GÖSTERGE MEZARLIĞINA DÖNMÜŞ BİR MÜZE FRAGMANI
İnsanlığın tamamı bana karşı günah işlemişken, suçlu olarak bellenecek tek kişi ben miyim?Mary SHELLEY, Frankenstein1
Adorno’nun yarattığı Kültür endüstrisi kavramını; yaratıcısını yok eden bir Frankenstein benzeri bir şizofrenik durum ayracı olarak tanımlarsak 2 müzelerin hangi kaotik süreçler sonrası birer ‘nesne mezarlığına’ dönüştüğünün üstündeki saydam olmayan,yanılsamacı katmanı sıyırabiliz.
Resim 1: Victor Frankenstein ve yarattığı Frankenstein3
Adorno için,“Müze ile mozole arasında, salt fonetik olmanın ötesine geçen bir bağ vardır. Müzeler, sanat eserlerinin aile mezarlıkları gibidir. Kültürün nötralizasyonuna şahitlik ederler. Sanat eserleri orada defnedilmiştir. Pazar değeri bunlara bakmanın saadetini bastırır.”4Bir anlamda “Bütün anıtları önce yerlerinden edip döküntülerini toparlamak, arkasından onlara metodik bir nizam vermek, sonra da bundan bir modern kronoloji dersi çıkarmak, kendimizi ölü bir ulus olarak inşa etmek demektir. Daha canlıyken cenaze törenimize katılmak, tarihini yazmak için sanatı öldürmek demektir. Sanatı öldürerek yazılan tarih de olsa olsa onun mezar taşıdır.” 5
Resim 2:King,Grame, ‘Göstergeler Çokluğu ve Kafa Karışıklığı’ tablosu
Oysa Proust’a göre, nasıl ki istasyonlar hayatın akışının durakları gibi kabul edilirlerse, benzer şekilde müzeler de eserlerin yaşamındaki duraklardır.Bir anlamda,ölülerin ikinci bir hayat kazandıkları yaşam üniteleridirler. İkisinde de eylem, nesnelerinin alışılageldik yüzeysel çerçevesinin dışında kalır ve ikisi de ölüm sembolizminin taşıyıcısıdır. Dolayısıyla, sanat eserlerini gerçekte bulundukları çerçeve içinde göstermek, onların özünü ve gerçeklikten yalıtılmış zihinsel edimini yok eder. Müze salonu tüm soyutluğuyla sanatçının eserini yaratmak için kendini soyutladığını iç mekanı daha iyi simgeler.Proust’la türdeş görüşler taşımayan Valéry için, müzenin kurallarını ve atmosferini çok sınırlayıcıdır ve kendi üzerinde bir baskı oluşturur.Müzeye neden gittiği sorusuna yanıt olarak eğitim, görev veya haz aramak nedenleri sıralar ve müzeyi yorgunlukla barbarlığın buluştuğu yer olarak tanımlar.Bir diğer perspektifte, bir eserin onu çevreleyen ‘diğerleri’ni tarafından öldürdüğünü savunur‘.Diğerleri’yle birlikte sergilenme durumunun seyircide uyandırdığı tek duygu yüzeyselliktir. Bu durumdan kurtulmak için eser, kendi ortamında, üretildiği bağlamda sergilenmelidir. Valéry’e göre saf eser, şeyleşmenin ve nötrleşmenin tehdidi altındadır. Müzede onu tesirine alan şey de budur. İçindeki o rasyonalist ruhla, sanatın ‘o hali’nin tekrarlanamaz olduğunu savunur ancak eserlerin o bağlamda sergilendiğinde tekrar ‘o hal’ içinde olup olmadıkları konusunda açıklama yapmaz.6
Resim 3: ‘Proust’un sanat eseri,müze başlıklı düşüncelerinin eskizleri’ ,1915–1916, Krannert Art Museum
İngiltere’nin popüler sanatçılarından Damien Hirst’in sanat eserlerinin nötrleşmesinin yadsınmayacak bir mutlak son oluşuna dair fikirleri,meseleyi sanat eseri ve sergileme bağlamında açıklamaya çalışırken, bir o kadar paradoksaldır. Hirst’in ‘Sıradan Şeylerin Korkunçluğu’ adlı çalışmasında belirttiği şekliyle insanların değer verdikleri şeyler aslında birer kandırmacadan ibarettir,saf sanat,saf eseri ve bu eseri sergilenme şizofrenisi,bir pazar yeri karmaşası ve ucuzluğundan başka bir şey değildir.O’na göre,insanların değerini bilmedikleri;sigara içmek gibi,seks gibi,aşk gibi,yaşam gibi,reklam gibi,ölüm gibi şeyleri düşünmeye zorlayarak onlara bir şeyler sergilemek,her şeyden önemlidir ve bu durum ardı ardına tükenmeyen soru ve cevaplarla birer sorgulama zincirine rahatlıkla dönüşebilir. Hirst’in The Physical Impossibility of Death in the Mind of Someone Living (Yaşayan Birinin Zihninde Fiziksel Ölümün İmkansızlığı) adlı eseri, formaldehyde dolu bir tankta duran ölü bir köpek balığı’dır.7Bu düşünceleri Hirst’i 21. yüzyıl sanatında, zamanımızın doğasını yansıtmaktaki ilgi çekiciliğin altında, her yola gelen anlamına gelmekte olan, versatile olmasının da etkisini de çırılçıplak bir şekilde gözler önüne serer.
Resim 4: The Physical Impossibility of Death in the Mind of Someone Living, Damien Hirst.
Bunun yanında Foucault için “Her şeyi bir araya toplama düşüncesi; bütün zamanları, dönemleri, formları ve beğenileri aynı mekâna kapatma iradesi; kendisi zamanın dışında olan ve zamanın tahribatından etkilenmeyen bütün zamanlara ait bir mekân kurma düşüncesi; hareketsiz bir mekânda zamanı durmaksızın biriktirme tasarısı; bütün bu düşünce, modernliğimize aittir.”Çünkü On dokuzuncu yüzyılın büyük saplantısı, bilindiği gibi, temel olarak tarihtir, gelişme ve duraklama temaları, kriz ve döngü temaları, geçmişten gelen birikim bu kaosun başıca aktörleri olmuştur. 8Bu durumu Faucoult’un heterotopya kavramıyla açıklayacak olursak:Heterotopyalar, genellikle, zamanın bölünmesine bağlıdırlar, yani katışıksız simetriyle, heterokroni diye adlandırılabilecek şeye açılırlar; insanlar geleneksel zamanlarıyla bir tür mutlak kopma içinde olduklarında heterokroniler tam olarak işlemeye başlar; böylece, mezarlığın son derece heterotopik bir yer olduğu görülür, çünkü mezarlık, bir birey için yaşamın kaybı anlamına gelen ve yok olmaya, silinmeye devam ettiği o yarı ebedilik olan bu garip heterokroniyle başlar.9
Genel anlamda, heterotopya ve heterokroni görece olarak karmaşık bir biçimde örgütlenir ve düzenlenir. Öncelikle, sonsuza dek biriken zaman heterotopyaları vardır, örneğin müzeler, kütüphaneler; müzeler ve kütüphaneler, zamanın yığılmaya ve kendi zirvesini aşmaya devam ettiği heterotopyalardır.Müze ve kütüphane, on dokuzuncu yüzyıl Batı kültürüne özgü heterotopyalardır.10Çünkü Heterotopyalarda hiçbir olgu bir diğerini dışlamaz. Varoluş ve düşünce biçimleri bir diğeriyle uyuşmaz ama çelişmez de. Yani yan yana olabildiğince farklı bir biçimde varlıklarını devam ettirebilirler ,bu da müzelerin gerçekten bir hayli uzak gerçekliğinde,göstergeler mezarlığına dönüşünün belki de kavranamayan,kaotik ve sancılı bir paradosidir.11
Dostları ilə paylaş: |