Orhan pamuk’un tüRKÇESİ: benim adim kirmizi örneğİ



Yüklə 173,34 Kb.
səhifə2/3
tarix04.11.2017
ölçüsü173,34 Kb.
#30593
növüYazı
1   2   3

1.1.8. Sayılar: Türkçenin temel söz varlıklarından olan bir başka unsur da sayılardır. Romanda sayma, ölçme, tartma ve tarihlerde sayılardan çokça yararlanılmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır:

Dört gece önce …” (s. 27)

on iki adım ötede …” (s. 27)

yirmi beş yıllık arkadaşımı …” (s. 27)

Moğol istilası sonrası, İslam resminin üç yüz yıl süren gücünü ve onu puta tapanların ve Hıristiyanların resminden ayıran şeyi, âlemin Allah'ın gördüğü yerden, yukarıdan, ufuk çizgisi çizilerek ve içten bir acıyla resmedilmesini bu mutlu mucizeye borçluyuz.” (s. 85)

Bir genç ve güzel cariyenin ellide biri olacak tek ayağı; kenarı kemikli, ceviz ağacından iyi bir berber aynası; doksan akçe gümüş varaklı, şemse nakışlı, içi çekmeli iyi boyanmış bir sandık; yüz yirmi taze ekmek; üç kişilik mezar toprağı ve tabut; gümüş bir pazıbent; bir atın onda biri; yaşlı ve şişman bir cariyenin bacakları; bir manda yavrusu; iki iyi Çin tabağı; Padişahımızın nakkaşhanesindeki Acem nakkaşlarından Tebrizli Derviş Mehmet'in ve benzeri büyük çoğunluğun bir aylık yevmiyesi; kafesiyle birlikte iyi bir av doğanı; Panayot'un şarabından on testi; dünyaca ünlü oğlanlardan Mahmut ile cennetlik bir saat ve saymakla bitirilemeyecek başka pek çok imkân.” (s. 120)

Dokuz tane bunlar, dedi. Oysa Enişte’yle on resimlik bir kitap için anlaşılmıştı.” (s. 262)

“… üç beş akçe fazla kazanmak için …” (s. 296)

Bir üstat asla değildi, ama kırk yıl resimlerin boş yerlerine, beş yapraklı, tek çiçekli şu otlardan yaptı ve iki sene önce ölüp gitti.” (s. 311)

Leylek’in kalemlerinden son dört beş yılda çıkan yüzlerce at gördük:” (s. 310)

“… dünyanın en güzel atlarından size beş altı tane çizivereyim.” (s. 318)
1.1.9. Konuşma Dili: Birinci kişi anlatımın hâkim olduğu romanda konuşma dilinin imkânlarından sık sık faydalanılmıştır. Bu da anlatıma canlılık ve doğallık katmıştır.

Aah!” diye bağırdı sonra.” (s. 210)

Ayy, hayvan çıplak!” (s. 21)

Ayy bu bohça çok ağır olmuş” (s. 151)

Ayol bu köpek değil domuz" demişti.” (s. 18)

ayol unuttum,” (s. 405)

Ha? dedi önce “Ha!” dedi sonra. (s. 180)

Haydi elim, şimdi gerçek kıl gözümün önünde bu harika atı!” (s. 315)

Hınnn” dedim. Saçlarınız kokuyor sizin.” (s. 53)

Ooh, aman çok iyi geldi, içimi ısıttı, gözlerimi keskinleştirdi, zihnimi açtı ve bakın aklıma ne geldi.” (s.21)

Ooff maşallah; ne kadar da ağırsın” (s. 104)

Şşşt”, dedim. Onları odamıza doğru itekleyerek.” (s. 208)

Tıpkı Kuran-ı Kerim gibi, -yanlış anlaşılmasın, hâşâ!- bu kitabın sarsıcı gücü asla resimlenemez oluşundan da gelir.” (s. 12)

Yerim seni ben, anladın mı?” (s. 242)


1.1.10. Kalıp sözler (Hayır-dua ve beddualar): Romanda zaman zaman kalıp sözlere de başvurulmuştur.

Allah kuru iftiradan saklasın (s. 62)

En sonunda, çok şükür, tekrar çıktığı yere gerisin geriye eve doğru kıvrılarak dönen gelin alayının aldığı yoldaydı gözüm hep,” (s. 234)

Allahım sen bizi koru ya Rabbi.” (s. 239)

Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun!” dedi iyilikle.” (s. 257)

Allah her şeyi görür, bilir…” (s. 29)

Allah rızası için kulak verin şu anlatacaklarıma.” (s. 59)

Allaha şükürler olsun ki” (s. 390)

Allah gecinden versin (s. 415)

Can baş üstüne padişahım,” (s. 316)

Hayırdır.” (s. 318)
2. BAŞKA ANLATIM YOLLARINI KULLANMA

2.1. Dilbilgisi Kurallarını İhlal Etme: Ekler, imla ve noktalama bakımından bazı sapmalar ile alışılmadık birtakım ilgiler kurulduğu gözlenmiştir.
2.1.1. Ekler Bakımından Sapmalar: Ekler bakımından az da olsa alışılmadık kullanımlar tespit edilmiştir:

gürültülü bir dere kenarında konuşan iki kişi gibi bağırışıyorduk.” (s. 255) Orta hece ünlüsünün düşmesi beklenirdi: “bağrışıyorduk

“… kederinin omuzuyla hiç ilgisi olmadığını gördüğüm için …” (s. 467) Burada da orta hece ünlüsünün düşmesi beklenirdi: “omzuyla
2.1.2. İmla Bakımından Sapmalar: İncelenen eserde imla bakımından sapmalara nadiren rastlanmıştır:

“…kardeşlerimden birisiyle gözgöze geliyorum…” (s. 25)

cellatın işkence yaparken çizilmişi pek makbuldür.” (s. 141)

“… aç gözlü arsız fareler sayfaları hapır hupur yutacak” (s. 197)

Aynı nakkaşhanede dizdize oturup birlikte resim yapma şerefini tattığım …” (s. 269)

Batan bir gemiyi terkeder gibi” (s. 387)


2.1.3. Noktalama Bakımından Sapmalar: İncelenen eserde noktalama bakımından sapmalara da nadiren rastlanmıştır:

Dört gün geçti, ve şimdiden duruma biraz alıştım.” (s. 23)

“… çizgiyi tam hayal ettiğim gibi çektiğimi görünce resmettiğimi unuttum da sanki kulaklar, ve güzelim boynunun o nefis eğimini ben çizmedim, elim çizdi.” (s. 315)

İçimden öyle geldiği için kepengi o an coşkuyla bütün gücümle itince önce odaya güneş doldu : pencerede durdum ve Kara ile güneşten gözlerim kamaşır gibi göz göze geldim; …” (s. 50)

“… şimdiki Şahın ne kitap yazdıracak hali var, ne resimletecek.” (s. 68)

Kısa çizgi ya da parantez arasında ifade edilen iç içe birleşik cümlelere çok sık başvurulmuş, öte yandan bu iki işareti tercihteki keyfiyetin nedeni anlaşılamamıştır:

Zeytin'in, bana dostlukla, bir çeşit saygıyla bakışı, sonra sarılışı -sarılmasını bilen adam iyi adamdır- öyle hoşuma gitti ki, bütün nakkaşlar, hattatlar arasında kitabıma en çok onun inandığını bir daha düşündüm.” (s. 108)

Şeyhülislam, kapıcıbaşı, imam, yeniçeri, derviş, sipahi, kadı, ciğerci, cellat -cellatın işkence yaparken çizilmişi pek makbuldür- dilenci, hamama giden karı, afyonkeş.” (s. 141)

Kara'nın başına, ensesine, omuzlarının inip kalkışına, çok sinir bozucu bir şekilde yürüyüşüne -sanki adımlarım dünyaya lütfeder gibi atıyordu- yüreğimi sıcacık sarıveren derin bir nefretle bakıyordum.” (s. 145)

“… kafama yediğim darbeyle -ya da darbe yüzünden- aklımın iyi çalışmayan bir başka kısmı ise hüzün verici bir iyi niyetle…” (s. 199)

Kara’yı dün akşam, -haftalar önce uzak geliyordu bana- onu ilk gördüğüm yerde beni bekler buldum.” (s. 218)

Hayriye’nin tanıklığının hiçbir değeri olmasa da, aleyhime -benim değilse de babamın kitabının aleyhine- döndürülen dolapların parçası olmasından korkuyorum.” (s.220)

Birileri ona -evet haklı olarak- her şeyin bayram günlerinde olduğu gibi mutlu, ama derinlikten yoksun olduğunu fısıldamıştır.” (s. 298)

Kimi örnek kitapların, bazı kalıp defterlerinin yeni bitirilmiş kitapların durduğu nakkaşhane binasına, Enderun’a ve Harem’e adamlar salındı ki üzerine kilit üzerine kilit vurulup iç hazineye saklanmamış ne kadar kitap varsa, -tabii ki hepsi Padişahımızın izniyle- getirile.” (s. 309)

“… atların hepsi, Heratlı eski üstatlardan alınmış aynı zarif duruşla -tek bacak kibarca ilerde, tek bacak onun yanında sabit- durmuşlardı.” (s. 309)

Son bir haftada iki kere daha karın doyurduğum ve kendi kendime kederliler aşevi dediğim -aslında sefiller demeliydim- yere girdim.” (s. 322)

Çünkü kenar mahalle medresesinde günde yirmi akçeye ders veren -bugün yirmi ekmek alınıyor bununla- hocanın dizinin dibinde üç yıl oturuyorsun da hâlâ Behzat kim bilmiyorsun.” (s. 323)

Yüzlerce nakkaş -ben de dahil- ezberden çizeriz o atları.” (s. 325)

Beni hep ayıplayan, cemaatten koparan bu sessiz ve acımasız ruhu -bir cindi o, ruh değil- kim koymuştu içime?” (s. 326)

Çubuğun ucuyla bir parça sudan alıp başparmağının (öteki parmaklar katiyen olmaz) tırnağını sürdü.” (s. 216)

Gelin alayının kalabalığı eve yerleşirken tıpkı evdeki yaşlılar, kadınlar ve çocuklar (bir köşeden Orhan kuşkuyla beni süzüyordu) gibi Şeküre'nin de, bu koku hiç yokmuş gibi davrandığını görünce bir an kuşkuya kapıldım.” (s. 234)

Bir anda odayı boşalttılar ve Hayriye'nin pilavıyla kızarmış kuzu etini (şimdi ben de cesedin kokusuyla kekik, kimyon ile kızarmış kuzunun kokusunu birbirine karıştırmaktaydım) yemek için erkeklerin toplandığı yan odaya geçerlerken…” (s. 236)

Aynı nakkaşhanede dizdize oturup birlikte resim yapma şerefini tattığım ustalar ustası Nurullah Selim Çelebi, seksen yaşındayken böyleydi (benim kadar öfkeli değildi ama).” (s. 269)

Sinirle, mutsuzlukla ya da başka bir kusurla zedelenmiş olduğumuz için değil, insanların çoğu aptal olduğu için insanların çoğuna aptal muamelesi yapıyoruz. (Yine de onlara daha iyi davranmamız bizim hesabımıza daha bir incelik ve akıllılık olurdu.) (s. 269)

1.Çocuklar. (Onlar bütün âlemin kurallarını özetler.)

2. Tatlı hatıralar. (Güzel oğlanlar, kadınlar, güzel resmetmek, dostluk)

3. Heratlı eski üstatların harikalarıyla karşılaşmak. (Bu bilmeyene açıklanamaz) (s.270)

Kısa bir süre önce Acem sınırından Serhat Paşa’nın yanından Eniştesinin davetiyle İstanbul’a dönmüş (Şüphe ima eden bir bakış attı Bostancıbaşı), İstanbul’da Eniştesine iyice sokulmuş, hazırladığı kitabın hikâyesini öğrenmiş.” (s. 273)

Surnamemiz için yaptığı tezhiplerin neredeyse tıpatıp aynısını Enişte’nin kitabı için yapan, (evet, kalbim tabii ki kırılıyordu) duvarlara, yapraklara, bulutlara fırçasının arada bir dokunduğunu sandığım zavallı Zarif Efendi’yi …” (s. 294)

Nakkaşlarımın en sessizi, en içlisi, en suçlusu, en haini, en sinsisi (içimden söyleyiverdim bunları) odur.” (s. 296)

Her türlü tuhaf ayrıntıya, hiçbir mantık olmadan (gözle görülmesi dışında) aynı saygıyı gösterdiği için, resimde tutumu Frenk üstatlarınınkine benzer.” (s. 302)

Evleri basılıp aranan üstatlardan ve hattatlardan toplanan sayfaları (bazı sayfaların bizim iki kitabımızla hiç ilgisi yoktu, bazı sayfalar ise hattatların da üç beş akçe için Saray dışına gizlice sefil işler yaptığını bir kere daha kanıtlıyordu) getiren Bostancıbaşı’nın saygılı ama kabadayı tavırlı adamlarının ayağı kesildi sanıyorduk ki, biri, kendine en güveneni, büyük üstada sokulup kuşağının içinden bir kâğıt çıkardı.” (s.303)


2.2. Alışılmadık İlgiler Kurma: Sözlükte olmayan yahut bugünkü kullanımdan farklı kelimelerle alışılmadık ilgiler kurulmasına az da olsa rastlanmıştır:

Ne zaman ki köyden, kırdan, göçebelikten vazgeçilip şehire oturuldu, çoban köpekleri köyde kaldı, o zaman biz köpekler murdar olduk.” (s. 21)



“Kendi dertlerimle şu akşam vakti biraz kıssa, biraz hisse almak isteyen siz dostlarımı üzmek istemem,” (s. 21)

“… mezarlığın karanlık bir köşesinde karanlık bir köpek bana bakıyor.” (s. 14)

“… kitabı niye benimle değil de o vasatlık misali Kara Efendi ile yapıyorsun.” (s. 195)

küçük kihkihlerle kendi kendine gülen küçük, ince bir nakkaş vardı.” (s. 439)

Kazvinli ustalarından ders almış gibi geniş, rahat, mutlu, yuvarlacık çizgiler çeker …” (s. 297)

“… ne kadar tatlı yuvarlacık geçtim.” (s. 317)

“… her zamanki gülümserliğini hâlâ iyimserlikle koruyan Mektupçubaşı …” (s.264)

Saray’dan Bostancıbaşı’nın bir adamı, temiz, güzel, gülümser, yakışıklı bir genç.” (s. 314)
3. ANLATIM BOZUKLUKLARI

Anlatım bozukluklarını kesin çizgilerle ayırmak, sınıflandırmak mümkün değildir. Bazen ses ya da şekil düzeyindeki bir yanlışlık anlamın cümle düzeyinde bozulmasına yol açabilir. (Eker, 2003: 431)


3.1. Uyum Kusurları

Bu tür kusurlar genellikle anlatımda kelimeler ya da cümleler arasındaki uyumu bozmasına karşılık anlam farklılaşması ya da kaybına yol açmaz. (Eker, 2003: 431)



3.1.1. Kakofoni: Kelime ya da kelime grubundaki seslerin, söyleyişte birbirleriyle uyuşmaması, kulağa hoş gelmeyen bir izlenim yaratmasıdır. (Eker, 2003: 431)

Resim hikâyenin renklerle çiçeklenişidir. Kimse hikâyesi olmayan bir resim düşünemez." (s. 35)

“…kışkırtmam, vesveselendirmem olmadan …” (s. 331),

sorumun onları çok ikirciklendirdiğini anlayacak kadar …” (s. 449)

Arada bir bir iki yalan söylesem de, bu benim hakkımda yanlış bir fikir edinmeyesiniz diyedir.” (s. 55)
3.1.2. Tekrar Sıklığı

Tekrar sıklığı, bir anlatım biriminde, aynı kelimenin ya da aynı kökten türeyen kelimelerin birlikte kullanılmasıyla ortaya çıkan uyumsuzluktur.

Başımıza gelenlerin, hikâye edilip bir kitapta yazılsa bile, en usta nakkaşlarca bile asla resimlenemeyeceğini de söyleyeyim size.” (s. 12)

Kalbim koşar gibi atıyordu, aklım telaşa kapılmıştı, ellerim atın koşumlarını nasıl tutacağım şaşırmıştı, ama bacaklarım atın gövdesini sıkı sıkıya sarınca sağlam bir akıl ve hüner hakim oldu atıma ve bana ve Ester'in dediği gibi, tamı tamına rahvan yürüdü akıllı atım ve sağa sokağa da döndük ne güzel!” (s. 44)

“…, sonra bütün bütün semtimizden ayağı nasıl kesildi, bütün bunları kederle hatırlıyorum, …” (s. 52)

Timur zamanından kalma iki yüz yıllık kitaplarla, meraklı gâvurların altınları verip memleketlerine götürdükleri ciltler aklıma gelince ürperirim: Belki de benim şu hikâyemi öyle uzaklardan biri, bir gün dinleyecektir.” (s. 54)

Her şeyin her şeyi tekrar ettiği ve bu yüzden yaşlanıp ölmek olmasa insanın zaman diye bir şeyin varolduğunu hiç fark edemediği…” (s. 86)

Mektup taşıdığım zamanlar taşıdığım o iri, ama hafif yalancı bohçayı elime aldım.” (s. 151)



3.1.3. Deyim ve Atasözlerindeki Yanlışlıklar

“… mutluluk ve sefaleti eninde sonunda ezeli bir yalnızlığın bahanesi haline getiren benim gibi keder erbabı için …” (s. 283)

Deyimin doğrusu “önünde sonunda” olmalıydı.
3.1.4. Tuhaflık (Garabet)

Tuhaflık, alışılmamış olan veya herkesçe bilinmeyen yahut yabancı kökenli kelimelerin kullanılmasıdır.

Ne idüğü belirsiz cascavlaklar, afyonkeş meczuplar ….” (s. 16)

“… gençliğindeki o sarsak sallantılı halini üzerinden atmış …” (s. 50)

Gaib kocamın evini terk etmem, beklediğim gibi, Hasan'ın bana olan saplantılı, saygısız aşkını, çaresiz, ama saygıdeğer bir yangına dönüştürdü.” (s. 58)

Cinler, cangolozlar, hortlaklar…” (s. 174)

Evliklerimi giyince, karanlıkta kendi başıma oturup bir an hayallere dalmak geçtiyse de aklımdan …” (s. 206)

bohçamın kenar dantellerini pırpırlandırıp, ağaçlarda ıslık çalıp” (s. 391)



3.2. Şekil ve Söz Dizimi ile İlgili Diğer Kusurlar

3.2.1. Şekil Bilgisi Kusurları

“… baba taraf-ı-n-dan akrabalarımdan birinin…” (s. 14)

Padişah ölünce düşmanları güzel kadını ele geçiremediler, ama yalnız yaşayan adamı astırttılar.” (s. 157)

Tabii ki başkalarının yaptığı gibi zengin arkadaşlarımı, akrabalarımı giyindirtip kuşandırtıp atlarına bindirip Şeküre’nin kapısına dayandıracak halim yoktu.” (s. 232)

Üstat Osman benzerlikleri tek tek tekrarlattırıp beni dikkatle dinledi.” (s. 376)

Venedikli gâvuru bunları görünce şaşıracak,” (s. 312)

Timurlu oğullarının tarihini yazarken…” (s. 437)
3.2.2. Söz Dizimi Kusurları

Cümle öğelerinin ve öğeleri oluşturan kelimelerin sıralamasındaki sapmalardır. Eserde, Eski Türkçe evresinden beri takip ettiğimiz, yabancı kaynaklı bir yapı olmasına rağmen Türkçeyle neredeyse bütünleşen ancak Türkçenin söz dizimine de ters olan ki’li cümlelerin sıklığı dikkat çekmektedir:

Kahvelere gidiyor, kahveyle kafayı buluyor, ipin ucunu öyle bir kaçırıyorlar ki orada itin köpeğin konuştuklarını sahi zannedip dinliyorlar; köpektir işte bana ve dinimize küfreder, diyormuş bu Nusret Hoca.” (s. 21)

Bu parayı şimdi sen kabul et ki bizi onlara, ihbar etmeyeceğini anlayalım.” (s. 29)

Onu kuyudan aşağıya attıktan çok sonradır ki, yaptığım işte bir nakkaşın inceliğine hiç mi hiç yakışmayacak kaba bir yan olduğunu düşünebildim.” (s. 30)

Ne kadar hünerin ve yeteneğin olursa olsun parayı ve iktidarı başka yerlerde ara ki, hüner ve emeğinin karşılığını alamayınca sanata küsmeyesin.” (s. 32)

“…öyle paralar saçmaya başlamış ki, Tebriz ve Kazvin'in en parlak nakkaşları ellerindeki işi bırakıp onun sarayına koşmuşlar.” (s. 33)

Sokağa çıkar çıkmaz, tam bir hamlede atımın üzerine atlamak üzereydim ki, tam bir daha hiç dönmem diyen masalsı atlı gibi dar sokaklardan kaybolacaktım ki, nereden çıktığını hiç anlayamadığım koskocaman bir kadın, baştan aşağı pembeler giyen bir Yahudi, elinde bohçası üzerime geldi.” (s. 43)

Ki mektubun kokusu da bunu doğruluyor.” (s. 48)

Acem Şahı Tahmasp, ki hem Osmanlı’nın baş düşmanıydı, hem de cihanın en nakışsever padişahıydı,” (s. 59)

Öyle çok yağıyordu ki kar, peçemden içeri, gözlerime giriyordu.” (s. 205)

Bir şey var ki, eve bile dönmeden hemen sizlerle paylaşmak istiyorum.” (s. 205)

Arkamı dönmeden anladım ki içeriye Cihanpenah Padişahımız Hazretleri girmişlerdir.” (s. 276)

Resme bakan, kitabı karıştıran diğerleri ise konu yüzünden, at bir ata benzediği, Allah’ın atı, ya da hakikaten bir hayal atı olduğu için güzel bulurlar ki bu sahicilik duygusunu hünerle açıklarlar.” (s. 306)

Sarayımızın baytarı Fuyûzi’nin ne de güzel çevirdiği o Baytarname’nin ezbere bildiğim ve makbul at için söylenmiş öyle güzel sözleri vardır ki, her bir kelimesini bizim karşımızda duran doru atımız için de söyleyebilirim:” (s. 306)

Ortalık kararıyordu ki, birden bir ışık doldu odaya, bir hareket oldu:” (s. 311)

Birden öyle hızlı bir şey geldi ki aklıma, ne olduğunu ben anlayana kadar benim hınzır elim kalemi kapmış,” (s. 316)

“… cesaretle, hızla, hazla iki yay çizdim ki görseydiniz, sanki ressam değil, bir hattat bu hünerbaz, derdiniz.” (s. 316)

Dünyanın en güzel atı yoktur ki ben onu çizeyim.” (s. 318)

Ezberden bir tane daha çizecektim ki, “Bir tane yeter,” dedi Saray’dan gelen oğlan.” (s.319)

Ama bir kusurum, bir üslubum yoktur ki benim çizdiğim atlara bakıp kim olduğumu bulabilsinler.” (s. 321)

“… hattatlar arasına karıştığım için öyle bir utanç duyuyordum ki alnım terliyordu.” (s. 325)


3.3. Anlam Kusurları: Anlam kusuru; kelime grubu, cümle gibi anlatım birimlerinde uyumu bozan, anlamı ve iletilmek istenen mesajın algılanmasını zorlaştıran ya da ortadan kaldıran kusurdur. (Eker, 2003: 443)
3.3.1. Eksiklik: Eksiklik, bir anlatım biriminde ek, kelime gibi herhangi bir öğenin eksik olmasıdır. Bu tür bozukluklarda anlam bulanıklığı ya da belirsizliği ortaya çıkar. (Eker, 2003: 443)

Boş evin boş odasında aşağı yukarı sinirli sinirli yürürken şamdana sokuluyor,” (s. 64)

Odada aşağı yukarı yürüyor,” (s. 65)

“…düşünceli bir havayla odanın içinde aşağı yukarı dalgın dalgın yürüyor gibi…” (s. 136)

sürekli artan bir huzursuzluk içinde odalar arasında sabırsızlıkla aşağı yukarı yürüdüm.” (s. 371)

aşağı yukarı yürürken kafam kelimelerle doluydu.” (s. 442)

Bu cümleler “bir aşağı bir yukarı” sözü yerine “tahmin, yaklaşıklık” bildiren “aşağı yukarı” kelime grubuyla ifade edilmiştir. “Bir aşağı bir yukarı yürümek” anlamını içermesine rağmen Orhan Pamuk’un “aşağı yukarı yürümek” ifadesi İngilizce’deki “to walk up and down” kalıbının bire bir tercümesi olduğunu düşündürmektedir. *

Yalnız bir yerde doğru kullanılmıştır: bir aşağı bir yukarı yürüyordum ki şöyle deyivermişim” (s. 441)

Ama her şeyi aşağı yukarı hâlâ görüyordum da.” (s. 370)

Padişahımız da olayı sadık tarihçisine aşağı yukarı böyle yazdırdı.” (s. 468)

cümlelerinde ise aşağı yukarı kelime grubu yerinde kullanılmıştır.

Doğru dürüst bir iş bulamıyor, karımla kavga edip [ona] söz geçiremiyordum.” (s. 64)

Biraz dalkavukça olan bu tür sorulara alışık Başnakkaş [ın] baştan savma bir cevap vereceğini, zaten şu anda beni bütünüyle unutmakta olduğunu sanıyordum. (s. 73)

Hüsrev ile Şirin'in Cennet misali masal bahçesinde birbirlerini [bir] çift anlamlı, manidar bakışlarla süzmelerini bir kitap sahifesinde resmederken…” (s. 77)


3.3.2. Fazlalık: Fazlalık, bir anlatım biriminde, herhangi bir ek, kelime ya da kelime grubunun gereksiz olarak yer almasıdır.

Yine de ama katilliğe alışmak zor.” (s. 23)

Portekiz gemisinden çıkma renkli gömlekliklerin arasına yüzüktü, küpeydi, gerdanlıktı gibi hem pahalısından hem ucuzundan…” (s. 46)

Cetvelkeş Nasır, Timur'un oğulları zamanından kalma bir Nizami Hamse'sinden bir sayfayı, Hüsrev'in Şirin'i yıkanırken çıplak görüşünü tasvir eden bir resmi, tamir ediyorum diye bozuyordu.” (s. 73)

Babam bir kötülüklerin yaklaştığını seziyor, ona hak veriyorum.” (s. 175)

Nerede kaldınız, diye söylendim çocuklar geri döndüğünde.” (s. 163)

Mavi kaplı odaya korka korka geri dönmüştüm ki Kara üzerime saldırdı.” (s. 243)

eski kocamın evine geri dönerdim” (s. 337)

on iki yıl sonra geri dönünce” (s. 338)

Bu ürpertiyi içimde duyduğumda, ben de, tıpkı bir gözü kitabın içindeki hayata, bir gözü de kitabın dışına bakan o güzel kadınlar gibi, beni kimbilir hangi yerden ve zamandan seyretmekte olan sizlerle de konuşmak isterim.” (s. 55)

Benim velimin de senden hiçbir para ve altın talebi de yoktur.” (s. 220)

Gerisin geri eve yaklaşmakta olduğumuz bir an, bir cesaret atımın üzerinde geri dönüp de ona baktığımda, pembe gelin telinin ve kan kırmızısı peçenin arkasında Şeküre’nin hiç de hak etmediği bu yokluklardan mahzunlaşacağına, düğünün alayının ve yolun kazasız belasız sonuna geldik diye ferahladığını anlayıp, ben de rahatladım.” (s. 234)

“…Kelebek’in, hırsız bir çırak gibi falakaya yatırılmasını düşünemedim bile de öylece kalakaldım.” (s. 275)

Yüzünde çocukluk yıllarımızda onda gördüğüm masum bakış benim çizdiğim atlara dalıp gitmişti.” (s. 28)

Cennet'ten dünyaya kadar ve Doğu'nun en uzak noktasından, Batı'nın en uzak noktasına kadar…” (s. 149)

Artık her şey asırlarca ve asırlarca kıyamete kadar böyle kalacaktı;” (s. 204)

Soğukçeşme kapısının karşısındaki terziler kârhanesinde çocukluğumdan beri çalışan ve rahmetli babam tarafından akraba bir döşemeciye çıkıp, benlerle kaplı elini öptüm.” (s. 258)

Sarayın içinde bulunmak, Hazinedarbaşı’nın Padişahımızın yanından kalkıp benimle konuşmaya gelmesi, Padişahımıza bu kadar yakın olabilmek, bütün bunlar beni bir tuhaf yapmıştı.” (s. 260)

“… üstatların silsilesi Moğollara kadar gider.” (s. 295)

Bunlar Timur zamanından kalma kalıpların hiç dışına çıkmayan, bildiğimiz kamış yaprağı gibi kulaklar.” (s. 308)


Yüklə 173,34 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin