Eğitimin en önemli işlevlerinden birisi kültürün aktarılmasıdır.
Eğitimin en önemli işlevlerinden birisi kültürün aktarılmasıdır.
Eğitim tarihiyle kültürün gelecek nesillere aktarılma yolları ve yöntemleri incelenir.
Eğitim tarihi bize kültürü aktarma işleminin veya işlevinin nasıl gerçekleştiği hakkında bilgi verir. Böylece, geçmişten günümüze eğitimin ve eğitim anlayışının geçirdiği değişim ve dönüşümleri öğrenerek, bunlardan dersler almayı ve aynı hataları yapmamayı sağlar.
Ayrıca, eğitimin tarihsel temelleri günümüzde eğitimde var olan sistem, yapı, işleyiş ve temel uygulamaların tarihsel arka planını ve gelişimini öğrenebilme fırsatı verir.
Eğitim tarihinin başlangıç noktasını belirlemek güçtür.
Eğitim tarihinin başlangıç noktasını belirlemek güçtür.
Binbaşıoğlu’na (1982) göre eğitim aslında insanlık kadar eski olmasına rağmen, ne zaman ve nasıl başladığına dair kesin bir bilgi yoktur.
Yazının icadından sonra eğitim amaçlı yapılan etkinliler hakkında bilgiler mevcut olup bu bilgiler de eski uygarlıkların tarihiyle sınırlıdır.
Bir başka görüşe göre, eğitimin tarihi, bir bireyin ailesiyle yaşamaya başlaması ve ailenin ona bir şeyler öğretmeye başladığı tarihe kadar iner.
ilkçağ, yazının icadı ile İsa’nın doğumunu izleyen 4.–5. yüzyıla kadarki zaman aralığıdır.
ilkçağ, yazının icadı ile İsa’nın doğumunu izleyen 4.–5. yüzyıla kadarki zaman aralığıdır.
Bu döneme Antik Çağ da denilmektedir.
Antik tarih insanlık tarihinin başlangıcından erken dönem Orta Çağ'a kadarki zaman dilimindeki belirgin kültürel ve siyasi olayları konu alır.
Bu çağlarda özellikle Antik Yunan ve Antik Roma uygarlıkları ile yine bu dönemlerde uygarlık yaratan çeşitli uluslar mevcuttu.
Bunlardan bazıları; Orta Asya’da yaşayan Eski Türkler, Mısırlılar, Çinliler, Hintliler, Sümerler, İranlılar ve İsraillilerdir.
Her ne kadar bu dönemde Yunan şehir devletlerinde demokratik bir yönetim anlayışı benimsense de, bu demokrasi sadece aristokrat erkekler için geçerliliğini sürdürmüştür.
Her ne kadar bu dönemde Yunan şehir devletlerinde demokratik bir yönetim anlayışı benimsense de, bu demokrasi sadece aristokrat erkekler için geçerliliğini sürdürmüştür.
Başka bir ifadeyle, köylü, kadın ve köleleri kapsamamıştır.
Eski Yunan kültüründe bu dönemde Atina ve Isparta şehir devletleri ön planı çıkmıştır.
Bunun yanı sıra, Atina şehir devletinin zayıflamasıyla birlikte M.Ö. 3. yüzyıldan itibaren Roma devleti güç kazanmaya başlamıştır
Isparta şehir devleti bugünkü Mora yarımadasında bir tarım devleti olarak yer almıştır.
Isparta şehir devleti bugünkü Mora yarımadasında bir tarım devleti olarak yer almıştır.
Isparta’da eğitimin amacı, devlete hizmet edecek, onun işine yarayacak ve bedence güçlü ve kuvvetli asker yetiştirmekti.
Gençleri yetiştirmede özellikle şu noktalara dikkat edilirdi:
Savaşa elverişli bir nesil yetiştirmek amacıyla kuvvetli ve devamlı bir beden eğitimi,
Manevi ve özellikle ahlaki eğitim.
Gençlerin yetiştirilmesinde kanuna ve yetişkinlere saygı, amirlere ve devlet otoritesine itaat, kendine hâkim olma, zahmete ve acıya dayanma, kanaat, kararlı olma ve savaş ruhu gibi meziyetlere çok önem verilirdi.
Isparta’da kadınların ödevi de kuvvetli çocuklar dünyaya getirmekti.
Isparta’da kadınların ödevi de kuvvetli çocuklar dünyaya getirmekti.
Ancak Isparta’da erkek ile kadın eşit tutulurdu zira kadınlar erkeklerle birlikte eğitilir onlar gibi siyasal yaşama katılabilirlerdi.
Isparta eğitiminde beden ve müzik eğitimine çok fazla yer verilmesine karşın okuma, yazma ve aritmetik gibi alanlara pek fazla yer verilmemiştir .
Atina’da devlet okulu bulunmamakta ve eğitim ücretli olan özel okullarda yapılmaktaydı.
Atina’da devlet okulu bulunmamakta ve eğitim ücretli olan özel okullarda yapılmaktaydı.
Her bir özel okul içinde beden terbiyesi, müzik ve dil dersleri verilmekteydi.
Başka bir ifadeyle, Atina’da fiziksel, ahlak ve estetik eğitimi arasında bir denge kurulmaya çalışılmaktaydı.
Bu eğitimi genellikle erkek çocuklar alır ve kızlar okula gitmezlerdi.
Kızların eğitimi ev hayatında zorunlu olan bilgileri öğrenmeyi içerdiği için evde yapılırdı.
Sadece bazı zengin ailelerin kızları okuma yazma bilirdi.
Bu yönüyle eğitim erkeklere mahsus bir hak gibi idi.
Atina’da eğitim “hakseverlik” temeline dayanıyordu ve tarihte ilk kez “halk demokrasisi” terimi burada doğdu ki, bu terim halk egemenliğini simgeler.
Atina’da eğitim “hakseverlik” temeline dayanıyordu ve tarihte ilk kez “halk demokrasisi” terimi burada doğdu ki, bu terim halk egemenliğini simgeler.
Her ne kadar köleler bunun dışında tutulsa da bu tür yönetim toplumda eğitim ve öğretime önem verilmesine neden oldu.
Buna bağlı olarak zihinsel eğitimle ilgili erdemlerin eğitim yoluyla kazanılabileceği düşüncesi hâkim oldu ve okullar açıldı.
Seçkin insanların erkek çocukları 7 yaşından itibaren “pedagog” adı verilen eğiticilerle birlikte okullara gidip gelmeye başladılar.
Bu işle uğraşanlara “pedagog”, bu işin bilimine de “pedagoji” denmesi Atina eğitimine dayanmaktadır.
Türklerin eğitim anlayışları ve uygulamaları, yaşama biçimlerine göre şekillenmiştir.
Türklerin eğitim anlayışları ve uygulamaları, yaşama biçimlerine göre şekillenmiştir.
Çocukların ve gençlerin toplumsallaştırılmasında töre önemli bir rol oynamaktadır.
Türklerin eriştikleri uygarlık ve kültür düzeyi, onlarda örgün eğitim kurumlarının bulunduğuna kanıt ise de bu kurumlar hakkında kesin bilgiler mevcut değildir.
Bu dönemin eserlerinde iyiliğin, cömertliğin, bilgeliğin, cesaretin, büyüklere itaatin önemi vurgulanmaktadır.
Eski Türklerde Alp insan tipine örnek verilmektedir (savaşçı, bilge, dışa dönük, akıncı, göçebe, mert ve cesur insan tipi).
Eski Türklerde köklü bir bilim sevgisi vardır. Alp insan tipinin temel özelliklerinden biri, onun cesur olduğu kadar bilge kişi oluşudur.
Eski Türklerde köklü bir bilim sevgisi vardır. Alp insan tipinin temel özelliklerinden biri, onun cesur olduğu kadar bilge kişi oluşudur.
Eski Türklerde mesleki eğitim önemli bir yer tutar.
Türklerin tarihi bilinen en eski yazılı belgeleri de Müslüman olmalarından önceki döneme aittir.
Eski Türklerde, genellikle cinsiyet farkı gözetmeden, büyük bir çocuk sevgisi vardır.
Ortaçağda Batıda eğitim faaliyetleri büyük ölçüde Hıristiyanlığın dogmaları ve öğretilerinin etkisi altında kalmıştır.
Ortaçağda Batıda eğitim faaliyetleri büyük ölçüde Hıristiyanlığın dogmaları ve öğretilerinin etkisi altında kalmıştır.
Bu çağda, özellikle kilisenin baskısı nedeniyle ilkçağda eğitim alanında görülen gelişmelerin arkasına düşülmüştür.
Tanrı kavramı aklın yerini almıştır ve tek eğitici kilise olmuştur.
St. Thomas Aquinas (1225–1274)
St. Thomas Aquinas (1225–1274)
Bu dönemde bilim ve sanatla ilgilenenlere cadı ve büyücü gözü ile bakılmış bunlara şeytan sıfatı bile yakıştırılmıştır.
Bu dönemde bilim ve sanatla ilgilenenlere cadı ve büyücü gözü ile bakılmış bunlara şeytan sıfatı bile yakıştırılmıştır.
Skolâstik düşüncede modern anlamda bir araştırma yapmaya gerek yoktur.
Hakikat zaten vardır ve bunların dogmatik bir şekilde öğretilmesi esastır.
Türkler, 10. yüzyılda Karahanlılar döneminde Müslümanlığa geçtiler.
Türkler, 10. yüzyılda Karahanlılar döneminde Müslümanlığa geçtiler.
Bu dönemde Türkler, İslam gelenek ve kültürüyle karşılaştılar. Semerkant, Buhara, Taşkent, Balasagun, Yarkent ve Kaşgar gibi şehirlerde medreseler açıldı.
Bu medreseler aracılığıyla eğitim planlı, düzenli ve güçlü bir öğretim yapısına kavuştu.
Bu medreselerde din öğretimi ile hayata yönelik bazı bilgiler birlikte öğretildi.
Bu medreselerde Farabi, İbni Sina ve Biruni gibi Türk bilginleri yetişti ve ders verdi.
Bu medreselerde Farabi, İbni Sina ve Biruni gibi Türk bilginleri yetişti ve ders verdi.
Bu bilginler 8–10. yüzyıllarda Arapçaya çevrilmiş olan eski Yunan eserlerinden de yararlanarak, eski Türk–İslam gelenekleri ile eski Yunan Roma filozoflarının bir anlamda sentezini yaptılar.
Bu çağı Türkler açısından düşündüğümüzde, altı Türk devleti bu çağ sürecinde varlığını sürdürmüştür. Bunlar; Göktürkler, Uygurlar, Karahanlılar, Selçuklular, Anadolu Selçukluları ve Osmanlı Devletleridir.
Farabi (870–950)
Farabi (870–950)
İbn-i Sina (980–1037)
İbn-i Sina (980–1037)
Biruni (973-1051)
Biruni (973-1051)
Bu teşkilatta dinsel eğitime devam edilmekle beraber, eğitsel değeri olan mesleğe ve işe yönelik bir eğitim mevcuttu.
Bu teşkilatta dinsel eğitime devam edilmekle beraber, eğitsel değeri olan mesleğe ve işe yönelik bir eğitim mevcuttu.
Ahilik, esnaf, sanatkâr ve işçiyi içine alan, onlara mesleki bilgi ve eğitim veren, dini bilgilerini artıran, iş ahlakına dayanan bir kuruluştur.
Ahilik ocağı, çıraklara, sanat ve teknik öğretmekle birlikte sosyal hayatın gerektirdiği kültür ve terbiyeyi de öğretirdi.
Bu teşkilat Türk esnaf ve sanatkârlarını terbiyeli, ahlaklı ve dürüst insanlar olarak uzun yıllar yetiştirmiştir.
İslami eğitim; temizlik, cömertlik, başkalarına iyilik yapma, kanaatkâr olma gibi erdemler, öğretim süresi içinde yapılan törenlerle çocuklara kazandırılmaya çalışılıyordu.
İslami eğitim; temizlik, cömertlik, başkalarına iyilik yapma, kanaatkâr olma gibi erdemler, öğretim süresi içinde yapılan törenlerle çocuklara kazandırılmaya çalışılıyordu.
Selçukluların bu döneminde özellikle 13, 14 ve 15. yüzyıllarda, Türk ve dünya düşünce tarihini etkileyen Mevlana, Yunus Emre, Âşık Paşa ve Hacı Bektaşi Veli gibi büyük Türk şair ve düşünürleri yetişmiş, Tanrı ve insan sevgisi konularını en güzel biçimde işlemişlerdir.
Osmanlı İmparatorluğu’nda en yaygın eğitim kurumları medreselerdi ve devletin kuruluşuyla birlikte Selçuklulardan devralınan medreselerin yanısıra yeni medreselerin açılmasına önem verilmişti.
Osmanlı İmparatorluğu’nda en yaygın eğitim kurumları medreselerdi ve devletin kuruluşuyla birlikte Selçuklulardan devralınan medreselerin yanısıra yeni medreselerin açılmasına önem verilmişti.
Maddi durumu iyi olanların medrese yaptırması adet haline geldiğinden, medreseler ülkenin hemen her köşesine kadar yayılmışlardı.
Medreselere Sıbyan okullarından sonra gidilmekteydi ve kendi içlerinde ilk, orta ve yüksek olarak kademelere ayrılmışlardı.
Medreselere Sıbyan okullarından sonra gidilmekteydi ve kendi içlerinde ilk, orta ve yüksek olarak kademelere ayrılmışlardı.
Parasız ve yatılı olmaları ve mezunlarının iş bulma imkânının olmasından dolayı medreseler tercih edilmekteydi.
Medreselerde sadece müslüman Sünni erkek çocukları eğitim görmekteydi ve kızlar alınmazdı. Medreselerde öğretmenlik yapanlara müderris denilirdi.
Ortaçağ boyunca medreselerde Selçuklular döneminde olduğu gibi dini ve edebi bilimlerin yanında felsefi ve pozitif bilimler de öğretilmekteydi.
16. yüzyıldan sonra Ortaçağda Avrupa’da sadece dine dayandırılarak egemen kesimlere verilen eğitim düzeni, kilisenin yozlaşarak zayıflamaya başlamasıyla değişime uğramış, bu dönemdeki yeni hareketler nedeniyle toplumların ekonomik ve ideolojik yapılarında da değişiklikler meydana gelmiştir.
16. yüzyıldan sonra Ortaçağda Avrupa’da sadece dine dayandırılarak egemen kesimlere verilen eğitim düzeni, kilisenin yozlaşarak zayıflamaya başlamasıyla değişime uğramış, bu dönemdeki yeni hareketler nedeniyle toplumların ekonomik ve ideolojik yapılarında da değişiklikler meydana gelmiştir.
Avrupa’daki bu değişim 18. yüzyıldan itibaren daha doğudaki toplumları, özellikle de Osmanlı İmparatorluğunu çoğu yönleriyle etkilemiştir.
Bu dönemde eğitimdeki yenilik ve değişim hareketleri, aydınlanma çağının doğmasına neden olmuştur.
15. yüzyıldan sonra kilisenin etkisinin azalmasıyla, insan hayatında Tanrı kavramından ziyade bireyin kendisi kavramı ön plana çıkmıştır.
15. yüzyıldan sonra kilisenin etkisinin azalmasıyla, insan hayatında Tanrı kavramından ziyade bireyin kendisi kavramı ön plana çıkmıştır.
Bu nedenle eğitimin merkezine birey alınmış ve bireyin iyiye, güzele yönelme potansiyelinin onu her yönden geliştireceğine inanılmaya başlanmıştır.
Bu görüşlere Hümanizma Hareketi denmiş ve İtalya’da başlayan Rönesans döneminin başlangıcı olmuştur.
Kısaca, Rönesans, yeniden doğma; Hümanizm ise gerçek insan eğitimi veya sadece insanlık demektir.
Rönesans hareketleriyle bilim ve sanatta görülen köklü reform hareketleri eğitimi de çok yönüyle etkilemiş ve eğitim alanının yeniden şekillenmesine neden olmuştur.
Rönesans hareketleriyle bilim ve sanatta görülen köklü reform hareketleri eğitimi de çok yönüyle etkilemiş ve eğitim alanının yeniden şekillenmesine neden olmuştur.
Rönesans eğitiminin temel özelliklerinden birisi bireyi ve bireysel gelişimi ön plana çıkarmasıdır.
Daha önce kilisenin baskısıyla oluşan bilgilerin sorgulanmadan ve doğrudan kabul edilmesi düşüncesi, bu dönemde yerini bilimsel gelişmelerin de etkisiyle akılcı ve bilimsel bir düşünceye bırakmıştır.
Antik Yunan’a ait eserler okullarda yeniden ele alınmış ve incelenmiştir. İnsanın çok yönlü gelişimi amaçlanarak, dini söylemlerin etkisi giderek azalmıştır.
Bu dönemde ayrıca eğitim veren okul çeşidi artmıştır.
Böylece aynı anda insanın çok yönlü gelişimine olanak veren farklı türdeki okullar faaliyet göstermeye başlamıştır.
Yeniçağ döneminde Avrupa eğitim tarihine damgasını vuran ve günümüz eğitim sistemlerinin şekillenmesinde önemli fikirlere imza atan eğitim düşünürleri yetişmiştir. Bunlardan en önemlileri Erasmus, Comenius, Dekart, Luther, Montaigne, Ratke, Locke, ve Rousseau’dur.
Yeniçağ döneminde Avrupa eğitim tarihine damgasını vuran ve günümüz eğitim sistemlerinin şekillenmesinde önemli fikirlere imza atan eğitim düşünürleri yetişmiştir. Bunlardan en önemlileri Erasmus, Comenius, Dekart, Luther, Montaigne, Ratke, Locke, ve Rousseau’dur.
Almanyalı bir papaz olan Luther, aynı zamanda üniversite profesörü ve Protestanlık mezhebinin kurucusudur.
Almanyalı bir papaz olan Luther, aynı zamanda üniversite profesörü ve Protestanlık mezhebinin kurucusudur.
Avrupa’da laik eğitimi ilk savunanlardan biridir.
Eğitim işini özellikle ilköğretimi devletin üstlenmesini ve ilköğretimin herkese zorunlu olması gerektiğini vurgulamıştır.
Luther ayrıca, kız ve erkek çocukların aynı eğitimden geçmesini önermiştir.
Fransız deneme yazarıdır. Montaigne’e göre genel eğitim verimsiz olup özel eğitime önem verilmelidir.
Fransız deneme yazarıdır. Montaigne’e göre genel eğitim verimsiz olup özel eğitime önem verilmelidir.
Ona göre hafıza hamallığı olan kitabi bilgiler yerine çocukların bireysel durumlarını göz önünde bulundurup, tüm yönleriyle gelişimi sağlanmalıdır.
Çocuk, gerçek hayat içerisinde yer almalı, doğa, sosyal çevre ve diğer bireyler hakkındaki bilgileri kendi yaşantılarından çıkarmalıdır.
Montaigne’e göre çocuklara öğretilecek bilgiler bizzat hayatın kendisinden alınmalıdır.
Ona göre “Çocuk doldurulacak bir kap değil, yakılacak bir ateştir.”
En çok öğretim teknikleri konusundaki katkılarından dolayı tanınmıştır.
En çok öğretim teknikleri konusundaki katkılarından dolayı tanınmıştır.
Comenius tüm çocukların, sosyo-ekonomik durum ve cinsiyet gözetmeksizin okula gitmelerini, yaşadıkları medeniyeti anlamaları ve kabul etmeleri için aynı eğitimden geçmeleri gerektiğine inanmıştır.
Ona göre eğitimin amacı, çocuklara yüzeysel ve genel bilgiler kazandırmak değil, kolay yöntemlerle sağlam bilgi kazandırmak olmalıdır.
Bu görüşüyle eğitimde bilgiden çok öğretim yöntemine vurgu yapmaktadır.
Comenius, öğretim faaliyetlerini;
1) Anaokulu,
2) Genel ilkokul,
3) Gymnasiumlar (12–18 yaş arası orta dereceli okullar)
4) Akademi ve yüksek okullar (18-24 yaş arası) olarak dört dereceye ayırmıştır.
Bu sınıflandırma halen bütün dünyada geçerliliğini korumaktadır
Fransız filozofu olan Dekart, matematikçi olup, yapıtlarında düşünme yöntemini araştırmış, her şeyi aklın süzgecinden geçirmek gerektiğini savunmuş ve bir konu üzerinde uslamlama yapmanın (akıl yürütme, muhakeme), karar vermenin kurallarını belirlemiştir.
Fransız filozofu olan Dekart, matematikçi olup, yapıtlarında düşünme yöntemini araştırmış, her şeyi aklın süzgecinden geçirmek gerektiğini savunmuş ve bir konu üzerinde uslamlama yapmanın (akıl yürütme, muhakeme), karar vermenin kurallarını belirlemiştir.
İngiliz olan Locke, düşünce özgürlüğünü, eylemlerimizi akla göre düzenlemek anlayışını en geniş ölçüde yayan ilk düşünür olduğu için Avrupa’daki aydınlanma ve Akıl Çağı’nın gerçek kurucusu olarak kabul edilir.
İngiliz olan Locke, düşünce özgürlüğünü, eylemlerimizi akla göre düzenlemek anlayışını en geniş ölçüde yayan ilk düşünür olduğu için Avrupa’daki aydınlanma ve Akıl Çağı’nın gerçek kurucusu olarak kabul edilir.
İnsan zihni üzerine yaptığı çalışmalar doğrultusunda insan zihnini “boş bir levha”ya benzeterek eğitimin bu levhayı donatan bir aktivite olduğunu savunmuştur.
Ona göre bilginin temeli “yaşantı” olup boş bir levha olan insan zihni ancak yaşantılar ile doldurulur ve zenginleştirilir.
Locke özel eğitime öğrenciyi yakından ve tüm yönleriyle tanıma fırsatı verdiği için önem verilmesi gerektiğini vurgulamıştır
Ona göre bireyci eğitim şu ana görevleri yüklenmiştir:
Ona göre bireyci eğitim şu ana görevleri yüklenmiştir:
Eğitimin ilk görevi, tabiatın gelişim yoluna engel olarak çıkan her şeyi ortadan kaldırmaya çalışmaktır. Çocuk ancak bu sayede kendi tabiatı ve ihtiyaçları doğrultusunda serbestçe hareket edebilir.
Eğitimdeki geleneksel baskı metodu terk edilmeli, çocuklar baskıyla değil yalnızca açıklamalar yoluyla yönetilmelidir.
Çocuk daha küçük yaştan itibaren belirli bir meslek için değil, bir insan olarak yetiştirilmelidir. Ancak bundan sonra bir meslek edinmelidir.
Eğitim, çocuğun her gelişim kademesine uygun düşecek şekilde düzenlenmeli; yani çocuğun her gelişim kademesindeki ilgi ve ihtiyaçlarına cevap verebilecek tarzda olmalıdır.
Eğitim, Locke’un aksine, yalnızca çocuğun aklına hitap etmemelidir.
İnsan her yönüyle tüm yetenekleriyle bütün ve harmoni içerisinde gelişmiş bir varlık olmalıdır. Yani çocuk fiziksel yeteneklerinden başlayarak, duyusal, duygusal, zihinsel ve sosyal yetenekleri bir bütün olarak geliştirilmelidir.
Batıda, özellikle Avrupa’da Rönesans ve Reform hareketleriyle skolâstik düşünceden ve kilise dogmalarından kurtulup, bilimsel, insani, laik ve dünyevi bir eğitim anlayışı gelişirken, Doğudaki İslam ülkelerinde ve Osmanlılarda dine dayalı medrese eğitimi devam etmekteydi.
Batıda, özellikle Avrupa’da Rönesans ve Reform hareketleriyle skolâstik düşünceden ve kilise dogmalarından kurtulup, bilimsel, insani, laik ve dünyevi bir eğitim anlayışı gelişirken, Doğudaki İslam ülkelerinde ve Osmanlılarda dine dayalı medrese eğitimi devam etmekteydi.
Osmanlılardaki eğitim sistemi muhafazakâr ve tutucu grupların elinde giderek yozlaşmakta ve toplumun ihtiyaçlarını karşılayamayıp, istenen kalitede insan gücünü yetiştiremez hale gelmekteydi.
Bu dönemde ‘Osmanlı eğitim anlayışı giderek skolastikleşmiş, insani ve bilimsel özelliklerini yitirerek doğmalara dayalı bir görünüm almıştır.
Okullar ve özellikle de medreseler bozulmuş, cebir, geometri, astronomi, felsefe, mantık gibi derslere gerekli önem ve ağırlık verilememiştir’.
Ortaçağ döneminde Avrupa’ya öncülük eden ve önemli bilim insanı ve düşünürleri yetiştiren Doğu ülkeleri, hem ekonomik ve asker alanda zayıflamış hem de batıda hızla gelişen endüstri ve teknoloji karşısında geri kalmışlardır.
Bu durumu fark eden Osmanlı yöneticileri çeşitli reform hareketlerine girişmiştir
Osmanlı İmparatorluğu, Rönesans ve Reform dönemlerini Avrupa ülkelerindeki gibi yaşamamıştır.
Osmanlı İmparatorluğu, Rönesans ve Reform dönemlerini Avrupa ülkelerindeki gibi yaşamamıştır.
Osmanlıya ait sosyal ve ya siyasi yapılanmalar ve tüm kurum ve kuruluşlar önceki yüzyılda olduğu gibi devam etmiştir.
Selçuklularda olduğu gibi Osmanlı İmparatorluğu’nda da 19. yüzyılın ortalarına gelinceye kadar eğitim ve öğretim faaliyetleri devletin sorumluluğuna alınmamıştır.
Eğitim ve öğretim sadece hayır işi ve bir dini görev olarak kabul edilmiştir. Bu nedenle, eğitim ve öğretim sosyal yardımlar türünde imar ve belediye işleri gibi, hayırsever Osmanlıların kurduğu “vakıflar” aracılığıyla yürütülmüştür.
İmparatorluğun sınırları içerisinde çok sayıda cami, mescit, tekke, türbe, çeşme vb. yanında mektepler, medreseler ve imaretler daima bu vakıflar aracığıyla desteklenmiş, yalnızca “askeri eğitim” ve “yöneticilerin eğitimi” devlet tarafından desteklenmiştir
XV. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun eğitimiyle ilgili kurum ve kuruluşlar “mektep” ve “medreseler” diye iki ana gruba ayrılıyordu.
XV. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun eğitimiyle ilgili kurum ve kuruluşlar “mektep” ve “medreseler” diye iki ana gruba ayrılıyordu.
Mektepler, özellikle saray, hükümet ve askerlik işlerinde çalışacak memurlara,medreseler ise dini ve hukuki bilgiler edinmek isteyen halk sınıfına aitti.
Eğitimin ilköğretim basamağı olarak kabul edilen “sıbyan mekteplerinde” Kuran ve namaz sureleriyle biraz da okuma ve yazma öğretilirdi.
Bu okullar Anadolu’da her yerde mevcuttu.
Çocuklar bu okullarda parasız okurlardı.
Saray mektepleri saraydaki çocukları okutmak, Osmanlı imparatorunun hizmetinde görev yapacak hizmet kesimini yetiştirmek üzere saraylarda açılan okullardı.
Öğretim dili mektep ve medreselerde Arapçaydı.
Fatih Sultan Mehmet döneminde açılan (1455) Enderun Mektebi (saray okulu) bu dönemdeki en önemli gelişmelerden birisidir.
Fatih Sultan Mehmet döneminde açılan (1455) Enderun Mektebi (saray okulu) bu dönemdeki en önemli gelişmelerden birisidir.
Bu okula Müslüman olmayan ailelerin yetenekli çocuklarından titizlikle seçilen öğrenciler alınırdı.
Bu seçme sürecinde, zekâ durumlarına ve fiziksel görünümlerine bakılarak ortalama her 40 evden bir çocuk alınır, ancak evli gençler, ana-babası ölenler, bir evin tek oğlu olanlar vs. alınmazdı.
Enderun mektebinin temel amacı ileride devlet kademesinde görev alacak olan, iyi ve güvenilir devlet adamı ve asker yetiştirmekti.
Burada verilen eğitim esnasında, Türkçe, Arapça, Farsça, Edebiyat, Tarih, İslami Bilimler ve Matematik derslerinin yanı sıra, beden eğitimi, Türk örf ve adetleri, nezaket kuralları, askeri sporlar gibi konulara da özel önem verilirdi.
Bu okullar Yakın Çağda da bazı değişikliklerle eğitimini devam ettirmiş ve 1909 tarihinde kapatılmıştır.
Bu dönemde özellikle Fatih Sultan Mehmet ve Kanuni Sultan Süleyman zamanlarında eğitime çok önem verilmiş ve birçok medrese açılmıştır.
Bu dönemde özellikle Fatih Sultan Mehmet ve Kanuni Sultan Süleyman zamanlarında eğitime çok önem verilmiş ve birçok medrese açılmıştır.
Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethettikten sonra sekiz kiliseyi medreseye çevirmiş ve o dönemin bilim adamlarını buralarda görevlendirmiştir.
Bunlar ihtiyacı karşılayamadığı için meşhur Fatih Külliyesi’ni kurmuştur. Fatih Sultan Mehmet, öğretmen eğitimine yönelik uygulamaları ile de çağının çok ilerisinde bir formasyona sahip olduğunu göstermiştir.
Kanuni Sultan Süleyman döneminde de Süleymaniye Külliyesi kurulmuş, medreselere yönelik olarak çıkarılan kanunla medreselere tıp, fen, matematik ve tabii bilimler dersleri eklenmiş ve ders kitaplarının bitirilmesi zorunluluğu getirilmiştir.
Ayrıca medreselere ders geçme sistemi uygulaması getirilmiştir
Fatih Külliyesi
Fatih Külliyesi
Yakın Çağ, 1789’da yapılan Fransız İhtilâli ile başlayıp günümüze kadar süren dönemdir.
Yakın Çağ, 1789’da yapılan Fransız İhtilâli ile başlayıp günümüze kadar süren dönemdir.
Çağın iki önemli olayı Fransız İhtilâli ve Sanayi Devrimidir.
Fransa’da, Aydınlanma Çağı ve Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nın etkisiyle ortaya çıkan özgürlükçü düşünceler, sosyal tabakalaşma ve sınıf farklılıkları Fransız İhtilâli’nin hazırlayıcısı oldu.
Fransız İhtilâli sonucunda feodalizm ortadan kalktı, egemen sınıf olan soylular ve rahipler güçlerini kaybettiler; üretici sınıf haklarına kavuştu.
İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi yayımlanarak insan hakları konusunda önemli adımlar atıldı.
Yakın Çağda ortaya çıkan bilimsel ve teknik gelişmeler sonucunda kömür, petrol, buhar gibi yakıtlarla çalışan çok verimli üretim araçları kullanılmaya başlandı.
Yakın Çağda ortaya çıkan bilimsel ve teknik gelişmeler sonucunda kömür, petrol, buhar gibi yakıtlarla çalışan çok verimli üretim araçları kullanılmaya başlandı.
Bu durum, üretimin artmasıyla birlikte tekelleşmenin oluşmasına yol açtı.
İngiltere’den tüm Avrupa’ya yayılan ve işçi sınıfının oluşmasına yol açan bu değişime Sanayi Devrimi adı verilir.
Sanayi Devrimi sonrasında üretimin bol ve ucuza mal edilmesi üzerine, hammadde ve pazar ihtiyacı daha da arttı.
Sanayi Devrimi sonrasında üretimin bol ve ucuza mal edilmesi üzerine, hammadde ve pazar ihtiyacı daha da arttı.
Bu devrim sonucunda pazar arayışına giren emperyalist devletler arasındaki ekonomik rekabet, bu devletlerin sömürgelerini korumak için silâhlanmaları ve oluşan bloklar Birinci ve İkinci Dünya savaşlarının temel nedenleri olacaktır.
Kol gücünün yerini makinenin almasıyla, küçük işyerleri ve atölyeler, yerlerini fabrikalara bıraktı.
Fabrikaların ihtiyacını karşılamak amacıyla büyük sermayeli şirketler ve bankalar doğdu.
Ucuz el emeği, sosyal güvencesi olmayan, ağır şartlarda çalışan fabrika işçisini ortaya çıkardı.
Sosyalizm, Komünizm, Liberalizm ve Kapitalizm gibi ekonomik sistemler tanımlanmaya başlandı.
Fransız İhtilalinin getirdiği özgürlükçü düşünce, eğitime demokrasinin uyarlanmasını başlatmış ve bu dönemlerde gelişen psikolojinin verilerinden yararlanılmaya başlanmıştır.
Fransız İhtilalinin getirdiği özgürlükçü düşünce, eğitime demokrasinin uyarlanmasını başlatmış ve bu dönemlerde gelişen psikolojinin verilerinden yararlanılmaya başlanmıştır.
Sanayi devrimi ve endüstrileşmeye bağlı olarak ta eğitimde köklü değişiklikler meydana gelmiştir.
Bu dönemin önemli özelliklerinden birisi eğitimde bireye yönelik amaçlar yerine topluma yönelik amaçların ön plana çıkmasıdır.
Eğitimin daha geniş kitlelere ulaştırılarak, sanayinin ihtiyaç duyduğu teknik becerilerle donatılmış işgücünün yetiştirilmesi görevi, eğitime yüklenmiştir.
Endüstrileşme çağında sosyal ve ekonomik sorunlar ve bunların çözüm yollarının aranması gitgide önem kazanmıştır.
Bunun sonucu olarak eğitimde çeşitli felsefi akımlar (materyalist, sosyalist, pozitivist vb) ağır basmaya başlamıştır.
18, 19 ve 20. yüzyıllarda Avrupa’da önemli eğitimciler ve düşünürler yetişmiş ve bunlar eğitim sistemlerini birçok yönüyle etkileyen akımlar oluşturmuşlardır.
18, 19 ve 20. yüzyıllarda Avrupa’da önemli eğitimciler ve düşünürler yetişmiş ve bunlar eğitim sistemlerini birçok yönüyle etkileyen akımlar oluşturmuşlardır.
Avrupa’daki yenileşme hareketlerine sonradan cevap veren Osmanlı yöneticileri 1776-1839 yılları arasında eğitimde yenileşme çabalarına girmişlerdir.
Avrupa’daki yenileşme hareketlerine sonradan cevap veren Osmanlı yöneticileri 1776-1839 yılları arasında eğitimde yenileşme çabalarına girmişlerdir.
Eğitimde yenileşme hareketleri kendini önce askeri alanda göstermeye başlamıştır. Askeri okullar olarak önce Mühendishane-i Bahr-i Hümayun (1776), ardından Mühendishane-i Berr-i Hümayun (1795) açıldı.
1824 yılında ise II. Mahmut bir fermanla ilköğretimi zorunlu hale getirdi.
1838’de yeni okul türü olan Rüştiye Mektepleri (bugünkü ilköğretim II. kademe) açıldı.
Daha sonra, İdadi, Sultani isimleriyle orta öğretim okulları (liseler) ve Darülfünun adıyla da yüksek öğretim kademesinde yeni eğitim kurumları oluşturulmuştur
1856 Islahat Fermanına göre:
1856 Islahat Fermanına göre:
İlköğretim zorunludur.
Rüştiyeler en az 500 haneli kasabalarda kurulur.
İdadiyeler 100 haneli merkezlerde kurulur.
Sultaniler vilayet merkezlerinde kurulur.
İstanbul’da bir Darülfünun (üniversite) bulunacaktır.
İstanbul’da Darülmuallimin (erkek öğretmen) ve Darülmuallimat (kız öğretmen) okulları bulunacaktır.
Öğretim yöntem ve teknikleri geliştirilerek, öğretmenlerin bilgi ve görgüleri artırılacaktır.
Maarif merkez örgütü oluşturulacaktır.
Okul giderlerini karşılamak amacıyla halktan yardım toplanacaktır
1879’da kabul edilen ve Osmanlının ilk anayasası olan Kanun-i Esasi, eğitimle ilgili olarak bazı hükümler içermektedir.
1879’da kabul edilen ve Osmanlının ilk anayasası olan Kanun-i Esasi, eğitimle ilgili olarak bazı hükümler içermektedir.
Kanun-i Esasiye göre okullarda öğretim işi kanunlara uymak koşuluyla herkes tarafından yapılabilir.
Dinsel öğretime karışılmayacağı ve ilköğretimin herkes için zorunlu ve parasız olduğu ibaresi de bu anayasada belirtilmiştir.
II. Abdülhamit’in tahta çıkışından sonra, Osmanlı–Rus Savaşının kaybedilmesi sonucu meclis kapatılmış ve mutlakıyet dönemi başlamıştır.
II. Abdülhamit’in tahta çıkışından sonra, Osmanlı–Rus Savaşının kaybedilmesi sonucu meclis kapatılmış ve mutlakıyet dönemi başlamıştır.
Bu dönemde eğitimde sayısal olarak önemli gelişmeler sağlanmış, meslek ve sanat okulları açılmış, özel öğretim kurumları açılmış ve öğretmenlik mesleğine ilişkin bazı hukuki düzenlemeler yapılmıştır.
Bu dönemde fikir hayatında bir canlanma ve yayın hayatında bir özgürleşme başlamış, Cumhuriyet Döneminde gerçekleşecek olan eğitim devriminin tohumları atılmıştır.
Bu dönemde fikir hayatında bir canlanma ve yayın hayatında bir özgürleşme başlamış, Cumhuriyet Döneminde gerçekleşecek olan eğitim devriminin tohumları atılmıştır.
Kızlar için ilk kez yüksek öğretim kurumu açılmış ve kızlar öğretmenlik dışında devlet dairelerinde memur olarak çalışmaya başlamışlardır.
Eğitim sisteminin millileştirilmesi, geleneksel ve modern okulların birleştirilmesi, okul öncesi ile ilgili ilk oluşumlar ve mesleki örgütlenme çalışmaları bu dönemlerde başlamıştır
20. yüzyıl, eğitimde önemli gelişmelerin kaydedildiği bir dönem olmuştur.
20. yüzyıl, eğitimde önemli gelişmelerin kaydedildiği bir dönem olmuştur.
Bu dönemde eğitimle ilgili daha bilimsel çalışmalar yapılmıştır.
Özellikle psikoloji disiplini gelişmiş ve bireyin öğrenme özelliğiyle ilgili bilimsel veriler ortaya koymuştur.
Bunun sonucu olarak eğitimde de bu verilerden yararlanılmaya başlanmıştır.
Böylece eğitim alanında da bilimsel çalışmalar yapılabileceği görüşü ağırlık kazanmıştır.
1960 ve 1970 yılları arasında eğitimle ilgili olarak yapılan teorik çalışmalar zirve noktasına ulaşmış, ve bu dönemde “eğitim, kuramsal mı yoksa uygulamalı bir bilim midir?” tartışması ön plana çıkmıştır.
1960 ve 1970 yılları arasında eğitimle ilgili olarak yapılan teorik çalışmalar zirve noktasına ulaşmış, ve bu dönemde “eğitim, kuramsal mı yoksa uygulamalı bir bilim midir?” tartışması ön plana çıkmıştır.
1957 yılı eğitim çalışmaları açısından bir milat niteliğini taşımaktadır.
Bu yıl Sovyetler Birliğinin uzaya Sputnik uydusunu göndermesi, başta Amerika olmak üzere Avrupa ülkelerini, eğitim sisteminde yenilikler ve değişiklikler yapmaya sevk etmiştir.
Özellikle, fen, matematik, teknoloji alanlarında Nuffield, LISP, CLISP, Chem-study, BSSC, PSSC, Chemical-bond approach, SAPA gibi öğrenciyi merkeze alan ve buluş yoluyla öğrenmeyi teşvik eden projeler geliştirilmiştir.
Bu projeler geliştirilen ülkelerin dışında, başka ülkeler tarafından da tercüme edilerek uygulanmıştır.
1970’li yıllarda Bloom’un Tam Öğrenme Modeli ortaya çıkmıştır.
1970’li yıllarda Bloom’un Tam Öğrenme Modeli ortaya çıkmıştır.
Bu model, uygun öğrenme koşullarının sağlanması sonucunda herkesin öğrenebileceği görüşünü ortaya koymuştur.
Ayrıca, öğrenmeyi etkileyen değişkenlerin düzenli olarak planlanması durumunda öğrencilerin öğrenmelerinin en üst düzeye ulaşabileceği fikrini savunmuştur.
Bunun bir sonucu olarak, öğrenme ortamının düzenlenmesinin öğrenme üzerindeki etkileri gittikçe önem kazanmaya başlamıştır.
1980’li yıllardan itibaren günümüze kadar ise yapılandırmacılık (constructivism), çoklu zekâ, bağlamsal öğrenme, beyin temelli öğrenme, yaşam temelli öğrenme gibi çeşitli öğrenme kuramlarının etkileri görülmekte olup, bu kuramlara uygun öğretim faaliyetleri ile öğrenci merkezli öğrenmenin gerçekleştirilmesi hedeflenmektedir.
1980’li yıllardan itibaren günümüze kadar ise yapılandırmacılık (constructivism), çoklu zekâ, bağlamsal öğrenme, beyin temelli öğrenme, yaşam temelli öğrenme gibi çeşitli öğrenme kuramlarının etkileri görülmekte olup, bu kuramlara uygun öğretim faaliyetleri ile öğrenci merkezli öğrenmenin gerçekleştirilmesi hedeflenmektedir.
Kısacası, eğitim artık sadece okulları ilgilendiren bir süreç olmaktan çıkmış ve uluslar arası bir boyut kazanmaya başlamıştır.
Bu yüzyıl Cumhuriyet sonrası döneme denk gelmektedir. Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda, halkın yaklaşık olarak %90’ı okuma yazma bilmemekteydi.
Bu yüzyıl Cumhuriyet sonrası döneme denk gelmektedir. Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda, halkın yaklaşık olarak %90’ı okuma yazma bilmemekteydi.
Bu bağlamda, ilk olarak ulusal egemenliği yaşam biçimi haline getirmiş kuşaklar yetiştirmek, ulusal kültürü güçlendirmek ve ulusal birliği sağlamak amacıyla 3 Mart 1924’te Tevhid-i Tedrisat (Öğretimin Birleştirilmesi) Kanunu çıkarılmıştır.
Böylece, farklı programlar uygulayan ve farklı insanlar yetiştiren kurumlar birleştirilmiş ve Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanmıştır .
1928 yılında Latin alfabesi kabul edilmiştir.
1928 yılında Latin alfabesi kabul edilmiştir.
Alfabe değişikliğinin hızla uygulanması için yaygın bir eğitim kampanyası başlatılmış, bu amaçla Millet Mektepleri açılmıştır.
1928–1942 yılları arasında yaklaşık 1,2 milyon Türk insanı okuma yazma öğrenmiştir
Bu yıllarda mevcut programlara içerik kazandırmak için eğitim alanında uzmanlar Türkiye’ye davet edilmiştir.
Bu yıllarda mevcut programlara içerik kazandırmak için eğitim alanında uzmanlar Türkiye’ye davet edilmiştir.
Bu amaçla çağırılan uzmanlardan birisi de, ünlü sosyolog ve eğitimci John Dewey olup, Türk Eğitim Sisteminde Türk halkının ihtiyaçlarına uygun ve bu ihtiyaçlara yönelik müfredatın geliştirilmesini ve düzenlenmesini tavsiye eden bir rapor sunmuştur .
Cumhuriyet Döneminde eğitim sistemimizi şekillendiren önemli eğitim düşünürleri ve şahsiyetleri yetişmişlerdir. Bunlardan bazıları şunlardır:
Cumhuriyet Döneminde eğitim sistemimizi şekillendiren önemli eğitim düşünürleri ve şahsiyetleri yetişmişlerdir. Bunlardan bazıları şunlardır:
Mustafa Kemal Atatürk (1881-1938),
Mehmet Emin Erşilgil (1891-1965),
N. Atuf Kansu (1880-1949),
İsmail Hakkı Baltacıoğlu, (1886-1978),
Hasan Ali Yücel (1897-1961),
İsmail Hakkı Tonguç (1897-1960),
M. Emin Soysal (1905-1970),
H. Raşit Öymen (1899-1979)
Cumhuriyet Döneminde öğretmen eğitimine önem verilmiş, Cumhuriyet’i koruyacak nesilleri yetiştirecek laik öğretmenler yetiştirilmeye çalışılmıştır. Bu amaçla ilkokul öğretmeni yetiştirmek üzere 17 Nisan 1940 tarihli ve 3803 sayılı yasa Köy Enstitüleri açılmıştır.
Cumhuriyet Döneminde öğretmen eğitimine önem verilmiş, Cumhuriyet’i koruyacak nesilleri yetiştirecek laik öğretmenler yetiştirilmeye çalışılmıştır. Bu amaçla ilkokul öğretmeni yetiştirmek üzere 17 Nisan 1940 tarihli ve 3803 sayılı yasa Köy Enstitüleri açılmıştır.
Tamamen Türkiye’ye özgü olan bu eğitim projesini 28 Aralık 1938 tarihinde Milli Eğitim Bakanı olan Hasan Ali Yücel bizzat yönetmiştir.
Bu okullar 1954’te kapatılmıştır.
Cumhuriyetin ilk 50 yılında ilkokul öğretmenleri İlk Öğretmen Okullarından ve Köy Enstitülerinden yetişmiştir. 1973 yılında çıkarılan 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanununda öğretmenlik bir ihtisas mesleği olarak kabul edilmiş ve her kademedeki öğretmenin yüksek öğrenim görmesi gerektiği ilkesi benimsenmiştir.
Cumhuriyetin ilk 50 yılında ilkokul öğretmenleri İlk Öğretmen Okullarından ve Köy Enstitülerinden yetişmiştir. 1973 yılında çıkarılan 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanununda öğretmenlik bir ihtisas mesleği olarak kabul edilmiş ve her kademedeki öğretmenin yüksek öğrenim görmesi gerektiği ilkesi benimsenmiştir.
Buna dayalı olarak 2 yıllık Eğitim Enstitüleri açılmış, 1982’de bu enstitüler üniversitelere bağlanıp Eğitim Yüksek Okullarına dönüştürülmüştür.
1989-1990 eğitim-öğretim döneminde ilkokula öğretmen yetiştiren bu yüksek okulların süresi 2 yıldan 4 yıla çıkarılmış, 1992’de Eğitim Fakültelerinin Sınıf Öğretmenliği Bölümü haline getirilmiştir.
1989-1990 eğitim-öğretim döneminde ilkokula öğretmen yetiştiren bu yüksek okulların süresi 2 yıldan 4 yıla çıkarılmış, 1992’de Eğitim Fakültelerinin Sınıf Öğretmenliği Bölümü haline getirilmiştir.
Bu bölüm 1997’de eğitim fakültelerinin yeniden yapılandırılması kapsamında Eğitim Fakültelerinin İlköğretim Bölümü altında bir Anabilim Dalına dönüştürülmüştür.
Ortaöğretime öğretmenler ise Cumhuriyet Döneminde Yüksek Öğretmen Okullarından sağlanmış, daha sonraları Fen ve Edebiyat Fakültelerinden ve Eğitim Enstitülerinden yetiştirilmeye çalışılmıştır.
Ortaöğretime öğretmenler ise Cumhuriyet Döneminde Yüksek Öğretmen Okullarından sağlanmış, daha sonraları Fen ve Edebiyat Fakültelerinden ve Eğitim Enstitülerinden yetiştirilmeye çalışılmıştır.
Günümüzde eğitim fakültelerinde mevcut olan Ortaöğretim Fen ve Matematik Alanları Eğitimi ve Güzel Sanatlar Eğitimi bölümlerinden ülkenin orta öğretim öğretmeni ihtiyacı karşılanmaktadır.
1990-1991 eğitim-öğretim yılında ise belirlenen bazı pilot okullarda, Ders Geçme ve Kredi Sistemi uygulanmaya başlanmıştır.
1990-1991 eğitim-öğretim yılında ise belirlenen bazı pilot okullarda, Ders Geçme ve Kredi Sistemi uygulanmaya başlanmıştır.
Ancak, Amerikan Eğitim Sisteminden esinlenerek hazırlanan bu sistem, teoride bireyin ilgi, istek ve yetenekleri doğrultusunda eğitimini plânlamasına fırsat verse de, uygulama sürecinde araç-gereç imkânsızlıkları, öğretmen yetersizlikleri, ortak ve seçmeli derslerin açılmasındaki zorluklar gibi pek çok aksaklıklar ve olumsuzluklar ortaya çıkmıştır.
Bu olumsuzlukların sonucu olarak, Milli Eğitim Bakanlığı, yeni bir düzenlemeye gitmiş ve Sınıf Geçme-Alan Seçme Sistemini 1995-1996 öğretim yılından itibaren uygulamaya koymuştur.
1997 yılında ortaokul düzeyindeki bütün okullar kaldırılmış ve ilköğretim kesintisiz ve zorunlu olarak 8 yıla çıkarılmıştır.
2004-2005 eğitim-öğretim yılından itibaren, kademeli olarak öğretim programlarında “İlk ve en kapsamlı eğitim reformu” olarak lanse edilen yenileşme ve düzenlemeler yapılmaya başlanmıştır.
2004-2005 eğitim-öğretim yılından itibaren, kademeli olarak öğretim programlarında “İlk ve en kapsamlı eğitim reformu” olarak lanse edilen yenileşme ve düzenlemeler yapılmaya başlanmıştır.
Bu programlarla birlikte, az bilgi öz bilgi görüşü ve sarmallık ilkesi temel alınmış ve yapılandırmacı öğrenme teorisi başta olmak üzere aktif öğrenme, çoklu zekâ gibi güncel öğrenme teorilerinden faydalanılmıştır.
7 Haziran 2005 tarihinden itibaren liseler dört yıla çıkarılmıştır.
Milli Eğitim Bakanlığı ileriki yıllarda zorunlu eğitime liseleri de katarak on iki yıla çıkarmayı planlamaktadır.