün boyutlarına taşımıştır, böylece şiirinin kapılarını bütün edebî türlerin imkanlarına açmıştır. Yunus’un dehasını beyhude başka yerlerde aramamalıdır, bizce buradadır.
Dostları ilə paylaş: |