بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيم
أَجْمَعِينَ وَصَحْبِهِ وَآلِهِ مُحَمَّدٍ سَيِّدِناَ عَلىَ وَالسَّلاَمُ وَالصَّلاَةُ الْعَالَمِينَ رَبِّ لِلهِ اَلْحَمْدُ
DUA, TEDBİR, TESLİMİYET
Allahü Teâlâ ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:
وَقَالَ رَبُّكُمُ ادْعُونِي أَسْتَجِبْ لَكُمْ إِنَّ الَّذِينَ يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِي سَيَدْخُلُونَ جَهَنَّمَ دَاخِرِينَ
‘’Bana dua edin, size karşılığını vereyim. Bana ibadet etmekten büyüklenip yüz çevirenler, muhakkak ki küçülmüş kimseler olarak Cehenneme gireceklerdir.”1
Ayetin tefsirinde deniyor ki: Dua ibadetin iliği mesabesinde olduğu gibi, ibadet de duanın kabulünün şartlarındandır. Bu dua emri çok önemli ve dikkate değerdir. Burada önce insanın cüz'î iradesinin bir ifadesi ile cebr'in reddi vardır. Gerek ibadet manasına olsun, gerek sadece dua, ikisinde de istemek emredilmiş ve Allah'ın karşılık vermesi için kulun istemesi şart kılınmıştır. Hem öyle şart kılınmıştır ki şartın yokluğundan, şarta bağlanan şeyin yokluğu gerekeceğinden terkine "cehenneme girecekler" diye tehdit getirilmiştir… 2
Dua Allah’a yalvarmak, yakarmak, ihtiyaçları arz etmek, Ondan yardım istemek, Onu ululamak ve yüceltmek demektir.
Sözlükte “birisini çağırmak, birisinden bir şey istemek, birisini bir şeye sevk etmek, niyaz, nida, yalvarış, namaz, salâvat” gibi anlamlara gelen “dua” kelimesi, kavram olarak “kulun, Allah Teâlâ’dan, talepte bulunması, bir şey dilemesi” manasında kullanılır. 3
Bütün ilâhî dinlerin en temel ve hassas ibadetlerinden biri de duadır. Esasen dua, insanda fıtrîdir. Üstün bir varlığa inanan her insan, şu veya bu şekilde dua eder. Her insan zorlandığı, üstesinden gelemediği bir durumla karşılaştığında, inandığı üstün varlığa sığınır, ondan yardım bekler.
Cenab-ı Mevlâ insanoğlunun bu özelliğine şöyle işaret buyuruyor:
“İnsana bir darlık dokunduğu zaman; yanı üzere yatarken, otururken yahut ayakta bize yalvarır. Ama biz onun sıkıntısını giderince sanki bize yakaran o değilmiş gibi davranır.” 4
Evet; sıkıntılı anlarda Allah’a yalvarıp dua etmek, sadece imanı kâmil ve dinî hassasiyeti yüksek insanlara has bir durum değildir. Hatta çeşitli şekillerde Allah’a ortak koşanlar da böyle zamanlarda O’na yönelir ve dua ederler.
Dua fıtrîdir demiştik. O kadar fıtrî ki, imanı en zayıf olanlar bile dua ile gönüllerinde bir ferahlık ve rahatlama hisseder. Sıkıntılarının son bulacağına ümidi artar. Bu yönüyle dua, insanın ruhu için şifa, bunalımlara karşı bir kalkan gibidir. Günümüzde dünyanın birçok yerinde müşahede edildiği gibi, dua etmeyen toplumlar da ruhen çökmüş toplumlardır.
Hiç şüphesiz, dinî hassasiyeti yüksek bir Müslüman için dua, insan psikolojisine olumlu etkilerinin çok ötesinde manalar taşır. Mümin bilir ki, darlık veya genişlik zamanlarında Cenab-ı Mevlâ’ya gönülden yapılan dua, gelmiş olan sıkıntıları gideren, gelmemiş olanların da gelmesine mani olan bir vesiledir. Dua, kulluğun ta kendisidir, dinimizin temel direklerinden biridir. Müminin silahıdır. Kulu Rabbi’ne bağlayan bir köprüdür. 5
O, Kendisinden İsteyeni Sever
Mümin bilir ki, “insan” olarak, “kul” olarak acizdir, muhtaçtır; gücü ancak istemeye yeter. Bilir ki Yüce Yaratıcı “Ğanî”dir, lütuf, kerem ve ihsan sahibidir, cömerttir. Ve yine bilir ki, yöneldiği Rabbi, bu yönelişi sever, kendisinden istenmesinden hoşnut olur. Kendisinden istiğna edilmesinden, kendisine muhtaç olunmadığı anlamına gelecek tavırlar sergilenmesinden ise hoşlanmaz, gazaplanır...
Duanın mümin kulun hayatındaki önemini, “Dua ibadetin ta kendisidir.”6 ve “Dua ibadetin özüdür."7 buyurarak özetleyen Peygamber Efendimiz (s.a.v), kulun duasının Yüce Allah nezdindeki önem ve anlamını da şöyle ifade eder:
“Kim Allah'tan dilekte bulunmaz, istemezse, Allah ona öfkelenir.” 8
“Allah'ın fazl-u kereminden isteyin. Zira Yüce Allah, kendisinden istenmesini sever.”9
Hikmet ehli bir zat demiştir ki: "Allah Teâlâ'nın dostlarının üç güzel sıfatı vardır:
1. Her hususta Allah Teâlâ'ya tevekkül edip O'na güvenirler.
2. Her hususta kendilerini Allah'a karşı muhtaç, aciz bilirler.
3. Her hususta Allah Teâlâ'ya müracaat ederler." 10
Dua Kulluğun Ta Kendisidir
Kur'an-ı Kerim, birçok surede peygamberlerin dualarını nakleder. Sanki Rabbimiz, nebilerin dualarına özellikle dikkat çekiyor gibidir. Diğer taraftan hangi hadis kitabına baksanız, Efendimiz (s.a.v)’den nakledilen yüzlerce dua görürsünüz. Sahabilerle ilgili anlatımlarda da böyledir. Sanırsınız ki, onların sözlerinin neredeyse tamamı duadan ibaret.
Dua kitapları ve hadis kaynakları, Hz. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) kalkarken, yatarken, elbisesini giyerken, evden çıkarken, eve girerken, yerken-içerken, kısaca her an için yaptığı bir duayı aktarırlar. Hayatı duadan ibaret. O bir dua peygamberi. Onun kurduğu medeniyet de bir dua medeniyeti.
Yaratıcı ile kul arasındaki bu iletişimin mahiyetini ve önemini, hadis kitaplarımızdaki “Deavât” bölümleri ile dua konusunda ulemamız tarafından “ed-De'avât”, “el-Ezkâr” adıyla yazılmış müstakil kitaplarda yer alan hadis rivayetlerinin çeşitliliği en çarpıcı biçimde gösterir.
Bütün bu rivayetlerde küfürden korunup, iman ve hidayet üzere bulunmayı istemek için okunması tavsiye buyrulan dualardan tutun, tuvalete girerken-çıkarken, abdest alırken, yatağa girerken, yolculuğa çıkarken, eve dönerken, alışverişe başlarken, namaz, oruç, hac, zekât gibi ibadetleri ifa etmeden önce ve ifa ettikten sonra, bir bela ve sıkıntı ile karşılaştığımızda, ondan kurtulduğumuzda, rızık istemek için, borçtan kurtulmak için, hastalandığımızda ve hastalıktan kurtulduğumuzda, elbise giyerken, yemeğe başlarken ve sofradan kalkarken, nikâhlanırken, misafirliğe gittiğimizde, gece karanlığı bastırdığında, sabaha çıktığımızda, korktuğumuzda, sevindiğimizde, gamlandığımızda okunacak dualar, adeta ömrümüzün her anını ve günlük hayatımızın her safhasını, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Yüce Yaratıcı'nın yanı başımızda bulunduğu hissi ile yaşamamızın yolunu, yöntemini gösterir.
Yüce Allah Kur'an'da bize “şah damarımızdan daha yakın” olduğunu haber verir 11 ve şöyle buyurur: “Dua eden bana dua ettiği zaman, onun duasına karşılık veririm.” 12
Resulullah (s.a.v) Efendimiz, müminin günlük hayatında Allahu Teâlâ ile irtibatını sağlayan duanın yerini vurgulamak için şöyle buyurur: “Sizden her biriniz, Rabbi’nden bütün ihtiyaçlarını istesin. Hatta ayakkabısının bağı koptuğunda onu bile istesin!” 13
“Ey Habibim de ki; duanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin?” 14 ayeti, Hak Tealâ katında insanın gerçek değer ölçüsünü ifade etmekte. O halde en kıymetli insan, en güzel dua eden, en çok yalvaran, gözyaşıyla niyaz edendir. İki Cihan Serveri Efendimiz (s.a.v) adeta her adımda yaptığı dualarla o değere ulaşmada bize örneklik yapmış olmuyor mu?
Günahtan korunmuş olduğu halde sabahlara kadar, ayakları şişinceye kadar namaz kılan, sonra da ağlayarak dua eden bir peygamberimiz var. Her gün yüz defa İstiğfar eden bir peygamber. Her anı dua için fırsat bilen bir peygamber (s.a.v).
Efendimiz (s.a.v.) “Kulluğun özü duadır, dua kulluğun ta kendisidir” 15 buyurmuştur. Aslında kıldığımız namazlar, tuttuğumuz oruçlar, kurbanımız, zekâtımız da birer duadan ibaret. Namazın Arapça aslı olan “salât” kelimesi, sözlük anlamı itibarıyla dua demektir. Belirli zamanlarda, belirli şekillerle yapılan özel bir dua.
Yani ameller fiilî dualardır. En geniş anlamıyla ibadet, acziyetin idraki, Allah'ın himayesini, rahmetini, O'nun sevgisini, rızasını talep etmek demektir. Bu duyguyu yansıtmayan bir secde ne işe yarar ki? 16
Dua ve Tedbir
Duadan söz ederken, günümüzde çok yaygın olan bir yanlış anlayışa da değinmek gerekir: Dinimizin bizden istediği dua, ihmalkârlık ve tembellik yapıp, her şeyi Allah’tan beklemek değildir.
Allahu Teâlâ her şeyi bir sebebe bağlı olarak yaratmakta, nimetlerini bu sebeplerin arkasından göndermektedir. Allah’ın bahşettiği güç ve iradeyle sebep ve tedbirlere yapışmadan yapılan dua kabul olunur mu? Buna dua değil, temenni demek daha doğru değil midir?
Arzulanan hayırlı sonuçlara ulaşmak için kulun elinden geleni yapması, yani “fiilî dua” asla ihmal edilmemesi gereken bir dua türüdür. Nitekim bir haberde: “Çalışmadan dua eden, silahsız harbe giden gibidir.” denilmiştir.
Tarlasında güzel ekin isteyen bir kimseye düşen ilk iş, tarlayı temizlemek ve uygun tohumu oraya güzelce ekmek, peşinden de gerekli sulamayı yapmaktır. Bundan sonrası elini açıp hayırlısını istemek zamanıdır. Bunları yapmayan bir kimse, dünyadaki bütün velileri dolaşsa ve iyi mahsul için dua talep etse, tarlasında ekin değil, ancak diken biter. 17
Tedbir ve sebeplere sarılma konusunda, şu ölçüyü de gözden kaçırmamak gerekir: Sebeplere sarılmak kulun vazifesidir; ancak sonucu yaratacak olan yine Cenab-ı Mevlâ’dır. Eğer O dilerse, bize sebepsiz gibi görünen bir şekilde nice sonuçlar da yaratabilir. O hâlde çalışıp gayret etmeli, bu gayret sırasında ve sonrasında Cenab-ı Mevla’ya gönülden dua etmelidir. Eskiler, “gayret bizden, tevfik (yardım ve başarı) Allah’tan” derken bu ölçüyü ne güzel anlatırlar!..
Kıssa
Önce Deveni Bağla Sonra Tevekkül Et
Abdurrahman b. Ebî Leylâ (r.a.) anlatıyor: Bir adam Resûlullah'a (s.a.v.) gelerek,
- Yâ Nebiyyallah! Devemi bağlayayım da mı tevekkül edeyim yoksa salıverip de mi tevekkül edeyim? diye sordu Resûlullah (s.a.v),
- Deveni bağla, ondan sonra Allah'a tevekkül et, buyurdu. 18
Evet; dua, gerekenlerin yapılmasıyla birlikte Cenab-ı Hakk’ın ihsanını istemektir. İhmal ve tembelliğin telafisini Allah’tan istemek değildir. 19
Dinimizin bizden istediği hareket tarzı, sebepleri son derece ciddiye almak, bir sonuca ulaşmak için bütün gerekenleri yapmak ve fakat asla sebeplere itimat etmemektir. Sonucu, sebepleri de yaratan Allah’tan bilmek, daima O’na güvenmek, O’na dayanmaktır.
İçinde bulunduğumuz dünya hayatı, maddi âlemin bir parçasıdır. Cenab-ı Hak madde âlemini yaratırken, onun ayrılmaz bir özelliği olarak sebepleri de beraberinde var etmiştir. Bu âlemdeki işleyiş sebep-sonuç ilişkisine göredir. Her sebep bir sonucu, her sonuç yeni bir sonucun sebebini doğurur.
Şu halde, sebeplerin ardındaki mutlak gücü yani Allah Tealâ’yı unutmamak, daima O’na güvenip, O’na dayanmak gerekir. Sebeplerin yaratıcısı varken sebebin kendisine takılıp kalmak, gönül bağlamak, öz dururken kabuğa takılmaya benzer. 20
Kıssa
Şimdi Rıza ve Teslimiyet Vaktidir
Ebû Muhammed Cerîrî, Karmatîler savaşında susuzluktan vefat etmiştir. Bir derviş bu durumu şöyle hikâye ediyor:
Ben o yıl o kafile ile birlikte idim. Karmatîler’in elinden kurtuldum. Müslümanlara acıdığımdan hasta olanlarına su veririm veya durumları ne oldu görürüm, diye onlar gidince kafilenin yanına geri döndüm. Hastalar içinde gezerken Ebû Muhammed Cerîrî’yi gördüm. Yaralılar arasındaydı. Yaşı yüz yirmiyi aşmıştı. Kendisine,
‘’Ey Şeyh! Hakk Teâlâ’nın bu belayı defetmesi için dua etmez misiniz?’’ dedim.
‘’Ona söyledim, ‘Artık ben istediğim gibi yaparım’ diye cevap verdi’’ dedi.
Ben dua etmesi için ısrar edince de şöyle söyledi:
‘’Ey birader! Şimdi rıza ve teslimiyet gösterme vaktidir. Yani, bela gelmeden önce dua etmek gerekir. Bela gelince ise rıza göstermek gerekir.’’ 21
Kâinatın kalbi ve ilâhî hükümlerin icra makamı olan Arş-ı Azam, duaların yükseldiği ve kabul edildiği yerdir. Her kul için semada Arş'a açılmış kapılar vardır. Tevbe kapısı, dua kapısı, rahmet kapısı, rızık kapısı, amellerin arz kapısı gibi. Bu kapılar insan ölene kadar kapanmaz. Yeter ki insan, bu kapılardan içeri girmesini bilsin.
Dua, ilâhî huzura sunulan bir dilekçe gibidir. Dua, kulun gönlünü ve derdini Yüce Rabbine açmasıdır. Ve arz edildiği makama uygun olan her dua muhakkak kabul edilir.
Duaların arz edildiği makama uygunluğu derken, işin usul ve adabından söz etmiş oluyoruz. Bunlar manevi edepler ve zahiri edepler olarak ikiye ayrılır. Duanın Cenab-ı Mevlâ katında kabulü için önce manevi usül ve adaba dikkat etmek gerekir. Zira manevi edepler duanın özü, ruhu gibidir ve kalple ilgilidir. Zahiri usul ve adabın, ancak manevi edeplere uyulduğunda bir mana ifade edeceğini unutmamamız gerekir.
Önce Samimiyet ve İçtenlik
Duanın manevi edeplerini şöyle özetleyebiliriz:
İnsan, önce duasız kulluğun ve ilâhî dostluğun olmayacağını bilmelidir. Dua ibadetlerin özüdür. Bütün ibadetler Yüce Allah'a kulluğun bir ifadesidir. Dua bu kulluğu en güzel şekilde ifade ve ispat eder. Çünkü insanın her an ihtiyaç içinde olduğunu bilmesi ve muhtaç olduğu her şeyi sebepli veya sebepsiz olarak yaratacak Yüce Yaradan’a yönelmesi en büyük kulluktur. Bunu bilmek ve O’na yönelmek farzdır,
Dua, ümit, sevgi ve gönül hoşluğu içinde yapılmalıdır. Çünkü kendisinden bir şey istediğimiz Yüce Allah, bizim hakiki dostumuz ve sahibimizdir. O bize gönlümüz kadar yakındır. Kalbimiz O'na yöneldiğinde ve derdimiz dilimizden döküldüğünde bizi icabet eder, karşılık verir. Bize kendisinden istemeyi O emretmiştir. “Benden isteyin ki size vereyim” buyurmuştur. Duadan kaçanları kınamıştır. Güzel kulluk ve samimi dua edenlere cenneti müjdelemiş, kibirlenip dua ve ibadetten kaçanlara cehennemi hazırlamıştır.22
Rasululllah Efendimiz’in (s.a.v) belirttiği gibi Yüce Rabbimiz öyle zengindir ki, kendisinden istendikçe hoşnut olur. Kendisinden istemeyene kızar, kapısını çalmayana gazap eder. Kapısı herkese açıktır. Bütün kullara her istediklerini verse, hazinesinden hiçbir şey eksilmez. O, affedilmek isteyeni affeder, hidayet isteyeni hidayete ulaştırır, sıhhat ve afiyet isteyeni rahatlığa kavuşturur, rızık isteyeni genişliğe çıkarır, ateşten korunmak isteyeni cehennemden uzaklaştırır. Sevgi ve rızasını isteyeni rahmetiyle destekler, cennet yoluna sevk eder. 23
Kısaca kendisinden isteyeni seven, her istenene gücü yeten Yüce Rabbimiz’den bir şey isterken devamlı sevinçli, ümitli ve tevazu içinde olmalıyız. Bir arifin dediği gibi, eğer Allahu Teâlâ kullarına vermek istemeseydi, benden isteyiniz diye emir vermezdi.
Kişi duada samimi ve ısrarlı olmalıdır. Bir kere istedim verilmedi demek yanlıştır, Allahu Teâlâ’dan bir şey istemek başlı başına bir ibadettir. Her ibadete en azından on sevap verilir. Rasulullah (s.a.v): “İnsan, ben Allah'tan istedim de bana isteğim verilmedi demediği ve istemeye devam ettiği müddetçe, istediği kendisine verilir.” 24 buyuruyor.
Hz. Mevlana (k.s.) hazretleri şöyle buyurmuştur: ‘’Kardeş, elini duadan ayırma. Kabul edilmiş, edilmemiş, bununla ne işin var senin?’’ 25
Dua ederken, kul kimden ne istediğini bilmelidir. Yani dil ucuyla değil, kalbin içiyle dua etmelidir. Çünkü kalp ile Yüce Allah arasında gafletten başka bir perde yoktur.
Efendimiz (s.a.v)'in şu müjdesi duaya sarılmak için yeterlidir: “Allahu Teâlâ, yeryüzünde dua eden hiçbir müslümanın isteğini boş çevirmez, muhakkak bir karşılık verir. Ya kulun istediği şeyi verir, ya onun yerine kendisinden bir kötülüğü kaldırır ya da isteğinin karşılığını ahirete saklar.”26
Ayrıca kul şunu bilmelidir ki, Allahu Teâlâ devamlı kendisine yalvaran kullarını çok sevmektedir. Onun için bazen kulunun iniltili sesini dinlemek için istediği şeyi geciktirir. Çünkü bu samimi yalvarmalar en güzel zikir çeşididir. Bu hal ayrıca kulun acizliğini ispat etmekte ve nefsi Yüce Rabbi’ne yöneltmektedir.
Demek ki kul Rabbinden bir şey ister, Rabbi onu dinler, ancak verilecek şeyi O tercih eder. Bu, hastanın durumuna benzer. Hasta doktoruna rica eder, ondan şifa bulacağını umduğu bir şey ister. Fakat doktor bazen hastanın arzu ettiğini değil, başka bir ilacı verir. Çünkü hastanın şifa sebebi ondadır. Kısaca, “ey Rabbim!” diye yakaran hiç bir kul eli boş dönmez.
Yezîd Rekkâşî (r.ah) demiştir ki: "Kıyamet günü olduğunda Allah Teâlâ, kulunun dünyadayken yaptığı, ancak karşılığı dünyada iken verilmeyen bütün dualarını onun önüne serer ve şöyle der:
- Ey kulum! Sen bana şu gün dua etmiştin. Ben ise senin duanı beklettim. İşte bu sevaplar, ettiğin duaların karşılığıdır, der. Kula o kadar çok sevap verilir ki dünyada yapmış olduğu hiçbir duanın kabul olunmamış olmasını temenni eder." 27
Muhammed Raşid k.s. şöyle buyurmuştur: ‘’Allah dualara icabet eder. İsterse kabul eder, isterse kabul etmez. Rabbü’l-Âlemin ilticadan yalvarıp yakarmadan ricadan hoşlanır. İnsan ne kadar hakir, fakir, zelil ve Rabbü’l-Âlemine karşı ne kadar yalvarış ve yakarışta olursa o kadar makbul olur. Allah'ı hiç hatırlamamak dua ve niyazda bulunmamak o kimsenin küfre yaklaşmasına sebep olur. Kâfirlerin duası kabul değildir. Allah onlara dünyalık veriyor ama duaları için değil. İsyana devam eden kişiye Allah'ın nimetler vermesi o kişi için bir istidraçtır. Yani onu azaba ve helake sokmak içindir. Kâfirlerin dünyada nimetlenmesi Allahu Teala'nm Rahman ismi şerifinin tezahürüdür.’’28
Kıssa
Sabit bin Eslem el-Benanî (r.a.) mümin, kıyamet gününde, Allahu Teâlâ’nın huzurunda durur,
Allahu Teâlâ ona; “Ey kulum! Sen, dünyada bana ibadet eden kullarımla beraber ibadet ediyor muydun?’’ diye sorunca, o mümin; “Evet, onlarla birlikte ben de ibadet ediyordum ya Rabbi!” der.
Yine Allahu Teâlâ; “Ey kulum, dünyada iken bana dua edip yalvaran ve beni zikredip ananlarla beraber, sen de yalvarıp beni andın mı?” diye sual buyurur.
O mümin yine; “Evet ya Rabbi!” diye cevap verir.
Bunun üzerine Allahu Teâlâ; “İzzetim hakkı için, beni zikredip, andığın her yerde ben de seni andım. Nerede dua edip yalvardınsa, o duanı kabul ettim” buyurur.
Sonra Sabit-i Benanî şu hadis-i şerifi okudu: “Müminin hiçbir duası geri çevrilmez. Karşılığı ya dünyada verilir, ya ahirete tehir edilir veya günahlarına kefaret olur.” 29
Usülsüz Vusül Olmaz
Duayla ilgili bu manevi edeplerin yanı sıra, dualarımızı Arş'a yükseltecek ve ilâhî huzurda kabulüne vesile olacak diğer hususları Allah Rasulü (s.a.v)’in tavsiyeleri ışığında şöyle sıralayabiliriz:
Rasulullah (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Sizden biriniz dua ederken, ‘ya Rabbi! Dilersen beni mağfiret eyle, dilersen bana merhamet eyle’ demesin. İstediğini, sağlamca ve kesin bir ifade kullanarak istesin. Çünkü Allah'ı şu veya bu işe zorlayabilecek hiçbir kuvvet yoktur.”30
Buradan anlaşılan odur ki, mümin kul bir şey dilemek için Rabbi'ne yöneldiğinde, o şeyin olmasını bütün benliğiyle istemeli, kalbinde “olmasa da olur” şeklinde bir gevşeklik bulunmamalıdır.
Duaya, Allah Teâlâ’ya hamd ve sena, Rasulullah Efendimiz'e (s.a.v) salât ve selam ile başlamalıdır.
Efendimiz (s.a.v), bir adamın duasını duydu ve “Bu adam acele etti” buyurdu. Sonra da onu yanına çağırtıp şöyle dedi: “Biriniz namaz kılıp arkasından dua için ellerini kaldırdığında, Allah'a hamd ve sena ile başlasın, sonra Peygamber’e salât ve selam okusun, ondan sonra istediği duayı yapsın.”31
Kişi duayı, "âmin" kelimesi ile bitirmelidir. Bu kelime, “Rabbim, kabul eyle” anlamına gelir.
Kıssa
Sahabe'den birisi şöyle anlatır:
Bir gece Rasulullah (s.a.v) ile dışarı çıkmıştık. Israrla dua eden bir adama rastladık. Rasulullah (s.a.v) durup onu dinlemeye koyuldu. Sonra da şöyle buyurdu: “Eğer sonunu iyi bağlarsa, istediklerini hak eder.”
Cemaatten birisi, “Ey Allah'ın Resulü duayı nasıl bitirmesi gerekir?” diye sordu.
Allah Rasulü (s.a.v): “Amin kelimesi ile... Eğer böyle bitirirse, istediği kendisine verilir.” buyurdu.
Rasulullah (s.a.v)'a soran adam, oradan ayrılıp dua eden kişinin yanına geldi ve şöyle dedi:
“Duanı Âmin kelimesi ile bitir ve gözün aydın olsun.”32
Dua ederken elleri açarak kaldırmalıdır. Dua ve niyazda ellerin göğe doğru kaldırılması namazda Kabe’ye yönelmeğe benzer. Bu el kaldırış sadece samimi bir kulluk ve itaat nişanesidir. El avuçlarını yukarıya açmak, tıpkı secdede alnı yere koymak, namazda Kâbe’ye yönelmek gibidir. Kısacası bunun manası şudur: Kulların rızık hazineleri göklere tevdi edilmiştir. Kur’an-ı Kerim’de mealen şöyle buyrulur:
“Rızkınız ve size va’d oluna gelen şeyler göktedir.”33
İnsanların rızıklarıyla meşgul olan melekler gökten inerler, insan, arzusunun gerçekleşeceğini beklediği tarafa yönelmeğe yaratılıştan meyyaldir. Tıpkı o sultanın işine benzer ki, askerlerine güzel elbise, yiyecekler va’d ederde askeri onun hazinelerine doğru yönelir, bakarlar. Hâlbuki onlar sultanın o hazinelerin yanında olmadığını kesinlikle bilmektedirler. 34
Kişi dua ettikten sonra ellerini yüzüne sürmelidir. Peygamberimiz (s.a.v) dua ederken ellerini uzattığı zaman onları yüzüne sürmedikçe geri çevirmezdi. Ve ashabının da böyle yapmalarını söylerdi. 35
“Allah’tan dilediğiniz vakit avuçlarınızın içi ile isteyin. Duayı bitirince de avuçlarınızla yüzünüzü siliniz.” 36
Bunun hikmeti, Allah’ın rahmeti ellere isabet edince onu en şerefli ve ikrama en layık uzuv olan yüze de teşmil etmenin uygun olmasıdır.37
Dua ederken ellerimizi kaldırmış isek yüzümüze sürmeden indirmeyelim. Elimiz kalkık olmadığı halde, duadan sonra elleri yüze sürmek bid’attır.38
Âlimlerimiz, dua adabı olarak bunlardan başka, yine Rasulullah (s.a.v)'in hadislerine ve uygulamasına dayanarak aşağıdaki hususları da tavsiye etmişlerdir:
- Abdestli bulunmak.
- Namaz sonrasında dua etmek.
- Kıbleye yönelmek.
- Eğer kıtlık, umumî sıkıntı ve felaketlerin kalkması için dua ediliyorsa, elleri kaldırarak avuçların içi aşağıya gelecek şekilde dua etmek ve böyle dualardan sonra elleri yüze sürmemek.
- Rızkını helal yollardan kazanmaya ve helal lokma yemeye titizlikle dikkat göstermek.
- Sünnetullah'a, yani varlığa hâkim tabiat kanunlarına aykırı bir şey istememek.
- Duada, Allah Teâlâ’nın rızasına uygun olmayan şeyler talep etmemek.
Şunu da ilave edelim: Mümin, kendisi, sevdikleri ve malı hakkında bedduada bulunmamalıdır. Rasulullah (s.a.v) Efendimiz bundan sakındırmış ve şöyle buyurmuştur:
“Kendinize beddua etmeyin! Çocuklarınıza beddua etmeyin! Hizmetçilerinize beddua etmeyin! Mallarınıza da beddua etmeyin! Çünkü o bedduanız Allah tarafından kabul edileceği bir saate rastlar da, kabul edilir (ve sonunda yine kendiniz üzülürsünüz.” 39
Ayrıca mümin, sadece ihtiyaç ve sıkıntı anında Rabbi'ne yönelmez. Aksine, genişlik ve rahatlık içinde bulunduğu zamanlarda da duayı ihmal etmez ki, darlık ve sıkıntı zamanlarında Yüce Allah onunla birlikte olsun. Resulullah Efendimiz'in (s.a.v) bu konudaki tavsiyesi açıktır:
“Kim sıkıntı ve güçlük içinde bulunduğu zamanlarda duasının kabul olunmasını isterse, bolluk ve mutluluk zamanlarında çok dua etsin.” 40
Kıssa
Haccâc, Mu’in adında birini hapsetmişti. Hapse girince, iki rekât namaz kıldı.
‘’Ya Rabbi! Beni çıkar’’ diye dua etti. Çok geçmeden hapishanenin kapısı çalındı. Haccâcın yanına götürüldü.
Haccâc buna gidebilirsin dedi. Mu’in izninizle mahkûmlara bir söz söyleyeceğim dedi.
Haccac: ‘’Git söyle’’ dedi. Mu‘in hapishanedekilere şöyle dedi:
‘’Allah Teâlâ’ya refah halinde zikredin. O da sıkıntı anında sizleri zikretsin.’’41
Evet, dua başlı başına bir ibadettir ve diğer bütün ibadetler gibi ancak usul ve edebine riayet edildiğinde makbul olur. Arifler, “Usul olmadan vusul, yani hedefe ulaşma olmaz” derler. Edebe dikkat etmeyene dost kapısının açılmayacağı da bilinir.
Dua İçin Zaman ve Mekân Tercihi
Efendimiz (s.a.v)’in hadislerinde dua etmek için hassasiyet göstermemiz gereken zamanlar şöyle haber verilir:
Gecenin son üçte birlik kısmı.
Farz namazların sonrası.
Secde hali.
Hac veya umrede.
Ezan okunduğu vakit.
Ezanla kamet arası.
Namaz için kamet okunduğu zaman.
Düşman karşısında iken.
Yağmur yağdığı zaman.
Kur'an hatminden sonra.
Gözlerimiz iman hassasiyetiyle yaşardığı zaman.
Bizi sadece Allah Teâlâ’nın gördüğü tenha yerlerde.
Kâbe'de Rükn ile Makam arası.
Kabul Olunacağı Bildirilen Dualar
Rasulullah Efendimiz'in (s.a.v) hadislerinde, şu kimselerin duasının reddolunmayacağı haber verilir:
Evine dönünceye kadar hacının ve gazinin duası.
İyileşinceye kadar hastanın duası.
Mü'min bir kimsenin, diğer mü'min kardeşi için gıyaben yaptığı dua.
İftar edinceye kadar oruçlunun duası.
Adaletli devlet başkanının duası.
Babanın evladına duası.
Esma-i Hüsna, salih ameller, peygamberler ve diğer büyük zatlar ile tevessül edilerek yapılan dua.
Misafirin ev sahibine duası.
Mazlumun duası ve bedduası. 42
Âlemlerin Rabbi’ne kul olma şuuruna sahip insanın gönlündeki ulvî duygular, O’na dua ile ulaştırılır. Âlemlerin Rabbi ile kurulan bu irtibat da ulvi duyguları yoğunlaştırır. Duasız insanlar, bu hâlden mahrumdurlar ve ruhen kör bir hâlde yaşarlar. Onların maddi güçleriyle ulaştıkları sonuçlar gerçekte bir başarı değil; ya kendilerini azaba götürecek bir mühlet ya da insanlık için, tertemiz dünyamız için bir bozgundur. Ulaşılan sonuçların gerçek bir zafer olabilmesinin şartı, ancak Âlemlerin Rabbi ile sımsıkı irtibattır.
Müslümanın duada Rabbi’nden istedikleri sadece hayırlardır. Müslüman kimse, bütün insanlığın esenliği için dua eder. Her kim olursa olsun, Yüce Allah’ın bir eseri olduğu için azap görmesini, temenni etmez. Zalimlerin bile ıslahına dua eder. Kahır için duayı, ancak “ıslahı mümkün değilse” şartıyla eder.
S. Muhammed Saki Erol Hazretleri şöyle buyurmuştur: ‘’Allah için halka hizmet ve hayır dua etmek peygamberlerin ahlâkıdır. Her müminde bu şerefli ahlâktan bir derece bulunmalıdır. Herkes iman ve sevgi ile kalbinin ne kadar geniş olduğunu bu ahlakı ile ölçebilir.’’43
Yeryüzünde Allah’ın halifesi olma şerefiyle yaratılan insan için en mukaddes an, yüce Rabbi’ne dua ve niyazda bulunduğu andır. Zira varoluşun gayesi Mevlâ’ya kulluk ve ihlâsla ibadettir ve dua ibadetin özüdür.
Dua, özünde Allah’a boyun eğmek, gönülden Hakk’a yönelmektir. İnsanın, Yaratıcısı karşısında acziyetini ortaya koyması, kulluğunu ispat etmesidir. İnsanın kalbinden süzüle süzüle kopup gelen yalvarışın ve yakarışın dil ile ifadesidir.
Duadan zevk almak velayetin başlangıcı, kalbin uyanıklık işareti ve imanın kemâl neşesidir. Eli arşa uzanan, sözüyle özünü birleştiren ve “Yarabbi!..” diye yakaran bir kuluna Cenab-ı Mevlâ kabulle karşılık verir.
Hz. Mevlâna, Mesnevi’sinde şöyle diyor: “Eğer Hûda bizi zatına yar/dost edinmek isterse, meylimizi dua ve niyaz tarafına çeker.”
Mevlâ’mız has kullarını Kur’an-ı Kerim’de şöyle metheder:
“Gerçekten inananlar, korkarak ve umarak dua ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan hayır için harcarlar.” 44
Bir diğer ayet-i kerimede de Habib-i Edibin (s.a.v) gözbebekleri olan Ashab-ı Suffe’ye (r.anhum) atıfta bulunularak şöyle buyurulur: “Ey Muhammed! Sabah-akşam Rableri’nin rızasını dileyerek O’na yalvaranlarla beraber sen de sabret. Dünya hayatının güzelliklerine dalarak gözlerini o kimselerden ayırma!” 45
Duada Vesile
Vesile, derece, yakınlık, başkasına yaklaşmak için vasıta kılınan şey, şefaat, vuslat manalarına gelir. "Filanca Allah'a vesile etti" demek, kendisini Allah'a yaklaştıracak ameli yaptı demektir. Ayrıca vesile, cennette yüksek bir derecenin ve Efendimizin şefaatinin adıdır. Tevessül ise bir amel vasıtası ile maksada yaklaşmak ve ulaşmaya çalışmaktır. 46
Tevessül, Allah’u Teâlâ’ya yaklaşmak, huzurunda manevi itibar ve derece bulmak yahut bir faydanın elde edilip zararın defedilmesiyle ihtiyacını gidermek için salih bir amel veya zatla Cenab-ı Hakk'a yakınlık sağlamaktır. 47
Hz. Aişe validemiz şöyle buyurmuştur: “Bir hacet gidermenin anahtarı, yolu, hacet arz etmeden önce sunulan hediyedir.” Bu sözlerine devamla, “Allah’a hamd-ü senada bulunursak Onun rızasını almış oluruz. Efendimize (s.a.v.) salât ve selamda bulunursak o hacetin gerçekleşmesinde, Allah katında bizlere şefaat ve yardımını sağlamış oluruz.’’ 48 Zira Hak Teâlâ Kitabında şöyle buyuruyor: “Allah’a yaklaşmak için vesile arayın.”49
Kişi Allahu Teâlâ’ya dua ederken, Peygamberlerini ve salih kullarını vesile etmelidir. İmam Matüridî (r.ah.) ‘’Resulullah’a (s.a.v), Ashab-ı Kiram’a, Tabiine (r.anhum) ve evliyaya (k.s) tevessül ederek, yani onları vesile ederek dua etmek, duanın kabulüne sebep olur’’ buyurmuştur.
Hâce Ali Râmitenî (k.s) şöyle demiştir: “Duanızı öyle bir delil araya koyarak edin ki, o günah işlememişlerden olsun. O delil, Allah dostudur. Onlara tevazu ve sevgi gösterin ki, sizin için dua etsinler.” 50
Kıssa
Şöyle anlatılır: Ebu’l-Hasan Harkanî’nin (k.s) talebeleri, memleketlerine izinli gidiyorlardı. Kendisinden dua istediler. Korkulu yerde “Ya Ebu’l-Hasan, deyiniz” dedi.
Bir gece eşkıyanın hücumuna uğradılar. Bağırıp “Ya Allah” dediler. Yalnız birisi; “Ya Ebel-Hasan” dedi. Eşkıyalar bunu görmediler. Diğerlerinin hepsini soydular. Sabah olup onu selamette görünce şaşırdılar. Sebebini sordular.
O da; “Ya Ebel-Hasan dedim, kurtuldum” dedi. Hocalarına gelip; “Biz Allah dedik soyulduk. Bu ise, ya Ebel-Hasan diyerek sana sığınıp kurtuldu” dediler.
Bunun sırrını, sebebini bildirmesi için yalvardılar. O da; “Ağzınızdan haram girer. Haram çıkar. Allahu Teâlâ’yı tanımazsınız. Mecaz olarak Allah dersiniz. Böyle kimselerin duaları kabul olmaz. Allahu Teâlâ, onun sesini Ebel-Hasan’e duyurdu. Ebu’l-Hasan de, onu kurtarması için Allahu Teâlâ’ya yalvardı. Ebu’l-Hasan haram yemez, haram içmez. Haram söz söylemez. Bu bakımdan duası kabul olup o kurtuldu” dedi. 51
Kâinatın Efendisi Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurur: “Çok kimse vardır ki, yedikleri ve giydikleri haramdır. Sonra da ellerini kaldırıp dua ederler. Böyle dua nasıl kabul edilir?” 52
Süfyan-ı Sevrî (k.s.) ise: ‘’Hakikat olarak dua, günahları terk etmektir. Kim günahları terk ederse, kendisi istemeden de Allah Teâlâ ona dilediğini lütfeder.‘‘53
Allah dostlarına tabi olmak, onları sevmek ve izinlerinden gitmek, onlara duamızda yer vermek ve onların dualarında yer almak en büyük saadettir. İnşallah kişinin kurtuluşuna vesiledir.
Kıssa
Allah Dostlarının Amellerine Ortak Olmak
Bir hac zamanı Arafat’ta vakfeye durulduğu bir sırada Gavs-ı Sânî hazretlerinin (k.s) bağlılarından biri mübarekten dua istemişti.
Gavs-ı Sânî hazretleri de (k.s), ‘’Orada bizi unutmayın. Bizi de dualarınıza ortak edin’’ dedi. Dua isteyen zat, ‘’Efendim! Biz, sizsiz dua etmiyoruz ki. Siz, bizi duanıza ortak edin’’ deyince Gavs-ı Sânî hazretleri (k.s);
‘’Biz, sevenlerimizi sadece duamıza değil bütün amellerimize ortak ettik!’’ buyurdu. 54
Dr. Ahmet Çağıl anlatıyor:
Gavs-ı Bilvânisî hazretleriyle (k.s) beraber Suriye'ye Şeyh Ahmed Haznevi (k.s) hazretlerinin dergâhına ziyarete gittik. Orada ziyaretten sonra bir evde misafir olduk. “Ahmed Haznevi hazretlerinin (k.s) evinde bir hasta var”, dediler. Beni çağırdılar. Onu muayene için gittim. Muayene ettim, geldim.
Gavs hazretlerinin yanında da bir hizmetçisi vardı:
- Doktora söyle, dedi. Bugünkü kazançlarımızı ortak edelim; ben ne amel yaptımsa o da ne amel yaptıysa ortak olalım!
- Kurban, dedim. Siz zarar edersiniz ortak olursak.
- Niye dedi?
- E kurban, dedim. Biz kitaplarda okuduk; Gavsların bir anlık ameli insanların ve cinlerin amelinin toplamından daha kıymetlidir, diyorlar.
Ben bunları söyleyince hizmetini gören kişi, ona söylediklerimi kürtçe olarak anlattı. O zaman da Gavs-ı Bilvânisî hazretleri (k.s) ona,
- Bu doktor bir şeyler biliyor, demiş. 55
Gavs-ı Sânî (k.s.) hazretlerine sormuşlar: Efendim nasıl dua edelim diye. Mübarek ‘’Allahu Teâlâ bizleri Sadat-ı Kiramdan ayırmasın’’ diye dua edin buyurmuş.
Kulun duası ile ilâhî rahmet arasında doğrudan ve sıkı bir ilişki vardır. Duayı terk eden kimse, kendisini ilâhî rahmetten mahrum etmiş demektir. İlâhî rahmetten mahrum olan kimsenin de duadan nasibi olmaz.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) bu ilişkiyi şu şekilde ifade buyurur: “Sizden kime dua kapısı açıldı ise, ona rahmet kapıları açılmış demektir.”56
Ne mutlu o mümine ki, devamlı Allah’ın kapısındadır. Dua ile Cenab-ı Hakk’ın rahmet kapısını çalmaktadır. Başka bir kapı olmadığının farkındadır.
İslam’ın düşünce ve ibadeti kâmil insanın şahsında müşahhas hâle geldiği gibi dua da kâmil insanın ağzında müşahhaslaşır ve gerçek manasına, hüviyetine kavuşur. 57
Dostları ilə paylaş: |