İLİ :SİİRT
AY-YIL :EKİM-2009
TARİH :02/10/2009 (I.HAFTA)
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِِ
إِنَّمَا يَعْمُرُ مَسَاجِدَ اللَّهِ مَنْ آمَنَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ وَأَقَامَ الصَّلَاةَ وَآتَى الزَّكَاةَ وَلَمْ يَخْشَ إِلَّا اللَّهَ فَعَسَى أُوْلَئِكَ أَنْ يَكُونُوا مِنْ الْمُهْتَدِينَ
CAMİ CEMAATİ VE ÖNEMİ
Muhterem Müslümanlar !
İbadet etmek, insanlar için manevi bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyacın nasıl karşılanacağıyla ilgili usul ve esaslar, Yüce Allah’ın son olarak gönderdiği İslam dininde açıklanmıştır. İbadetlerden bazıları ferdi olarak, bazıları da cemaat halinde ifa edilmektedir. İslam dini cemaate devam edilmesini teşvik etmiş hatta Cuma namazı gibi ibadetlerde cemaati şart koşmuştur. Ayrıca, beş vakit namazın cemaatle kılınmasını daha faziletli saymıştır.
Aziz Cemaat !
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) namazların cemaatle kılınmasın özen göstermiş imamlık yapamadığı son hastalığında bile, Hz. Ebubekr’in imam olduğu cemaate kalarak namazını kılmıştır. Peygamberimiz (s.a.v.) kişinin cemaatle kıldığı namazın tek başına kıldığı namazdan 27 derece daha faziletli olduğunu ifade etmiş ve cemaatle namaz kılmak için atılan her adımın bir kısım günahlara kefaret olacağını şöyle açıklamışlardır.(1) “Bir kimse evinde abdest alarak Allah’ın farz kıldığı namazlardan birini eda etmek için bir mescide giderse, onun attığı adımlardan biri günahlarının silinmesine vesile olur.” (2) “Kim, cemaatle namaz kılmak amacıyla mescide devam ederse, her gelişi için Allah ona cennette özel bir mükafat hazırlar.”
Hz. Peygamber’in Mekke’den hicretinde daha Medine’ye varmadan Kuba mescidi’ni, Medine’ye ulaşınca da, ilk iş olarak Mescid-i Nebevi’yi, bizzat çalışarak ve teşvik ederek inşa etmeleri, dinimizde cami ve cemaate verilen önemi ortaya koymaktadır. (4) Cami yapmakla ilgili olarak Peygamberimiz: “Bir kimse Yüce Allah’ın rızasını gözeterek bir mescid inşa ederse, Allah’ta ona cennette bir köşk hazırlar.” (5) buyurmuştur.
Müslüman ecdadımız, işte bu inançla camiler inşa etmiş, namazlarını da cemaatle kılmaya özen göstermiştir. Çünkü camilerin ruhu ve zineti, cemaattir. Camiler, Allah katında en sevimli mekanlardır. Camilere cemaat olmak ise, maddi ve manevi o mübarek mekanları imar ve ihya etmek demektir.
Camiler, bulundukları yörenin sosyal hizmetlerinde, devamlı ışıldayan ve çevresini aydınlatan kandil gibidirler. Namaz için camiye gelen insanlar orada birbirleriyle tanışırlar. Arkadaşlıklar ve dostluklar geliştirirler.Oluşturulan bu maddi ve manevi bağlar sayesinde hastaları ziyaret eder, muhtaçların dertlerine çareler ararlar. Böylece kendilerini mutlu eden, gönüllerine haz veren güzel hizmetler yaparlar. Komşuların birbirlerini sevip saymalarını ve iyi ilişkiler içinde olmalarına vesile olurlar.
Konumuzla ilgili olarak Kur’an-ı Kerimde şöyle buyurulmaktadır. “Allah’ın mescitlerini, ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan, namazı dosdoğru kılan, zekat veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte onların doğru yolu bulanlardan olmaları umulur.” (6)
Değerli Mü’minler !
Yüce Allah’ın engin rahmet ve bereketinin cemaat üzerine olduğunu unutmayalım. Meşru mazeretlerimiz dışında namazlarımızı cemaatle kılmaya özen gösterelim. Ayrıca çocuklarımızı zaman zaman camiye götürmeyi, onları da cami ve cemaate alıştırmayı ihmal etmeyelim.
Cenâb-ı Hâk bizleri cami ve cemaat bilincine eren hakiki kullarından eylesin. Amin.
HAZIRLAYANIN ADI : Fethullah TUZ
UNVANI : İmam-Hatip
___________________________________
1-Buhari, ezan 30.1/158
2-Müslim,mesacid 51,1/462,
3-Buhari,ezan ,38,1/161
4-Buhari,ezan,46,1/165
5-Tevbe
6- Tevbe 9/18
İLİ :SİİRT
AY-YIL :EKİM-2009
TARİH :09/10/2009 (II.HAFTA)
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِِ
قُلْ إنَّمَا أَنَا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ يُحَى إِلَىَّ أَنَّمَا إِلهُكُمْ إِلهٌ وَاحِدٌ فَمَنْ كَانَ يَرجُوا لَقَاءَ رَبِّهِ فَلْيَعْمَلْ عَمَلاً صَالِحاً وَ لَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّهِ أَحَداً
ALLAH’A VE AHİRET GÜNÜNE İMAN
Muhterem mü’minler!
Allah’ın varlığına, birliğine, Onun peygamberlerine ve Ahiret gününe iman, İslam dininin en önemli iman esaslarındandır. Bu iman, her türlü fazilet ve iyiliklerin başıdır. Ahlak kurallarına uymak için Allah ve Ahiret gününe iman kadar feyizli ve kuvvetli bir esas olamaz. Çünkü Allah’ın büyüklüğünü daima hatırından çıkarmayan, nerede bulunursa bulunsun, yüce Allah’ın kendisini gördüğünü, yaptıklarını ve gönlünden geçirdiklerini bildiğine ve Ahiret gününde kullarını hesaba çekeceğine iman eden bir kimse kötülük yapmaz, kimsenin hakkını yemez, sözü özüne uygun olur.
Muhterem mü’minler!
Allah korkusu ve sevgisi kalbinde yer etmiş olan kimse, sevdiğini Allah için sever, sevmediğini de Allah için sevmez. Allah’u Teala Kur’anı Kerimde mealen:‘‘Haberiniz olsun ki, kalpler ancak Allah’ın zikri ile yatışır ve huzur bulur.’’(1) buyurarak bu hakikati beyan etmiştir. Binaenaleyh bir kalbin Allah ve Ahiret günü duygu ve korkusundan yoksun olması kadar acı bir hal gösterilemez.
Değerli mü’minler!
Allah’a iman, Cenabı Allah’ı görürcesine, Ahirete sanki gidip gelmişçesine inanmayı gerektirir.
Allah’ın cemalini görürcesine kulluk edelim. Bize, şah damarımızdan daha yakın olduğunu hiçbir zaman aklımızdan çıkarmayalım.
Ahirete bir an için gidip geldiğimizi, ölüp her şeyi gördükten sonra tekrar dirilip yeryüzüne yeniden dönmüş gibi yaşamamız gerektiğini unutmamalıyız.
Böyle bir insanın içine huzur dolar, yüreği taşar, iç dünyası dalgalanır. Hurafeye, batıla, bi’date ve büyüye ihtiyacı olmaz.
Ahirete iman, geleceğe, mutlu yarınlara iman demektir.. Zulmün bir gün yenileceğine, adaletin mutlak bir gün tecelli edeceğine, iyiliğin ve kötülüğün asla karşılıksız kalmayacağına, ölülerin dahi dirileceğine imandır. Böyle bir iman insanın hem kendine, hem dünyasına hem de geleceğine umutla bakmasını sağlar.
Muhterem mü’minler!
mahlûkat Ahiret yurduna, nihayetsiz bir meydana koşacak. ‘‘O gün insanlar, âlemlerin rabbi önünde ayakta duracaklar.’’ (2) Herkes çıplak ‘‘Biz, sizi ilk önce yarattığımız gibi huzurumuza getirdik.’’(3)
Ama her insan derdiyle meşguldür. Kimse kimseyi görecek halde değil. ‘‘Kimi ayaklarına, kimi bacaklarına, kimi karnına, kimi gırtlağına kadar tere batmıştır. O gün kişi kardeşinden, anasından, babasından, eşinden ve oğullarından kaçar. O günde onlardan her birinin başından aşkın bir işi vardır. O gün bazı yüzler sevinçli, parlak…ve bazı yüzler toz duman bürümüş kararmış’’(4) olacak…
İnsanlar mahşerde bu uzun bekleyişten usanmış olacaklar. Nihayet Rahmeten lilalemin Muhammed Mustafa (s.a.v) Efendimizin şefaatiyle ilahi mahkeme kurulacaktır. Bu mahkemede adalet terazisi insanların sevap ve günahını ölçecek ve herkesin yaptığı açık bir kitap halinde kendisine sunulacaktır. ‘‘Kitabını oku. Bugün kendi kendine hesabını görmeye yetersin.’’(5) denilecektir. ‘‘Zerrece hayır işleyen hayrını ve zerrece şer işleyen şerrini görür.’’(6)
Onun içindir ki muhterem mü’minler!
Allah’a ve Ahiret gününe imanda zerre kadar şüphe bulunmasın. Çünkü Kitap ve peygamberler Ahiret âlemini haber vermişlerdir. İnsanların yaptıkları yanlarında kalsaydı, dünya manasız ve ızdırap dolu bir hayat olurdu. Bu dünya bir gemi, bizlerde bu geminin yolcularıyız. Ve mademki bir gün yaptıklarımızı orada hazır bulacağız o halde kendimizi sonsuz hayata, o müthiş imtihana hazırlamalıyız.
Cenabı Allah cümlemizi Allah’a ve Ahiret gününe gerçek manada iman ededen Salih kullarından eylesin. Âmin.
HAZIRLAYANIN ADI : M.Şakir AGAH
UNVANI : İmam-Hatip
___________________________________
1
.Ra’d 28
2.Mutaffifin 6
3.En’am 94
4.Abese 34–41
5.İsra 13–14
6.Zilzal 7-8
İLİ :SİİRT
AY-YIL :EKİM-2009
TARİH :16/10/2009 (III.HAFTA)
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِِ
وَمَاخَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ
MÜSLÜMANIN KULLUK ŞUURU
Muhterem Müslümanlar!
Mükemmel bir şekilde yaratılan ve akıl gibi hiçbir varlığa verilmeyen bir nimetle şereflenen insanın bu dünyaya bir gönderiliş gayesi vardır. Bu gayeyi Allah (c.c) Yüce Kitabında kısa ve net olarak şöyle açıklıyor. “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” (1) Demek ki insanoğlunun gayesi Allah’ı bilmek, Ona inanmak ve iman etmek. İmanı korumak için de Allah’a ibadet ve taatta bulunmaktır.
Yüce Allah bir başka ayette şöyle buyuruyor. “İnsan kendisini başıboş bırakılacağını mı sanıyor?” (2) Allah’a kulluk gibi üstün ve zor bir görevi üstlenen insan tabi ki başıboş değildir ve olamaz da. Kul olarak insan önce inanacak, kendisine verilen yükümlülükleri öğrenecek, onları yaşayacak ve ebedi kurtuluşa erecektir. Bundan başka çaresi yoktur.
Aziz Mü’minler!
Peygamberimiz Hz.Muhammed (S.A.V) de şöyle buyurmaktadır. “Akıllı insan kendini hesaba çeken ölümden sonrası için çalışan ve hazırlanandır. Aciz insan ise nefsini heva ve hevesine uydurandır” (3) Her insan bilmelidir ki bu fani dünyada başıboş değildir. Yaşadığı her saniyenin, yaptığı her işin hesabı kendisinden elbet sorulacaktır.
Müslüman zerre kadar dahi iyilik ve kötülüğün karşılığının görüleceğinin şuuru ve bilincinde olması gerekir. Bu şuura sahip olan kul, Allah’ın her şeye kadir ve hakim olduğunu, kendisinin aciz bir varlık olduğunu bilecektir.
Daima hakka ve hukuka riayet edecek, kimsenin hakkına tecavüz etmeyecektir. Daima helalden kazanıp, malını hayra sarf edecektir. Kulluk bilincine sahip Müslüman zamanın kıymetini bilecek, onu beyhude, boş ve faydasız yerlerde harcamayacaktır. Bu şuurdaki Müslüman dünyasını ve ahiretini mamur etmek için durmadan çalışacaktır. Hz. Peygamber (S.A.V)’in “İki günü eşit olan ziyandadır” (4) sözünü kendine düstur edinerek şahsına, ailesine ve içinde bulunduğu topluma faydalı olmak için çalışacaktır. Bu şuurdaki Müslüman kendisi terbiyeli ve güzel ahlak sahibi olduğu gibi çocuklarını da bu terbiye ve ahlakla yetiştirecektir.
Kısacası kendisinin kulluk gibi üstün bir görevinin ve başıboş bırakılmadığının bilincinde olan insan, Allah’ın emirlerini yerine getirecek, yasak ettiği şeylerden de kaçınacaktır. Toplum olarak bu şuura ve bilince bugün daha fazla ihtiyacımız vardır. Çünkü kulluk bilincine sahip insanların oluşturduğu toplum huzurlu toplumdur. Bugün cinayet, kavga, kapkaç, fuhuş, zina, uyuşturucu ve bunun gibi diğer suçlarda artış varsa bunlar hep kulluk şuurunun insanlar arasında kaybolmasındandır.
O halde Aziz Mü’minler!
Kulluk şuuru ve bilincimizi kaybetmeyelim. Bu dünyada başıboş değiliz. Her saniyemiz gözetleniyor. Bir gün mutlaka bunlardan sorulacağız. Benim kalbim temiz diyerek her kötülüğü yapan, Kur’an’a sırt çeviren, Hz. Peygamber (S.A.V)‘in sünnetine kulak vermeyen, günahlara dalan, küfür ve batılda ısrar eden kimseleri Cenab-ı Hakk’ın cezasız bırakmayacağını sanmayalım.
Yüceler yücesi Rabbimizden bizlere gerçek manada kulluk bilinci ve takva ruhu lütfetmesini niyaz ederiz.
HAZIRLAYANIN ADI :Murat ERDAL
UNVANI :İmam-Hatip
___________________________________
1-Zariyat, 56. 2-Kıyame, 36
3-Riyazü’s-Salihin 4-Riyazü’s-Salihin
İLİ :SİİRT
AY-YIL :EKİM-2009
TARİH :23/10/2009 (IV.HAFTA)
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِِ
فَبِمَا رَحْمَةٍ مِّنَ اللّهِ لِنتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنتَ فَظّاً غَلِيظَ الْقَلْبِ لاَنفَضُّواْ مِنْ حَوْلِكَ
فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الأَمْرِ فَإِذَا عَزَمْتَ
فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ
CUMHURİYET
Muhterem Cemaat!
İslâm dini, insan fıtratına uygun olarak ortaya koyduğu değerlerle insanların sağlıklı ve güçlü bir toplum halinde yaşamalarını öngörmektedir. Dinimizin önem verdiği "aklın, malın, canın, neslin, şeref ve haysiyetin" korunması ilkeleri, bugün evrensel değerler olarak kabul görmüş temel hak ve hürriyetlerdendir. Her vesileyle samimiyet ve kardeşliği tavsiye eden yüce dinimiz, bu ilkelerle ferdî planda eşitliğin ve karşılıklı saygının vazgeçilmez değerler olduğunu belirtmiştir. Nitekim sevgili Peygamberimiz, "İnsanlar tarağın dişleri gibi birbirlerine eşittirler. Kimsenin kimseye takvadan başka bir üstünlüğü yoktur."[1] "Ey insanlar Rabbiniz birdir, babanız birdir “Arab'ın Arab olmayana, Arab olmayanın Arab olana takvadan başka hiç bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva iledir"[2] sözleriyle, temel hak ve hürriyetlerdeki bu eşitliği dile getirmektedir.
Değerli Müminler!
Kur'an ve Sünnet, ortaya koyduğu üstün değerlerle toplumların kendi hayat şartlarını güzelleştirmelerine yardımcı olmuş, her hangi bir yönetim şekli önermese de "Şûra" prensibini getirerek, toplum işlerinde fertlerin katılımına fırsat tanımıştır. Dinimiz her vesileyle insanlar arasında adaleti ve iyiliği emrederken, fikir ve ifade özgürlüğünü, temel hak ve özgürlüklerde eşitliği ve istişareyi öngörmüştür.
Al-i İmran Suresi 159. ayeti bizlere bu konuda şöyle ışık tutmaktadır: " (Ey Muhammed!) İşlerinde onlarla müşavere et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah'a tevekkül et, (Ona dayanıp güven). Şüphesiz Allah tevekkül edenleri sever"[3]
Aziz Kardeşlerim!
Sevgili Peygamberimiz vahiy gelmeyen konularda karar vermeden önce daima ashabını toplar onlarla istişare eder sonra karar verirdi.
Allah resulünün vefatından sonra da istişare prensibine uyulmuştur. İlk dört halife, çoğunluğun görüşüyle iş başına getirilmişlerdir.. Hz.Ebu Bekir’in bu ağır göreve gelişinden sonra halka karşı yaptığı şu konuşma çok anlamlıdır; “Ey halkım, ben size yönetici oldum. Hâlbuki sizin en hayırlınız değilim. Eğer iyi işler yaparsam bana yardım ediniz. Eğer yanlış işler yaparsam bana doğru yolu gösteriniz.”
Aziz Müslümanlar!
İnsanlık, tarih boyunca adalet, iyilik, istişare ve eşit haklara sahip olma gibi bazı değerlerin arayışı içinde olmuştur. Toplumlar, bu değerlerin hayata geçirilmesini sağlamak amacıyla, değişik yönetim biçimlerini uygulamış ve bu konuda daima daha iyinin peşinde olmuşlardır. Arayışlar neticesinde, bu değerlerin güzel bir biçimde gerçekleşmesine imkan veren Cumhuriyet idaresine ulaşılmıştır. Cumhuriyet, dinimizin öngördüğü istişareye dayalı, hak ve özgürlükleri teminat altına alan, insanların yeteneklerini ortaya koyabilmelerine imkan tanıyan, düşünce ve inançlarını serbestçe ifade edebilecekleri bir idare şeklidir.
Değerli Cemaat!
Bize düşen görev milli ve manevi değerlerimize sahip çıkarak, cumhuriyet ruhunu amacından saptırmadan, devletimizi liyakatli ellerde yükseltmek ve bu mukaddes emaneti bizden sonraki nesillere, en iyi şekilde devretmek olmalıdır. Yüce Rabbim bizleri takvayla amel eden kullarından eylesin
HAZIRLAYANIN ADI :Murat NERGİS
UNVANI :Cezaevi Vaizi
___________________________________
[1] Keşfu'l-Hafa, 2847, C II sh 451
[2]Ahmed b. Hanbel, V, 411
[3]Al-i İmran 3/159
İLİ :SİİRT
AY-YIL :EKİM-2009
TARİH :30/10/2009 (V.HAFTA)
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِِ
فمن يعمل مثقا ل ذرة خيرا يره ومن يعمل مثقا ل ذرة شرا يره
KUL HAKKI
AĞIR BİR SORUMLULUKTUR
Değerli Müminler!
Allah insanı mükemmel bir şekilde yaratmıştır. İnsanın başkalarıyla tanışması, yardımlaşması kısacası bir toplum içerisinde yaşaması en tabii ihtiyaçlardandır. İnsan, başkalarıyla beraber yaşadığı için karşılıklı haklar ortaya çıkmaktadır. İnsanın huzurlu ve mutlu bir hayat sürdürebilmesi için üzerindeki söz konusu hak ve sorumluluklarına riayet etmesi gerekir. Şüphesiz insanın üzerindeki hakların en önemlisi kul hakkıdır.
Kul hakkı, insanın canı, malı, inancı, düşüncesi ve iffeti gibi temel haklarıdır. Bunlardan herhangi birisinde kendi sınırımızı aşıp başkalarının alanına girdiğimiz zaman “kul hakkı” ortaya çıkar. Bu öyle hassas bir çizgidir ki, günlük hayatta her an iyi niyet taşımamızı ve başkalarının haklarına saygı göstermemizi gerektirir. Burada belki de en güzel ölçü “kendimize yapılmasını istemediğimiz şeyleri başkasına yapmamaktır.”
Esasen sosyal hayatımızda karşılaştığımız bazı durumlar kul hakkı olarak düşünüldüğünde, bizim epey bir sorumluluk taşıdığımız görülecektir. Mesela, trafikte yayalara ve diğer sürücülere saygılı olmak, çevreye çöp dökmemek, herhangi bir kutlamada veya sevinçte gecenin geç saatlerine kadar bağırıp çağırmamak ve kornaya basmamak, gıybet, iftira ve laf getirip götürerek insanları zor duruma düşürmemek, insanların hizmetine sunulmuş olan yerlere ve araçlara zarar vermemek, devletin sağladığı imkânları şahsi işlerde kullanmamak, elektrik ve su gibi hizmetlerin maliyetini ödemek ve kaçak kullanmaktan sakınmak, ticarette insanları aldatmamak vs. belli başlı kul haklarındandır. Şüphesiz bunlardan başka haklar da vardır. Ancak bizim buradaki sorumluluğumuz, Müslümanlığımıza yakışır bir hassasiyet ile hareket etmek ve kul hakkına sebep olacak şeylerden sakınmaktır.
Muhterem Cemaat,
Üzerinde kul hakkı bulunan bir insan, muhatabını bulup helâllık dilemek mecburiyetindedir. Bu hak, gıybet, iftira, yalan isnadı vs. gibi manevî haklar ise, ancak hak sahibiyle konuşularak helâl ettirilebilir. Eğer kul hakkı, borç alacak-verecek meselesiyse bir an önce gereği yapılmalı ve borçlu borcunu ödemelidir. Kul hakkından doğan günahların ve cezaların Allah tarafından bağışlanması söz konusu değildir. Kul hakkı, ancak hak sahibinin bağışlaması ile ortadan kalkabilir.
Aziz Kardeşlerim
Bir gün dünya hayatı son bulacak, gerçek ve ebedi hayatımız başlayacaktır. Herkes dünyada yapıp ettiklerinden hesaba çekilecek ve yapılan her şey mutlaka karşılığını bulacaktır. Zira Cenabı Hak, Kur'an-ı Kerim'inde "Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onun karşılığını görür. Kim de zerre miktarı kötülük işlerse, onun karşılığını görür" (1) buyurmaktadır.
Netice itibariyle, Herkesin hak ve hukukuna saygılı olalım. Kul hakkıyla Allah'ın huzuruna çıkmaktan sakınalım. Çünkü kul hakkını, hak sahibi bağışlamadıkça Allah bağışlamayacaktır. Hutbemi bir hadis-i şerif ile bitiriyorum: “Bir kimsenin diğer bir kimsenin haysiyetine yahut malına tecavüzden dolayı üzerinde bir hak bulunursa, altın ve gümüşün geçmediği hesap günü gelmeden helalleşsin. Aksi takdirde, yaptığı haksızlık ölçüsünde, iyi amellerinden alınıp hak sahibine verilir. İyiliği yoksa hak sahibinin günahından alınıp haksızlık eden kimseye yüklenir”(2) Cenâb-ı Allah kul haklarına harfiyen riayet eden Salih kulların zümresine ilhak eylesin.Amin
HAZIRLAYANIN ADI : Mesut GÖZTOK
UNVANI : İmam-Hatip
___________________________________
1- Zilzal,99/7-8.
2- Buhari, Tecrid Terc., c.7, s. 375.
Dostları ilə paylaş: |