Modern arap romaninda tüRKİye imaji: subhi fehmavi Örneğİ Öz



Yüklə 53,08 Kb.
tarix12.08.2018
ölçüsü53,08 Kb.
#69798

MODERN ARAP ROMANINDA TÜRKİYE İMAJI: SUBHİ FEHMAVİ ÖRNEĞİ

Öz

Napolyon’un Mısır’ı işgaliyle birlikte başladığı kabul edilen Modern Arap edebiyatı günümüze kadar şiir, hikaye, roman gibi alanlarda büyük bir birikim oluşturmuş durumdadır. Konu bakımından oldukça zengin olan Arap edebiyatında Türk/Türkiye imajı da önemli bir yer tutmaktadır. Türkiye İmajını konu edinen yazarlardan biri de Filistin asıllı Modern Ürdün romancılarından kabul edilen Subhi Fehmavi’dir. Yaklaşık 10 adet roman ve çok sayıda kısa hikaye ile öne çıkan Fehmavi’nin Ala Babı’l-Heva (el-Heva Sınır Kapısında) adlı romanında seyahat ettiği ülkeler arasında yer alan Türkiye ile ilgili tasvirleri de göze çarpmaktadır.

Bu Çalışmada, Romandan hareketle Türkiye’de yaşadıklarını genel olarak olumsuz bir dil ve tasvirle ele alan yazarın bu düşüncesinin kaynağını ve edebi değerini irdeleyecek; Ayrıca hikayenin geçmiş olduğu 1990’lı yıllar ile şimdiki Türkiye arasında da bir mukayese yapma imkanı bulacağız.

Anahtar Kelimeler: Subhi Fehmavî, Modern Arap Romanı, Ala Babı’l Heva, Türkiye İmajı, değişim.

THE IMAGE OF TURKEY IN MODERN ARAB NOVEL: SUPHİ FEHMAVİ EXAMPLE

Abstract

Modern Arabic literature which is considered to have begun with the Napoleon's invasion of Egypt, has accumulated a great deal of experience in such fields as poetry, story and novel. The Turkish / Turkey image is also an important part of Arabic literature, which is very rich in terms of subject matter.

In this work, the depictions of Turkey, which was originally used as a venue during the trip, were struck by Subhi Fehmavi-intrinsically Palestinian and Jordanian citizen- in his novel Ala Babı'l-Heva (at al-Heva border gate). Admitted to the novels of modern Jordan, Fehmavi stands out with about 10 novels and numerous short stories.

By questioning the source of this thought by the author who deals with what he lived in Turkey with a negative language and depiction in general, we will be able to make a comparison between the 1990s, when the story has passed, and the todays Turkey



Keywords: Subhi Fehmavi, Modern Arab Novel, Ala Babı’l Heva, The Image of Turkey, change,.

1789 tarihinde Napolyon’un en önemli İslam düşünce merkezlerinden bir olan Mısır’ı işgal etmesiyle başlayan Modern Arap edebiyatı dönemi (Landau, 2002) kendisinden önceki dönemlerden tamamen farklı metot ve içeriğe sahiptir. Cahiliye dönemi ile başlayan ve zirve olarak kabul edilen dönemden itibaren uzun bir geçmişe sahip olan Arap edebiyatı, dünya edebiyatları içinde önemli bir yere sahiptir. Sözlü bir geleneğe sahip olan Arap edebiyatında şiir, hep revaç bulmuş ve öne çıkan bir tür olsa da nesir alanında da değerli birçok eser görülmektedir.

Modern dönem Arap edebiyatında özellikle roman sanatının, farklı türleriyle birlikte yer edindiği bir gerçektir. Muhammed Huseyn Heykel’in Zeyneb adlı romanıyla başlayan yeni şekil romancılık Taha Huseyn, Tevfik el-Hâkim, Mustafa Manfeluti gibi şahsiyetlerle devam etmiş ve nihayetinde Necib Mahfuz’un Nobel edebiyat ödülünü almasıyla birlikte yeni bir zirve yakalamıştır.

Modern dönem Arap edebiyatında; göç, Filistin, aşk, kadın, toplumsal sorunlar, adaletsizlikler, zulüm gibi konuların yoğun bir şekilde işlendiğine şahit olmaktayız.

Modern Arap edebiyatında Türkiye ve Türklerin imajı hakkında son dönemde bazı önemli çalışmalar yapılmıştır. Türkiye ve Türklerin imajının, edebiyatçının dünya görüşüne göre dönem dönem değiştiği gözden kaçmamaktadır. (Atik, 1-25). Erken dönem Arap edebiyatında Türkler de Farslılar, Bizanslılar, Çinliler gibi Araplara göre ötekidir. Ancak İslami dönemle birlikte ve Türklerin İslam dünyasına etkilerinin artmasına paralel olarak artık öteki olmaktan ziyade ikinci şahıs imajını hakketmişlerdir. Ancak modern dönem ile birlikte Türk ve Arapların arasına giren Batı’nın ürettiği imaj nedeniyle Türkler uyarılmış (Fazlıoğlu, 2015: 24, 37, 61) bir şahsiyet olarak sunulmuştur. Yeni oluşturulan bu imaj ile birlikte Araplar, artık Batı aracılığıyla Türkleri okumuş ve anlamaya çalışmıştır. Kendilerine sunulan kaynakların yetersiz ve yanlı olmasından dolayı da oluşturulan resmin pek olumlu olamayacağı da kesindir.

Yakın zamana kadar, Arap dünyasında var olan Türklerin yazdığı edebi eserlere bakıldığında, sadece Nazım Hikmet ve Aziz Nesin’e ait eserlerinin tercümeleri göze çarpmaktadır. Genellikle Sosyalist Arapçı çevreler tarafından çevrilen eserlere bakılarak Türkiye ve Türk edebiyatı hakkında yazılar yazılmıştır. Genel olarak Sosyalist Arapçı çevrelerin Türkiye ve Türk tarihine bakışlarının, batıdan etkilenmelerinden dolayı, olumsuz fikirlerle bezendiği söylenebilir.

İslamcı çevrelerde ise son dönemlerde oldukça olumlu düşünceler öne çıkmaktadır. Ancak daha önce Türkiye’den göç eden hatırı sayılır sayıdaki Ermeni yazarların romanlarında, Türklere karşı açık bir düşmanlık besledikleri göze çarpmaktadır. Örneğin Suriyeli romancı Hanna Mina, krizin yaşadığı dönemleri ve sonrasını konu alan romanlarından (İnan, 2008: 16 ) sayılabilir.

I.

MODERN ARAP EDEBİYATINDA TÜRK İMAJINA YER VEREN YAZARLARDAN BİRİ DE SUBHİ FEHMAVİ’DİR. Subhi Fehmavî, Filistin asıllı Ürdünlü çağdaş romancı ve hikayeci olarak öne çıkmaktadır. Aslında, Fehmavî ziraat fakültesi çıkışlı olup bahçe/peyzaj mühendisidir. Ancak küçük yaştan itibaren yazma tutkusu, onu bambaşka bir alana çekmiştir. Başlıca Romanları: al-Azbe, (2005), el-Hubbu fi zemeni’l-‘avleme 2006, Hurmetani ve Mahremun 2010, Kıssatu’l-ışki’l-Ken’aniyye (2009), el-İskenderiyye 2050 (2009), el-Ermeletu’s-sevda (2011) ve Sirvalu’l-Belkis (2014)’dir. Romanlarının yanı sıra kısa öykülerin toplandığı 5 kitabı ve ayrıca tiyatro eserleri de mevcuttur.

Subhi Fehmavî’nin Türkiye ve Türk imajını yansıtan en önemli romanı ‘Ala Babi’l- Heva (2014) adlı eseridir. Biz bu çalışmamızda romana genel olarak değindikten sonra Türkiye izlenimlerini anlamaya ve yorumlamaya çalışacağız.

II.

Fehmavî’nin ‘Alâ Babi’l-Hevâ adlı romanı, seyahat izlenimlerini merkeze alan bir romandır. Yazarın romanı için seçtiği isim, Hatay ili sınırları içinde Türkiye-Suriye sınır kapısı olan Cilvegözü’nün Suriye tarafında olan kapının ismidir. Ancak Heva kelimesi aynı zamanda “sefa, aşk, eğlence” anlamlarına gelebilmektedir. Dolayısıyla okuyucu başlangıçta bu isimlendirmenin “eğlence kapılarında dolaşmak” anlamında olduğunu da zannedebilir. Zira tümüne bakıldığında son bölüme kadar romanda, kendisini gezme ve eğlenmeye vermiş bir kahramanın hayatı sergilenmektedir. Ancak son bölüme gelindiğinde, okuyucuyu, roman kahramanının Avrupa’dan aldığı ve sorunsuz bir şekilde sınır kapısına kadar getirdiği arabası için kapı işlemleri esnasında yaşadığı sıkıntıları gözler önüne seren betimlemeler karşılamaktadır.

Modern Arap edebiyatında eser başlığı çok önemlidir. Eserden bir parça belki de temeli (el-Beyatî, 2011: 69) metinden ziyade anlamlı bir anahtar olarak da görülmüştür. (Obaid, 2015:15).

Fehmavî’nin, romanlarında kullandığı dilsel özelliklere bakıldığında dilinin çok yalın ve anlaşılır olduğu, vasıfların yoğun olmasına rağmen okuyucu tarafından kolay anlaşıldığı göze çarpmaktadır. (Haydar,14). Yazar, genel olarak fasih Arapçayı kullansa da bazen tam yerinde yerel lehçeler de kullanmaktan kaçınmaz ve bu durum, esere ayrı bir değer katar. Eserlerin genelinde mizah sanatını kullanmaktan da kaçınmayan Fehmavî, böylelikle akıcı bir üslûp yakalayarak okuyucuyu esere daha çok bağlamaktadır.

III.

Romanın etrafında cereyan ettiği ve aynı zamanda anlatıcı kahraman Halil “Kırsal Gençlik Liderliği” toplantısına katılmak üzere genç yaşında Almanya’ya gider. Almanya’ya ilk gidiş yılı olan 1982, aynı zamanda olay örgüsünün de başladığı tarihtir. Filistin asıllı olan Halil, bu coğrafyada yaşanan savaş, göç ve muhacirlik durumlarının tamamını birebir yaşamış ve her Filistinli gibi bu sorundan etkilenmiş ve bu etkiyi hayatı boyunca hissetmiştir.



Halil’in Almanya’ya ilk gidişi, 1972 Münih Olimpiyatları’nda yaşanan ve 12 İsrailli ile 5 Filistinli’nin yaşamlarını yitirmesiyle biten trajediden 10 yıl sonra olmasına rağmen, yaşananlar zihninde tazeliğini korumaktadır.

Halil, ilk gidişinde gördükleri karşısında şaşkınlığını gizleyemez. Anlatıcının binaları, caddeleri, insanları ve özellikle de bayanları betimleme konusunda aşırıya kaçtığı dikkat çeker. Halil’in gördüğü her şeyi betimlemeye özen gösterirken kullandığı dil, özenti duyma ile birlikte hayranlık ifadeleri ile doludur. Havaalanlarında karşılaştığı kötü ve sıkıcı muameleleri çabuk unutup, şahısların giyim kuşamlarından binaların şekillerine, caddelerin temizliğinden ve düzeninden, toplu ulaşım araçlarının dakikliğine kadar bir çok şeyden hayranlıkla bahseder (Fehmâvî, 2014: 30).

Halil’in Almanya’ya ikinci gidişi ise 1985 yılında yeşil Berlin haftasına katılma davetiyle gerçekleşir. Diğer bir ziyareti de 1992 yılında olur ve bu ziyaretin en önemli farkı, artık Almanya’nın tek bir devlet olarak birleşmesidir. (Fehmâvî, 2014: 161) Bu ziyaretiyle birlikte anlatıcı kahraman, artık bazı şeyleri sorgulamaya başlar.

Halil, sohbet ettiği Avrupalılar ile farklı diyaloglara girer. Almanya’da imal edilip tüm dünyaya satılan Mercedes, BMW ve Audio gibi arabalara rağmen Arap dünyasında tek bir markanın üretilememesi karşısında büyük bir eziklik yaşar (Fehmâvî. 2014: 174) Bununla birlikte Arap dünyasının çağdaşlaşma ve teknolojide geri kalmışlığı hakkında sorulan sorular karşısında hayretini gizleyemez. Zira bazı sorular, Avrupalıların Araplar hakkındaki cahilliklerini gün yüzüne çıkarmaktadır. Örneğin Nüfusunuz ne kadar? Kadınlar çalışabiliyor mu? Tüm kadınlar kapalı mı? Ülkenizde araba var mı? Hala çölde mi yaşıyorsunuz? gibi sonu gelmeyen sorular karşısında aslında roman boyunca Müslüman kişiliğini asla öne çıkarmayan kahraman, İslam tarihinde elde edilen ve Müslümanlara ait olan başarılara değinerek ezikliğini gidermek ister. Buna mukabil muhatablarının, İbn Rüşd, Harun Reşid gibi şahsiyetler üzerinde başarıları öne çıksa da, Müslümanların hep tarihle övündüklerini ancak günümüzde herhangi bir başarılarının olmadığı itirazı karşısında anlatıcı, Arap dünyasında var olan baskı ve zulümleri sebep olarak sunmaya çalışır (Fehmâvî, 2014: 175).

Birlikte etkinliğe katıldığı insanlarla sürekli iletişim ve diyaloglar kurarak bir yandan kendini anlatmaya bir yandan da Avrupalıların Araplara ve Arap dünyasına bakışlarını keşfetmeye çalışır. Bu arada Avrupa’da yaşayan Arapların yaşadığı değişim ve dönüşümü de dile getirir. Özellikle dayısı Hamdan ile yaşadıklarını detaylı bir şekilde aktarır. Bir Alman bayan ile evlenen Hamdan’ın kiönce ve sonraki durumunu kınayıcı bir dil ile anlatır (Fehmâvî, 2014: 197-211).

Romanın bir başka özelliği de Filistin asıllı yazarın aynı etkinliğe katılan İsrailli iki Yahudi hakkındaki düşüncelerine önemli bir yer vermesidir. Yazar, bir taraftan onlara gösterilen aşırı ilgiyi sorgularken bir taraftan da onlarla tartışmaya girerek roman aracığıyla Filistin-İsrail sorunuyla ilgili düşüncelerini detaylı bir şekilde anlatır (Fehmâvî, 2014: 71-84).

Halil, son ziyaretinde ikinci el bir araba satın alıp Türkiye üzerinden Ürdün’e gitmeye niyetlenir ve bunu yerine getirmek için sıkıntıları göze almaya karar verir. Yaklaşık olarak 1992 yılına denk gelen tarihte büyük zorluklarla hayalini kurduğu arabayı alır ve ülkesi Ürdün’e doğru yola çıkar. Almanya’dan Türkiye’ye kadar olan ülkelerde karşılaştıklarına fazla değinmez, sanki bir an önce gideceği yere gitmek ve okuyuculara Türkiye ile ilgili gördüklerini anlatmaya daha fazla yer verme ister. Birkaç ülkeyi geçmesine rağmen tüm yolu hızlıca geçer ve Türkiye sınırına dayanır (Fehmâvî, 2014: 223).

Anlatıcı sınıra ilk varışını, Avrupa’daki kapitalist, sosyalist ülkelerden geçerek mutlu ve heyecanlı bir şekilde Müslüman ülke olan Türkiye’ye giriş yaptığı anı sevinçle birlikte meraklı bir şekilde dile getirir. Aslında anlatıcı kahraman, okuyucuları olacak olumsuzluklara hazırlar gibidir.

Genelinde olumsuzluk öğelerinin hakim olduğu gözlemlerini 5 temel gözlemde toplayabiliriz:


  1. Gözlem

Türkiye sınırları içinde karşılaştığı ilk ilginç şey, otostop yaparak İstanbul’a gitmek isteyen bir sınır güvenlik görevlisiyle beden diliyle konuşması olmuştur. Zira ikisinin konuştuğu bir ortak dil yoktur. Ancak hareketler sanki kültürel yakınlığı bildirir niteliktedir. Görevli, İstanbul’a gittiğini öğrendiğinde ısrarla kendisini de almasını “emreder”, kendisi de aynı şekilde bunu reddeder. Sınırdan sorumlu kişi olduğunu belirten görevliye; “İstersen bütün ülkenin sınır müdürü ol seni almak istemem. Çünkü seni tanımıyorum, yolda belki uyumak istedim ve senin acelen var, belki trafik kazası geçirdim o zaman senden sorumlu olurum, beni kendime bırak ve zira hürriyetime zincir olursun.” der (Fehmâvî, 2014: 224).

Kahraman bu diyaloguyla adeta Avrupa’da görmediği ve doğu kültürüne ait olan bir kültürle karşılaştığını belirtmek istemektedir. Öne sürdüğü gerekçeler de doğru ve mantıklıdır. Diyalogun devamında ise anlamadığı halde ses tonundan kendisine kötü sözler ve küfürler edildiğini duymasına rağmen arkasına bakmadan devam ettiğini söyler. Zira her ne kadar kendi kültürüne yakınlığını belirtse de çok tanımadığı bir ülkededir.

İstanbul’a vardığında ise yolda iken etrafını çeviren gençlerden, plakasına bakarak geldiği yeri keşfetmiş bir edayla; “hacı viski, hacı sigara, hacı kadın” sözlerini duyar. İnsanlar bunu söylerken tekerine yapışacak kadar yaklaştıklarından bunları ezmemek için klakson çalmaya çalıştığını ve bu vesile ile klaksonunun bozuk olduğunu fark ettiğini söyler. Bu yaşadıklarından öne çıkarmak istediği durumlar; bütün Avrupa’yı geçtiği halde klakson çalma ihtiyacı duymamış olmasıdır. Bir diğer durum ise “hacı” kelimesi ile “viski”, “kadın” ve “sigara” gibi kelimelerin birlikte kullanılmasıdır. Kahramana göre bu iki kelimenin birlikte kullanılması, ilginç ve tezat bir durumdur. Diğer önemli bir durum ise trafik akışının çok yavaş olmasıdır ki bu durumu yazar, alaycı bir dil ile dışa vurmaktadır.


  1. Gözlem

Anlatıcı, hacı ile haram kılınmış şeyler arasında bir alaka kuramayarak oradan ayrılıp eski İstanbul’a doğru yol alır. Sanki tarihte okuduğu ve etkilendiği Osmanlı’nın izlerini bulmak istemektedir. Sultan Ahmet Camisi’nin avlusunda Osmanlı’nın üstün işaretlerini görmeği amaçlayan Halil, caminin adeta terk edilmiş olduğunu, duvarlarının yıkık ve camiye girmenin yasak olduğunu belirtmek için etrafının kalın şeritlerle çevrelendiğini hayretler içinde izler.

Ona göre Sultan Ahmet Camisi tutukludur, böcekleri her tarafa yuvalar yapmış haldedir, mescide gelen ve namaz kılmak isteyenler askeri yönetim tarafından gözetim altındadır ve suç işlemiş gibi derdest edilmektedir. Bu duygularla Sultan Ahmet’ten uzaklaşırken, Sultan Ahmet’in kendisini, hakkında sonradan üretilen tarihi yalanlardan kurtarması için yalvardığını hissetmektedir (Fehmâvî, 2014: 225).

Halil, gözlemlerini dile getirirken aslında bir tarafta Osmanlı’nın tarihte yaşadığı görkem ve güce vurgu yapar diğer tarafta ise Osmanlı torunlarının yaşamış olduğu değişim nedeniyle neredeyse atalarını inkar etme ve görmezden gelme noktasına geldiklerini özellikle vurgulamak ister. Sultan Ahmet Camisi betimlemesiyle öne çıkardığı başka bir konu ise Türkiye’de yaşanan askeri darbeler ve bu darbelerin ürettiği baskılara da göndermede bulunmaktadır.

Bütün bu duygulardan kurtulmak için duş alacağı ve ölü gibi yatmak istediği oteline gider. Sınırdan bu yana yaşadıkları kahramanı çok yormuş gibidir.




  1. Gözlem

Anlatıcı, sabah uyandığında bambaşka bir sürpriz ile uyanır; zira arabasının ön tekerlekleri çalınmıştır. Böylesi bir olay yaşanmış mıdır yoksa hayali bir olay mıdır bilinmez, ama yazar bu olayı dramatize ederek her iki ön tekerlekleri çalınmış arabasını, tecavüze uğramış kadına ve iki ön dişi çekilmiş adama benzetir. Çok sinirlidir, şikâyet etmek ister ve şikayetinin bir sonuç vermeyeceğinden ve bu fiilin failinin de meçhul kalacağından emindir. Bununla beraber, mahkemeye şikayet edecek vakti de yoktur zaten (Fehmâvî, 2014: 226).

Halil’in anlattığı bu olay, o dönemde emniyet ve asayişin egemen olmadığını ve bunun sonucunda adaletin de yok olduğunu öne çıkarmaktadır.

Bu olay karşısında çaresizliğini dile getirmekle birlikte intihar edemeyeceğini, o kadar uğraştığı arabasını burada bırakıp arabasız bir şekilde gidemeyeceğine göre sakin kalıp tek çözüm olan yeni tekerlek alıp taktırdığını söyler.

Bu olay sonrasında bir an önce İstanbul’dan ayrılmak ister hatta arabasını sırtlayıp ayrılmak (Fehmâvî, 2014: 227) ve bir an önce Anadolu dağlarına vurup ayrılmak istediğini dile getirir.

İstanbul’dan çıktıktan sonra da aksilikler onun peşini bırakmaz. Yola çıkmadan önce birileri kendisini uyarmış ve eğer yolda trafik polisi arabası görürse durmaması gerektiği yönünde tembih etmiştir. Gerçekten yolda ilerlerken bir polis arabası onu durdurmak ister, ancak o ise kendi arabasına güvenerek durmaz ve kaçmayı yeğler (Fehmâvî, 2014: 227). Polislerden kurtulur zira bu rüşvetçi polislerin arabası oldukça eski iken kendi arabası yeni ve bir Avrupa arabasıdır. O yıllarda polislerin kullandığı arabaların nispeten eski arabalar olduğu bir gerçektir.

Nihayet kurtulur polisten ve üç yüz kilometre yol kat ettikten sonra Bolu dağı eteklerinde ormanın içinde bir dinlenme yerinde karnını doyurur ve gördüklerini de tasvir eder (Fehmâvî, 2014: 228).




  1. Gözlem

Anlatıcı, daha sonra yolculuğuna devam eder, Bolu dağında tırmanma esnasında yük kamyonlarının yol almakta zorlandıklarını bu yüzden yola verdikleri zararı ve ziftin sıcaklıktan ve aşırı yükten erimesini tasvir eder. Özellikle kamyonların peşine takılmak zorunda kalması ve oluşan trafikten şikayet eder. Kamyonların oluşturduğu duman ve yavaşlamadan dolayı çok defa vites değiştirmek zorunda kalmasından dolayı çok yorulduğunu hisseder. Birkaç dakika dinlenirse belki yoldaki yoğunluğun da kaybolacağını ümit ederek arabayı sakin bir yere çeker, birkaç dakika dinlenir. Ancak ormandan ve gün ağarmasından korkarak tekrar yola çıkmaya karar verir. Burada dile getirdiği sorunlar da zamanında büyük problemlere neden olmuş özellikle kış aylarında yolculuğun tehlikeli oluşu bilinen bir durumdur. Yolun hem yokuş hem de dar oluşu, sürücüler için gerçekten bezdirici olmuştur. Kahramanın da bu durumu hemen anlaması normaldir.

Kısa bir istirahatten sonra arabasını çalıştırmak ister, ancak bir türlü başaramaz. Kahraman yeni bir sorunla karşılaşmış ve Almanya’dan buraya kadar hiçbir sorun çıkarmayan arabası bu dağ başında bozulmuştur (Fehmâvî, 2014: 229).

Ormanlar içinde yalnız kalırken uzaktan üç tane ev görür, ancak bölge korkutucu bir sessizliğe bürünmüş ve güneş de artık ışıklarını üzerinden çekmektedir. Bu hal içindeyken daha önce kendisine anlatılan bazı hikayeleri de hatırlar ve bu hikayeler, korkusunu daha da artırır (Fehmâvî, 2014: 230-232).

Bu duygularla korku içindeyken, güneşin batışıyla birlikte uzakta görünen ev halkının gelip onu yiyeceğini düşünür. Arabanın motor kaportasını açar çaresizce, ancak hiçbir şey anlamaz. Arabasını çalıştıramadığından dolayı dehşete kapılır ve başına kötü şeylerin geleceğinden emindir. Bu durumunu şöyle dile getirir: Aman Allahım, geceyi burada uyuyarak geçiremem. Uyuyamam zira orman ehli gelip arabamı çalar ve beni ormandaki vahşi hayvanların önüne atar. (Fehmâvî, 2014: 233). Anlatıcının aklına iyi şeyler getirmeden hep kötü düşünmesi, aslında yöre insanı hakkında önyargılı olduğunun bir delilidir.

Böylesi ortamlarda bir nebze olsun bu gerginliği unutturacak komik hikayeler hatırlama alışkanlığı olan anlatıcı, yine komik hikayeler anlatarak biraz olsun başına geleceklerden kurtulmak istese de kendisine doğru gelen bir adam görmesiyle yine korkuya kapılır. Adam kendi dilinde sorunun ne olduğunu söyleyip yardımcı olmak ister, ancak o, bir şey olmadığını söyleyerek başından savmak ister.

Bu halde bulduğu yolcuya yardımcı olmakta ısrarcı olan adam, alet edevatının da olmadığını anlayınca arabayı eve doğru iteklemesini ister. Bu diyalogda çaresizlikle birlikte güvensizliğini de sürekli dile getiren anlatıcı, adamı kabarmış horoza benzetirken kendini de sinmiş bir tavuğa benzetir. Yardımcı olmak isteyen şahıs, arabanın sorununu anlamaya ve sorunu gidermeye yoğunlaşmışken hikaye kahramanı ise hala başına bir iş geleceğinden emin bir tavır içindedir. Arabayı tamir etmek isteyen şahıs, kendisini iterek uzaklaşmasını ister. Bu duruma çok içerleyen anlatıcı, o benim bütün sermayem ve hayat kaynağım (Fehmâvî, 2014: 234) diyerek çaresizliğini dile getirir.

Hikaye anlatıcısı Halil, bir taraftan arabasına yapışmış bırakmak istememekte, kendisinin ve arabasının başına duyduğu hikayelerdeki gibi olayların gelmesinden korkmaktadır. Diğer tarafta ise yardımcı olmayı ve arabayı tamir edip vermeyi kafasına koymuş yardımsever bir köylü yardımda ısrar etmektedir.


  1. Gözlem

Çok geçmeden adam başkalarına da seslenir ve iki tane orta yaşlarda dolgun genç gelip hep birlikte arabayla uğraşmaya başlarlar. Anlatıcı ise Allah’ın kaderine teslim olmuş bir şekilde biraz uzaklaşır. Ancak arabasından gözünü ayıramaz ve arabasını dikkatle izler. Nitekim araba, gelenlerle birlikte kolay bir şekilde iteklenerek eve doğru götürülür( Fehmâvî, 2014: 234).

Anlatıcı, bu durumu “boynuna sarılan yılana” benzetir. Korku içinde olanlara bakar, ancak kısa bir sürede arabada bazı parçaların çıkarıp temizlendiğini ve tamir edildiğini izlerken adamın “hadi çalıştır” emriyle yerinden fırlar. Arabayı çalıştırmak için anahtarı takar ve ümitsizce çevirir. Arabanın çalışmasıyla birlikte yardıma gelen gençler de işlerine geri dönerler. Bu arada arabayı tamir eden adamın hanımı gelir ve “hadi vatanına git” der gibi bir şeyler söyler.

Halil karşılaştığı bu son durum karşısında çarpılmış duygular içinde” olup yaşadıklarına inanamamaktadır. Kolay bir av gibi avlanacağımı beklerken şaşırtıcı insancıl Türk iyiliğine şaşırdığını” dile getirir (Fehmâvî, 2014: 235). Onlara nasıl teşekkür edeceğini ve karşılığını nasıl verebileceğini düşünürken direksiyonun arkasında oturduktan sonra bir miktar para çıkarıp istedikleri kadar veya hepsini almalarını işaret diliyle söyler. Ancak kadının kullandığı ayıp kelimesinden almak istemediklerini anlar. Buna karşılık ev halkı onu ısrarla akşam yemeğine davet eder o ise yaptıklarınız benim için en iyi ikram” diyerek geri çevirir ve bir an önce yola revan olmak ister.

Kendisi için yapılan iyilikler karşısında bir hediye vermek ister ve arabada bulunan bir el fenerini onlara verir ve onlar da bir hatıra olsun diye kabul ederler (Fehmâvî, 2014: 236).

Anlatıcı, Türkiye sınırına girdiği andan itibaren hep olumsuz olaylardan bahsetmiş ve daha önce kendisine söylenenlerin doğruluğunu teyit etmek istemiştir. Ancak bu son yaşadığı olaylar için de kullandığı dil ve vasıflar oldukça ilginçtir. Zira Türklerden beklemediği ve daha önce hiç duymadığı ikram ve yardım görmüştür.

Şaşırmış bir zihin ve muşevveş bir akılla Türkiye-Suriye sınırına doğru yola devam eder ve bir an önce vatanına kavuşmak ister. Bu durumunu da “ev gibi mekan ve vatan gibi yer yoktur” (Fehmâvî, 2014: 236) atasözüyle dile getirir.

Romanın sonunda geldiği Heva sınır kapısında ummadığı kadar kötü ve gereksiz işlemlerle birlikte şahit olduğu rüşvet olaylarını aktarır. Avrupa ve Türkiye’de şahit olmadığı olayları dramatize eder ve genel olarak tüm Arap dünyasını eleştiren düşüncelerle romanı bitirir.
Sonuç

Subhi Fehmavî’nin gezi roman türünde olan bu eserinin Türkiye kısmıyla ilgili şu sonuçlar çıkarılabilir:

Romandaki anlatıcıya göre Türkiye 90’lı yıllarda geçirmiş olduğu 12 Eylül 1980 darbesinin etkilerini üzerinden atamıştır ve diğer taraftan Türkiye’de trafik ve yol sorunu insanı bezdirme noktasındadır. Güvenlik sorunuyla birlikte hürriyet ve özgürlükler konusunda da Avrupa’nın çok gerisindedir ve o dönemlerde iyiye doğru bir işaret de görünmemektedir.

Anlatıcının romanda ortaya koyduğu Türkler hakkındaki yargısı ise tamamen batı tarafından üretilmiştir ve Türklere uzak durulması gereken insanlar sınıfından olan bir imaj hakimdir. Yaşadığı son olayla bu imaj, biraz değişmiş olsa da anlatıcı bu konuda net bir fikir beyan etmemektedir.



Kaynakça

ATİK, Amr, Melamih min musakefeti’t-Türkiyyeti’l-Arabiyye, Mecelletu Efkar, sayı 255, s. 1-25.

el-BEYATÎ, Susın, Ru’ytün Cemaliyetun fi kasasi Subhi Fehmavi, Daru’l-Hivar, Lazikiyye 2011.

DAKUKİ, İbrahim, Suretu’l-Etrak lede’l-Arab, Merkezu Dirasati’l-Vahdeti’l-Arabiyye, Beyrut 2001.

FAZLIOĞLU, Şükran, Arap Romanında Türkler, Küre Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 2015.

FEHMÂVÎ, Subhî, (2014). ‘Ala Babi’l-Heva, Daru’l-Farab

HAYDAR, Es’ed Sa’dun, el-Fedâu’l-kasasî ‘inde Subhi Fehmavî, Daru’l-Hivâr, Lazikiyye 2011.

İHSANOĞLU, Ekmeleddin, el-Etrak fi Mısr ve turasuhum es-sekafi, Daru’ş-Şuruk, Kahire 2011.

İNAN, Rabia, “Hanna Mine’nin Romanlarında Vatan ve Demiz Teması” (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Danş. M. Ş. Çıkar) Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Van, 2008.

OBAİD, M. Saber ve el-BEYATİ Susın, el-muteheyyileti’r-rivaiyyi, Alemu’l-Kutubi-Hadis, Ürdün 2015.

----------------------, Mukadimetun fi nazariyyeti’l-kıraeti ve’-telekki, ed-Daru’l-Arabiyyetu li’l-ulum, Beyrut 2015.

LANDAU, Jacob M., Modern Arap Edebiyatı Tarihi (20. Yüzyıl), (çev. B. Aytaç) Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2002.

ÜRÜN, Kazım A., Modern Arap Edebiyatında Öne Çıkan Bazı Temalar, SEFAD, Sayı, 35, 2016, s. 131-144.

YILMAZ, Nurullah, Nazım Hikmet ve Mahmud Dervişin Şiirlerinde Ortak Temalar: Sürgün, Hapishane ve Vatan, İ. Ü. Şarkiyat Mecmuası, sayı 22, 2013, s. 175-195.




Yüklə 53,08 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin