Kiyamet sûresi 26-27. ÂYet



Yüklə 207,14 Kb.
səhifə1/3
tarix04.11.2017
ölçüsü207,14 Kb.
#30507
  1   2   3

1241347un4ri81n5z

KIYAMET SÛRESİ

26-27 . ÂYET

KUR’ÂN’DAN OKUNAN BÖLÜM:



كَلَّا إِذَا بَلَغَتِ التَّرَاقِيَ (26) وَقِيلَ مَنْ رَاقٍ (27)
TEFSİRDEN OKUNAN BÖLÜM:

{كَلاَّ} ردع عن إيثار الدنيا على الآخرة كأنه قبل ارتدعوا عن ذلك وتلهبوا على ما بين أيديكم من الموت الذي عنده تنقطع العاجلة عنكم وتنتقلون إلى لآجلة التي تبقون فيها مخلدين {إِذَا بَلَغَتِ} أي الروح وجاز وإن لم يجر لها ذكر لأن الآية تدل عليها {التراقى} العظام المكتنفة لثغرة النحر عن يمين وشمال جمع ترقوة {وَقِيلَ مَنْ رَاقٍ} يقف حفص على مَنْ وقيفة أي قال حاضر والمحتضر بعضهم لبعض أيكم يرقيه مما به من الرقية من حد ضرب أو هو من كلام الملائكة أيكم يرقى بروحه أملائكة الرحمة أم ملائكة العذاب من الرقي من حد علم

495m98apwxdih62mg3

GÖNÜL KİTABININ KÂİNATA YANSIMASI

495m98apwxdih62mg3

İÇİNDEKİLER

1.Kur’an’dan Okunan Bölüm

2.Tefsirden Okunan Bölüm

3.Mümin Kur’an Nuru İle Beslenir

4.Çöküş ve Kalkış

5.Lafzatullah’ın Tahtındakiler

6.İrtical Ricalin İşidir

7.Gönül Kitabı’nın Kâinata Yansıması

8.Tilavette Mana

9.Kader Kitabı’na Çizilen Resim

10.Dünya Masivadır

11.Hedef Süveyda-i Kalp

12.Neresi Cennet?

13.Gökyüzündeki Kapılar

14.Mecaz Köprüsü

15.Tecelliyatın Berzahı

16.İşimiz Girip Çıkmak

17.Yakın ve Uzak Görenler

18.Takva Cihazı

19.Furkan Nedir?

20.İmanın Odak Noktası

21.Ödül Yerine Hazırlanalım

22.Dizüstü Çökenler

Değerli Müminler, Kıymetli Kardeşlerim;

Bu hafta Tefsir-i Şerif’ten Kıyamet Sure-i Celilesi’nin 26.âyetinden okuyarak günümüzü şenlendireceğiz, anımızı değerlendireceğiz, nurumuzu artıracağız, hidayetimizi güçlendireceğiz, Allah’ın lütfuna ve keremine olan güvenimiz ve bağlılığımız daha da bu vesile ile inşallah artacaktır.



MÜMİN KUR’AN NURU İLE BESLENİR

Çünkü Allah’ın ayetleri okundukça müminlerin imanları ziyadeleşir. İmanlarına bağlı olarak da tüm füyuzâtı rabbaniye, tecelliyat-ı samedaniyye kulun lehine olmak üzere onun gönül âlemine Nil Nehri gibi Fırat ve Dicle Nehri gibi akar. Allah’ın izni ile cereyan eder. Allah o gönül âlemini besler, Kur’an nuru ile manevi bir nehir olan nur, rahmet ve bereketle müminlerin gönül âlemlerinden doğru tüm bedeninin zerrelerine varıncaya kadar erişen ulaşan kolları ile hatları ile feyizyab olurlar, münevver olurlar. Ve rahmete mazhar olarak merhum olurlar. Allah rahmetimizi, lütfumuzu, keremimizi, affımızı, mağfiretimizi, inayetimizi, bu vesile ile tekrar ziyade eylesin diyorum. Lütfen Ey Âlemlerin Rabbi Olan Allah kabul buyur.

ÇÖKÜŞ VE KALKIŞ

Kardeşlerim kıyamet dünyanın geleceğidir, akıbetidir. Her varlığın akıbetidir. Sadece dünyanın değil, âlemlerin değil âlemler içinde yaşayan özellikle biz insanların sonu da bir kıyamettir. Kıyamet, kıyam et, çok ilginç bir Türkçe’ye uyarlaması var. Kıyametin bir bakıma ölüm dediğimiz olayı getirdiğini biliyoruz. Yani dünya yaşamına son verdiğini, dünyamızı elimizden aldığını biliyoruz. Ama bir yönden yıkılırken diğer yönden de dikildiğimizi unutmayalım. Bir yönden çökmekteyiz bir yönden de ayağa kalkmaktayız. Bu Yüce Allah’ın cennete girilmediği sürece cereyan eden tipik bir ahvâlidir, tipik bir oluşumudur.

Yani min veçhin bir açıdan varlık negatif bir oluşum gösteriyorsa bir açıdan ona zıt olarak pozitif bir çıkışı görülmektedir. Yani ölüm bir açıdan yok oluş iken diğer bir açıdan var oluşu ifade eden bir terimdir. Oluşum itibariyle bir yapılanmadır, bir inşa faaliyetidir.

الَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَياةَ


  • Ölümü ve hayatı yaratandır.”1

LAFZATULLAH’IN TAHTINDAKİLER

Bakınız ikisi de aynı eylemin ürünüdür. Bu eylem nedir, yaratma eylemidir.

Şu halde ölüm de bir inşadır, bir yaratmadır. Her yaratma bir sanat-ı ilahidir. Her yaratmada ilim vardır, güç vardır, güç vardır. Velhâsıl esma vardır.

خَلَقَ ‘nın içinde tüm esma mündemiçtir, münderiçtir. Doksan dokuz isim خَلَقَ ‘nın içine empoze edilmiştir. Her isim diğer esmayı zımnen taşır. Müstetir olarak, tahtında müstetir gibi içerisinde bütün esmayı barındırır. Her isimden diğer isme yol vardır. Bir birinden bağımsız isim yoktur. Bütün isimler; esma, lafzatulalhın tahtında meknuzdur.

Hepsi onun içinde la teşbih vela temsil onu bir çekirdek olarak düşünürsek bu çekirdeğin içinde tekrar doksan dokuz ismin atomu vardır. Misyonu vardır, temsili vardır, bağı, ağı, kapısı, penceresi vardır. Yani bir isim diğer isimsiz olmaz. Onun için ölüm dediğimiz zaman, mevt dediğimiz zaman bunun içinde hayat olduğunu sakın unutmayınız. Hayat dediğiniz zaman da bunun içinde memat olduğunu sakın unutmayınız. Bu neşve-i u’lada olan bir hadisedir. Bu cennet ve cehennem dediğimiz son nokta konulmadığı sürece bu iş böyledir.



Kıyamet dediğimiz olay bir bakıma yıkımdır, diğer bir bakıma inşadır, zıddıyla kaimdir. Ölüm dediğimiz bir olay min cihetin bir hayatın kaybedişi, elden çıkışı iken diğer açıdan yepyeni bir hayata giriştir, o hayata kalkıştır, kıyam ediştir. İşte kıyam et, ayağa kalk. Bir anlamda ey bitkin yaratık, ölgün, ölmüş, işi bitmiş yaratık, yaşı atmış işi bitmiş cinsinden dizinde derman kalmayan, gözünde fer kalmayan, kulağında duygu kalmayan, gücünü kuvvetini aklını fikrini kaybetmiş yaratık kalk, kıyam et şekliyle böyle bu fakirin gönül âlemine inen farklı bir iniş kaydettik. Onu da sizinle paylaşalım. Bu bir espri tarzında olan bir ifadedir ama önemli olan manadır, yakıştırabilmektir. Herkes yapar da yakıştıramaz. Yapıştırır ama sırıtır, Yakıştırmak güzeldir. Ana umdeye, hedefe zarar vermedi mi yapıştır yapıştırabileceğin kadar, yakıştır yakıştırabileceğin kadar, söyle söyleyebileceğin kadar sıkıntı olmaz. Ama yakışıksız olmasın. Yapışıkların yakışıksız olmasın, sırıtmasın. Sana, ben buranın yabancısıyım demesin. Ecnebi var burada denilmesin. Bizden biri var denilsin, yadırganmasın. Mesele işte budur. Bazen ilim çevreleri çok ciddiye alarak sözlükçü ve kitabi olurlar.

İRTİCAL RİCALİN İŞİDİR

Kitabilik hâdis bir meseledir. Asıl olan hitabiliktir. İrtical asıldır. İrtical, rical olanın işidir. Racul olan adamın kâğıda, kitaba ihtiyacı yoktur. Peygamber (a.s) önüne Mushaf koydu da hiç okuduğunu duydunuz mu siz? Rahlesi var mıydı, önüne Mushaf sayfaları koyar da okur muydu? Böyle bir şey yok Allah’ın Kulları. Bu bizim gibi acemilerin işidir, ecnebilerin işidir. Biz ecnebi yaratıklarız. Biz risalete yabancı idik. Hatta Peygamber de yabancı idi. Sen bir kitap okumuş değilsin, eline kâlem almış yazmış değilsin. Ey Muhammedim ! Sen bunlara tamamen yabancıydın. Biz bunlarla seni tanış ettik. Tanıştırdık, sana tanıttık. Seni marifet sahibi kıldık, bilirkişi eyledik. Biz senin içini bunlarla doldurduk. Peygamber-i Zişan’ın okuduğu gönül kitabıdır. O’nun kitabı gönlüdür. Tevrat Musa Nebi’nin eline, kucağına verildi. Al dedi, tomarları aldı. Tabletler halinde idi. Manevi olarak fırınlanmıştı, Tur’un ateşinde fırınlanmıştı. Hani

إِنِّي آنَسْتُ نَارًا

  • Ben, bir ateş gördüm.”2

Ve ben bir ateş gördüm diyor ve oraya varıyor. Hani özel pişirilmiş yazıtlar vardır ya, bizim çiniler vardır, bir tür o şekilde, tarzı o, aslında çini dediğimiz olay bir çeşit yazıların pişirilmesi olayı kanaatimce, fakirin anladığı şekilde o Tur’da Musa’ya verilen tabletlerden alınmıştır. Ya böyle bir incelik var, böyle özel parlatılmış. Demek istediğim Musa Nebi’nin önüne, kucağına tomarlar, tabletler verildi. Hatta bunu da daha sonra öfkelendiği zaman, geçen dersimizde, sohbette anlatmıştım. Yüce Allah, “Senin kavmin yoldan çıktı E y Musa” deyince, birden tepesi attı. Hazret-i Musa’nın, “nasıl olur ya Rabbi!”dedi. Rabbi, “Evet, öyle,”buyurunca gelip bakıp Yüce Allah’ın buyruğu veçhile kavmini görünce, buzağının önünde, inek kafalı putun önünde eğildiklerini görünce “aman Allah’ım, bunca emeklerim heba oldu gitti, bunlar bu kadar mı geri zekâlıymış, bunlar bu kadar mı et kafalıymış, şaşırdı ve onların üzerine doğru o levhaları öfkesinden fıldırıp attı. Yani Musa Nebi’nin Tevrat’ı böyle idi. Kucağında taşıyordu. Kimisi sırtında taşır, kimisi kafasında taşır, kimisi de gönlünde taşır. Muhammed (a.s) gönlünde taşıyanlardandı. Kur’an ruh levhasında tescil edilmişti. Ey Muhammed! Biz senin gönlünde onu tesbit edeceğiz. Endişeye mahal yok, acele etme. Vahyin ısbatı gönlünde tamam olmadığı sürece dilini kımıldatma. Okumaya kalkışma. Burada okuduğumuz âyetlerin mucibince böyle hareket edildi. Muhammed (a.s) mushafı yazdırdı, çizdirdi, tescil ettirdi, ama yanlış anlayıp da şöyle zannetmeyin, önüne böyle bir şey koyup ondan okumadı.

GÖNÜL KİTABININ KÂİNATA YANSIMASI

Yüce Allah’ın ona oku dediği gönül levhasıdır. O gönül, baktığı zaman havaya yansırdı, çünkü gözü gönlüne bağlıydı. Siz gördünüz mü hani siyasiler yapıyorlarmış, sizin göremediğiniz bir şekilde adamın karşısında bir şeffaf levha varmış, oradan okuyormuş, sen onun okuduğunu görmüyorsun ve bilmiyorsun. Bak bu ne hatip yahu, ne de güzel konuşuyor şiir gibi, ondan sonra duyuyorsun ki yok yok, onun önünden o levha bir kaldırılıverse o iki kelimeyi bir araya getiremez. Mız mızın tekidir o, kem küm eder. Onun karşısında levha var, oradan okuyor. Böyle levhalar var. İşte bu Peygamber-i Zişan’ın levhasının bir işaretidir. O da bir nevi böyle okuyor. O’nun gönlü projektör gibi âlemlere yansırdı. İçeriden Allah:

فَلَمَّا تَجَلَّى رَبُّهُ

  • Rabbi dağa tecelli edince...”3

Tecelli buyurdu mu, hani okullarda kullanılan projektörler var ya, öğretmenler karşıya yansıtır ve o küçücük şeyler dev gibi büyür ve karşıda görürsün hareket eder. O minicik şey dev gibi görünür. İşte Peygamber-i Zişan’ın gönül âlemindeki Kur’an gözü vasıtasıyla nereye bakarsa baksın, orada âyat-ı beyyinat tecelli ederdi. Senin yüzüne baksın senin yüzüne yansıtırdı. Ve bu nedenle ashab-ı kiram da bir kitaptan okuyarak değil Muhammed (a.s)’ın teveccühüne mazhar olarak mübarek nazarları ile hafız oldular. Ezberleyen böyle ezberledi. Akıllı talebeler de böyledir. Hocası söyledikçe ezberler, alır, kitap okumaya da gerek kalmaz. Buna semai denir. Birçok hadisler sema, işitme yoluyla öğrenilmiştir, adam âlim olmuştur. Burada böyle bir konu üzerinde durmuş olduk. Peygamberlerin böyle nesne türünden kitapları yoktur. Onların nazar ettiği her şey kitap hüviyetini alır. Kâinat onlar için bir kitaptır. Ayrıca kitap okumaya ihtiyaçları yoktur. Onun varislerinde de bu tecelli etmiştir. Onun varisleri de bu kâinata Kitab-ı Kebir-i Kâinat- Büyük Kâinat Kitabı- demişlerdir ve bu kitabı okumuşlardır. Göklere bakarlar ve onda Necm Suresi tecelli ederdi. Necm Suresi’ni yıldızlara baka baka okurlardı. Necm, yıldız demektir. Necm Suresi’ni yani Yıldız Suresi’ni yıldızlara baka baka okurlardı, canlı canlı okurlardı. Allah’ın erleri böyledir.

وَالْجِبالَ أَوْتاداً

  • Dağları da birer kazık yapmadık mı?4

Dağlara gözünü diker ve dağ ile kontak kurar, bütünleşir. Onun için imkânınız olduğu zaman ilgili sureleri özellikle Nebe Suresi’ni- bu fakir Efendim’le dağlara çıktığım zaman oraları okurken, okuduğum âyetleri, ilgili kısımlar geldikçe hep o taraflara bakardı. O’nun gözünde, yüzünde ben, sureyi görürdüm.- siz de okuyun. Çok tatlıdır. Sadece dilinizde kalmaz. Sadece aklınızda kalmaz. Sadece gönlünüzde kalmaz. Bütün uzuvlar nasiplensin.

TİLAVETTE MANA

Tilavete ne kadar uzvun iştirak ederse o kadar okkalı okumuş olursun, o kadar batmanlarca ecir ve sevap alırsın. İçerik ne kadar dolu ise o kadar ecir alırsın. Meselenin cirmi önemli değil, suret, görünüşü önemli değil, içindeki önemlidir. Eskiler buna “mana” derler.

Demek ki kıyamet, kıyam et, ayağa kalk, قُومُوا ‘nunTürkçesi kıyam ettir.



وَقُومُوا لِلَّهِ قَانِتِينَ

  • Allah’ın huzurunda kıyam ediniz.”5

Dimdik durunuz, boynunuzu bükmeyin. Omzunuzu alçaltmayın. Sağa sola sapmayın, çıbık gibi durun. Dümdüz durun. Bazı cahil mollalar vardır, iki büklüm namaz kılar, sonra da Şeytan ona iyi bir şey yaptığını telkin eder. Ne iyi bak senin gibisi var mı mütevazı adamsın sen yahu, bak hepsi kazık gibi durmuş sen dal gibi olmuşsun. Bu doğru mu? Bu cahilce bir telkindir. Cahilin sofuluğu böyle olur, kendi mantığınca olur. Mantık ne ki, din senin mantığına uyar mı? Senin mantığın dine uymalıdır. Uymanın anlamı budur. Din, ittibadır. Herkesin mantığına göre kalsaydı herkes bir çeşit yol açar gider, herkesin dini ayrı olurdu. Bu insan, sefillik yapmaktadır. Çünkü kıyam demek dimdik ayakta durmak demektir. Say balkım şu nazmın farzlarını dersin kıyam diye başlar. Dur orada bakayım, öyleyse doğrul, dimdik dur bakayım. Sen kıyam etmiyorsun ki, sen neredeyse rükû yapıyorsun. Rükûnun yeri ayrıdır, kıyamın yeri ayrıdır. Bunun için Hazret-i Ömer o dinin âdil hükümdarı, halifesi Allah’ın dinini de böyle adalet üzere kıyam ettirirdi, din konusunda taviz vermezdi. Onun için uyarır, uymayanları da kırbacıyla vurar onların da belini doğrulturdu, doğrultun şu belinizi derdi. Namazda o adamların belini doğrulturdu. İşte dinimiz budur. Din bu şekilde istikamet üzere oluşu ifade eder. Rükû mu yapacaksın, doksan derecelik bir açıyı oluşturacaksın. Onda da belin dümdüz olsun. Başın ile belin aynı düzeyde olsun. Kafanı aşağı yukarı ona göre açıyı ayarlayacaksın, bunun için de egzersiz yapacaksın. Nasıl olsa olur, eğilince olur, olur mu, spor yapıyorlar da olmadı diye kaç defa tekrar ettiriyorlar. Büyüğüm namaz kılarken bana bakar beni izlerdi, şöyle yap böyle yap diye beni uyarırdı, bütün hâl ve harekâtımı düzeltti. Sen de bir büyüğe düzelttireceksin. Nasıl yapabiliyor muyum? Gerekirse ayna koyacaksın aynadan yandan bakacaksın. İbadet ediyorsun, kâğıda resim çizmiyorsun.

KADER KİTABINA ÇİZİLEN RESİM

Kader kitabına Allah’ın verdiği bilgi ve emir doğrultusunda kulluk çizelgesi, kulluk yapıyorsun, kendini resmediyorsun, kendini yapıyorsun, yapılandırıyorsun. Böyle eğri büğrü yaparsan bu iş ilerde karşına eğri büğrü şeyler çıkacak. Eğer düzgün, dolgun, olgun istiyorsan öyle ise burada ona göre davranmalısın. Ölüm dediğimiz hadise aslında bir başka âlemde doğuş, bir başka âlemde yeni bir hayat buluş demektir dedik. Böyle anlayacağız. Hiçbir zaman mevt-i mahz, katıksız tamamen ölüm diye bir şey yoktur. Yok oluş diye bir şey yoktur. Bunlar mecazi kavramlardır. Bir hâlden bir hâle değişim vardır. Kur’an buna طَبَقًا عَنْ طَبَقٍ6 der. Bir hâlden bir hâle dönüşeceksiniz.

أَيَّ مُنْقَلَبٍ يَنْقَلِبُونَ

  • “…hangi akıbete uğrayacaklarını göreceklerdir.”7

Bunun diğer bir adı da inkılabtır. O hâlde biz inkılâba uğruyoruz. انقلاب bir hâlden bir hâle değişim demektir. Ve bunun merkezi de kalptir. انقلاب, kalp kelimesinden gelir. انقلاب kelimesi انفعال babında قلب kökünden gelen bir fiildir. Demek ki insan kalbinin her atışı ona yeni bir yön verir. Kalbin her yeni bir atışı onu yeni bir havaya sokar. O, ona ya artı getirir veya eksi getirir. Allah’ın yüce adıyla istikamet temposu ile atışını yaparsa

وَمَا رَمَيْتَ إِذْ رَمَيْتَ وَلَكِنَّ اللَّهَ رَمَى

  • Attığın zaman da sen atmadın fakat Allah attı.”8

Bu atışı tam hedefinden vurursun. Allah’ın adıyla attın mı? Çünkü kalbin her bir atışı neticesinde bir vuruş kaydediyorsun. Ama bu vuruş Allah’ın dilediği tarafa mı yoksa hedefi sapıttın da kendini mi vuruyorsun? Bir de o var. Nice adamlar, böyle sapık kişiler avını avlıyorum derken kendini avlamıştır veya arkadaşını avlamıştır veya oğlunu, kızını avlamıştır. Bu tabii son derece sapık, saptırılmış anormal bir davranıştır. İşte böyle kendini mahvedenler vardır. Eğer insan Allah’ın yüce adıyla Hak Teâlâ’ya yönelik bir kalp pusulası oluşturmazsa Hakk’a yönelik O’nun yüce adlarını telkin ederek kalbi programlayamazsa, o şekilde bir kurgu ile kalp çalışmazsa, çalıştırılmazsa o bu sefer de başkasının adıyla atmaya başlar. Masivanın adı ona yerleşir.
DÜNYA MASİVADIR

Masiva nedir? Genel anlamıyla dünyadır. Dünya ve Allah, ya Allah’a yönelirsin, Allah’a yönelmiyorsan dünyaya yönelirsin. Allah, “dünyadan sakının” buyurdu. O müthiş bir büyücüdür. Harut ve Marut’tan daha büyücüdür. Sakın sizi aldatmasın.

فَلا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَياةُ الدُّنْيا

  • Dünya yaşamı sakın sizi aldatmasın.9

وَغَرَّتْهُمُ الْحَياةُ الدُّنْيا

  • Dünya yaşamı onları aldattı.”10

Bunlar Kur’an’da uyarılmıştır ve bu yöndeki oluşumlar anlatılmıştır. Kalbin hedefi Allah Teâlâ’ya yönelik değilse

إِنِّي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذِي فَطَرَ السَّماواتِ وَالْأَرْضَ حَنِيفاً وَما أَنَا مِنَ الْمُشْرِكِينَ

  • Ben hakka yönelen birisi olarak yüzümü, gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Ben Allah’a ortak koşanlardan değilim.11

yoksa ben yüzümü çevirdim demiyorsa yanlış yola adım atmıştır.

İbrahim Nebi gibi hanif değilse, hanif ne demek? Hanif, masivayı bırakıp tamamen bütünüyle Allah’a yöneliş eli,gözü, kulağı öyle aklı, fikri öyle bütün zerratı öyle, yaratana yönelik müteveccih bir başka şeye dönüp bakmıyor, ilgilenmiyor, kendini tamamen Allah’a döndürmüşsen haniftir işte bu haniftir. Her Müslüman haniftir. Müslümanlar haniftirler.



حَنِيفاً مُسْلِماً

  • İbrahim ne Yahudi idi ne de Hıristiyan. Fakat o, hanif (Allah’ı bir tanıyan, hakka yönelen) bir müslümandı. Allah’a ortak koşanlardan da değildi .”12

Bu sıfat kendisinde belirmiş olan her Müslümanın müşrik olması mümkün değildir.

وَما أَنَا مِنَ الْمُشْرِكِينَ

  • Ben Allah’a ortak koşanlardan değilim.”13

İbrahim Nebi’nin ifadesiyle Yüce Allah’ın İbrahim’i tanıtmasında da

وَما كانَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ


HEDEF SÜVEYDA-İ KALP

İşte kalbimiz bu yönüyle Allah, Allah diye attıkça Allah’ın izniyle hedefi tam ortasından vurur. Tam süveyday-ı kalpten hedef oluşur. Yaklaşık da olabilir. Önemli olan merkez içerisinde olmaktır. Genelde böyle atış yapanların poligomlarında böyle daireli çizgiler vardır. Böyle açılımlı, daire tarzındadır, merkezi biraz daha ufaktır gittikçe açısı genişler, gittikçe genişler, tabii ki bu orta noktada bir mesafe vardır, tam ortadan, merkezden vuranlar vardır. Ama onlar çok azdır. Olsun, o merkeze yakın ise o da güzeldir, onlar da merkezden sayılır. Ne kadar yaklaşabilirse o kadar a’la’dır, Allah inayet buyursun. İşte kişiler bu atışı kaydederken her Allah deyişte hedef bellidir, zat-ı sübhanidir. Allah, Allah derken bunun açılımı

إلهي أنت مَقْصُودِي ورضاك مَطْلُوبِي

Sadat-ı Nakşibendiyye dediğimiz bu büyüklerimiz, bizim manevi atalarımız hep Allah Allah ism-i şerifini zikretmişlerdir ve zikredilmesini bizlere öğütlemişlerdir. Ama bu çekirdeği biz biraz açacak olursak bu ne demekmiş?



إلهي أنت مَقْصُودِيAllah’ım, maksudum sensin, benim maksadım sensin, gayem, amacım sensin, ben senin için bakıyorum, ben senin için konuşuyorum, ben senin için otururum, kalkarım, okurum yazarım, nefes alırım, düşünürüm taşınırım. Hep senin için Ya Rabbi! Bütün bu mevzuatın içerisinde ana mevzu, konu sensin. Bakmamdaki konu sensin. Konuşmamdaki, sohbetimdeki konu sensin. Velhasıl her hâlükârda maksadım sensin. ورضاك مَطْلُوبِيve benim peşine düştüğüm senin rızandır,” benim aradığım, benim istediğim senin hoşnutluğundur. Kur’an’ında rızadan söz ediyorsun. Razı olduğun kullarından söz ediyorsun. Ve ben de buna can atıyorum. Buna gönül veriyorum. Ben bunu ülkü edindim. Senin rızan olmadan hiçbir şeyin yürümeyeceğini, hiçbir şeyin değerinin olmayacağını biliyorum. Bu nedenle matlubum senin rızandır. O halde bunları bana ver diyorsunuz. Ben bunları istiyorum. İşte her Allah deyişin içindeki potansiyel anlam budur. Bu şekilde insan hareket halindedir. Bu adam otursa da yürüse de müthiş bir hıza sahiptir. O Allah deyişin, kalbin her hareketinin içerisinde lafzatullahın oluşu ve o lafzatullahın içeriğinde de bu anlamın zerkedilmesi, yerleştirilmesi, insana müthiş bir hız verir. İnsanoğlunun icat edeceği en son süratli vasıta o ruhun yanında vız kalır. Onun hızı yanında vız kalır. Çünkü o insan kalbi bir anda

كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِي شَأْنٍ

  • O, her an yeni bir ilahi tasarruftadır.”15

Sırrına sahiptir. Bu sırra başka hiçbir varlık sahip değildir. İnsan kalbine bu özellik bahşedilmiştir. Onun zamanla mekânla bir ilgisi yoktur. Öyle ise işte yüce Allah’ın adında ne zaman vardır ne mekân. Bu kalbin dinamizmini düşünün. Bu kalbe sahip insanın değerini beşer biçemez. Ona kimse boy pos biçemez. Onun hakkında herhangi bir hüküm veremez. Onun hesabını ancak Allah bilir. Bir kere Allah dediği zaman, tabii ki dilinin ucuyla değil söylediğim şekilde bütün bünye o noktada toparlanmış, hepsi bir cihaza bağlanmış gibi kalbe bend olmuş, bağlanmış; hani yüzlerce hatlar vardır, bunların hepsi tek hatta birleşmiştir. Tek noktada birleşmiştir. Ve ondan sonra da o Allah diyor. İşte bütün bu kaynakların birleşmesi neticesinde bu lafzatullah söyleniyor. İşte bu insanın yeni bir hayata geçişidir. Dünya yaşamını bitiren bu adamın kalbi yeni bir yaşama geçiş kaydetmiştir.

ادْخُلُوها بِسَلامٍ آمِنِينَ

  • Girin oraya esenlikle, güven içinde” denilir.”16

Sırrına erişmiştir. O huzur âlemine selâmetle girin.

NERESİ CENNET?

Bu huzuru, Allah’a yakınlığı ifade eden nerede olursa olsun orası cennettir. Biz cenneti ölüm ötesinde sırat köprüsünden geçince işte ondan sonra bir âlem var, işte o zaman gireceğimiz yer diye düşünüyoruz. Ey Allah’ın kulları! Allah’ın zaman ve mekânı aşmış, arif kulları için cennet hâlen mevcuttur. Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat de cennet ve cehennem الْآنَ (elan) mevcuttur demişlerdir. Öyleyse nerede? Yüce Allah’ın cennet denilen yerinin anlamı Yüce Rabbini gördüğün yer demektir. Onunla birliktelik oluşturduğun yerdir. Yerdir diyoruz ötesini anlatamıyoruz, çünkü akıl ötesini anlamaz. La zaman la mekân dedin mi akıl fıttırır. Orada benim yerim yok, ne demek istiyorsun, ben anlamıyorum der. Anlamaz doğrudur, bu laf ancak gönle tesir eder. Gönül bunu reddetmez. Ama akıl bunu kabul etmez. Onun için biz sadece akıldan mürekkep bir varlık değiliz. Hocam, madem aklımız kabul etmeyecekse niye söylüyorsun derseniz gönlünüz var, bizim burada sohbetimizin temeli akla değil gönle yöneliktir. Biz size gönül sahibi istiyoruz diyoruz. Bize gönüllüler gelsin diyorum, akıllılar gelsin demiyorum ki. Dışarıda dolu akıllı var, İblis’ten daha akıllısı da yoktur. Şeytandan daha akıllı varlık var mı? Ama o rezil nerede? إِلى جَهَنَّمَ زُمَراً 17Şu halde kalp böyle bir yaşama erişti mi o yaşam cennet yaşamıdır. وَهُوَ مَعَكُمْ O sizinledir.”18 Bu anlamın içine dâhil oldu ise gönül bu anlamı içeriyorsa, gönül bu havanın ve atmosferin içerisine girdi ise artık onun cennet cehennem diye bir beklentisi yoktur. Onu akıllı olan adamlar bekler. Daha var mı epeyi, daha çok, daha yaklaşıyoruz işte epey yaklaştık ama daha çok var. Ona göre çok yoktur, onun o artık içindedir. Sevgililer Sevgilisi Muhammed (a.s) bakın size ne buyurmuş:

Yüklə 207,14 Kb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2   3




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin