CMUK'tan şarkı sözü yazacağız!
Adnan Ekinci
Gün geçmiyor ki, gazetelerde polislerin işkence yaptıklarına dair bir
haber yer almasın.
Ve ben her seferinde, bu haberleri okuyan gazete okuyucularının
ne düşündüğünü merak etmeye devam ediyorum.
Örneğin, işkence yapıldığına ilişkin 9 ayrı şikâyete konu
olan İzmir Gümüşpala Karakolu'yla ilgili haber... Hırsızlık yaparken yakalanan yaşları 17 ile 29 arasında değişen gençlerin, karakolda çırılçıplak soyulduğunu, cop ve sopalarla dövüldüğünü, tazyikli suyla ıslatıldıklarını, aç susuz bırakıldıklarını, birbirlerine işkence çığlıklarının dinletildiğini gazetede okuyan bir insan, ne düşünür acaba? Belki de hiçbir şey!
Bu tepkisizlik, 'gazete okuyucusu' olan kişiyi o andan itibaren 'işkence izleyicisi' konumuna getirmez mi?
Hırsızlara müstahak
Hayır, gazete okuyucularının hiçbir şey düşünmedikleri iddiası biraz abartılı olacaktır. En azından, haberi okuduktan sonra sayfada yer alan resme bakarken, biraz da olsa düşünmüşlerdir.
Belki 'Hak etmişler, baksana suçüstü yakalanmış hergeleler!' diyenler olmuştur. Bir kısmı da, "Nasıl olsa CMUK sayesinde mahkeme tarafından serbest bırakılırlar. Hiç değilse karakoldaki dayak biraz akıllarını başlarına getirir" diye, homurdanmıştır. Bazıları da, "İddiaların hepsi yalan, gazeteci uydurması!" deyip, üzerinde durmamıştır.
Niye 'işkence haberi' ile 'gazete okuyucusu' arasındaki ilişkiye bu kadar takıldım, anlatayım.
İşkence bugüne kadar, hükümet, bakan, müsteşar, genel müdür, müdür, amir, memur düzeyinde yukarıdan aşağıya salkım saçak inen devlet sorumluluğu çerçevesinde değerlendirildi.
Böyle olması da çok normal.
Lakin, işkence olgu olarak bugüne kadar ne zaman büyüteç altına alınsa, bireye 'işkencenin öznesi' olma dışında bir işlev yüklenmiyor.
İnsani tepki
Örneğin, Sabah gazetesinin tirajı 350 bin civarında. Yukarıda sözünü ettiğim salı günkü Sabah gazetesini alanlardan sadece 35 kişi, telefon, faks, telgraf (artık telefon tuşlarına basılarak telgraf çekilebildiğini hatırlatırım), e-mail yoluyla, İçişleri Bakanlığı, Emniyet Genel
Müdürlüğü, İzmir Valiliği, İzmir Emniyet Müdürlüğü'ne ulaşsaydı, işkence artık elini kolunu sallayarak ortalıkta dolaşamazdı. Eğer bu tepkiyi,
35 değil de, 350 Sabah okuru verseydi, Türkiye'de işkence diye bir şey kalmazdı.
Peki ne olacak da, gazete okuru işkence, insan hakları ihlalleri konusunda tepki verir hale gelecek?
CMUK'un salt kanun olmadığını, yaşam hakkıyla, insanlık onuruyla, günlük yaşamla sıkı ilişkide olan, bireyi koruyan, kollayan, esirgeyen, insanlara atalarından kalan en önemli miras olduğunu ısrarla ve sabırla anlatmamız gerekiyor.
Ne yapmalı?
İşkence konusunda toplumda bilinç yükseltme çalışmalarını
her şeyden önce sempozyum ve panel düzenleme kolaycılığından kurtarmak gerekiyor. Çok pratik bir çözüm gelebilir ama, hukuk akademisyenlerini,
baro yönetimlerini, avukatları oturdukları masadan kaldırıp, halkın içine sokmadıkça işkencenin önlenmesi konusunda ilerleme sağlanması zor gözüküyor. Bugüne kadar hiç denenmemiş bir yöntemi uygulayarak, lafzi
olarak ağızda dolaşıp sakız haline dönüşmüş işkenceyi soyut bir kavramdan çıkarıp, insanların üzerinde deprem kadar hayati tehlike oluşturduğuna inandırmak gerekiyor.
Öğretmen-evlerinde, sendikalarda, fabrikalarda, atölyelerde, kampüslerde,
kasaba meydanlarında, köy odalarında anlatarak...
CMUK'u çocuklar için masal, gençlere hikâye, büyükler için mizaha dönüştürerek...
CMUK'u tanıtan afişleri şehrin meydanlarına, belediye otobüslerinin camlarına; havaalanlarının, otobüs terminallerinin, garların, metronun panolarına asarak...
CMUK'tan şarkı sözü yazıp, kliplerini TV'lerde oynatarak...
Abartıyor muyum dersiniz?
CMUK'un kitabi dilini değil, ruhunu halka anlatmadıkça, bireyler tarafından içselleştirilmesi sağlanmadıkça, bu ülkede ne işkence, ne de
insan hakları ihlalleri biter...
AB uyum paketleri, dahil.
Düşünün, bana hak vereceksiniz...
Dostları ilə paylaş: |