Enis Batur’un Şiir ve İdeoloji Adlı Eseri Üzerine



Yüklə 68,36 Kb.
tarix03.05.2018
ölçüsü68,36 Kb.
#49991
növüYazı


Enis Batur’un Şiir ve İdeoloji Adlı Eseri Üzerine

Okuma Denemesi


Yunus KUŞ

Enis Batur http://www.kulturmafyasi.com/wp-content/uploads/2011/03/15571_20096_10_14_50_58_116280-300x260.jpg

Yazar, yayıncı, şair olan Enis Batur, 28 Haziran 1952’de Eskişehir'de doğdu. Çocukluğu Eskişehir’de geçti daha sonra Ankara ve İstanbul’da yaşadı. Askerlikten sonra İstanbul’a yerleşti. Çeşitli okullarda eğitimini tamamladı. İlk yazısını 1970 yılında, ilk kitaplarını 1973'te yayımladı. Değişik takma adlarla yazılarını yayımlamaya devam ederken, yayınevlerinde çalıştı, televizyon programları yaptı. Türk edebiyatına duyarsız kalmakla ve Türkçeyi iyi kullanmamakla eleştirildi. Üretkenliği çoğu kez eleştiri konusu oldu. Çeşitli türlerde yazdığı eserlerinin adları bile başlı başına bir çalışma olacağından sadece ilk dönem eserlerini anmakla yetineceğiz.



İlk Dönem Eserleri

Eros ve Hgades, Bir Ortaçağ Yalnızlığı (1973); Nil (1975); Ara Kitap(1976); Ayna (1977); İblise Göre İncil; Şiir ve İdeoloji (1979)



Enis Batur’un Şiir ve İdeoloji Adlı Eseri Üzerine Okuma Denemesi1

Giriş

Her şey insanın yaratılmasıyla başladı. Dünya, insandan önce yaratılmıştı fakat üzerinde hüküm sürecek, düşünecek, konuşacak bir varlık yoktu. Tanrı insanı yaratırken yeryüzüne halife kılmış, onu yaratılmışların en şereflisi olarak nitelemişti. Konuşabilen, düşünebilen ve duyguları olan bu insan, içinde olgunlaşmış, pişmiş sözleri söylemeye başlayınca, şiir doğmaya başladı. Bu duygu sellerinin dışavurumu, aşkın bir uğraş olan şiirin gelişmesini sağladı. Çağlar boyunca insanoğlu, hayatın renklendiricisi, özeti ve daha nice kavramla açıklanabilecek bu türün sayısız örneğini vererek kendi beninin farkına varmıştır.



Şiir üzerine farklı kişilerce çeşitli tanımlar yapılmıştır. Elbette bu tanımlar şiiri tam olarak açıkla(ya)maz. Bir tanım denemesi yapmak gerekirse: Şiir, insanı ve doğayı anlama/anlamlandırma çabasının sözcüksel dökümüdür. Aynı zamanda, insanın sesini bulması ve özellikle konuşarak iletişim kurmasını sağlayan bir dil geliştirmesiyle yaşıt bir türdür. Bu tür zamanla din adamlarının güdümüne girmiştir. Bu din adamları, şair, büyücü, hekim, peygamber ve çeşitli vasıflara sahip üst insanlardır. Bu insanlar, sözün tesirini artırmak için şiiri kullanmış ve ilk şiirleri söyleyen bu insanlar, aynı zamanda kendini tanrının sözcüsü ilan etmişlerdir. Değişen dünyada, şairin kimliği tekilleşmiş, şair sadece şiiri kendine uğraş yapmıştır. İlk şiirin/şairin hikâyesini genel çerçevesiyle vermeye çalıştık.
Şiiri, imbikten geçirilmiş bir dünya, insanın akıl içi, akıl üstü serüveninin dili olarak tanımlayan Enis Batur, şiir üzerine düşüncelerinden hareketle “Şiir ve İdeoloji(1979)” adlı bir eser vücuda getirmiştir. Sentez bir birikimin mevcut olduğu Türk edebiyatıyla pek ilgisi olmayan, Batı edebiyatlarının etkisinde, Türkiye’de anlam bulamamış metinler üreten yazar, bu eserin küçük ama istediği gibi olduğunu belirtmiş, yazı serüveni için önemli bir durak olarak nitelemiştir. Hacim olarak az olmasına rağmen seçilen konular önemlidir. Kitabın ilk bölümü olan Simyacının Kargı Portresi’nde(s.17-24) yazar simyadan bahsetmiş, zayıf olsa da şiir-simya ilişkisine değinmiştir. İkinci bölüm olan İç Deney Öğretisi Olarak Simya’da(s.27-33) birinci bölümde ele aldığı simyanın özelliklerine devam etmiştir. Üçüncü Bölüm olan Siyah Borsa’da(s.37-47) geçmişten günümüze tekilleşen şairin kimliği, Şiir ve İktidar ilişkisi, Şiir ve Kapitalizm ilişkisi, şiirin gerekliliğine değinir. Dördüncü Bölüm olan AlınYazmak’ta(s.51-57) Şiir ve kapitalizm ilişkisine devam eder. Şiirin ne olduğunu ve dinin şiiri güdümüne alma çabasını da açıklar. Kitabın ana bölümü olan beşinci bölüm; Şiir Devrimi, Devrim Şiiri başlığı altında(s.61-70) Şiir ve siyaset ilişkisi anlatılır. Şiir devrimi, devrim şiiri ve bağlanma meselesi bu bölümde ele alınmıştır. Eserin kısaca muhtevasından bahsettik. Şimdi eserden örneklerle, Batur’un değindiği konulara odaklanalım.
Simya ve Şiir

Simya; çeşitli elementlerin dönüşümüyle ilgilenen, özü itibariyle bütünsel insana varmaya çalışan, bir tür arınma, arılaştırma çabasıdır. İlk Çağdan Orta Çağa hatta günümüzde de farklı algılamalarla varlığını sürdüren bu uğraş, kimi zaman dışlanmış kimi zaman da meraklısının sonu olmuştur. Simya, her ne kadar dışlanmaya maruz kalsa da her çağda var olmuş ve amaçlarına uygun hareket etmiştir. Batur bu noktada, simyada iki farklı amacın söz konusu olduğunu belirtir. Birincisi: ölümsüzlüğü sağlayan felsefe taşına ulaşmak, ikincisi de metalleri altına çevirmektir. Simyacıların bu iki amacı ilke edinmelerini, insan ve tanrının kavranış yollarını öğrenme çabasına bağlar, Batur. Uzun, dolambaçlı olan bu yolun, kişiyi iç insanla dış insanı birleştirme noktasına yaklaştırdığını da söyler(s.30).

Simya, amaçlarını gerçekleştirirken simge ve imgelerle örülü bir dil meydana getirir. Enis Batur’a göre bu öğretinin; simgeci, kilitli bir yapıya sahip olması, öğretinin iç dinamikliğiyle ilgilidir. Otoritelerce dışlanmış bu öğreti/uğraş özel bir dile ihtiyaç duyar ve kendi dilini meydana getirir. İşte bu noktada simya, özel bir dil olan şiire yaklaşmaktadır. Simyacı ve şair, ortak nitelikler/amaçlar taşıyan insanlardır. Her ikisi de eski çağlardan beri olağanüstülüklerin peşindedirler. Simyacı, sembolik olsa da kurşunu altına çevirmek, ölümsüzlüğü yakalamak için çabalar. Şair ise sözcükleri hayal imbiğinden geçirerek şiire çevirir. Aslında şairin yaptığı da bir nevi altın elde etme çabasıdır. Simyacı, felsefe taşıyla ölümsüz olmaya ya da manevi bir arınmayla ölümsüzlüğün peşindeyken, şair de sözcüklerle varlığın sırrına erer ve ölümsüzlüğü kazanır. Simya belirtildiği gibi daha çok manevi bir uğraşken, çoğuz kez basit bir şey gibi anlaşılmış, madde odaklı görülmüştür. Oysaki simya, bir yorumlama işidir. Kapalı dili onun yorumlanmasını gerektirir. Şiirin, benzer kapalılık özelliği, sözcüklerin anlam katmanlarından gelir. Böylece derinlemesine bir yorum şiirde de gerekli bir hal alır. Farklı alanlar gibi görünmelerine rağmen, aslında simya ve şiir yukarıda belirtilen özellikleriyle insanı, evreni, tanrıyı anlamak için birer üst uğraş olarak görülebilir.



Şiir ve Siyaset

İlk şiir, şüphesiz ki yazıldığı dönemin koşullarına uygundu. İlkel bir bakış açısıyla yazılmış olsa da şairinin vurguladıklarını içeriyordu. Şair, ilk çağlarda toplumda önemli bir konuma sahipti. Enis Batur, bu konumu açıklarken çeşitli kaynaklardan alıntılarla şairinin diğer insanlardan farklı özelliklere sahip olduğuna değinir. Belirttiği bilgilere göre bu özellikler: musikişinaslık, rahiplik, hekimlik, peygamberlik ve toplumun manevi önderi olmaktır. Yine Batur’a göre, şair günlük hayatta sözleriyle hastalara şifa oluyor ve toplumun yönlendirilmesinde bir üst kimlik görevini üstleniyordu, savaş meydanlarında ise olağanüstü gücü olan şiirle kurtarıcı rolünü teşhir etmekteydi(s.37). Durum böyleyken biyolojik evrimle paralel toplumsal evrimini de yaşayan insan, zamanla küçük örgütlemeleri aşarak toplumsal normların bir denetim vasıtası olan, üst yapı olarak nitelenen devleti meydana getirmiştir.

Git gide değişen koşullar, şairin üst kimliğini yıpratmış ve şaire tekil bir kimlik kazandırmıştır. Batur ise bu durumu, Octavio Paz’dan alıntı yaparak açıklar: “Toplumsal yaşama katılmasına, dönemin inançlarına derin bağlılıklar göstermesine karşın şair, ayrı kalan bir yaratık, tam anlamıyla bir mezhep dışıdır: İçinde yaşadığı cemaatin bireylerinin söylediklerini söylediğinde bile başka şey söylemektedir. “Bu tespitten hareketle Batur, değişen dünyanın istenmeyen insanı olan şairin, iki farklı rotaya sahip olduğunu belirtir. Ya kendi rotasına uyacaktır ya da yukarıda belirtilen üst yapının(otoritenin) aracı olacaktır(s.47). Benzer bir ifadeyle Batur, bir zamanların öncüsü konumunda olan şairin, ya kendi köşesine çekilip yaşamda gerçekleşmeyeni anlatacağını ya da Devrime/Siyasete/İktidara hizmet edeceğini belirtir. Bunlara ek dinin şiiri güdümüne almasının da söz konusu olduğunu, örneklerle açıklar. Nitekim siyasal gücü tanrıdan aldığını belirten otoriteler, şiiri kendilerine araç yapmaya çalışır. Şair ise tekil kimliğini muhafaza ederken bir seçim yapar.

Yeni dünyada, değişen siyasal rejimlerle birlikte, şair şiirleriyle hangi yolu seçtiğini gösterir. Batur, bu konuya değindikten sonra Cemal Süreya’nın bir denemesinde2 “sürekli bir ihtilal, yıkıcı bir unsur, temizleyici bir öge” olarak niteliği şiirin yıkıcı ve yapıcı özelliğiyle muhalifliği de içerdiğini belirtir(s.61). Daha sonra Batur, çağdaş şairin bağlanma meselesine değinir. Burada şairi otoriteye bağlanmaya iten sebepleri, toplumsal değişim özlemi ve kurulu düzene karşı başkaldırmanın, körleştirici umuduna bağlar(s.62). Bağlanma meselesini daha somut bir zemine oturtmak isteyen yazar, Rus Devriminden örnek de verir. Mayakovski, Yesenin, Mandelstam, Khlebnikov’un tüm şiirlerini ve kimliklerini, değişik yoğunluklarla Ekim Devrimine adamalarına rağmen, Devrimden sonra ya öldürüldüler ya da ölüme yöneltildiler, der. Konu dönüp dolaşıp devrim şiiriyle şiir devrime gelir sonra. Yazar bir başka mesele olan, şiir devrimiyle devrim şiirinin ya da karşı-devrim şiirinin bir olmadığına değinir. Devrimin dinamik olmadığını, kendini devrime adayan şairlerin yanıldığı noktanın bu olduğunu belirtir. Oysa şiir devrimi, süreklidir diyerek ekleme yapar(s.63).

Batur, Cemal Süreya’nın görüşlerini aktararak devrimin özelde şiir üzerine yaptıklarını da açıklar. Her düzenin, ilk iş olarak sanatı/şiiri lanetleyerek başladığını, kendi düzenin kurallarına uygun edebiyat/sanat oluşturma eğilimi gösterdiğini, ilk aforoz edilen kişinin ise şair olduğunu, Süreya’dan aktarır(s.63). Bağlanma meselesinde, şairin yanıldığı asıl noktanın ise tek rıhtımı olan eserine yeterince bağlanmamasından kaynaklandığını söyler. Yazarın bir başka tespiti ise: “Şairin siyasal söze değil, kendini devrime bağlamasıdır.”(s.65). Bu noktada şairin topluma sırtını döneceğini, artık devrime bağlanmayacağını, kendini fildişi kulesine hapsedip ve yazdıklarıyla sözlerini ileteceğini belirtir(s.66). Bağlanma meselesine paralel bir mesele olan yazarlara/yazanlara değinen Batur, üslupları olan, fikirleriyle yapıcılık özelliği gösterenleri yazar olarak niteler. Yazanların ise belli bir ideolojinin sözcüleri ya da üslupsuz, ortak dil kullananlardır, der. Aslında bağlanma meselesine şiir odaklı başlayan yazar, eserin sonlarında genel bir çerçeveye dönüştürür meseleyi. Son olarak da yazarın/şairin bağlı olduğu tek kurumun Yazın olduğunu vurgular(s.69).

Şiir ve Kapitalizm

İnsanoğlu, başlangıçta avcılık, toplayıcılıkla geçimini sağlıyordu. Artan nüfusla beraber yeni yerleşim yerleri oluşturmaya, tüketici kimliğini terk etmeye, en önemlisi de üretmeye başlamıştır. Üretime geçilince bu kez de ihtiyaç fazlası kavramı ortaya çıkmıştır. İnsan, ilkel olsa da ticaretin, ekonominin temeli sayılan takas yöntemini kullanmış, ihtiyaç fazlası ürünleri elinden çıkarmıştır. Zamanla takas yöntemi terk edilmiş, ortak bir maddi kabul olan paranın icadıyla, ilkel olsa da ekonomi kavramı sistematize edilmeye başlanmıştır.

Ekonomi üzerine kafa yoran, çeşitli denemelerde bulunan insan, birçok model geliştirmiştir. İşte bu modellerin, en ince ayrıntısına kadar hesaplanmış bir şekli olan kapitalizm; özel mülkiyeti esas alan, yatırım, dağıtım, hizmet ve benzeri ögeleriyle profesyonel köleleştirici, sosyal ve ekonomik modeldir. Her şeyin pazarlanabileceği fikrine sahip bu model, sanatın biricik ürünü olan eserin de satılabileceğini ifade eder. Bu konuda Batur, sanatsal üretimin, değişik evrelerden geçerek iktisadi üretime dönüştürüldüğünü belirtir. Yazın ve düşün kitaplaştırılır; müzik plağa dökülür, resim, yontu ve fotoğraf kalıba alınıp çoğaltılır diyerek sözlerini örnekler(s.40). Batur, metalaşmadan önce sanat yapıtının seçildiğini ve isteğin yoklandığını, dahası da kitle ileti(şim)3 araçlarının tutulduğunu, reklam şirketleri, basının paralı askerleri tarafından tüketicinin nabzının tutulduğunu, yeme gelip gelmeyeceği ölçülerek üretim yapıldığını ve bu doğrultuda sanatsal üretimin artık metalaştığını söyler(s.41). Bunlara ek kapitalist sistemde hiçbir gizil gücün küçümsenmediğini, her malın bir alıcısının olduğunu söyleyerek, edebi eserin çeşitli boylarda ve sayılarda basıldığını, küçük meblağlardan büyük meblağlara kadar değer biçildiğini, bu durumun diğer sanat dallarında da görüldüğünü belirtir(s.41). Bu en ince ayrıntısına kadar hesaplanan sisteme, yalnızca edebiyatın bel kemiği olan şiir direnmiş ve bu doğrultuda kalmaya devam etmektedir. Batur’a göre, toplumun sırt döndüğü, topluma sırt dönmeyi seçen şair, içinde yaşadığı dünyayla da uzlaşamayacak, her şeye rağmen sözüyle dilde yetkin bir dünya tasarısını gerçekleştirmek için şiir yazacaktır(s.51). Durum böyle olunca şiir metalaşamayacak, paraya dönüşemeyecektir. Batur ise bu konuda, şiiri artık-emek olarak niteler ve şiirin sisteme dâhil olmadığı için bütünüyle karşıt bir tavır içinde olacağını söyler(s.51).

Şairin artık göbek bağı kesilmiş, kapitalist sistemin özümsemediği aykırı ses olmuştur. Şair, çoksatanlar listesinde yer edinmemiş ve meydanlarda afişe edilmemiş biri olarak varlığını sürdürür. Bu konuda Batur, kapitalist toplumda şiirin öbür sanatlara göre köşeye atılmasının iki nedenle açıklanabileceğini, öncelikle şiirin eğlence niteliği taşımadığını çünkü şiirin temizleyici, yetiştirici, bileyici niteliklere sahip olduğunu belirtir. İkinci neden ise, kapitalist toplumu besleyen sağcı düşüncenin öteden beri dile karşı olması gerçeğine bağlar. Zaten kapitalizmi besleyen düşünceler doğanın sessizliğine hayrandır, diyerek ekleme yapar(s.45). Şiirin artık kentsoylu insanı aydınlatmadığını, eğlendirmediğini, bu nedenle şairin sürgün bir hayat yaşadığını belirtirken, tarih boyunca ilk kez şairin meyveleriyle yaşayamadığını söyler.

Batur, kapitalist sistemde şairin bir şeye yaramadığını, başka bir uğraş edinmesi gerektiğini ya da açlıktan öleceğini söylerken, bir taraftan da Eski Avrupa’daki dilenci, deli, hileci, suçlu şairlerin varlığını da benzer biçimde açıklar(s.46). Batur bütün bunları söylerken, çağcıl şairin, tuzağa çoğunlukla düştüğünü, düşmeme çabası içerisinde olanların ise Birinci Dünya Savaşıyla beraber keskinleşen iki yoldan birini seçtiğini, ya kendisine ya da ötekine sarılması gerçeğini ifade eder. Devam eden sözlerinde Batur; şairin, bir anlatım devrimi yaparak, kendini içrek, kapalı bir dille kuşattığını, onu dışlayan toplumu ve pazar anlayışını ters çevirmeyi, dahası yıkmayı ya da dönüştürmeyi amaçlayan fikirleriyle dilini ve kimliğini sözcü ilan edeceğini belirtir.

Sonuç

Şiirin; simya, siyaset ve kapitalizmle ilişkisini ele alan Batur, çeşitli örnekler verip belirtilen konuları açıklamıştır. Farklı alanlar gibi görünen Simya ve Şiire eğilerek aslında birbiriyle ilişkili olduğunu, bu ilişkinin her iki alanın amaç ve özelliklerinden kaynaklandığı fikrini öne çıkarır. Çeşitli detaylar vererek de bu ikilinin arasındaki bağa işaret eder. Şiir ve Siyaset konusundaysa şairin belli bir otoriteye/siyasal sisteme/devlete/dine bağlılığının doğru bir davranış olmadığını söylerken, yazarın/şairin eserine bağlanmasının doğru olacağı savını ileri sürer. Öyleyse şiir kimseye bunu yap, şunu yapma tarzında, söylemlerde bulunmaz. Şiir, yazarın belirttiği gibi asil olanı söylemeyi tercih ettiği için, şairine sürgün bir yaşamı getirmiştir. Batur, biraz dağınık bir işleyişle ele aldığı meselelere bağlanmayı da ekler. Edebiyatta bağlanma meselesinin çok yönlü bir şey olduğunu ancak şairin bağlanacağı tek yerin, yine de Yazın olması gerektiğini düşünür. İktidara/devlete/dine vb. yerlere bağlılığı, şair için bir çıkmaz sokak olarak niteler. Şiir ve Kapitalizm ilişkisine de değinen Batur, şiirin metalaşamamasını açıklamakla kalmaz, konunun özüne inerek kapitalizmi temellerinden sorgular, şiirin neden pazarlan(a)madığını açıklar. Kapitalizmin şiiri dışladığını, bunun sebeplerinin kapitalist düşüncenin alt yapısıyla açıklanabileceğine inanan Batur, kapitalizmi şiir düşmanı olarak hayal eder. Batur, bu eseriyle şiirin neliğinden ziyade şiirin diğer alanlarla ilişkisini anlatırken, görüşleriyle şiirin ideoloji aracı olmadığını ve şiirin pazarlanabilecek bir metaya dönüştürül(e)memesini, şiirin asil yönüyle açıklar. Batur, bu görüşleriyle yıllardır tartışılan bu meselelere uygun açıklamalar yapmıştır.


Kitap Üzerine Değerlendirme

İlk okumada anlaşılmayan bir kitap, herhalde Batur’un üslubundan kaynaklanan bir sorun. Konu bazen dağıldığından eserin anlaşılması güçleşmektedir. Eseri anlamak için tüm bölümlerini dikkate almak gerekir. Yazar tam anlamıyla oylumlu bir eser meydana getirememiştir. Yazı çalışmamda görülebileceği gibi yazarın düşünceleri, meselelere açıklama getirir getirmesine ama derinlemesine bir işleyiş esere hâkim değildir. Eserde, zengin Türk şiir geleneğine işaret edilmemesi, yazara yapılan eleştirilere prim vermektedir. Edebiyatın şiir sözcüğüyle karşılandığı bu coğrafyada, kitaptaki meseleler fazlasıyla mevcuttur. Mesela Divan edebiyatındaki bağlanmaya4 değinebilirdi, yazar. Şiir ve kapitalizm konusunda ise Türkiye örneği5 de alınabilirdi.

Son olarak, bu kısa eseri, yeterli bulmamakla beraber, yazarın şiir üzerine diğer çalışmalarıyla ele alındığı takdirde daha yararlı olacağı kanaatindeyim.
Yunus Kuş


Ars Poetica
Hiçbir şeye benzemediği söylendi şiirlerimin,

Wallace Stevens'a benzediğim, hiç kimseye

Benzemediğim, olsa olsa ``II. Yeni'nin devamı'',

``III. Yeni'nin ta kendisi'' sayılabileceğim --

``deli saçması bir söz ve işaret yumağı'' denildi.

Bütün bunlar bensem, bütün bunlar bendim.

Yaktığım kâğıtlar, fırladığım kürsüler

Ve çekilip dinlediğim kör mağarada

söyleştiğim gölge, örümcek, alter:

Kendimden çekilsem de, gelsem de

kendime fark edilmedi: Ateşin içine

söktüğüm el, gözümü ayırmadığım saat,

insanlarla çarpıştığım seyrek günler

ses ile kelimenin birbiriyle

dikleştikleri yere kilitledi beni.
Gençtim, çok genç -- şiiri düzen sanmıştım:

Çileydi gözümde, arınma ve yurttu,

terkedilmiş yüzüm için her an yanımda

yürüyen aynaydı, gecenin kaynağında

gövdemi dalgalayan simsiyah su, sanmıştım.
Yıllar başka bir yol çiziyor tortuya.

Şüphesiz şimdi de sanıyorum: Sehere

duyduğum inanç arkamdaki koyu, hem

delifişek uykudan geliyor belli ki.

Düzen değil şiir, kargaşa değil. İki üç

arası zamanı çelen uçarı bir odak belki.

Belki zaman ender seslerin eşiğinde tuzak,

kıvrılıp yatmış çıngıraklı bir soru,

öd noktasında, hançerede, yerimden

her oynayışımda kuytudan çıkagelen

koşnul bir yumak belki. Bir düzen değil

ama - bekleyiş, zemberek, inatçı, köz,

kaknüs hep.
Kömürden elmasa varmak için

çıktığım yolda elmastan yola çıktığımı

unutmadım: Yangınsa sonunda yazılan,

orada yazacağım an gelmeli de. Birer

kıvılcım olsun harflerim, her kelimemi

yalım dili taşısın - öyle bir ateş ki

içinde içimde tutuşmuş bir karanlıktan

kana kanaya içsin herkes, istedim.


Enis Batur

Enis Batur’un Ars Poetikası Üzerine6

Ars Poetica, Enis Batur’un kendi şiiri üzerine kaleme aldığı poetik bir şiirdir. Türk edebiyatında bugün bile kanıksan(a)mayan Batur, şiiri üzerine açıklama yapma gereği duymuştur. İlk mısralardan başlayarak şiirinin anlaşılmadığını, aslında Wallace Stevens’a benzediğini belirtir. Bilindiği üzere Stevens, Pulitzer Ödülü kazanmış ünlü Amerikalı şairdir. Batur’un kendini ona benzetmesi tesadüf değildir. İlginçtir ki, Stevens’ın şiirleri anlam bulanıklığı gerekçesiyle eleştirilmiştir. Zaten aldığı ödül, ölümünden sonra ona layık görülmüştür. Burada Batur, Stevens’la aynı kadere sahip olduğunu belirttiği hissedilir. Kendini II. Yeni'nin devamı olarak görmesi de Ece Ayhan ve İlhan Berk tarafından kabul edilmesiyle açıklanabilir. Cemal Süreya daha Batur’un ilk şiirlerini okuduğunda, Türkçeyle irtibatının zayıf olduğunu, Türk şiir geleneğini bilmediğini belirtmiştir. Batur, kendini Türk şiirine kabul ettirememesine rağmen 1993’te Cemal Süreya şiir ödülünü alması da tuhaftır. Batur kendini bu kez de III. Yeni olarak görür. Şiirlerine deli saçması ve işaret yumağı denmesi de yine Stevens’ı hatırlatmaktadır. Çünkü aynı eleştiri ona da yapılmıştır. Aslında sözcükleri birbirine dokuduğu için ona dokumacı/yumakçı da denmiştir. İlerleyen mısralarda ise Batur, şiirini kendi var oluş macerasının bir ürünü olarak niteler. Şimdi sıra kendini müdafaa etmektedir. Bu kez de şiiri yanlış anladığını, buna neden olarak da gençliği öne sürer. Şiiri düzen saymanın yanılgısında olduğunu, şiirin neliğini açıklarken: bekleyiş, zemberek, inatçı, köz, kaknüs gibi sözcükleri kullanmayı tercih eder. Şiirin en son bölümünde ise hatasının farkında olduğu görülür. Elmas olabilmek için ilk aşama olan kömür olmayı atladığını, sonunda kömür olmak olsa da yazacağını, çünkü düştüğü karanlıktan ancak kıvılcımlı kelimeleriyle kurtulacağını söylerken, herkesin de bu tutuşmuş karanlıktan(yazdıklarından) faydalanmasını istemektedir.



Yunus Kuş


Günümüzde Şiir, Şair ve Hayat7

Şiir olmayan yerde insan sevgisi de olmaz. İnsanı insana ancak şiir sevdirir. Şiir, insanı insana yaklaştıran şeydir. (Sait Faik)

İnsan her gün yeni bir dünyaya gözlerini açar. Görünüşte, güneş her gün aynı yerden doğar, ağaçlar aynı yerden mevsimleri karşılar ve bu döngü hep böyle devam eder. Oysaki kimileri için her yeni gün birer hediye gibi değerli, hayat ise yaşamaya değer bir şeydir. Bunun farkında olan, daima çocuk kalanlar genelde şairlerdir. Şair olmak tam olarak şiir yazan manasına da gelmemektedir. Hayal gücü geniş olan, duyarlı, duygulu kimse manasına gelmektedir. Zaten her şiir yazana da şair denmez, denemez. Şair olmak giyimden konuşmaya kadar çok yönlü bir özelliktir. Şair, hayatın gerçeklerini duyumsayan bir rindde de benzer. Kâinatın sırlarını çözmüş/çözmekte olan biri olarak, ölümün, yıkımın ve her şeyin farkındadır. Coşkun bir yürekle, özel bir dille, şiirsel bir hayat ve bakış açısıyla, insanlara sözünü ulaştırır. Şiir ise şairin biricik duygularının taşkınlıklarıdır. Bu taşkınlıklar kimi zaman teslimiyet, kaçış, bekleyiş daha birçok kavram olabilir. Gerçek şiir hayatın tüm renklerini kucaklar. Şiir üzerine belirtilen tüm görüşler aslında şiirinin hayatı yansıtan tarafına değinmiştir. Duyan, düşünen, düşünmekle kalmayıp aktarmak isteyen ve daha da önemlisi hayatın sırrına vakıf olmaya çalışan şair, içine sığmayanı şiire sığdırarak büyük bir öz elde eder.


Günümüzün gelişmiş, modernin de ötesindeki insan, mutlu yaşamına(!) şiiri eskisi gibi dâhil etmemesine rağmen yaşıyor olması da ayrı meseledir.8 Hayatın git gide daha da anlamsızlaştığı, mevcut kültürlerin yetersiz olduğu fikri ve kültürsüzleşmenin kültür olduğu bu yeni dünyada, şairin hayata bakışı nasıl olmalıdır? Ciddi anlamda şiirle uğraşan insanların az olması da, çağın maddeci bakış açısıyla açıklanabilir. Gerçi Milenyum9 Çağına girmemizle birlikte yeni bir arayış doğdu doğmasına ama bu kez de yalnızım öyleyse varım tarzında bir yaşam felsefesi ortaya çıktı. Şiir, geçmişte olduğu gibi metalaşamadı/metalaşamayacak çünkü asil duyguları albenili bir şekilde kimseye satamazsınız. Şiir, estetik yönü olan bir şeydir. Şiir, duyguları, düşünceleri, hayata bakışı değiştiren sihirli bir dünyadır. Şair, bu yeni dünyada şüphesiz ki yalnızlık üzerine daha çok duracak, modern insanın çıkmazlarına yoğunlaşacaktır.
Bugünün koşulları yeni bir şiir anlayışını doğurmuş olmasına rağmen, bunu anlık bir şey olarak algılamak doğru değildir. Nasıl ki insanların, toplumların, devletlerin bir tür evrim geçirdiğini söylüyorsak, şiirin de evrim geçirdiğini söylememiz mümkündür. Şiirimizin evrim sürecinde şiirle sokağı birleştiren ölümsüz şair Orhan Veli’yi anmak, onun günümüz şiiri üzerine katkısından da bahsetmek gerekir.100.yaşı olan 2014’te etkisini sürdüren şair, sıradan bir dille ölçüsüz, kafiyesiz bir şiir harekâtı vücuda getirmiştir. Bugün bile şiirleri dillerde dolaşmaktadır. Özetle Orhan Veli, sıradan bir dille, sıradan konular üzerine şiir yazılabileceğini kanıtlamıştır. Şair duruşuyla, yazdıklarıyla, anlatamadıklarıyla, unuttuklarıyla başlı başına bir şairdir, Orhan Veli. Onun güzel mısralarıyla bitirmek yerinde olacaktır:

İmkânsız şey

Şiir yazmak

Âşıksan eğer;

Ve yazmamak/Aylardan Nisansa


Ek:
Aşk Üzerine Marazî Bir Deneme Daha / Enis Batur

Aragon'un ünlü sözü "Mutlu Aşk Yoktur", bütün ünlü sözlerin yazgısını tekrarlar: Bu düşünce, daha çok, yanlış anlaşılmıştır. Aragon, hiçbir aşkın mutluluk getirmediğini, getiremediğini mi ifade etmeye çalışmıştı? Şairler böyledir, şiirler haydi haydi böyle: Ayrıca bir şey söylemezler: Bu'durlar, bu kadar'dırlar. Onun için de tek doğru yorumdan söz etmek boşuna olur; herkesin ufkunu ve dernşiğine göre bir yorum, birden fazla yorum olasılığı yaratır bu türden altın sözler. Aragon'un yaklaşımını, Aşk ve Batı başlıklı bir incelemenin de yazarı olan kültür tarihçisi Rougemont'un kurduğu kilit cümleye bağlamak istiyorum: "Mutlu Aşk'un yazılı tarihi yoktur". Gerçekten de, Batı uygarlığında da, Doğu'da da, mutsuz aşkların tarihinin yazılmış olduğu göze çarpıyor. Leylâ ve Mecnûn, Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre, Hüsrev ile Şirin, Yusuf ve Züleyha, Romeo ve Jülyet, Heloise ve Abelardus, Portekizli Rahibe ve sevdiği adam, Don Juan'ın ya da Casanova'nın tekmili birden serüvenleri, bütün Tristan ve Isolde versiyonları, Carmen ve Don Jose, sonsuz bir listeye yönelmek güç değil mutsuz çiftler konusunda, işlenen aşkın siyah tablosunu çıkarır karşımıza. Beatrice'nin Dante'sinden "Makber"in şairine, Nerval'ın "Sylvie"sinden Halid Ziya'ya değişmez bu gerçeklik: Klâsikler, Romantikler, Simgeciler, Gerçekçiler, Gerçeküstücüler, Modernler, Post-Modernler Aşk'ın çehresini değiştirirler de, natura'sına dokunamazlar pek.



Not: Bu deneme Cogito Dergisi, Sayı: 4, Bahar 1995’te 9 bölüm olarak yayımlanmıştır. Alıntılandığı kaynak ise http://epigraf.fisek.com.tr/?num=788 adlı web sayfasıdır. Verilen denemenin özgün hali değiştirilmemiştir.



*

Şiirin amacı bizi şiir hâline sokmasıdır.

Edgar Morin

*


1 Yazıda verilen sayfa numaraları Şiir ve İdeoloji’nin 2.baskısına(1993, İstanbul: Mitos Yayınları) aittir.

2 Cemal Süreya, Şiir ve Devrim, Papirüs, 1969/38, s.3

3 Yazar, bu sözcüğü “iletişim” şeklinde kullanmıştır.

4 Bununla ilgili birçok makale/kitap yayımlanmıştır. Şairlerin çeşitli yöneticilere/padişahlara/devletlere bağlanıp onları övmesi, sanat anlayışlarını onların sanat anlayışlarına uydurması v.s. Örneğin, Halil İnalcık’ın Şair ve Patron adlı kitabı okunabilir.

5 Diğer ülkeler olduğu gibi Türkiye’de de şiir, yayıncılar tarafında satılmayan nesne(!) olarak görülmektedir( Her ne kadar yazar kitabı 1978-79 arasında yazmış olsa da şiirin durumu Türkiye’de hâlâ aynı).

6 Bu İnceleme, Enis Batur’un şiir anlayışını açıklamak için yapılmıştır.

7 Bu denemeyi, çalışmaya ek olarak kaleme aldım, denemenin son bölümü biraz kopuk olsa da 100.yaşında Orhan Veli’yi anmak istedim.

8 İster ilkel olsun ister modern olsun şiir/sanat, insan için su ve hava gibi zorunlu bir ihtiyaçtır.

9 2000 sonrası için kullanılan zaman ve kültür kavramı.

Yüklə 68,36 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin