Uraşima, dostum, köyüne dönüşün kelimenin tam anlamıyla geleceğe dönüş olacak. Gel sen söz dinle, kurtardığın prensesin yanında kal. Efendim nerede kalmıştık? Evet, şimdi hatırladım balıkçı Uraşima Taro’daydık



Yüklə 32,44 Kb.
tarix29.07.2018
ölçüsü32,44 Kb.
#62783

Kurgusu mu, Kendisi mi Daha Tuhaf?

- İkinci Şimdi -
Uraşima, dostum, köyüne dönüşün kelimenin tam anlamıyla geleceğe dönüş olacak. Gel sen söz dinle, kurtardığın prensesin yanında kal.

Efendim nerede kalmıştık? Evet, şimdi hatırladım balıkçı Uraşima Taro’daydık. Bu genç adam günün birinde bir deniz kaplumbağasını ona eziyet eden çocukların elinden kurtarır ve ödül olarak denizler altındaki ejderha tanrısının sarayına getirilir. Festivaller, bolluk falan. Birkaç gün sonra vatanına geri döner ancak aradan üç asır geçmiştir. Ne kadar da inanılmaz, değil mi?
Bir saniye, bir saniye. Sanırım 8. yüzyıl Japon edebiyatını yakından takip ettiğiniz halde 20. yüzyıl fiziğinden yeterince haberdar değilsiniz. Bu hikayenin ejderha tanrısı ve sular altındaki saray dışında neresi tuhaf ki? Işık hızına yakın hızlarda hareket eden herhangi bir gözlemcinin başına gelecek sıradan bir zaman genişlemesi durumu. Bazı Japon fizikçilerin taktıkları alternatif adıyla Uraşima Etkisi. Bu yöntemle zamanda ileriye yolculuk yapmakta doğaötesi hiçbir şey yok. Hatta bunu düzenli yapan insanlar var aramızda. Örneğin kozmonot Sergey Krikalev, bir saniyenin yaklaşık yüzde ikisi kadar ileri yolculuk yapmış durumda. Evet 20 milisaniyecik ileri yolculuk için aylarca Uluslararası Uzay İstasyonu’nda kalması gerekti ama ileride daha hızlı uzay gemileri inşa ettiğimizde ileriye yolculuk adeta çocuk oyuncağı olacak.
DeLorean’ın göstergeleri doğruysa, havada duran tekerleksiz kaykaylara (Subway Surfers oyunundaki tip) “şu an” 2 yıl, 59 gün, 8 saat, 15 dk. kaldı. (Kaynak: www.october212015.com )

Yanlız çocuk oyuncağı demişken eklemekte fayda var: Geleceğe Dönüş filmlerindeki kadar kolay olacağını hiç zannetmiyorum. Tatlı kaçık Dr. Emmett Brown’ın 1985’den 2015’e atlama yapıp bize ulaşacağı (yoksa ulaşmış olduğu mu demeliyiz?) 21 Ekim 2015 tarihini dört gözle bekleyen (beklemiş olan?) fanatik takipçilere kötü bir haberimiz var: Filmdeki zaman arabası DeLorean’ın ulaştığı hız olan saatte 88 milin (142 km/saat) pek bir işe yaramayacağı kesin.
Ama tabi filmde zaman yolculuğunu mümkün kılan hayali bir icat var: akı kapasitörü.1 Bu cihazın nasıl çalışabileceği hakkında pek bir fikrimiz olmasa da, senaryodaki iki küçük detaya bakarak Doktor’un döneminin bilimsel gelişmelerini yakından takip ettiğini söyleyebiliriz. Birincisi filmde zaman yolcuğu yapan ilk canlının, yani Doktor’un sevimli köpeğinin adı: Einstein. Albert Einstein ve Kurt Gödel.

İkincisi ise, akı kapasitörünün sözde icat tarihi olan 5 Kasım 1955. Bu tarihten yaklaşık 6 yıl önce, Avusturyalı (sonradan Nazilerden kaçıp Amerikalı olan) matematikçi Kurt Gödel’in, Princeton’daki yakın dostu Albert’a enteresan bir hediye2 verdiğini biliyoruz: kapalı zamansal eğrilerin genel görelilik kuramında mümkün olduğunun ilk matematiksel örneği. Yani zamanda geriye yolculuğun önünde hiç olmazsa kuramsal bir engel olmadığının ispatı.
Bu hediyenin Einstein’ı memnun edip etmediğini söyleyebilmek zor. Gödel, eğer genel görelilik denklemlerinin geçmişe yolculuğu kuramsal olarak yasakladığını ispat etseydi, Einstein sanki daha mutlu olurdu diye düşünüyorum. Neden mi? Çünkü geçmişe yolculuğun felsefi olarak mide bulandırıcı tarafları var. Örneğin “dede paradoksu”. Diyelim zamanda yolculuk yaptınız ve babaannenizle dedenizin tanışmasına engel oldunuz (hiç tavsiye etmem). Tanışamadıklarına göre, babanızın doğmamış olması lazım. Babanız yoksa, siz de olmayacaksınız. İyi de o zaman zamanda geriye yolculuk yapıp dedenizle babaannenizin tanışmasına engel olan kimse kalmayacak. Demek ki tanışmışlar, demek ki babanız ve siz doğmuşşunuz, demek ki tanışmalarına engel olabilen birisi var. Nasıl yani? Tanışabilirse tanışmalarına engel olan var; tanışamazlarsa tanışmalarına engel yok. Bu ne biçim bir iş?
Bu paradoks ve benzerlerine yarı felsefi, yarı bilimsel, yarı mistik cevaplar uydurmak mümkün tabi. “Muz kabuğu mekanizması” adıyla anılan bir fikir var mesela. Buna göre evren nasıl olduğu pek bilinmez bir şekilde3, paradoks oluşturabilecek olayların gelişmesine kendiliğinden engel oluyor. Siz dedenizi babaannenizden uzaklaştırmak için uğraşırsanız başınıza gelmedik kalmıyor, ne yaparsanız yapın onlar bir şekilde tanışıyorlar. Diyelim ilk tanıştıkları anı bozmak için yanlarına gitmeye çalışırken, yerdeki bir muz kabuğuna basıp bacağınızı kırıyorsunuz ve tüm çabanız boşa gidiyor.
Veya daha da ilginci, kırık bacağınız sebebiyle siz yerde kıvranırken size yardım için yanınıza geliveren iki yabancı, sayenizde tanışmış oluyorlar. Zamanda yolculuk yapmanızın amacının tam tersi gerçekleşiyor ve istemeden de olsa dedeniz ve babaannenizin gençlik hallerinin tanışmasının sebebi siz oluyorsunuz. Fizikte “Novikov’un tutarlılık prensibi” diye adlandırılan bir yaklaşımın örneği bu: Geçmişe yolculuk kendi içinde tutarlı bir döngü oluşmasını sağlıyor, kimi yorumculara göre Bruce Willis’in karakterinin 12 Maymun filminde başına gelen tatsız hikayeye benzer şekilde.
Ama naçizane kanaatim, Einstein’ın muz kabuğu mekanizması tarzı açıklamalara karnının tok olduğu. Az önce sözünü ettiğimiz üzere, sanırım onun tercihi geçmişe yolculuğu kuramsal olarak imkansız kılacak matematiksel bir ispat olurdu. Bu çeşit matematiksel bir ispat örneğin Einstein’ın 1905’de ortaya koymuş olduğu özel görelilik kuramında var. Özel göreliliğe göre geçmişe yolculuk yapabilmek için ışıktan hızlı gitmek lazım. Ve hepimiz de biliyoruz ki hiçbir şey ışıktan hızlı gidemez, çünkü ışık hızını geçmek değil, ışık hızına ulaşmak dahi sonsuz enerji gerektirir.
Superman astrofizikçi Neil deGrasse Tyson ile tanışıyor ve Kripton’un kalıntılarının Corvus (Karga) takımyıldızında, Dünya’dan 27 ışık yılı uzakta bir yıldızın etrafında olduğunu öğreniyor.

Bu bağlamda bilim kurgu hikayelerinde karşılaştığımız tüm hayali güçler arasından birini seçme şansımız olsa, tercihim tartışmasız ışıktan hızlı gidebilme olurdu. Veya ben Lex Luthor olsam, ve elimde baş düşmanım Superman’in ışıktan hızlı gidebildiği şeklinde somut bir kanıt olsa, kötü adamlığı şu dakika bırakırdım. Ve öylesi bir kanıt yakın zamanda elimize geçti: 2012 yılında DC Comics firması popüler astrofizikçi Neil deGrasse Tyson ile anlaştı ve süper kahramanımızın anavatanı Kripton gezegeninin kalıntılarının “gerçek” yerini belirledi. Bizden sadece 27 ışık yılı uzakta, yani arka bahçemiz sayılır. Lex için kötü haber ise, Superman Dönüyor filminde gördüğümüz üzere bizim pelerinli dostumuzun kalıntılara gidip gelmesi sadece 5 yıl kadar alıyor. Yani Superman ışıktan en az 10 kat daha hızlı yol kat edebilir görünüyor ve dolayısıyla zamanda geçmişe yolculuk yapabileceği kanıtlanmış oluyor.4 Geçmiş olsun Lex!
İyi de ışık hızına ulaşmak sonsuz enerji gerektiriyorsa, galaksimizdeki yıldızlara yolculuk yapmaya ömrümüz hiç yetişemeyecek mi? Yıldız Savaşları, Uzay Yolu ve kurgu dünyamızın saymakla bitmez bir çok eserinde yer alan “hiperuzay” veya “warp” motorları asla mümkün olamayacak mı? Bu sorunun cevabı için gene kurguya dönelim.

İki boyutlu bükük bir uzay-zamanın iki uzak noktasını birbirine bağlayan bir Einstein-Rosen köprüsü. Bir kağıt parçasını alın ve üzerinde yürüyen bir karıncayı düşünün. Kağıt kıvrıksa ve eğer üzerinde bir delik varsa, kağıdın bir ucundan diğerine gitmek, son derece hızlı gerçekleşebilir.
Yıl 1985. Dünyada yarım milyar kişi tarafından izlenmiş olduğu tahmin edilen Cosmos belgeselinin yaratıcısı astrofizikçi Carl Sagan, 90’larda film senaryosuna da dönüştürülecek olan bilim kurgu kitabı Contact’i yazmaktadır. Filmde Jodie Foster’ın canlandıracağı astrofizikçi Dr. Eleanor Arroway karakterinin kısacık bir süre içerisinde dünyadan 25 ışık yılı uzaktaki Vega yıldız sistemine gidip gelecektir. Sagan bu yolculuk için kuramsal açıdan saçma olmayacak bir yöntem aramak için kozmolog Kip Thorne’a mektup yazar. Thorne’un çözüm önerisi genel görelilik kuramının imkan verdiği ve uzay-zamanın bükülmesiyle oluşabilecek bir kanaldır. Genel görelilik kuramı, adı üstünde, özel görelilik kuramının genellemesidir ve özel kuramın uygulama alanı dışında kalan, yerçekimi ile evrenimizin uzay-zaman geometrisinin arasındaki ilişkiyi açıklar. Bükülmüş bir uzay-zamanda, birbirinden uzak iki bölgenin arasında onları birleştirecek bir kanal, ki buna Einstein-Rosen köprüsü diyoruz5, olabilmesi mümkündür ve bu köprüden giden birisi devasa uzaklıkları kısacık sürelerde kat edebilir.
Einstein-Rosen köprüsü ile Gödel’in Einstein’a hediyesi arasında önemli bir ilişki var. Sagan’la etkileşiminden de ilham alan Thorne, iki öğrencisi, Michael Morris ve Ulvi Yurtsever ile 1988’de bir makalede gösterir ki, Einstein-Rosen köprüleriyle kapalı zamansal eğriler oluşturulabilir. Yani bir gün bu köprülerden üretmeyi başarabilen (bunun pratikte mümkün olup olmayacağı ayrı bir konu) ileri bir medeniyet zamanda da yolculuk yapabilir.6 Gödel’in çözümünde olduğu gibi rahatsızlık verici bir sonuç bu; hatta Thorne’un makaleyi basıma yollamadan önce fizik dünyasında uçuk işlerle uğraşıyormuş damgası yemekten çekindiğini biliyoruz.
Son 25 yılda bu konuda daha bir çok çalışma yapıldı ve gördüğümüz o ki genel görelilik zamanda geriyle yolculuğa hiç olmazsa kağıt üzerinde izin veriyor. Ama genel görelilik kuramının mikroskobik ölçeklerde uygulanamadığını ve kuantum mekanik kuramı ile tutarsızlıklar gösterdiğini biliyoruz. Ünlü İngiliz fizikçi Stephen Hawking de dahil olmak üzere bir çok bilim insanı, kuantum mekaniği ile genel göreliliğin bir arada hesaba alındığında, geçmişe yolculuğun kuramsal olarak imkansız olduğunun gösterilebileceğini düşünüyorlar. Kimin haklı olduğunu ancak zaman gösterecek. Hem kuramsal fizikte, hem de deneysel parçacık fiziği ve astrofizikte yapacak çok işimiz var.
Ne yani, bunca çaba harcadık ve kesin bir cevaba ulaşamadık mı? Son cevabı bilemesek de, kurguyla bilimin el ele yolcuğu sırasında öğrendiklerimizin bizi özel kılan çok önemli bir yönü var. Gündelik hayatımızdaki, GPS navigasyon sistemlerinin çalışması gibi pratik faydalardan söz etmiyorum.7 Zamanı anlamak, galaksilerden atomaltı parçacıklara kadar herşeyin kuramsal örgüsünün anlaşılmasıyla olduğu kadar, insanın hakikaten hür bir iradeye sahip olup olmadığı gibi derin felsefi sorularla da ilintili. Zamanı nasıl algıladığımız ve gelecek ile ilgili kurguları nasıl yapabildiğimiz insan zekasının ve bilinç dediğimiz şeyin anlaşılması için yapılan araştırmalarda büyük önem taşıyor. Örneğin 1980’lerde ortaya konan Bischof-Köhler hipotezi, insanlar dışındaki hayvanların, gelecekle ilgili görünen bir şeyleri yaptıklarında dahi, şu an içinde bulundukları arzu veya ihtiyaçlarına göre hareket ettiklerini iddia ediyor. Bu hipoteze ters düşen hayvan aleminden örnekler bulmak son yılların hummalı ve tartışmalı araştırma konularından biri. Biz insanlar adeta düşünsel zaman yolculukları yapabiliyor ve gelecekteki olası hallerimizi bilincimizde canlandırıp planlar kurabiliyoruz.8
Düşünsel yolculukları sadece olası gelecekler için yapmıyoruz tabi. İstersek gözlerimizi kapatıp geçmişe de uzanıyoruz. Dün akşam ne yediğimizi dahi hatırlamakta zorlandığımız olsa da arada, genel olarak hatıralarımızda geçmiş tecrübelerimizi canlandırabiliyoruz. Geçmişe ve geleceğe olan bu yolculukları yapmamızı sağlayan ve bize ait kişisel hatıralarımızı tuttuğumuz eylemsel belleği (episodic memory), genel geçer bilgileri tuttuğumuz bellekten ayırıyor psikologlar. Ve bu eylemsel bellek ile gelecekte kendimizi hayal edebilmenin aynı nöral yapılarda yer aldıklarına, çocuklarda aynı yaşta gelişip, yaşlılarda aynı zamanda zayıfladığına dair bir çok çalışma mevcut.9 Yani nörolojik anlamda öyle görünüyor ki, kendi geçmişini bilmeyen geleceğine hakikaten yön veremiyor.
Madem ki beynimiz geçmişi hatırlarken ve geleceği planlarken, benzer düşünsel yolculuklara çıkarıyor bizleri, neden geçmişi hatırlıyoruz da, geleceği hayal ediyoruz? Veya daha çılgın bir soru soralım: Brad Pitt’in 2008’de canlandırdığı Benjamin Button'ın Tuhaf Hikayesi’ndeki gibi neden günler geçtikçe gençleşen kimse yok? Bu soruların cevabı da gene bilimle, özellikle de termodinamiğin ikinci kanunuyla ilgili.
Ama artık yorulduk, değil mi? O konu da başka bir “şimdi”ye kalsın. Modern bilim evrenimizde minicik bir nokta kadar olduğumuzu göstermekle kalmadı, zamanın akıp gittiği hissinin de sadece bir çeşit illüzyon olabileceğini ima ediyor. Bunun verdiği tevazu içinde her geçen dakikaya daha büyük bir aşkla tutunmak lazım. Einstein’a sormuşlar, görelilik nedir diye? “Elinizi sıcak bir sobanın üstüne koyun, bir dakika bir saat gibi gelir. Tatlı bir kızın yanında oturduğunuz bir saat ise, bir dakika gibidir.” Her dakikanızı zamanın nasıl geçip gittiğini farketmeyecek şekilde keyifli ve geri dönüp baktığınızda bu evrende güzel birşeyler bıraktığınızı hissederek geçirmeniz dileğiyle…



1 Akı kapasitörü sözüne bakarak senaristler Bob Gale ve Robert Zemeckis’in bilimselmiş hissi veren isimler uydurma konusunda epeyce başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Hem akı, hem de kapasitör sözcüklerinin fiziğin farklı alanlarında kullanılan genel anlamları var. Bu sözcüklerle en sık karşılaştığımız elektromanyetikteki anlamlarına bakarsak, akı kapasitörü tamlaması bugün memristör adını verdiğimiz ve 1971’de kuramı yapılmış yeni bir devre elemanını tanımlamakta kullanılabilir. Memristör zamanda yolculuk yaptıracak bir cihaz değil ama eğer hakikaten başarıyla üretebilirsek elektronikte bir devrim yaratacağı kesin.

2 Kimi kaynaklara göre bu Gödel’in Einstein’a bir doğum günü hediyesiydi.

3 Bu mekanizmanın benzeri çılgın bir hipotez 2008 yılında fizikçiler Nielsen ve Ninomiya tarafından Higgs bozonunun belki asla keşfedilemeyeceğini iddia etmekte kullanıldı. Fizik dünyasında çok da ciddiye alınmayan ve sonuçta yanlış çıkan bu hipotezin ana fikri gelecekte ortaya çıkabilecek Higgs bozonlarının geçmişte yapmaya çalıştığımız deneylerin başına aksaklıklar getireceği ve dolayısıyla keşiflerinin mümkün olduğu kuantum durumlarının kendiliklerinden baltalanacakları şeklindeydi.

4 Nitekim Lex bilmese de, biz izledik daha önceki filmlerde bunu yapmadı mı? Yalnız, dünyanın kendi çevresinde dönüş yönünü tersine çevirmenin zamanın akış yönüyle hiç mi hiç alakası olmadığını eklemek lazım.

5 Sagan, Thorne’un Einstein-Rosen köprüsünü önerisini beğenmekle kalmaz, aynı zamanda Thorne’un bu köprü için kullanmış olduğu terimi de kitabında kullanır: Kurt (solucan) deliği. Kurt deliği sözünün asıl mucidi ise John Wheeler’dır, Thorne’un doktora danışmanı ve genel göreliliğin en ünlü uzmanlarından bir fizikçi. Diyebiliriz ki, şimdi çok ünlü olan bu terimle edebiyat dünyasının gerçekten tanışması Sagan’ın kitabı sayesinde olmuştur.

6 Uzay Yolu 4: Eve Yolculuk şimdi birden daha makul göründü, değil mi? Bu arada, 1994’de teorik fizikçi Miguel Alcubierre, Uzay Yolu’ndaki tarzda bir “warp” motoru için genel görelilik kuramına uygun kuramsal bir taslak yayınladı.

7 GPS uyduları hızlı hareket ettikleri için zaman onlar için yavaşlıyor ama dünyanın yerçekiminden daha az etkilendikleri için de zaman onlar için hızlanıyor. Toplamda her gün bizden 38 mikrosaniye daha fazla yaşlanıyorlar.

8 Alet kullanma, sembolik düşünme, aynada kendini tanıma, kendine ait bir isim sahibi olma ve diğer bireyleri isimleriyle tanıma, taklit etme, pedagoji gibi bir zamanlar sadece insanların sahip olduğunu düşünülen bir çok yeti hayvanlarda görüldüğünden, beynimizin içinde zamanda yolculuk yapabilme becerisi çok çekişmeli bir araştırma konusu. Suddendorf T, Corballis MC (1997) Mental time travel and the evolution of the human mind, Genetic, Social & General Psychology Monographs; Vol. 123-2, p.133.

9 Cheke LG, Clayton NS (2010) Mental time travel in animals, WIREs Cogn. Sci., DOI: 10.1002/wcs.59

Yüklə 32,44 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin