Orhan pamuk’un tüRKÇESİ: benim adim kirmizi örneğİ



Yüklə 173,34 Kb.
səhifə1/3
tarix04.11.2017
ölçüsü173,34 Kb.
#30593
növüYazı
  1   2   3

ORHAN PAMUK’UN TÜRKÇESİ: BENİM ADIM KIRMIZI ÖRNEĞİ*

Yasemin ÖZCAN
ÖZET

20. yüzyılda edebiyat biliminin temel meselesi “Yazılı bir metni sanat eseri yapan nedir?” sorusuna cevap bulmaktır. Edebîlik ya yazarın hayal gücünde ve sanatçı yaratıcılığında, ya metinlerin yapısında, özellikle kelimelerinde, özel metin öğelerinde ve estetik yaratılışta ya da özel bir alımlama (okur merkezli) tarzında aranmaktadır. Dolayısıyla artık günümüzde bir edebî eseri çözümlemenin çeşitli edebiyat kuramları ışığında farklı tahlil yöntemleri olduğu bilinmektedir. Bu bildiride de metin merkezli bir yöntem izlenerek Orhan Pamuk’un “Benim Adım Kırmızı” adlı romanının dili; daha dar anlamda Türkçesi incelenmeye çalışılmış, yazarın; Türkçenin kendine özgü anlatım yollarından, ifade vasıtalarından ne ölçüde yararlandığı tespit edilmeye çalışılmıştır.


ABSTRACT

The basic issue of literature science in twentieth century is to find an answer to the question of “What makes the written text a work of art?”. Being a literary is approached in a form of imagination and creativity of the writer, structure of the text which is word by word, special text elements and esthetical creation or private perception (reader centered). Consequently, nowadays it is known that analysis of a literal work under literal theories can be made through out different dissections. In this asseveration, Orhan Pamuk’s “My Name is Red” named novel’s dialect detected with a text centered method; the novel’s language is analyzed more tightly, trying to establish how the writer benefits from Turkish language’s self specific expressions ways and expression tools with what scales.




1. GİRİŞ

Bir yapıtta yazarın belli bir edebî sanatı, edebî yeteneği, belli birtakım düşünceleri ve duyguları ile bir dünya görüşü bulunur. Bu nitelikler dil aracılığıyla okuyucuya iletilir. Dil edebiyatın bir aracı olmakla birlikte aynı zamanda onun ham maddesidir. Onu işlemek ve ona birtakım biçimler vermek de yazarın edebî gücüne bağlıdır. (Özünlü, 2001: 12) Günümüzde edebîliğin ölçütü ya yazarın hayal gücünde ve sanatçı yaratıcılığında, ya metinlerin yapısında, özellikle kelimelerinde, özel metin öğelerinde ve estetik yaratılışta ya da özel bir alımlama (okur merkezli) tarzında aranmaktadır. (Aytaç, 2003: 26) Dolayısıyla artık günümüzde bir edebî eseri çözümlemenin çeşitli edebiyat kuramları ışığında farklı tahlil yöntemleri olduğu bilinmektedir. Bu bildiride de Orhan Pamuk’un “Benim Adım Kırmızı” adlı romanı “Türkçesi”nin gücü bakımından irdelenmeye çalışılmıştır.

Orhan Pamuk’un en renkli ve iyimser romanım dediği Benim Adım Kırmızı, 1591 yılında karlı dokuz kış gününde geçiyor. İslam takviminin 1000. yılında Osmanlı padişahı, Şeküre’nin babası Enişte’ye, kendisini ve âlemini Batılılar gibi temsil edecek resimli bir kitap hazırlamasını emreder. Batı’nın portre ve figüratif resmini, perspektif yöntemini elçiliği sırasında görmüş olan Enişte, Batı resminden habersiz saray nakkaşlarını tek tek evine çağırarak resmi hazırlamaya başlar. Resim sanatında iki farklı geleneğin çatışmasından kaynaklanan polisiye gerilim ile aşk, evlilik ve Şeküre’nin iki çocuğuna baba arayışı etrafında roman ilerler. Herkesin kendi sesiyle konuştuğu, ölülerin, eşyaların, renklerin dillendiği bu romanda, yazarın; tasvirleriyle adeta bir yönetmen gibi sahneleri çektiği ve zengin kelime kadrosuyla yarattığı dilin okuyucuyu o dünyaya, o zaman dilimine sürüklediği görülüyor. Yazar bunu yaparken şüphesiz dilin imkânlarından faydalanıyor. Her dilin olduğu gibi Türkçenin de tarihin bilinmeyen dönemlerine değin uzanan temel söz varlığı, kendine özgü anlatım yolları, genel ifade şekilleri bulunmaktadır. Bu bağlamda incelenen Benim Adım Kırmızı adlı eserde yazarın başvurduğu anlatım yolları ile anlatımda aksayan yönler ve bozukluklar şöyledir:
2. İNCELEME*

1. TÜRKÇENİN ANLATIM YOLLARINDAN YARARLANMA

1.1. Genel Anlatım Yollarını Kullanma

1.1.1. Deyimler: Etkili ve güçlü bir anlatımın temel taşlarından olan deyimlere romanda çok sık rastlanmaktadır.

“…bu aklı bir karış havada savaşçının…” (s. 33, 47, 52)

“… bütün hayatıma bakışına aklım takıldı…” (s.89)

Aklı iyice başından gitti biçarenin.” (s. 151)

Kahve aklına açıp, gözlerini cin gibi yapınca kırmızı tozunu tencereye attı.” (s. 216)

“… onların aklını çelmeye çalışıyordum.” (s. 331)

“ … alı al moru mor cariye Hayriye.” (s. 151)

“…, sonra bütün bütün semtimizden ayağı nasıl kesildi, …” (s. 52)

beş para etmez herifin tekiyim.” (s. 43)

Bir çuval incir berbat olur.” (s.229)

beni bir kaşık suda boğmasınlar” (s. 410)

Beni burnu büyük bulup iğnelemesinler diye ….” (s. 25)

Bana cin gibi bakın da size niye bu kadar yalnız olduğumu anlatayım.” (s. 59)

Eh, o da köpek değil ya, çiğ süt emmiş insanoğluymuş;” (s. 19)

Hayriye’nin tanıklığının hiçbir değeri olmasa da, aleyhime -benim değilse de babamın kitabının aleyhine- döndürülen dolapların parçası olmasından korkuyorum.” (s. 220)

İşte ben de öyle dört açtım gözlerimi kulaklarımı …” (s. 236)

“… hiç beklemediğim bir anda, el etek öper bir hale gelmekten …” (s. 228)

“… eli çabuk cellatların …” (s. 284)
Etekleri zil çalarak bir keseyle geri döndü.” (s. 155)

Eniştemin öldüğü gün harika evlilik hayalleri ve tasarılarıyla eteklerim zil çalarak yürüdüğüm için beni aşağı gördü.” (s. 224)

Bu nasıl bir fitne sokmak, ne pervasız bir yakıştırmadır!” (s. 62)

Bazen içimdeki iki ruhtan birinin en sonunda galebe çalıp ötekini arkada bıraktığını…” (s. 326)

gönül almaktı, laf kıtlığında asmalar budayarak hoşbeş etmekti gibi zaaflara kapılmadan hemen konuya giriveriyordu.” (s. 280)

“…göz gözü görmez odada…” (s. 26)

“… kara ile güneşten gözlerim kamaşır gibi göz göze geldim; …” (s. 50, 200, 225)

“ … göze girmek, üç beş akçe fazla kazanmak için …” (s. 275)

O güzel gözlerini dört açarsan başına kötü bir şey gelmez” (s. 102)

“… o Cennet’te yaşamak istiyorsanız gözünüzü dört açın da renklerine, ayrıntılarına ve şakalarına dikkat kesilerek bu dünyayı görün.” (s. 324)

“… evde bekleyen karısına kavuşabilme umuduyla gözlerini fal taşı gibi açan Kara …” (s. 294)

Kocamın gün görmemiş, ama çelebi ruhlu Abaza babası…” (s.56)

Pek çok erkek gibi Hasan da gururu kırıldıkça beni küçümser.” (s. 153)

Eniştem için doya doya kederlenememek, bir gözyaşı bile dökememek içimi burkuyordu,” (s. 229)

aşktan iğne ipliğe döner” (s. 404)

Benim abuk sabuk ulumalarım, ipe sapa gelmez cin laflarım arasında …” (s. 58)

“…ipin ucunu öyle bir kaçırıyorlar ki,” (s. 20)

resme bakarken kafanıza dank eden asıl manadır.” (s. 26, 82, 150)

bari çocuğun kalbini kırmayın,” (s. 52, 157)

“… kolay nam yapmak ve kalın kafalı efendilerinin gözüne girmek için …” (s. 299)

“… kantarın topuzunu iyice kaçırıp demeğe getirmiş ki:” (s. 19)

Hayriye önceden kaşla göz arasında odayı havalandırdığı, kandili de ışığı kesen bir köşeye iyice gizlediği için,” (s. 235)

İstanbul kazan Ester kepçe…” (s.46)

Umutsuz aşk umutsuz olduğunu anlar, kural tanımaz gönül dünyanın kaç bucak olduğunu kavrar da böyle zamanlarda makul insanlar kibarca “bizi birbirimize uygun bulmadılar diyerek kısa keserler ya haklı olarak: Öyleydi işte” (s. 52)

Tezhiple resmin uyumunda kılı kırk yarması…” (s. 118)

“… arada bir avlu kapısına kulak verdiğini, kendisini benden kurtaracak birilerini beklediğini hissediyordum. (s. 186)

ona kulak asmadı.” (s. 353)

vaizin lakırdılarına kulak kabartacak kadar…” (s. 382)

“… beni büyük bir kumpasın parçası olarak kullanıyor diyen bir kuşku kurdu içimi yiyor,” (s.224)

içimi kurt gibi kemiren bir şüphe var” (s. 410)

“… sözümona biz ona laf dokunduruyormuşuz.” (s. 62)

Lafı evirip çevirerek gevelemedi.” (s. 28)

“… beni kapı eşiğinde sorguya çeken ev sahibem karıya laf yetiştirdikten sonra,” (s. 224)

Nakkaşlık ressamlığa, ressamlık da Allah’a hâşa, meydan okumaya açılan birer kapıdır;” (s. 296)

Ok yaydan çıkmıştı bir kere.” (s. 29)

“… ellerinden her iş gelir on parmağında on marifet usta nakkaşların…” (s. 69)

“…paragöz olan çıraklık arkadaşım…” (s. 29)

“…bana kalırsa postu çoktan deldirtmiştir o bahtsız.” (s. 46)

“…ya da bir punduna getirip kendi harikasının üzerine su döküp bozuyordu.” (s. 182)

İşin püf noktası,” (s. 292)

Sırra kadem bastı.” (s. 69)

babam öldürülmeden önce bu eve süt dökmüş kedi gibi giriyordun.” (s. 337)

taş kalpli bulunmak korkusu,” (s. 283)

Başnakkaşımız Üstat Osman bu yüzden gözünü dört açıp, keskin gözleriyle bütün sayfaları inceleyip, günahsız nakkaşları birbirine düşüren şeytanlık, hile, fitne, fesat nedir bulup çıkaracak, suçluyu Cihanpenah Padişahımızın şaşmaz adaletine teslim edecek, bölüğünü de böylece temize çıkaracaktır.” (s. 287)

Ölecekler için toprak çekti derler, beni de ölüm çekmişti.” (s. 13)

Ununu elemiş, eleğini asmış bir ihtiyar gibi” (s. 387)

“…yakayı ele vermiş…” (s. 25)

“… yüreğime taş basıp …” (s.56)


1.1.2. Atasözleri: İncelenen eserde atasözüne hiç rastlanmamıştır.

1.1.3. Terimler: Bilim, teknik, sanat, zanaat, edebiyat, askerlik, siyaset, spor gibi değişik alanlarla ilgili özel kavramları karşılayan terimler bir dilin söz varlığını zenginleştiren önemli yapı taşlarındandır. Romanda da özellikle Batı sanatı resim ve Doğu sanatı minyatür ile Osmanlı dönemi sosyal hayatına ait terimlere sıkça başvurulmuştur.

ahar, altı kürekli, başnakkaş, ciltçi, ciltbend, cinas, dirhem, divit, hattat, hokka, kıvırma, kinaye, makta, medrese, müderris, mühre, müzehhip, nakkaş, nestalik, okka, rika, sipahi, telmih, tezhip, tımar, perspektif
1.1.4. İkilemeler-Üçlemeler-Dörtlemeler

İkilemeler: Türkçe ikilemeler yönünden zengin bir dildir. (Tuna, 1986: 163-228) Türkçenin bu zenginliğinin romanda tespit edilen örnekleri şunlardır:

Benim abuk sabuk ulumalarım, ipe sapa gelmez cin laflarım arasında …” (s. 58, 333)

Bağıra çağıra içeri girip çıkan bir kalabalık,” (s. 399)

“… bütün gece uyumadın da ondan mı attı betin benzin. “(s. 160)

“… parmaklarını çatır çutur kırmak da olmaz.” (s. 275)

Babamı ayaklarından tutup, çeke sürüye sofaya çıkardım.” (s. 207)

daha sonra benim yalanım onların ağzından, başkalarının kulağına değişe dolaşa, dönüp bana “Müjde” diye gelince ben herkesten önce inanırdım.” (s. 56)

“… sokakta görülen sıradan bir yük beygirinin resmini kararsızlıklarla deneye boza yapıp terzilere, kasaplara satan bazı Frenk ressamları varmış.” (s.307)

Yorgun, ama derli toplu…” (s. 318)

İstanbul’un sokaklarında döne kıvrıla ine çıka ilerler.” (s. 146)

eciş bücüş (s. 332)

“…kapının, duvarın, gıcırdayan döşemenin her soruma gacır gucur bir cevap vermeye çalışarak benim gibi kekelediğini hissediyordum.” (s. 65)

gizli saklı kitapların sayfalarından en iyi ağaçları ….” (s. 319)

“ … güle oynaya hamama gittiğim …” (s. 53, 317)

Yan sokakta iki kişi, karanlıkta gülüşe konuşa geçerlerken,” (s. 207)

“… aç gözlü arsız fareler sayfaları hapır hupur yutacak” (s. 197)


“…içlerinde altın paralar, başka şeyler, ıvır zıvır, kimbilir pek çok resimde olduğu gibi anlamadığım ve sezdiğim şeyler...” (s. 36)

“…incik-boncuk da koydum mu…” (s. 46)

işsiz güçsüz, kayıtsız kuyutsuz şehre kaçak girmiş it kopuk takımından bir kalabalığın ...” (s. 400)

Bir köpek olarak bu sureyle övünüyor ve düşmanlarına it kopuk, diyen Erzurumilerin akıllarını inşallah başlarına getirir diyorum.” (s. 20)

Bir itiş kakış işittik,” (s. 399)

“… kanlı canlı en son atın …” (s. 292)

“… kap kacağa…” (s. 57)

“… karman çorman ve pislik içindeydi.” (s. 296)

Ötekini kaş göz işaretiyle susturdu” (s. 24)

“… korka çekine şunu sordum çocukluk sevgilime.” (s. 176)

“… kendi gibi pek çok vaiz bu adama kul köle olmuşlar.” (s.19)

Ama bunlar Venediklilerin yaptığı gibi malın mülkün değil” (s. 34)

“…kocam Nesim'le oturuyoruz da ocağa of-puf iki ihtiyar, odun atarak ısınmaya çalışıyoruz.” (s. 46)

“… paldır küldür, bir neşeyle itişerek …” (s. 53, 281)

Çocuklar pat küt merdivenleri çıktılar,” (s. 208)

“… anlaşılmaz bir iradenin saçma sapan mantığına …” (s. 289)

“… sağ salim ayakta durduğumu” (s. 334)

“… gemilere bindik, sallana çalkalana İstanbul’a geldik.” (s. 122)

“… o da bizleri şakır şukur boşayıp nafaka bağlıyormuş.” (s. 222)

Üstat nakkaşların üçünün de kalemlerinin değdiği Hünername’nin ikinci cildinde, gürleyen topların ve piyadelerin arkasından kalkanlarını takmış, kılıçlarını çekmiş şanlı sipahileri taşıyan ve zırhları ve bütün takım taklavatlarıyla tangır tungur, ama düzenle ilerleyip pembe tepeleri aşan mavimsi, doru, kır, her renkten yüzlerce at gördük,” (s. 310)

“… tek tük kar serpiştiriyordu.” (s. 179)

“… bu usta-çırak oyunundan hoşlanmadığım için sustum.” (s. 308)

“…utana sıkıla yazıyı bir daha okumanızı rica eder.” (s. 48)

Hazinedarbaşı’nı görmem gerektiğini yalvar yakar anlattım.” (s. 258)

“… her kalıba giren bir yersiz yurtsuzun ihtiyatıyla ağzını açıp nadiren hatalarımızı gösterir.” (s. 296)
Suların, nemin, böceklerin ve ilgisizliğin hamur haline getirdiği, yırtık pırtık, delik deşik, solmuş, okunmaz sayfalarla birlikte …” (s. 198, 293)

Kucağımdaki iş tahtasını zar zor dikkatle kenara koydum” (s. 91)


Üçlemeler: Romanda sadece bir yerde üçlemeye rastlanmamıştır.

Yalınayak, başı kabak, yarı çıplak, üzerimizde birer yelekle…” (s. 352)
Dörtlemeler: Romanda sadece bir yerde dörtlemeye rastlanmıştır.

Hacı-hoca-vaiz-imam takımının, biz köpekleri hiç sevmemeleri malumunuzdur elbette.” (s. 20)


1.1.5. Zıtlıklar: Zıtlıklar da Türkçe anlatımın önemli yapı taşlarındandır.

belli belirsiz bir kızıl da vardı bu dorunun içinde.” (s. 304)

çeşit çeşit kitaplara girip çıkıp (s. 346)

herkesi gizli açık küçümsediği için …” (s. 302)

İstanbul’un sokaklarında döne kıvrıla ine çıka ilerler.” (s. 146)

irili ufaklı yüzlerce şehirde” (s. 360)

“…âlemde iyilik kadar kötülük, sevap kadar günah da gerekli olduğu için yaptığım çok önemliydi.” (s. 331)

bir sokak geçtik geçmedik ki …” (s. 388)

ister istemez derin bir saygı da duyuyordum.” (s. 383)

Dışarının soğuğuna alıştım alışmadım,” (s. 394)

Bohçacı, diye seslenir seslenmez …” (s. 395)

Burada bulamayacaklarını anlar anlamaz (s. 422)

ona doğru ik adım atmış atmamıştım ki” (s. 456)

Bir at çizmem istendiğini işitir işitmez yarışma olmadığını, çizdiğim attan beni teşhis etmek istediklerini anladım.” (s. 321)

Bunu söyledi söylemedi, birden bizi bırakıp akşam namazına yetişmek için çıktı gitti.” (s. 312)

Cesedinin bulunduğunu öğrenir öğrenmez koşa koşa gittiğim evinde…” (s. 117)

“… kokusundan başka hiçbir özelliği olmayan bu gülü burnuna yaklaştırır yaklaştırmaz korkudan yıkılıp ölmüş.” (s. 313 (2))
1.1.6. Argo Sözler: İncelenen romandaki argo ve galiz sözlerden bazıları şunlardır:

ahmak atım…” (s. 45)

“… altını bozdurmak isteyen bir alık köylü geldi.” (s. 122)

Gazzali'nin Ihya-ı Ulum’unun evliliğin zararları kısmından apardığımı anlayınca…” (s. 64)

aptal şehzade” (s. 33)

bazı avanakların…” (s. 150)

İstanbul halkının ayak takımı ve alıklar kalabalığıyla birlikte” (s. 467)

şarap içer, birbirlerini becerir” (s. 353)

“… kayıklarımız birbirine bodoslayacak gibi yaklaşıverdiler” (s. 118)

Cadaloz Ester beni aldattı.” (s. 44, 99)

“… hepsini tek tek dikizlediğimi sizden saklamayacağım nakkaşlardan …” (s. 53, 75)

kalkık götlü ceylan yavruları …” (s. 310)

Hinoğluhin usta sarraf…” (s. 122)

Bu kaknem kız öyle müteşekkirdir ki bana…” (s. 98)

Şöyle izah edeyim ki en kalın kafalınız da anlasın.” (s. 47)

Böyle iyi bir karıyımdır işte ben Ester,” (s. 49)

Kör olasıcalar.” (s. 53)

“… ustan bir kahvede resim asmış hikâye anlatır bir meddahtır diye sen onu korumak için, hoşt, vaiz efendiye dil uzatıyorsun.” (s. 21)

elini kamışıma attı” (s. 411)

Bu kadar kuş beyinli miydi…” (s. 29)

“… kuş beyinli nakkaşlar …” (s. 120)

““Kalleş,” dedi ağabeyim.” (s. 39)

“… hatta osuranları da benim kandırdığımı yazıyor …” (s. 332)

Pezevenklikte değil, nakışta diyorum.” (s. 62)

Siz insanı rezil edersiniz, piç kuruları. (s. 40)
1.1.7. Tekrarlar: Tekrarlar romanda en sık başvurulan anlatım vasıtalarındandır.

O anda dikkatim bana adım adım yaklaşmasına takıldığı için söyledikleri kelime kelime aklımda kalmadan, doğrudan hatıralarım arasına karışıyordu. Onları sonra tek tek hatırlayıp düşünecektim.” (s. 171)

“… kendi tam adımı ağır ağır telaffuz ederek heceledim.” (s. 180, 285, 289, 306)
Bir zamanlar arka arkaya, hızlı hızlı üzerime gelen olaylar …” (s. 204)

“… avuç avuç acı kırmızı biberi serpip …” (s. 322)

İçimden bağıra bağıra ağlamak geliyordu.” (s. 211)

“… resimlere baka baka çok uzun bir süre sabırla bekledim.” (s. 255, 307)

bana ballandıra ballandıra anlatsın mı?” (s. 325)

“…bile bile bu gerçeklerin üzerine…” (s. 28)

Nusret Hoca’nın dedikleri bir bir çıkıyor.” (s. 14)

“Kaç gözü yaşlı kız senin için cayır cayır yanıyordur kimbilir?” (s. 44, 235)

“…kafamı makamla ciddi ciddi misafir gibi sallıyorum.” (s.38)

“…çalışa çalışa kör olur…” (s. 28, 301)

Camcı ustalarının fırınlarında erittikleri malzemeyi mavi sürahiler ve yeşil şişeler yapmak için çevire çevire üfleyişlerini …” (s. 301)

“…o pisin etini çiğ çiğ yeyip midemi bozmam.” (s. 22)

“… didik didik etmiş her köşeyi.” (s. 210)

“…karanlıkta dokuna dokuna onları yatakta bulur…” (s. 26)

“… babama sarıldım, burnumu sakallarına gömüp doya doya kokladım ve uzun uzun ağladım.” (s. 213, 229)

“… beni ölçüp biçerek gözlerini doyura doyura seyrettiler.” (s. 236)

sanki renk sürme zevki için döne döne aşkla nakşeder.” (s. 297)

“… bana uzaktan düşman düşman baktı.” (s. 232)

Köpeği işaret ede ede hikâyesini o köpeğin ağzından anlatıyordu.” (s. 17, 324)

bu duyguları derinlemesine yaşayanları fazla fazla anlarız.” (s. 283)

“… hiç durmayan çenesi ve fıldır fıldır oynayarak bana işaretler yollayan kaşları ve gözleriyle Ester cıvıl cıvıldı.” (s. 75)

“İstiyorsanız hikâyenizin sayfalarını geri geri çeviriyormuş gibi yapın…” (s. 46)

Saray’dan gelen oğlana göstere göstere sayfaları karıştırıp atlardan en iyisini seçtim.” (s. 319)

“… böyle gürül gürül gözyaşları dökebiliyorlar.” (s. 284)

“… beni acılar içinde haykıra haykıra kıvrandıran bu dünyada uzun bir süre duramayacağımı,” (s. 202)

Hıçkıra hıçkıra ağladım.” (s. 261)

Evde duramayacağımı hemen anladığım için kendimi dışarı atıp hızlı hızlı karanlık sokaklarda yürüdüm.” (s. 321)


için için ağlıyor adam,” (s. 284)

“…gözlerimin içine içine istekle bakışı…” (s. 32)

“…ince ince işlenmiş duvar…” (s. 26, 324)

Padişahımızın önünden ite ite geçirdikleri bir tekerlekli arabanın içine …” (s. 293)

O da benim gibi meddaha gülebiliyordu, ama kolunun benim kolumun yanıbaşında kardeş kardeş durmasından mı, fincanı tutan kıpır kıpır parmaklarının huzursuzluğundan mı neden bilmiyorum, onun da benim soyumdan olduğuna hükmediverdim ve birden dönüp suratına dik dik baktım.” (s.24)

Umutsuzluk ve uysallıkla uzattığı küçük eline mektubumu katlayıp katlayıp sıkıştırdım.” (s. 168)

“… karın kederli kederli serpiştirdiği bir keder anında bacaklarınız sizi kendiliğinden sevdiğiniz bir tepeye çıkarır.” (s.17)

“… kıkır kıkır gülüştüklerini işittim.” (s. 135)

bu atı kıskana kıskana, söylene söylene taklit edip” (s. 379)

İstanbul’un sonsuz sokaklarında kıvrıla kıvrıla yürürken…” (s. 179)

Kulelerine korka korka baktığım …” (s. 284)

Sokaktan konuşa konuşa birileri geçti.” (s. 169, 222)

Cesedinin bulunduğunu öğrenir öğrenmez koşa koşa gittiğim evinde…” (s. 117, 209, 228)

“… eğer örtüsünü küçük küçük incelikle işledim ki resmime emek verdimi de görsünler.” (s. 317)

“… üzerine kürek kürek toprak atıyorlar.” (s. 116)

“… kalbim küt küt hızla vurmaya başladı.” (s. 245, 311)

“…lime lime olmuş elbiseleri…” (s. 117)



“…yataklarında mışıl mışıl uyumakta olanların…” (s. 43)

Kömür tozu, nokta nokta, alttaki kağıda güzel atın bütün şeklini geçirmişti,” (s. 319)

Zavallı Zarif Efendi'nin parça parça olmuş cesedinin üzerine çamurlu soğuk toprak atılırken herkesten çok ben ağladım.” (s.114)

O mektupları okuya okuya önce ondan korkmayı, sonra da onu merak etmeyi öğrendim.” (s. 163)

Gözlerini ovuştura ovuştura ağladığı kadar seviyor muydu babamı,” (s. 210)

“…parıl parıl süsler…” (s. 28)

Şehre giren bir geminin bana pır pır selam yollayarak indirilen yelkenleri Haliç’in yüzeyiyle aynı kurşuni sis rengindeydi.” (s. 17)

İçeri gittim, kalp ve pırıl pırıl iki Venedik Altını’nı alıp Saray’dan gelen oğlanın eline sıkıştırdım:” (s. 319)

“… divan katiplerinin bindiği renk renk atların …” (s. 310, 322, 324)

“…saf mı saf, masum mu masum din kardeşlerimden birisiyle göz göze geliyorum.” (s. 25)

“… ısırılmayı hak eden kurbanım salak salak önümden geçerken…” (s. 18)

“… Venenik’ten gelen tüccar gemilerinin sandık sandık bu kalp paralarla dolu olduğu söyleniyordu.” (s. 16)

büyük oğlunun savaşa savaşa zenginleşmesi…” (s. 56)

“…tarihten efsaneye, kitaptan kitaba sayfa sayfa koşturuyorum.” (s. 251)

“…onu buraya sık sık getirdiği…” (s. 32)

“… şakır şakır şakırdayan çeşmelere …” (s. 259)

“… bana şaşkın şaşkın bakıp parasını sayan bir fırıncı dedenin …” (s. 322)

“… sarayların taş taş yapılışını, suçluların işkenceyle cezalanışını…” (s. 324)

Tatlı tatlı gülümsedi bana” (s. 195, 236, 278, 286)

Zavallı köpekler boyunlarında zincir, en sefil köleler gibi zincirlenmiş olarak tek tek sürüklene sürüklene sokaklarda gezdirilirlermiş.” (s. 22)

“…tek tek tanıdığı…” (s. 32, 53, 293, 315, 317)

“… bin bir çeşit böcek kitaplarımızı tıkır tıkır kemirip yok edecek.” (s. 197)



“… tıpış tıpış sessizce eve gelir gelirsen …” (s. 248)

“… geceyi tir tir titreyip evin tıkırtılarını dinleyerek geçirmekten,…” (s. 222, 245)



“…heyecandan mı anlayamadım titreye titreye bana Şeküremin ne istediğini anlatıyor.” (s. 46)

Siz sokaktayken rengi uça uça ölmüş bembeyaz bir adam geldi buraya,” (s. 209)

Sanatında ustalaşa ustalaşa körleşen ve bir yaştan sonra yarı evliya yarı bunak hayatı süren ve bitip tükenmez efsaneleri anlatılan eski Acem üstatları gibi davranıyordu,” (s. 67)

Yazarın özellikle “uzun uzun” tekrarına çok sık başvurduğu dikkati çekiyor:

Tam o anda, bir sezgiyle niye kepengi açmıştım da karlı nar dallarının arasından onu görünce onu görünce öyle uzun uzun bakmıştım.” (s. 50)

“… karanlıkta görebildiğim kadar evi uzun uzun seyrettim.” (s. 144)

Uzun uzun kana kana ağladık.” (s. 167)

Pırıl pırıl göğe bakarak uzun uzun dua okudu.” (s. 279)

Uzun uzun çalıştıktan sonra ne güzeldir sokaklarda yürümek!” (s. 271)

“…bütün kadınlar evde toplanmış ağlarken ben de uzun uzun dövünüp gözyaşı döktüm.” (s. 277)

Uzun uzun yürüdükten sonra…” (s. 325)

Uzun uzun çalıştım.” (s. 325)

“büyük üstadın çizdiği diğer atlarla uzun uzun karşılaştırılmış ve arada hiçbir farkın olmadığı görülmüştü.” (s. 329)

“… içlerindeki sırrı anlamaya çalışarak uzun uzun onlara baktım.” (s. 241)

“Çocukları, hayatımızı uzun uzun düşündüm.” (s. 207)

“Cihan Hakimi Hünkârın yüzüne, yandan da olsa gözlerine uzun uzun baktım.” (s. 312)

“… diğer atlarla uzun uzun karşılaştırılmış …” (s. 329)

“… resme rastlarız diye uzun uzun sayfa çeviriyordu.” (s. 347)

“sabırla uzun uzun beklerken” (s. 357)

“bu harika resme sessizce uzun uzun ve aynı zevkle baktım.” (s. 362)

Babamın evine gidip gidip tencerelere, kap kacağa, fincanlara bakıp uzun uzun ağladığım ve geceleri birbirimize destek olmak için çocuklarla koyun koyuna uyuduğumuz o günlerde Hasan bana o fırsatı vermedi.” (s. 57)

Elini yalaya yalaya mumu sonunda yakıp bir rahlenin kenarına koydu.” (s.156)

“… göğüs kemiklerini, yavaş yavaş çıtırdatarak kırmanız…” (s. 12)

Üzerine kömür tozundan yedire yedire bolca döktüm,” (s. 319)

“… kiremitlerin üzerinde zıp zıp zıplayacak kadar keyiflenmişlerdi.” (s. 228)



Yüklə 173,34 Kb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2   3




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin