Klasik türk edebiyatinda halep ve şAM



Yüklə 113,72 Kb.
tarix17.11.2018
ölçüsü113,72 Kb.
#83320
növüYazı

KLASİK TÜRK EDEBİYATINDA HALEP VE ŞAM

Aysun SUNGURHAN


ÖZET

Klasik Türk Edebiyatı şairleri, doğup yetiştikleri yerleri, önemli kültür merkezlerini çoğunlukla mesnevi nazım şekliyle yazdıkları şehr-engîzlerde tasvir etmektedirler. Ancak bu tür şehir tasvirleri divanlardaki kaside, gazel, kıta, tuyuğ gibi nazım şekilleriyle yazılan şiirlerde de bulunmaktadır. Divanlardaki şiirlerde yapılan şehir tasvirlerinde dönemin sosyo-kültürel hayatı, şehrin siyasî ve coğrafî yapısı gözler önüne serilmektedir. Bu bakımdan şehir tasvirleri, edebiyat tarihçilerini, sosyoloji, etnoloji gibi ilim dallarıyla uğraşanları, coğrafyacıları ilgilendiren önemli bilgiler içermektedir.

Halep, Suriye’nin önemli şehirlerinden biridir ve coğrafî konumundan ötürü eskiden kervanların uğrak yeri olmuştur. Suriye sınırları içerisinde bulunan bir başka şehir de Şam’dır. Şam, Mekke, Medine ve Kudüs’ten sonra İslâm dünyası için önemli bir merkezdir. Çalışmada, uzun yıllar Osmanlı Devleti’nin idaresi altında kalan Halep ve Şam’ın Klasik Türk Edebiyatı şairlerinin şiirlerinde nasıl tasvir edildiği üzerinde durulmakta; her iki şehir dönemin aydın niteliğini taşıyan şairlerin gözünden tanıtılmaya çalışılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Halep, Şam, Klasik Türk Edebiyatı, Divan, Şehir Tasvirleri
ALEPPO AND DAMASCUS IN CLASSICAL TURKISH LITERATURE

ABSTRACT

The poets of the classical Turkish literature described the regions where they were born and raised and important cultural centers in şehr-engîz (poems about a city) that they wrote mostly in the masnavi verse style. However, descriptions of cities were also used in poem styles such as kaside (eulogies), gazel (odes), kıta (stanzas), tuyuğ (folk poems written in quatrains in aruz meter) in Divan literature (also known as classical Ottoman literature) works. The socio-cultural life of the period and the political and geographical structure of cities are represented by their descriptions in the poems of Divan literature. In this respect, city descriptions contain important information regarding literary historians, experts studying in fields such as sociology and ethnology, and geographers.

Aleppo is one of Syria’s important cities, and it was frequently visited by caravans due to its geographical location. Damascus, Syria is one of the most important cities to the Islamic world after Mecca, Medina and Jerusalem. This study examines the way poets of the classical Turkish literature described Aleppo and Damascus, which were ruled by the Ottoman Empire for many years, in their poems and introduces both cities through the eyes of the poets who were regarded as the intellectuals of the period.
Keywords: Aleppo, Damascus, Classical Turkish Literature, Divan, Descriptions of Cities

Klasik Türk Edebiyatı şairleri doğup yetiştikleri veya gezip gördükleri yerleri, önemli ticaret ve kültür merkezlerini birçok eserde kaleme alıp tasvir etmişlerdir. Bu eserlerin başında mesnevi nazım şekliyle yazılan şehr-engîzler gelmektedir. Türk edebiyatında “şehr-engîz”, Fars edebiyatında “şehr-âşûb” adıyla anılan eserlerde genellikle esnaf güzeller övülürken şehir de çeşitli yönleriyle tanıtılmaktadır (Tezcan 2001: 163). Müstakil kitap halindeki mesnevilerde de kimi zaman bir başlık altında şehir tasvirlerine yer verilmektedir. Şehir veya şehir adlarının konu edildiği bilâdiyelerin yanı sıra mesire yerlerinin anlatıldığı örnekler de bulunmaktadır (Kurnaz 1997: 230-253; Aksoyak 2007: 37-51). Ayrıca şehirler, semtler, kasidelerin nesip bölümlerinde; gazel, kıta, tuyuğ gibi nazım şekilleriyle yazılan şiirlerin bütününde işlendiği gibi kimi zaman sadece bir veya birkaç beyitte de söz konusu edilmektedir. Bu tarz şiirlerde şehir adları genellikle redif olarak kullanılırken, yapılan tasvirler ile şehrin sosyo-kültürel hayatına, siyasî ve coğrafî yapısına dikkat çekilmektedir (Eyduran 2007: II/465-474). Zaman zaman şehirler hicv de edilmektedir (Kutlar 2011: 1-16). Klasik Türk Edebiyatı’ında bu tarz tavsiflerin yapıldığı şehirlerin başında İstanbul, Edirne, Manisa, Amasya gibi Anadolu şehirleri ve Osmanlı Devleti’nin sınırları içerisinde kalan Mekke, Medine, Halep, Şam ve Bağdat gibi önemli merkezler gelmektedir.

Edebî metinlerde Halep ile Şam çoğunlukla birlikte anılırken Hicaz, Bağdat, Mekke, Medine ve az olmakla birlikte Yemen de söz konusu edilmektedir.

Bu şerefdür nazar-ı ehl-i merâsimde dahı/Pest iden Mısr’a göre pâye-i Şâm u Haleb’i

Neylî (Erdem 2005: 190)

Ol müsteşâr-ı mü’temen kim reşk ederler cümleten/Hükkâm-ı Bağdâd u Yemen fermân-dih-i Şâm ü Haleb

Nef’î (Akkuş 1993: 255)

Günümüzde Suriye’nin önemli şehirlerinden biri olan Halep, Anadolu’dan Mezopotamya’ya, Akdeniz’den İran’a giden yolların kavşak noktasında bulunmaktadır. Şehir, coğrafî konumundan ötürü eskiden kervanların uğrak yeri olmuş; ticaretle zenginleşip gelişmiş; ancak aynı yoldan sefere çıkan ordularca da ne yazık ki birkaç kez yakılıp yıkılmıştır (Yâzîcî 1997: 15/239). Şehrin Osmanlı Devleti’ne geçişi Yavuz Sultan Selim tarafından Mercidabık Savaşı’ndan sonra 28 Ağustos 1516 tarihindedir. Halep Osmanlı Devleti’nin idaresinden 1918’de ayrılmıştır (Masters 1997: 15/244-246).

Tarihte farklı zamanlarda saldırılar sonucunda yakılıp yıkılan Halep ve Şam’ın bu durumu şiire de yansımıştır. Ahmedî ve Mezâkî, Halep ve Şam’ın yanı sıra Bağdat’ın da saldırılara maruz kalarak yıkıldığını dile getirmektedir.

Meydân-ı mücâzât-ı hiyânetde Haleb’de/Çok kelleyi top eyledi çevgân-ı zamâne

Mezakî (Mermer 1991: 207)

N’ola gönlün Rûmı yıhılsa Ahmedî/Çün yıhıldı Şâm u Bagdâd u Haleb

Ahmedî (Akdoğan yıl yok: 250)

“Süt veya süt sağma” anlamına gelen Halep, edebî metinlerde “kır, akçıl” anlamında “Şehbâ” ve “uzaktan kırçıl görünen” demek “Halebü’ş-şehbâ” (Devellioğlu 1986: 1178) olarak anılmaktadır. Şehir yapılarının “Kayşanî” denilen sarımsı beyaz taştan yapılmasından ötürü Halep’in “Halebü’ş-şehbâ” adı ile anıldığı düşünülmektedir (Yeniterzi 2010: 312). Evliyâ Çelebi, Seyahat-nâme’sinde Mekke’ye gitmeden önce Halep’te sütçülük yapan Hz. İbrahim’in “Sevrü’ş-şehb” adındaki beyaz ineğinden ötürü şehre “Sağılmış beyaz inek” anlamında “Halebü’ş-şehbâ” dendiğini ileri sürmektedir. Hz. İbrahim, ineğinden sağdığı sütü iç kaledeki camide “Makâm-ı İbrahîm” denilen minberin altındaki taş teknede bekletirmiş. Halep kumandanı Kertbay, Yavuz Sultan Selim’e karşı şehri savunurken süt tekneden taşmış ve ancak fetihten sonra şehir eski haline dönmüştür (Gökyay 1995: 1/243). Nâbî bir beyitinde Halep-süt ilişkisine “Halep’te şimdi içecek süt kalmadı” diyerek değinmektedir.

Nakl itdi Rûm’a kısmetümüz dâye-i kadîr/Şehbâ’da şimdi nûş edecek şîr kalmadı

Nâbî (Bilkan 1997: II/1078)

Bugün Suriye sınırları içerisinde bulunan Şam da Mekke, Medine ve Kudüs’ten sonra İslâm dünyası için önemli bir şehirdir. Suriye’nin güneybatısında bulunan Şam, Kâsiyûn dağı ile Bâdiyetüşşâm adı verilen çöl sahası arasındaki vahada kurulmuştur (Tomar 2010: 38/311). Şam’ın eski adı “Dımışk/Dımaşk”tır. Ancak günümüzde “Dımışk/Dımaşk” yerine Arapça kaynaklarda bütün Suriye bölgesini ifade eden “Şam” adı kullanılmaktadır. Şam, Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi sırasında 9271521’de Osmanlı idaresine girmiştir. Osmanlı’nın idaresi altındayken şehir, askerî, ilmî, kültürel ve ticarî merkezi konumunu korumuştur. XVII. yüzyılın ilk yarısında iç isyanlar şehri olumsuz yönde etkilemiştir. Şam, 1918 sonunda Osmanlı Devleti’nden ayrılmıştır (Buzpınar 2010: 38/320).

Cennetin Şam’ın altında veya üstünde olduğuna inanılmaktadır. Necâtî bir beyitinde “Cennetin Şam’ın altında veya üstünde olduğu” inanışına, Azmîzâde Haletî de “Hz. İsa’nın Şam’da Ak Minare’ye ineceğine” yer vermektedir.

Zülfüne nisbet yâ alnun ola cennet yâ ruhun/Çünki Şâm’un bâğ-ı huld altında yâ üstindedir

Necatî (Tarlan 1997: 219)

Menâr-ı Hazret-i ‘Îsâ’ya çıkdı Şâm’a geldükde/Görenler ‘adl u dâdın çıkdı zann itdi Mesîhâ’yı

Haletî (Yeniterzi 2010: 326)



Sözlük anlamı itibariyle Farsça “şâm”, “akşam”; Arapça da yüzdeki “benler” demektir. Klasik Türk şiirinde Şâm genellikle bu anlamlara gelecek şekilde tevriyeli kullanılmaktadır. “Şâm” kelimesine “nisbet ye”si getirilerek oluşturulan “Şâmî”, “Şamlı; akşamcı, yani her akşam işret eden, zenci” anlamlarına da gelmektedir (Kurnaz 1992: 385). Osmanlı Devleti’nin fethinden önce Şam ve civarında kullanılan gümüş paraya “Sikke-i Şamî” denmiştir (Sertoğlu 1986: 321). Sûdî’ye göre de Hint’te bir memleketin adı “Şâmiyân”dır (Kurnaz 1992: 385). Şiirlerde “Halep” ve “Şâm” sevgilinin saçının siyahlığıyla ilgi oluşturacak şekilde kullanılıken, beyazlığı temsil eden Anadolu anlamına gelen “Rûm” kelimesiyle de tezatlık oluşturur.

Şâmîler itmesin diyü ikide bir hücûm/Götürdi zülf kâ’idesin yüzden ehl-i Rûm

Necâtî (Tarlan 1997: 363)

Güneş tayy-ı mekân itmiş ki seyri/Olur giceyle Şâm u gündüzin Rûm

Mesîhî (Mengi 1995: 219)

Ruhsârın üzre turralar olmuş girih girih/Gûyâ Hicâz’a bağladılar Şâmiyân miyân

Bâkî (Küçük 1994: 5)

İy sanem zülfündedür ta’zîm-i Şâm/Da’vetinden buldılar tencîm-i Şâm

Şol yüzün agındadur ümmîd-i Mısr/Şol kara saçundadur her bîm-i Şâm

Ol mübârek gündedür nev-ruz-ı ruz/Ol huceste dündedür takvîm-i Şâm

Şol iki haddun iki zülfün dürüst/Ya’nî oldur nîm-ruz u nîm-Şâm

Şemme-i şeb-revlerün şâh-ı dile/Ger ire anun olur iklîm-i Şâm

Şâmun erkâmı olur her safhada/Hatt-ı ruyun üzredür terkîm-ı Şâm

‘Aynî dil dalını virdi ana kim/Andadur cism-i cemâl ü mîm-i Şâm

Karamanlı Aynî (Mermer 1997: 571)

Şeyhülislâm Yahyâ, Halep redifli şiirinde sevgilinin şaraba benzeyen dudağı ile Halep şarabı arasında bir kıyaslama yaparken, dolaylı yoldan oranın şarabıyla ünlü olduğunu hatırlatır.

Zülfün kokusı müşk olup nâf-ı Haleb’de/Ragbet mi kodı ‘anbere eknâf-ı Haleb’de

Lutfun yili cân-bahş olup esdükde kalur mı/Bir seng ki gül virmeye etrâf-ı Haleb’de

Câm-ı leb-i şîrînüni emmek ne safâdur/Bu neşve ‘aceb var mı mey-i sâf-ı Haleb’de

Benzer ruh-ı rengîn ile bir gonce-i âle/Bir tıfla düşürdüm dili eşrâf-ı Haleb’de

Yahyâ ide Vassâf dahı tab’una insâf/Hoş şi’r didün hak bu ki evsâf-ı Haleb’de

Şeyhülislâm Yahyâ (Kavruk 2001: 405)

Şairler, zaman zaman hac görevini yerine getirmek amacıyla yaptıkları ziyaretlerde de bu bölgeleri betimlemektedir. XIII. yüzyıl şairlerinden Ahmed Fakih, hacca giderken gördüğü Şam, Kudüs, Mekke ve Medine ile orada ziyaret ettiği kutsal yerleri “Kitâbu Evsâf-ı Mesâcidi’ş-şerîfe” adlı eserinde anlatmaktadır. Bu eserde “Fî Zikri Vasfı’ş-şâmi’l-mübârek” başlığı altında Şam’da bulunan mescitlerden, şehrin tabiî güzelliğinden ve şehir halkının misafirperverliğinden söz edilmektedir.

Çıkup Şâm ehli bizi karşuladı/Görüben bizi hoş şâzılık itdi

Hakun toksan tokuz rahmeti anda/Ki yapılmış görün mescidler anda

Yidi ırmak akar şehrün ucına/Hatâdur benzedürsem Rûm u Çîn’e

Toyar kişi anun ni‛metlerine/İrüp konduk bir gün bir hân içine

Gidişde anmaz imiş evin âdem/Dönişde üşer imiş başına gam

Düşer imiş oğul kızı firâkı/Bedel olmaz köyine Şâm ‘Irâkı

Ahmed Fakih (Mazıoğlu 1974: 40)

Halep havasının, suyunun güzelliğiyle tasvir edilirken, cennet ile kıyaslanır. Nâbî, bir gazelinde Halep’i redif olarak kullanırken, “Şehrin havası, suyu o kadar güzel, ferahlık vericidir ki cennet ve şarap, bu güzellik karşısında kendinden utanır” der. Ayrıca Halep’in dört mevsim hiç kesilmeyen rüzgârlı bir havası vardır.

Şarâba şerm virür âb-ı cân-fezâ-yı Haleb/Şemîm-i cenneti mahcûb ider hevâ-yı Haleb

Leb-i mütâna olur hande-rîz-i istihzâ/Nemek-sirişte leb-i piste-i fezâ-yı Haleb

Buna hevâda ‘Irak u ‘Acem muhâlifdür/Ki çâr faslı da nev-rûz ider sabâ-yı Haleb

Esâsı kâv-ı zemînün şikest ider şâhın/O denlü ser-be-ser-i çerhdür binâ-yı Haleb

Bihişt kanda görür hüsninün temâşâsın/Tururken âyîne-i âb-ı dil-güşâ-yı Haleb

Sezâdur olmaga zeyn-i mevâlî-i ‘ulemâ/Nasîb olursa kime mansıb-ı kazâ-yı Haleb

Nesîm-i ‘âfiyetün desti şell olur Nâbî/Meded-res olmasa tedbîrine safâ-yı Haleb

Nâbî (Bilkan 1997: I/468)

Hâkine vârını sarf itmemedür berg-i bahâr/Dem-be-dem nâ’il-i seyrânı sabâ bâd-ı hevâ

Nâbî (Bilkan 1997: I/259)

Şehrî de bir gazelinde Halep’i redif olarak kullanır ve Halep’in neşe veren havasından, suyundan, cennet ve İrem bahçesi gibi güzel oluşundan, rüzgârından, sağlam binalarından, şairlerinden söz eder. Ayrıca Halep ile Şam’ın mukayesesi sonucunda Halep’i alabilmek için üstüne Şam’ın bile verilebileceği ifade edilir.

Mey kadar neş’e virür âb u hevâsı Haleb’ün/Âh cennet gibi olsayidi bekâsı Haleb’ün

Yolı enfâs-ı Mesîhâ’ya mı ugrar bilmem/Rûh-bahşâne eser bâd-ı sabâsı Haleb’ün

Andırur kalbini hûbân-ı cefâ-pîşelerün/Hüsn-i sûretde metânetde binâsı Haleb’ün

Görinür Bâg-ı İrem sahnına dek hâ’il yok/Münkeşif tâ o kadar seyr-i safâsı Haleb’ün

Mâlik olsam hele ben üste virürdüm Şâmı/Nakd-i cennetle mezâd olsa bahâsı Haleb’ün

Şehrî tahsîn iderüm bu gazel-i bî-bedele/Virse gönlümce nazîre şu’arâsı Haleb’ün

Şehrî (Demirel 1999: 149)

Yûnus Emre “Halep ile Şam’ı gezdim, ilmi öğrendim. Ancak edep olmadan ilim bir hiç imiş” diyerek Halep ile Şam’ı ilim öğrenme yeri olarak anar; ancak edep olmadan ilmin bir önem arz etmediğini vurgular.

Gezdim Halep ile Şam’ı/Eyledim ilmi talep/Meğer ilim bir hîç imiş/İllâ edeb illâ edeb 

Yûnus Emre

Lebîb de Halep redifli şiirinde rüzgârlı havasına rağmen insanların burayı sevdiğinden; özellikle bu havanın şairlerin kalemini mest ettiğinden; Halep’in evleri, köşkleri, satışa çıksa feleğin alabilmek için güneşi verebileceğinden; cennet hurilerine Halep mermerleri ayna dahi olsa şaşılmayacağından söz eder.

Ne gûne vasf olunur şehr-i cân-fezây-ı Haleb/Ki mest eder kalem-i şâ’iri hevâ-yı Haleb

Kemîne kasrının evvel mezâdı bâg-ı İrem/Hazâna zîb-i ta’akkul degil binâ-yı Haleb

Verirdi pey-zer-i hurşîdi Müşterî-i felek/Mezâda çıksa eger hânmân-serây-ı Haleb

Nesîm-i garbi degil rukye-hân olup hıfza/Müdâm okur üfürür kudsiyâ berây-ı Haleb

‘Aceb mi safvet ile hûriyân-ı firdevse/Secencel olsa ruhâm-ı beden-nümâ-yı Haleb

Bakılsa âyinecidir yanında ‘arz-ı nahif/Cilâ-yı mıskale-i feyzdir binâ-yı Haleb

Görülmedikçe bilinmez misâl-i neş’e-i mey/Beyâna gelmez imiş vâkı’â binâ-yı Haleb (…)

Lebîb (Kutoğlu 2012: 532-533)

Kimi zaman Şam’ı, Mısır’ı seyreden şair, kendi memleketi Anadolu topraklarını görmeyi arzular.

Ey Mezâkî Mısr u Şâm’ı seyr idüp şimdi gönül/Ârzû-mend-i temâşâ-yı diyâr-ı Rûm olur

Mezâkî (Mermer 1191: 168)

Osmanlı hâkimiyetiyle birlikte Halep 17. yüzyılda büyük bir gelişme göstermiş; birçok medrese, darülhadis, imaret, han, kervansaray yapılmış; meşhur Halep çarşısında çok sayıda dükkân açılmıştır (Raymond 1995: 8-10, 28, 89). Klasik şiirde Halep, bu ticarî özelliğiyle anılmaktadır. Vücûdî, “Hayâl ü Yâr” adlı eserinin “Vasf-ı Haleb-i Şehbâ’dur” başlığı altında Halep’in çarşı ve dükkânlarından söz etmekte; önemli bir ticaret merkezi olduğu üzerinde durmaktadır.

Kân-ı ni’met derinde her dükkân/Biter ol kân içinde cevher-i cân

Çârşûsı metâ’-ı hüsn-i bahâ/Semen-i cân medâr-ı bey’ ü şirâ

Vücûdî (Aydemir 2009: 168)

Erzurumlu Zihnî ve Sâbit, Halep’in süslü yeni ipekli kumaşlarını anarken, dokumacılıktaki rolüne değinmekte ve kumaşlar üzerinde Halep damgasının bulunmasının önemini vurgulamaktadır.

Zihnî cebîn-i safha-i evrâka hâmemiz/Nev-kâle-i Haleb gibi çok zîver artırır

Erzurumlu Zihnî (Macit 2001: 163)

Kumâş-ı nev-zuhûr-ı ma’rifetden şimdilik Sâbit/Bulınmazsa Haleb tamgası İstanbul’da rağbet yok

Sâbit (Karacan 1991: 453)

Nâbî, kendi şiiri ile o dönemde özgün ve değerli olan Halep kumaşı arasında ilgi kurarken, gönlünü yeni hayaller üretmesi yönünden Halep kumaşı atölyelerine benzetmektedir (Kurnaz 2007: 619).

Nâbî dil ider emti’a-i nev-be-nev îcâd/Gûyâ ki sanâyi-kede-i şehr-i Haleb’dür

Nâbî (Bilkan 1997: I/593)

Sûdâgerân-ı şehr-i Sıtanbul’a ‘arz ider/Nâbî bu nev-kumaş Haleb yâdigârıdur

Nâbî (Bilkan 1997: I/576)

Şeyh Gâlib de Hüsn ü Aşk mesnevisinde “Evren kumaşının rengi kötü ise de yine Halep bezinden geri kalmaz. Tanıdık şehirden olan kimse, bizim malımızın nereden olduğunu bilir” diyerek Halep’in ipekli kumaşlarına değinmektedir.

Bed-reng ise de kumâş-ı evren/Kalmaz yine kâle-i Haleb’den

Ân kes ki zi şehr-i âşinâyîst/Dâned ki metâ’-ı mâ kocâyîst

Şeyh Gâlib (Okay-Ayan 1992: 46)

Cem Sultan, Konya ile Halep’i kıyaslarken, Halep’in yaldızlı, mineli cam ürünlerine dikkat çekmektedir. Beyitlerde bazen “Dımışkî âyîne”den söz edilmektedir. Bu cins aynanın demirden sapı vardır. Onay “Şol kimseye denir ki bazı Arap ve Acem diyarında Hint fakirlerinden, bazısı eline bir âyîne alıp gezdirir ve mülâkî olduğu kimseye sunar. O da bir parça âyîneye bakar, çıkarır, bir miktar para verir. Âyîneyi iâde eder. Bu vaz’ ekser Hint ve Acem fukarasınındır. Ve âyîneden murâd Dımışkî âyînedir ki demirden sapı olur.” şeklinde açıklamaktadır (Kurnaz 1992: 56).

Şîşe-i gönlin Cem’ün iy cân sıma/Kim bu şehr-i Konya’dur sanma Haleb

Cem Sultan (Ersoylu 1989: 48)

Gül yağı elde etmek amacıyla yetiştirilen “Şam gülü” adında bir gül de vardır (Baytop 1994: 123). Kâimî, Şam gülüne (verd-i Dımışk); Ahmed Paşa, Zâtî ve Yahya Bey de Şam’da üretilen gül suyuna dikkat çekmektedir.

Bakcada köşki verd-i Dımaşkî/Bülbül-i ‘aşkı derdile var ol

Kâimî (Aydın 2007: 38)

Saçsa benefşe zülfine ol gül-‘izâr âb/Şâmî gül-âb gibi olur müşg-bâr âb

Ahmed Paşa (Tarlan 1992: 101)

Haşmet “Ne Şam’ın şekeri, ne Arab’ın yüzü” deyimini kullanırken, Şam şekerini; Muhlis de “Bu menzilin suyu Şam helvası” derken, Şam helvasını öne çıkarmaktadır.

Nev-hatânın pür-halâvet bûse-i cân-perveri/Cümleden şîrîndir Şâm’ın nebât-ı sükkeri

Haşmet (Arslan-Aksoyak 1994: 120)

Suyı bu menzilün helvâ-yı Şâmî/Muattar mî-küned cân-râ meşâmî

Muhlis (Coşkun, 2007: 91)

Evliya Çelebi, Seyahat-nâme’sinde Halep’te yapılan kalkanların Anadolu, Acem ve Arap ülkelerinde çok beğenildiğini belirtmektedir (Gökyay 1995: 1/266; Kahraman-Dağlı 1999: 3/45; Kahraman-Dağlı-Dankoff 2007; 10/73). Ayrıca hafızların sayısının çok olduğu üzerinde durmaktadır (Kahraman-Dağlı 1999: 3/251). Şam da Halep gibi savaş aletleri üretimi bakımından önem arz etmektedir. Şamî kılıcın eskiden yalnız Şam’da yapılan ve daha çok savaşlarda kullanılan bir kılıç çeşidi olduğu bilinmektedir. Dımışkî hançer (Pakalın, 1983, II: 451), “Dımışkî” olarak anılan kılıç namlusu da Şam’da imal edilmiştir. Emrî ve Bağdatlı Rûhî Şam kılıcına, Ahmed Paşa Şam zırhına, Enverî Şam mızrağına, Ahmed-i Daî ve Hâzık da Şam yayına değinmektedir.

Dûd-ı âh-ı ‘âşıkı bir Şâmî şemşîr eylemiş/Çarh cellâd olmaga beñzer ki tedbîr eylemiş

Emrî (Saraç yıl yok: 124)

‘Ömr-i hasmına şebîhin etmek için her gece/Gök giyer Şâmî zırıh mehden düzer miğfer güneş

Ahmed Paşa (Tarlan 1992: 66)

Bir Şâmî nîze almış ele ucı zer-nişân/Tağıtdı cünd-i şâmı gelüp iy nigâr şem

Enverî (Kurnaz-Tatçı 2001: 114)

Benzedürlerse Dımışkî kılıca müjgânun/Aceb olmaz o meh-i sîm-beden gamlıdur

Bağdadlı Rûhî (Ak 2001: 543)

Birinin kaşları genc aya benzer/Galat didüm Dımışkî yaya benzer

Ahmed-i Daî (Alpay Tekin 1973: 339)

Nâbî bir gazelinde Halep ile Şam’ı karşılaştırırken “Yüce Allah tarafından Şam’a güzellik, Halep’e de mal, mülk ve zenginlik verilmiştir” der. Şam’da her ne kadar kazançta kıtlık varsa, Halep’te de güzellik bakımından kıtlık vardır. Halep zenginlik ile donatılmışken, Şam güzellerle doludur ve bu güzeller âşıka teklifte bulunacak kadar da cüretkârdır.

Herkesin vefk-i murâdınca Hudâ-yı müte’âl/Şâm’a hüsn eylemiş ihsân Haleb’e mâl ü menâl

Şâm’da her ne kadar kaht-ı mekâsib var ise/Bulunur şehr-i Haleb’de o kadar kaht-ı cemâl

Eyleyen mâl ü menâl ile leb-â-leb Haleb’i/Eylemiş Şâm’ı dahı dil-ber le mâl-â-mâl

Haleb içre arayup buldugını mâh-ruhân /Şâm’a var tâ ide yek merhaleden istikbâl

Başka bir hüsni de Nâbî budur ol şehrün kim/Mâh-rûyânı ider ‘âşıka teklîf-i visâl

Nâbî (Bilkan 1997: II/832)

Kalır gider bu gönül zülf-i yârdan gelmez/Hevâ-yı Şâm’ı bilen ol diyârdan gelmez

Sabâdan etme dilâ hâk-ı pâyını ümmîd/O denlü lutf (u) kerem rûzgârdan gelmez

Nef’î (Akkuş 1993: 350)

Halep ve Şam üzerine tarih manzumeleri de yazılmıştır. Uzun yıllar ömrünü Halep’te geçiren Nâbi özellikle Halep’in saray ve köşklerine, camilerine, hamamlarına, sebillerine çeşitli vesilelerle tarih düşmüştür. Nâbî, Halep’te vergi tahsildarı olarak görev yapan Abdurrahman Ağa’nın köşkü için söylediği şiirde köşkü bahçesiyle birlikte tasvir etmektedir Köşk eşi, benzeri bulunmayan gönüle, göze zevk veren, çok hoş bir bahçeye sahiptir. Bahçede derya gibi bir havuz, havuzda âşığın gözyaşı gibi coşan fıskiyeler vardır. Gölgeleri havuza düşen ağaçlar, Tuba ağacını andırmaktadır. Köşkün çiçeklerle donanmış bahçesi cennet kadar güzeldir. Ayrıca Abdurrahman Ağa, şehrin ilim, irfan sahibi kişilerini desteklenmektedir (Sungurhan 2014: 23).

Habbezâ bâgçe-i bî-bedel ü bî-hemtâ/Ki virür zevk-i temâşâsı dil ü çeşme cilâ

Kasrı nüzhetkede-i kâfile-i bâg-ı bihişt/Bâgı tamgâ-zede-i emti’a-i Çîn ü Hıtâ

Ham ü pîç-i şiken-i tâkçe-i tâkinden/Mevc-hîz olmadadur havzı misâl-i deryâ

Çeşm-i ‘âşık gibi fevvâreleri pür-cûşiş/Târ-ı ümmîd-sıfat âbı kesilmez kat’â

Sahn-ı gülzârı güzergâh-ı nesîm-i cennet/Berg-i ezhârı gazab-bahş-ı cebîn-i havrâ

Görinür âyîne-i havz-ı musaffâsından/’Aks-i eşcârı nümûdâr-ı dıraht-ı Tûbâ

Şehr-i Şehbâ’da muhassıl ser-i erbâb-ı ‘ukûl/’Abdurahmân Agâ’nun himmet-i tab’ına sezâ

Nâbî (Bilkan 1997: I/258)

Halep’te bulunan Alî Bey Hamamı’nın tadilattan geçirilerek yenilenip, süslendiğini yine Nâbî’den öğrenmekteyiz.

Pânzdeh sâle bu germ-âbe harâb olmışken/Oldı menvî ana termîm ile istihkâmı

İtdi tecdîd o kadar zînet ile zîver ile/ki ider hande meh ü mihr-i sipihre câmı

Nâbî (Bilkan 1997: I/227)

Nâbî, Halep’te Hacı Hüseyin Ağa tarafından yapılan sebile de tarih düşmüş. Hayır amaçlı yapılan sebilin yeri gayet güzeldir; suyu oldukça temiz ve soğuktur. Yüksek bir kubbesi, hoş ve nazik bir tarhı vardır.

Bu sebîli mevki’inde eyledi Allâh binâ/Sıdk ile Hâcî Hüseyn Agâ sadîk-i hoş-nihâd

Niyyeti âbı gibi sâf oldugından eyledi/Böyle bir hayra muvaffak hazret-i Rabbü’l-’ibâd

Kubbesi ‘âlî binâsı hûb âbı serd ü sâf/Tarhı hoşter tarzı nâzikter hevâsı rûh-zâd

Nâbiyâ âbın içenler didiler târîhini/Fî’sebîli’llâh bu mâ’ rûh-ı Hüseyn-i kıldı şâd

Nâbî (Bilkan 1997: I/234)

Zekeriyya Hazretlerinin Halep’te bulunan türbesi, Sultan Ahmed tarafından onarılmıştır. Bütün tamir işleri bittikten sonra Kur’an okunup, vezir ile dönemin sultanına dua edilmiştir. Bu açılış törenine Nâbî de bizzat katılmıştır.

Âlûde idüp misk ü gülâb ile türâbın/Lâzım gelen ârâyişini itdiler icrâ

İtmâm-ı bînâ hadd-i hitâma irişince/Bir hatme-i Kur’ân-ı tamâm eyledi kurrâ

Şâhenşâh-ı devrân ile bânîsi vezîre/Pür oldı du’â ile bu nüh günbed-i Hadrâ

Nâbî-i du’â-gûy-ı kadîm-i der-i devlet/Hâlince bu hidmetde olup oldugı pûyâ

Rîzân iderek âb-ı dü-çeşmin didi târîh/Makbûl ola tecdîd-i mezâr-ı Zekeriyyâ

Nâbî (Bilkan 1997: I/308, 309)

Söylenen tarihler sayesinde Halep’te kimlerin ne zaman göreve başladığı veya görevden ayrıldığı hakkında da bilgi sahibi olunmaktadır. Ayrıca bu bölgelerde vefat edenler için de tarih düşülmüştür. Kethüda Hacı İbrâhîm’in 1102/1690’da Halep’te öldüğünü Nâbî kaydetmiştir.

İde ahkâm-ı umûrında muvaffak Bârî/İde dil-hvâhı kadar hüccet-i kadrin imzâ

Nâbî bî-gâye du’â ile didi târîhin/Halebî Vahdî Efendi’ye kıla sa’d Hudâ

Nâbî (Bilkan 1997: I/320)

Hâcı İbrâhîm âhir itdi ‘azm-i âhiret/Eylesün Allâh Ta’âlâ menzilin ‘Berd ü Selâm’

Geldi bir hâtif didi târîh-i sâl-i fevtini/Hâcı İbrâhîm’e firdevs-i berîn ola makâm

Nâbî (Bilkan 1997: I/226)

Türâbî de Nâbî gibi Halep’e gelen Bostân-zâde ve Mustafa Efendi için Halep redifli tarih manzumesi kaleme almıştır.

Bostân-zâde Efendi gelüp ol verd-i ‘ulûm/Açılup gülse nola cây-ı dil-ârâ-yı Haleb

Mürde cân buldı anun her dem-i ‘Îsîsinden/Nâm-ı Yahyâ ile çün eyledi ihyâ-yı Haleb

‘İlm ü fazlıyla alup ‘adl ile oldı hâkim/Kavm-i hussâdı düşürdi gama sevdâ-yı Haleb

Eyledi ‘arz-ı cemâl ol gül-i gülzâr-ı kemâl/Zîb ü fer bulsa nola gülşen-i zîbâ-yı Haleb

Didi da’vetle anun târîhini hâtif-i gayb/Verd-i bostân ile zeyn oldı gelün cây-ı Haleb (sene 1010)

Ereğlili Türâbî (Okuyucu 2004: 68)

Geldi ey dil yine bir hâkim-i dânâ Haleb’e/İtdi rahmet nazarın Bâr-ı Te’âlâ Haleb’e

Mustafâ oldı ana fazl ile çün Şâm-ı şerîf/Mustafâ şer’in ider ‘adl ile icrâ Haleb’e

Devr-i ‘adlünle bu gün mürdeler ihyâ oldı/Gökden indi sanasın Hazret-i ‘Îsâ Haleb’e

Herkes âsûde olup başına gün togdı meğer/Saldı devlet güneşi pertevin âyâ Haleb’e

Devlet ü ‘izzet ile gördi kudûmın yârân/Didiler târîhini kâdî-i dânâ Haleb (sene 1012)

Ereğlili Türâbî (Okuyucu 2004: 117)

Şeyh Galib de Şemseddin Efendi’nin Şam’a monla olarak atanması durumunda bir tarih söylemiş ve “Onun gelişiyle devlet güneşi artık Şam’dan doğsa şaşırmamalıdır.” demiştir.

Hazret-i Şemsî Efendi kim odur âfâkda/Matla’-ı mihr-i fezâ’il mehbit-i nûr-ı felâh

Şarkdan tâ garba dek ol âfitâb-ı iffetin/Var ise gelsin nazîri işte hayy ‘ale’s-salâh

Pertev-i re’y-i münîriyle safâ-yı sinesi/Hem vişâhu’s-sadrdır ikbâle hem sadrü’l-vişâh

Nûr-ı ma’nâ oldı çün rûşen sevâd-ı harfden/Şâm’dan etse ‘aceb mi subh-ı devlet iftitâh

Râbi’ayla çıkdığı târîhini Gâlib dedim/Vâdî-i Şâm oldu Şemse’d-dîn Efendi’den sabâh

Şeyh Gâlib (Okçu 1993: II/913)

Muhlis, Emeviye (Ümeyye) Cami”nin Şam’ın şanına şan kattığını söylerken, cennetten bir bahçe olarak gördüğü camiyi Şam’ın Ayasofyası olarak nitelendirmektedir.

Benî Ümeyye’nün câmisi nâmı/İder zâyid hemîşe şân-ı Şâm”ı

Ayasufiyyesi’dür şehr-i Şâm’un/Ve hem bir ravzası dârü’s-selâmun

Muhlis (Coşkun 2007: 111)

Vücudî’nin “Hayâl u Yâr” mesnevisinde Emeviye Camisi müstakil bir başlık altında ele alınırken, âşıkların kıblesi olarak görülmekte, mihrabı sevgilinin kaşına, minberi Allah’a ulaşan merdivene benzetilmekte; Mescid-i Aksa ile kıyaslanmakta, makam-ı Mahmûd’un burası olduğu ve Hz. İsa’nın bu caminin minaresine ineceği söylenmektedir.

Bir sütûnı o hâne-i dînün/Yeg bininden kulûb-ı sengînün

Anun içindeki imâd-ı ruhâm/Sanki saf saf cemâ’at-ı İslâm

Ol makâm olmasun mı ki Mahmûd/Tâkı ider rükû’ u ferşi sücûd

Şerefesi bu burc u bârûsına/İne ‘Îsî anun minâresine

Vücudî (Aydemir 2007: 30-31)





SONUÇ

Sonuç olarak uzun yıllar Osmanlı Devleti’nin idaresi altında kalan Halep ve Şam, Klasik Türk Edebiyatı’nda sıklıkla söz konusu edilmekte ve genellikle de birlikte anılmaktadır. Şairler şiirlerinde Halep ve Şam’ı coğrafî konum ve özellikleriyle, iklimiyle, mimarîsiyle, ticarî ve ekonomik başarısıyla, sosyo-kültürel hayatıyla tavsif etmektedir. Yazılmış olan tarih manzumeleri vesilesiyle farklı sebeplerden Halep ve Şam’a gelen devlet büyüklerinin yanı sıra onların gelişini kutlamak amacıyla yapılan hazırlıklar, düzenlemeler, yenilikler ve törenler hakkında da bilgi sahibi olunmaktadır. Ayrıca şiirlerde her iki şehrin siyasî ve idârî yapısı üzerinde de durulmaktadır.

Şehirlerin kültürel yapılarında tekke, zaviye ve camiler önemli bir yere sahiptir. Osmanlılar Halep ve Şam’da harap halde bulunan birçok tekke, zaviye, cami, köşk veya hamamı onarmış; onlara yenilerini eklemiştir. Böylece dönemin mimarî anlayışının yanı sıra bugün sınırlarımız dışında kalan yerlerde Osmanlı Devleti’nin mimarî ve kültürel etkileri hakkında bilgi sahibi olunmaktadır.

Kısacası Klasik Türk Edebiyatı’ndaki şehir tasvirleri, edebiyat tarihçilerini, sosyoloji, etnoloji gibi ilim dallarıyla uğraşanları, coğrafyacıları ilgilendiren önemli veriler içermektedir.


KAYNAKLAR

AK, Coşkun (2001). Bağdatlı Rûhî Divanı, Bursa: Uludağ Üniversitesi.

AKDOĞAN, Yaşar (Yıl Yok). Ahmedî-Divan, Kültür ve Turizm Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü, e-kitap: http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/ 10591,ahmedidivaniyasarakdoganpdf.pdf?0 [Erişim Tarihi: 2 Mayıs 2016, saat: 00.08].

AKKUŞ, Metin (1993). Nef’î Dîvânı, Ankara: Akçağ Yay.

AKSOYAK, İsmail Hakkı (2007). “Feyzullah Efendi’nin Mesâiri ile Lutfî’nin Ferdî’nin Bilâdiyesine Zeyli”, Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi (Özel Sayı), s.37-51.

ALPAY TEKİN, Gönül (1973). Ahmed-i Dâ’î ve Çengnâmesi, Cambridge: Harvard Uni.

ARSLAN, Mehmet-AKSOYAK, İsmail Hakkı (1994). Haşmet Külliyatı-Dîvân-Senedü’ş-şu’arâ-Vilâdet-nâme (Sûr-nâme)-İntisâbü’l-mülûk (Hâb-nâme), Sivas: Dilek Matbaacılık.

AYDEMİR, Yaşar (2009). Vücûdî, Hayâl u Yâr, Kültür ve Turizm Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü, e-kitap: http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/10715,metinpdf.pdf?0 [Erişim Tarihi: 2 Mayıs 2016, saat: 01.22].

AYDIN, Mehmet Uğur (2007). Kâimi Divanı, Bursa: Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.

BİLKAN, Ali Fuat (1997). Nâbî Dîvânı, İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yay.

BUZPINAR, Şit Tufan (2010). “Şam-Osmanlı Dönemi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yay., C.38, s.315-319.

COŞKUN, Menderes (2007). Bosnalı Muhlis’in Manzum Seyahatnamesi, Delîlü’l-Menâhil ve Mürşidü’l-Merâhil, Isparta: Fakülte Kitabevi.

DEMİREL, Şener (1999). Şehrî-Hayatı, Sanatı, Divanı’nın Tenkitli Metni ve Tahlili, Kültür ve Turizm Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü, e-kitap: http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/10652,girisvemetinpdf.pdf?0 [Erişim Tarihi: 2 Mayıs 2016, saat: 00.35].

DEVELLİOĞLU, Ferit (1986). Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Ankara: Aydın Kitabevi.

ERDEM, Sadık (2005). Neylî ve Dîvânı, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yay..

ERSOYLU, Halil (1989). Cem Sultan’ın Türkçe Divan’ı, Ankara: Türk Dil Kurumu Yay.

EYDURAN, Aysun (2007). “Divanlardaki Şehir Betimlemeleri”, 2007 Unesco Mevlâna Yılında Uluslararası VII. Dil, Yazın, Deyişbilim Sempozyumu (02-05 Mayıs 2007), c. II, s.465-474.

GÖKYAY, Orhan Şaik (1995). Evliya Çelebi Seyahatnâmesi-Evliya Çelebi b. Derviş Mehemmed Zıllî- I. Kitap: İstanbul, Topkapı Sarayı Kütüphanesi Bağdat 304 Yazmasının Transkripsiyonu-Dizini, İstanbul: Yapı Kredi Yay.

KAHRAMAN, Seyit Ali-DAĞLI, Yücel (1999). Evliya Çelebi Seyahatnâmesi-Evliya Çelebi b. Derviş Mehemmed Zıllî-III. Kitap, Topkapı Sarayı Kütüphanesi Bağdat 305 Numaralı Yazmanın Transkripsiyonu-Dizin, İstanbul: Yapı Kredi Yay.

KAHRAMAN, Seyit Ali-DAĞLI, Yücel-DANOFF, Robert (2007). Evliya Çelebi Seyahatnâmesi-Evliya Çelebi b. Derviş Mehemmed Zıllî-X. Kitap, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi Türkçe Yazmalar 5973, Süleymaniye Kütüphanesi Pertev Paşa 462, Süleymaniye Kütüphanesi Hacı Beşir Ağa 452 Numaralı Yazmalar Mukayeseli Transkripsiyonu-Dizin, İstanbul: Yapı Kredi Yay.

KARACAN, Turgut (1991). Bosnalı Alaeddin Sâbit, Divan, Sivas: Cumhuriyet Üni. Yay.

KAVRUK, Hasan (2001). Şeyhülislâm Yahyâ Divânı, Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı Yay.

KURNAZ, Cemal (1992). Ahmet Talât Onay-Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yay.

KURNAZ, Cemal (2007). “Şiirsel Bir İmge Olarak Halep Kumaşı”, Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 2/4.

KURNAZ, Cemâl, (1997). “Arayıcızâde Hüseyin Ferdî ve Derviş Ömer Efendi’nin Bilâdiyeleri”, Divan Edebiyatı Yazıları. Ankara.

KURNAZ, Cemal-TATCI, Mustafa (2001). Ümmî Divan Şairleri ve Enverî Divanı, Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı Yay.

KURTOĞLU, Orhan (2012). Lebîb Dîvânı (İnceleme-Tenkitli Metin-Sözlük), Kültür ve Turizm Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü, e-kitap: http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/10623,lebib-divanipdf.pdf?0 [Erişim Tarihi: 2 Mayıs 2016, saat: 01.31].

KUTLAR, Fatma Sabiha (2011). “Klasik Türk Şiirinde Şehir Hicivleri ve Arpaemînî-zâde Mustafa Samî’nin Edirne Kasidesi”, Turkish Studies – International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 6/2 Spring 2011, p.1-16.

KÜÇÜK, Sabahattin (1994). Bâkî Dîvânı-Tenkitli Basım, Ankara: Türk Dil Kurumu Yay.

MACİT, Muhsin (2001). Erzurumlu Zihnî Divanı, Ankara: Kültür Bakanlığı Yay.

MASTERS, Bruce (1997). “Halep-Osmanlılar Dönemi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yay., C.15, s.244-247.

MAZIOĞLU, Hasibe (1974). Kitâbu Evsâf-ı Mesâcidi’ş-şerîfe, Ankara: Türk Dil Kurumu Yay.

MENGİ, Mine (1995). Mesîhî Dîvânı, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yay.

MERMER, Ahmet (1991). Mezâkî, Hayatı, Edebî Kişiliği ve Divanı’nın Tenkidli Metni, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yay.

MERMER, Ahmet (1997). Karamanlı Aynî ve Dîvânı, Ankara: Akçağ Yay.

OKAY, Orhan-AYAN, Hüseyin (1992). Şeyh Gâlib Hüsn ü Aşk, İstanbul: Dergah Yay.

OKÇU, Naci (1993). Şeyh Gâlib (Hayatı, Edebî Kişiliği, Eserleri, Şiirlerinin Umûmî Tahlîli ve Divânın Tenkidli Metni), Ankara: Kültür Bak. Yay.

OKUYUCU, Cihan (2004). Ereğlili Türâbî Divanı, İstanbul: Fatih Üniversitesi Yay.

PAKALIN, Mehmet Zeki (1983). Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul: Milli Eğetim Bakanlığı Yay.

SARAÇ, Mehmet A. Yekta (yıl yok). Emrî Dîvânı, Kültür ve Turizm Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü, e-kitap: http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/10607,emridivanipdf.pdf?0 [Erişim Tarihi: 2 Mayıs 2016, saat: 02.12].

SERTOĞLU, Mithat (1986). Osmanlı Tarih Lügati, İstanbul: Enderun Kitabevi.

SUNGURHAN, Aysun (2014). “Nâbî Divanı’nda Halep, Şam, Bağdat ve Medine”, Kırıkkale University Institute of Social Sciences, 1st International Middle East Symposium, Continuitiy and Change in the Middle East “Uluslararası 1. Orta Doğu Sempozyumu Bildirileri” (07-10 May 2014), C.2, s.21-32.

TARLAN, Ali Nihad (1997). Necâtî Beg Divanı, İstanbul: MEB Yay.

TARLAN, Ali Nihat (1992). Ahmet Paşa Divanı, Ankara: Akçağ Yay.

TEZCAN, Nuran (2001). “Güzele Bir Şehrengizden Bakış”, Türkoloji Dergisi, cilt: XIV, s. 163-194.

TOMAR, Cengiz (2010). “Şam”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yay. İşletmesi, C.38, s.311-315.

YÂZÎCÎ, Tâlip (1997). “Halep”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yay., C.15, s.239-244.

YENİTERZİ, Emine (2010). “Klasik Türk Şiirinde Ülke ve Şehirlerin Meşhur Özellikleri”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, The Journal of International Social Research, Volume: 3 Issue: 15.



Doç. Dr. Aysun Sungurhan, Kırıkkale Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Kırıkkale, e-mail: aysunsungurhan@hotmail.com.


Yüklə 113,72 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin