الأصل المعهود: اليقين لا يزول بالشك ‘Meşhur kaide: Şek ile yakîn zâil olmaz’



Yüklə 3,3 Mb.
səhifə13/48
tarix22.01.2019
ölçüsü3,3 Mb.
#101643
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   48

2. Kitâbu’s-Salât


(حكم التبع حكم الأصل) "Tabi olanın hükmü aslın hükmüdür". Yolculukta namazların kasredilmesi meselesinde birlikte yolculuğa çıkan kişiler arasında tabi olanların değil de aslın niyeti esas alınır519.

(الحكم في التبع ثبت بعلة الأصل) "Hüküm, asılda bulunan illet ile tabide de sâbit olur". Beraber yolculuğa çıkanlar arasında asıl-tabi ilişkisine bağlı olarak, asıl mukim olunca tabi de mukim olur520.

(إذا سقط الأصل سقط التابع ضرورة) "Asıl sâkıt olduğunda tâbi de zarûreten sâkıt olur". Namazın rükünlerinden olan secdenin asıl, diğer rükünlerin ona tâbi olduğunu ifade ederken bu kâideyi zikretmiştir. Bu sebepten dolayı bir kimseden secde sakıt olursa rükû‘ etmeye kâdir olsa da rükû‘ sakıt olur521. Bu kâide Mecelle’de "asıl sâkıt oldukta fer‘ dahi sâkıt olur" şeklinde geçmektedir522.

(العلم في حق الأصل يغني عن العلم في حق التبع) "Asıl hakkındaki bilgi, tabi hakkındada yeterlidir". İmamın, kıldırdığı namazın hangi namaz olduğuna dair bilgisinin kendisine tabi olan için de geçerli olduğunu bu kâide ve bir hadis ile temellendirmiştir523.

(التبع لا يخالف الأصل) "Tabi olan, asıl olana muhalif olmaz". Bu kâideyi, gece kılınacak olan nafile namazların iki, dört ve altı rekat şeklinde kılınabileceğini el-Câmiu’s-Sağir’den aktarırken zikretmiştir. Bu konudaki kâide (el-asl) şudur diyerek (النوافل شرعت تبعا للفرائض) "nafileler, farzlara tabi olarak vazedilmişlerdir" dâbıtını zikrettikten sonra bu kâideyi vermiştir524.

(الحكم في التبع ثبت بوجود السبب في الأصل) "Hüküm, asılda bulunan sebebin varlığı ile tabide de sâbit olur". (سهو الإمام يوجب السجود عليه وعلى المقتدي) "İmamın sehvi, kendisine ve muktediye secdeyi gerektirir" dâbıtı ile sehiv secdesinde muktedinin imama tabi olduğunu ifade ettikten sonra, muktedinin imama tabi olması gerektiğine dair bir hadis zikretmiş, daha sonra bu kâideden yararlanmıştır525.

(شرط الشيء تبع له) "Bir şeyin şartı, kendisine tabidir". Tarafeyn, bu kâideye bağlı olarak istiâzenin kıraate bağlı olduğunu, kıraate başlamak için vazedildiğini, dolayısıyla kıraatin şartıymış gibi kabul edilmesi gerektiğini iddia ederler526.

(تبع الشيء كإسمه ما يتبعه) "Bir şeye tabi olan, tabi olduğunun içeriği/ ismi gibidir". Tarafeyn’in yukarıdaki kâideye dayalı olarak ileri sürdükleri görüşe karşılık Ebu Yusuf (v. 182/798), bu kâideden hareketle istiâzenin, "sübhâneke"den sonra vazedilmesi sebebiyle ona bağlı olduğunu söylemektedir527.

Müellif, mezhep imamlarının farklı görüşler ileri sürerken esas aldıkları yukarıdaki iki kâideye bağlı olarak bazı furû‘ meselelerden örnekler vermektedir.

(بطلان بناء الوصف لا يوجب بطلان بناء الأصل لإستغناء الأصل عن هذا الوصف) "Vasfın üzerine kurulduğu şeyin geçersizliği, aslın bu vasfa ihtiyacının olmaması sebebiyle, aslın üzerine kurulduğu şeyin geçersizliğini gerektirmez". Şeyhayn ile İmam Muhammed (v. 189/805) arasında, imama uyan bir kimsenin başka bir namazı unuttuğunu hatırlaması üzerine kılmakta olduğu namazın hükmü konusunda geçen bir görüş ayrılığını izah ederken bu kâideyi zikretmiştir528.

(لا متابعة في الخطأ) "Hatada mutabaat olmaz". İmamın, sahabenin rivayetlerine uymayan bir şekilde namaz kıldırması ve kesin olarak hata yapması durumunda, ona tabi olmanın gerekmediğini izah ederken bu kâideyi zikretmiştir529.

(النوافل تابعة للفرائض) "Nafileler, farzlara tabidirler". Farz namazlar için okunan ezanın nafileler için de geçerli olduğunu, dolayısıyla bunlar için ayrıca azan okumanın gerekmediğini izah ederken bu kâideyi delil olarak kullanmıştır530.

(النوافل أتباع الفرائض) "Nafileler, farzların tabileridirler". Yukarıdaki kâidenin farklı bir şekilde ifade edildiği bu kâideyi, gece ve gündüz kılınan sünnet namazlarda kıraatin hafî veya cehrî olarak okunmasının farzlara bağlı olduğunu ifade ederken zikretmiştir531.

(التابع لا يستتبع المتبوع) "Tabi olan, tabi olunanı (metbûu) doğurmaz".

(المجلس يتبدل بتبدل الأفعال فيه) "Meclis, kendisinde meydana gelen fiillerin değişimi ile değişir".

(التعدد الحكمي ملحق بالتعدد الحقيقي في المواضع أجمع) "Hükmî çokluk, bütün durumlarda hakiki çokluğa bağlıdır".

(الشيء لا يتبع ما بعده ولا يستتبع ما قبله) "Bir şey, kendisinden sonra gelene tabi olmaz, kendisinden önce geleni de doğurmaz".

Bu dört kâideyi, kaynaklarda, tilavet secdesi konusunda yer alan görüş ayrılıklarını izah ederken kullanmıştır532.

(لا عبرة لفوات التابع عند وجود الأصل) "Asıl var olduğunda tabinin fevtine (zamanının geçmesine) itibar edilmez"533.

(للأكثر حكم الكل) "Çoğunluğa da bütünün hükmü uygulanır". Hz. Peygamber (s.a.v) secdeyi anlatırken "alnını ve burnunu güzelce yere koy" diye emretmektedir. İmâmeyn’e göre, bir kimse sadece alnını koyarsa secde etmiş kabul edilir. Çünkü secdede aslolan alındır, burun tabidir ve "asıl var olduğunda tabinin fevtine (zamanının geçmesine) itibar edilmez". Çünkü sadece alnını secde mahalline koyan kimse, çoğunluğu yerine getirmiş olur534.

(الكثير في كل باب كل جنسه) "Her bir konudaki çokluk, kendi cinsinin küllüdür". Mesela bir kimsenin bir ay süresince cünûn halinde olması oruç ibadetinde; kazaya kalan namazların beş vakti geçmesi de namaz ibadetinde çokluğu ifade eder, dolayısıyla o konu bakımından küll hükmünde sayılır535. Bu kâideyi, kazaya kalan namazların tertibini düşüren, kılınmamış namazların çokluğu meselesinde İmam Muhammed’in (v. 189/805) görüşünü izah ederken vermiştir.

Bu kâideye bağlı olarak Irak Meşâyihi’nden şu dâbıtı rivayet etmiştir: (إن الكثرة علة سقوط الترتيب) "Kazaya kalan namazların çokluğu, tertibin düşme nedenidir". Kendisi bu dâbıtı kabul etmekle beraber bunun yorumlanması sonucunda çıkarılan neticeye katılmamaktadır536.

(الخلف يعمل عمل الأصل) "Halef, aslın vazifesini yerine getirir". Seferî olan bir kimse, seferilere ve mukimlere imamlık ederken abdesti bozulsa, mukîm olanlardan biri onun yerine imamlık yaparsa, imamlığı sahih olur ve seferî olanların namazı da dört rekate dönüşmez.537.

(أداء الفرض بالخلف كأدائه بالأصل) "Halef ile farzın edası, asıl ile eda edilmesi gibidir". İmam Züfer’in (v. 158/775), rükû‘ ve secde edebilen birisinin, îmâ ile namaz kılana uymasının caiz olduğuna dair görüşünü izah ederken, bu kâideyi doğrudan delil olarak getirmiştir. İmam Züfer (v. 158/775) bu durumu, abdestlinin teyemmümlüye, abdest uzuvlarını yıkayanın meshedene uymasına benzetmiştir. Ancak Kâsânî (v. 587/1191), Onun zikrettiği bu kâideyi ve diğer örnekleri kabul etmekle beraber; kâidenin, bu konuyu içine alacak şekilde yorumlamasını eleştirmektedir538.

(البدل لا يخالف الأصل) "Bedel asıl olana muhalif olmaz". İmam Şafiî’ye (v. 204/820) nisbetle zikrettiği bu kâideyi, bayram namazının kuşluk namazına bedel olması sebebiyle onun gibi sünnet olduğunu izah ederken vermiştir. Kendisi ise Onun bu görüşüne karşılık vücûbiyeti nass ile temellendirmiş ve bu nassı da (مطلق الأمر للوجوب) "mutlak emir, vücûb içindir" usûl kâidesi ile desteklemiştir539.

(إذا أقيم شيء مقام غيره جعل بدلا عنه) "Bir şey başka bir şeyin yerine geçtiğinde, ona bedel kılınır". Ayakta namaz kılan birinin oturarak kılan kimseye tabi olabilmesi mevzusunda geçen tartışmalara binaen zikrettiği bu kâideye, bu konuda rivayet edilen bir hadisi izah ederken başvurmuştur540.

(إنما يجوز البدل عند العجز عن الأصل) "Acziyet nedeniyle asıl yerine getirilemediğinde bedel caiz olur". İmam Züfer’in (v. 158/775), Cuma günü cuma namazının asıl olması sebebiyle cumayı kılma imkânı olan bir kimsenin öğlen namazını kılmasının caiz olmadığına dair görüşünü verirken bu kâideyi zikretmiştir541.

(أو تعذر تحصيله بدل الشيء يقوم مقامه عند العجز عنه) "Bir şeyin bedeli, o şey yapılamadığında veya elde edilmesi çok zor olduğunda, onun yerine geçer". Bu kâideyi, abdest uzuvlarının tamamını yıkayan bir kimsenin mest üzerine meshedene uymasının caiz olduğunu izah ederken, "mestler üzerine meshetmek, yıkamaya bedeldir" dâbıtı ile birlikte zikretmiştir542.

(البدل عند العجز عن الأصل أو تعذّر تحصيله يقوم مقام الأصل) "Aslın yapılamadığında veya elde edilmesi zor olduğunda ona bedel kılınan, aslın yerine geçer". Oturarak yerine getirilen namaz fiillerinin, ayakta yerine getirilenlere bedel olduğunu açıklarken bu kâideyi zikretmiştir543.

(السبب يقوم مقام المسبب إذا كان في الوقوف على المسبب حرج أو كان المسبب بحال يكون عدمه مع وجود السبب في غاية الندرة) "Sonucun yerine getirilmesinde zorluk bulunuyor veya sonucun yokluğu sebebin varlığı ile birlikte çok nâdir oluyorsa, sebep sonucun yerine ikame edilir". Ebu Hanife’nin (v. 150/767), gemi ile yolculuk yapan bir kimsenin ayakta namazı kılabilme imkânı olduğu halde oturarak kılabileceğine dair görüşünü izah ederken bu kâideyi kullanmıştır544.

(لا يحكم بالجواز بالشك والإحتمال) "Şüphe ve ihtimal ile bir şeyin cevazına hükmedilmez". Ebu Hanife’ye (v. 150/767) göre Tevrat, İncil veya Zebur’dan tahrif olmayan bir bölümün namazda okunması ile namaz caiz olur. Buna karşılık tahrif olma ihtimali olan bir bölümün okunması caiz değildir. Kâsânî (v. 587/1191), Onun bu görüşünü kabul etmekte ve bu kâide ile temellendirmektedir545.

(ما جعل حجة بشرط عدم الأقوى يبطل عند وجوده) "Daha kuvvetli bir delilin olmaması şartı ile hüccet kılınan, daha güçlü olanın mevcudiyeti ile geçersiz olur". Kendi yaptığı araştırma sonucu kıbleyi tayin eden bir kimsenin yanıldığının kesin olarak ortaya çıkması durumunda, namazını iade etmesi gerektiğini izah ederken bu kâideden yararlanmıştır. Bu durumu da yapılan ictihadın hilafına bir nassın ortaya çıkmasına benzetmiştir546.

(لا يحكم بالجواز في الإبتداء بالشك والإحتمال) "Bir ibadetin başlangıcında şek ve ihtimal var ise cevazına hükmedilmez". Bu kâideyi, kıblenin yönü hususunda şüphe ettiği halde, araştırma yapmadan herhangi bir yöne yönelerek namaz kılan bir kimsenin namazının fâsid olduğunu izah ederken delil olarak getirmiştir547. Zikretmiş olduğu bu kâide "şek ile yakîn zâil olmaz" kâidesi ile istishâbu’l-hâl esasına da dayanmaktadır.

(غير الثابت لا يثبت بالشك) "Sâbit olmayan bir şey şek ile sâbit olmaz".

(ما ثبت لا يبطل بالشك وغير الثابت لا يثبت بالشك) "Sâbit olan bir şey şek ile geçersiz olmaz ve sâbit olmayan bir şey şek ile sâbit olmaz". Bu iki kâideyi, namazların ilk ve son vakitlerini izah ederken zikretmiştir548.

(الظن إنما يعتبر إذا نشأ عن دليل أو شبهة دليل) "Zanna, bir delilden ya da şibh-i delilden neşet ettiği takdirde itibar edilir". Kazaya kalan namazların tertibini düşüren sebepleri izah ederken bu kâideyi zikretmiştir549.

(غالب الرأي حجة عند عدم اليقين بخلافه) "Re’yi gâlib, hilafına kesin delil olmadıkça hüccettir". Muktedî, re’yi galibine göre imamdan sonra iftitah tekbiri almış ise Hârûniyyât’ta belirtildiğine göre İmam Muhammed (v. 189/805), bu kimsenin münferid gibi kendi namazına başladığı görüşündedir. İmam Muhammed’in (v. 189/805) bu görüşünü izah ederken, dayanmış olduğu esas olarak bu kâideyi zikretmiştir550.

(المتعارض لا يصلح معارضا) "İtiraza uğrayan, başka bir şeye karşı delil olmaz"551.

(فلما أشكل الأمر لم يعدل عن المعتمد عليه إلا بيقين) "Bir durum müphem olduğunda, kesin bir şey olmadıkça kendisine itimad edilenden dönülmez". İmam Şafiî’nin (v. 204/820) küsûf namazının iki rekat olduğu ve her rekatında iki kıyam, iki rükû‘ ve iki secde bulunduğu şeklindeki görüşünü ve bu görüşünü dayandırdığı hadisin çelişkiler içerdiğini izah ederken bu iki kâideyi görüşünü temellendirirken kullanmıştır552.

(مهما أمكن الأخذ باليقين كان أولى) "Ne zaman kesin olanı yapmak mümkünse (onunla amel etmek) daha evladır".

(الأخذ بالإحتياط أولى) "İhtiyatlı olanı yapmak daha evladır". Kazaya kalan namazların kılınmasında gözetilecek tertip ile ilgili olarak Ebu Hanife’nin (v. 150/767) görüşünü izah ederken bu iki kâideyi vermiştir553.

(الأخذ بالأكثر من باب الإحتياط) "Çoğunluğu esas almak ihtiyattandır".

(الأخذ بالإحتياط عند تعارض الأدلة) "Delillerin tearuzunda ihtiyat ile hareket edilir".

(الأخذ بالراجح أولى) "Râcih olan ile amel etmek daha evlâdır". Teşrik tekbirlerinin bitme vakti hususunda sahabenin ihtilaf etmesi sebebiyle, ihtiyat ile hareket etmek gerektiğini dile getiren İmâmeyn’e nisbetle bu üç kâideyi zikretmiştir554.

(الإحتياط في الترك لا في الإتيان) "İhtiyat, bir şeyin işlenmesinde değil de terk edilmesinde olur". Bu kâideyi, yukarıda geçen ihtilafın devamı olarak teşrik tekbirlerinin bitme vakti meselesinde Ebu Hanife’ye (v. 150/767) nisbetle zikretmiştir555.

(عند التعارض الرجحان للحرمة على الحل إحتياطا لأمر العبادة) "İbadette ihtiyat sebebiyle, teâruz halinde haramlık hükmü helallik hükmüne tercih edilir". Kazaya kalan namazların mekruh olan vakitlerde de kılınabileceğini söyleyen İmam Şafiî’nin (v. 204/820) bu görüşüne karşılık, kılınamayacağını söylerken bu kâideyi delil olarak getirmiştir556.

(الغالب ملحق بالمتيقن في الأحكام) "Hükümlerde, gâlib olan kesin gibidir". Rükû‘ ve secde etmekten aciz olan bir kimsenin, kıyamda durmaktan evleviyetle aciz olacağını izah ederken bu kâideyi zikretmiştir557.

(النادر ملحق بالعدم) "Nâdir olan yok hükmündedir". Secde ve rükû‘ etmekten aciz olan bir kimsenin ayakta namaz kılması az rastlanan bir durum olduğu için yok gibi kabul edilir558.

(ألحقوا النادر بالعدم) "Nâdir olan, yok hükmündedir"559. Bizim esas aldığımız baskıda bu ifade ile verilmekte olan bu kâide tahkiki yapanın dipnotta verdiği bilgiye göre başka bir nüshada (يلحق النادر بالعدم) şeklinde geçmektedir. Biz de bu şekilde olabileceğini dikkate alarak diğer nüshayı esas alarak tercüme ettik.

(لا عبرة بالنادر) "Nâdir olan durum dikkate alınmaz"560. Bu kâide baskın olmayan durum dikkate alınmaz şeklinde de ifade edilebilir. Kitâbu’t taharede de ifade ettiğimiz gibi bu kâide, Mecelle’de geçen "i’tibar gâlib-i şâyiadır, nâdire değildir"561 kâidesinin bir kısmını ifade etmektedir.

(الحكم للغالب) "Baskın olan duruma göre hüküm verilir". Müslüman ile kafirlerin cenazeleri bir arada bulunur da bunları birbirinden ayırt etme imkânı yok ise Kudûrî’nin (v. 428/1037) de Şerhu Muhtasari’l-Kerhî’de zikrettiği gibi gâlip olanın dikkate alınacağını söylerken bu kâideyi delil olarak zikretmiştir562.

(المعلق بالشرط عدم قبل وجود الشرط) "Şarta bağlı olan bir şey, şartın varlığından önce yok kabul edilir". Son ka‘denin, namazın erkânından olduğuna dair rivayet etmiş olduğu bir hadisin izahında, bu kâideden yardımcı bir unsur olarak faydalanmıştır563.

(العجز عن تحصيل الشرائط لا يكون فوق العجز عن تحصيل الأركان) "Şartları yerine getirmedeki acziyet, rükünleri yerine getirmedeki acziyetin üzerinde olmaz". Muhammed b. Mukâtil er-Râzî’nin, kıbleye yönelmekten aciz olan bir kimsenin namazlarını kıbleye dönmeden kılması durumunda, iyileşince iade edeceğine dair görüşüne itiraz ederken bu kâideyi kullanmaktadır564.

(الأركان أقوى من الشرائط) "Rükünler, şartlardan daha kuvvetlidir". Bineğin eğerinde veya üzengisinde bir necasetin bulunması, üzerinde namaz kılanın namazına zarar vermez. Hayvan üzerinde kılınan namazda kıyam, rükû‘ ve secde gibi rükünler düşmüş ise bazı şartların eksik olması buna kıyasla ikinci derecede öneme sahiptir. Çünkü "rükünler, şartlardan daha kuvvetlidir"565. Bu kâide aynı konuda ve aynı ifadeler ile Mebsût’ta da geçmektedir. Hem Mebsût’ta hem de Bedâyi‘de aynı ifadeler ile İmam Muhammed’in (v. 189/805) bu konudaki yaklaşımı izah edilirken bu kâidenin zikredilmesi, kâidenin fıkhın ilk kaynaklarında ne şekli geçtiğini göstermesi bakımından önemlidir.

(لا وجود للشيء بدون ركنه) "Bir şey, rüknü olmaksızın var olmaz". Namazın rükünlerinden olan secdeyi yapmadığını hatırladığı halde selam veren bir kimsenin namazı fasit olur ve iadesi gerekir. Bu görüşünü desteklemek maksadıyla, önce (سلام العمد قاطع للصلاة) "amden selam vermek, namazı keser" dâbıtını zikretmiş, sonra bu kâide ile meseleyi temellendirmiştir 566 .

(شرط الشيء يكون سابقا عليه) "Bir şeyin şartı kendisinden önce gelir". Hutbenin cuma namazının şartı olduğunu dolayısıyla namazdan önce olması gerektiğini açıklarken önce bu kâideyi zikretmiş, daha sonra Hz. Peygamber (s.a.v)’ın uygulamasını örnek olarak göstermiştir567.

(شرط الشيء يكون سابقا عليه أو مقارنا له) "Bir şeyin şartı ya kendisinden önce gelir veya kendisine mukarin olur". Bayram hutbesinin, bayram namazının şartı olmadığını izah ederken hutbenin namazdan sonra geldiğini ifade etmiş ve bu kâideyi de delil olarak zikretmiştir568.

(الركن أهم من الشرط) "Rükün, şarttan daha önemlidir". Cenaze namazını oturarak veya binek üzerinde kılmak istihsanen caiz değildir. İstihsanen caiz olmayan bu durumu açıklarken bu konuda varid olan nassın ayakta kılmak şeklinde olduğunu, diğer şekillerde kılmanın rüknü terketme manasına geleceğini kaydetmiştir569.

(الأصل أن الحكم متى ظهر عقيب سبب يحال عليه) "Kâide: Bir sebepten sonra ortaya çıkan bir hüküm, o sebebe yorulur". Savaş meydanında ölü olarak bulunmuş bir kimsenin üzerinde, öldürüldüğüne dair bir alamet bulunursa şehit olarak kabul edileceğini ifade ederken bu kâideyi zikretmiştir570.

(الحكم يتكرر بتكرر السبب) "Hüküm, sebebin tekrarı ile tekerrür eder". Bu kâideyi, Tahâvî’nin (v. 321/933) Hz. Peygamber (s.a.v)’a namazda ve namaz dışında salat-u selam getirmek ile ilgili görüşünü aktarırken vermiştir. Kerhî’nin (v. 340/952) aynı konudaki görüşünü, (الأمر المطلق لا يقتضي التكرار) "mutlak emir, tekrarı gerektirmez" usûl kâidesini vererek izah etmiştir571.

(مبنى الأركان على الشهرة والظهور) "Rükünler bilinirlik ve açıklık temeline dayanır".

(الزيادة على الشيء لا يقتضي أن يكون مثله) "Bir şeye ziyade, onun misli olmasını gerektirmez". Dört rekatli namazların son iki rekatinde kıraatin farz olmadığına dair sahabe icmasını delil olarak zikrettikten sonra bu iki kâideyi de yapmış olduğu istidlali destekleyici deliller arasında zikretmiştir572.

(الشيء كما لا ينعقد من غير أهلية لا يبقى مع عدم الأهلية) "Bir şey, ehliyetsiz gerçekleştirilmediği gibi, ehliyet olmaksızın devam da etmez"573.

(بقاء الشيء مع ما ينافيه محال) "Bir şeyin, kendisi ile çelişen bir şey ile devam etmesi muhaldir". Namaz kılan bir kimsenin abdestinin bozulması ile namazının da fâsid olacağını izah ederken bu iki kâideyi zikretmiştir574.

(لا بقاء للشيء مع ما ينافيه) "Bir şey, kendisini nefyeden bir şey ile birlikte devam etmez". İmam Ebu Yusuf (v. 182/798) ile Hasan b. Ziyâd’ın (v. 204/819), korku namazının Hz. Peygamber (s.a.v)’a has bir namaz olduğunu ve günümüzde bu namazı kılmanın caiz olmadığı görüşünü aktarırken bu kâideyi zikretmiştir575.

(الأصل أن ما إنعدم حقيقة إنعدم حكما) "Kâide: Hakikaten olmayan hükmen de yoktur". Hayız kanı kesilince, hayzın da bittiğine hükmetmek gerekir. Eğer mutât hayız günleri on günden az ise gusletmediği sürece hayızdan çıktığına hükmedilmez576.

(الشيء يبطل بما يضاده) "Bir şey kendi zıttı ile geçersiz olur". İkamet müddeti ile ilgili olarak İmam Şafii’ye (v. 204/820) nisbetle zikrettiği bu kâideyi, Rasulullah (s.a.v)’dan rivayet edilen bir hadis ile eleştirmektedir. "Rasulullah (s.a.v) Tebük’te on dokuz gün kaldı ve namazları kasretti" haberine dayalı olarak ikamet müddetinin, dört gün olmasını terk ettiklerini söylemektedir577.

(الشيء ينعدم بما يضاده) "Bir şey kendi zıttı ile bir arada bulunmaz". Bu kâideyi, İmam Şafii’nin (v. 204/820) ikametin dört gün ile vuku bulacağına dair görüşünü açıklarken zikretmektedir. Ancak Kâsânî (v. 587/1191) bu yorumu da sahabe icmasına dayalı olarak terk ettiklerini kaydetmektedir578.

Bu iki örnekte görüldüğü üzere bir konuda getirilen kâidenin nassa ve icmaya aykırı olmaması gerekmektedir. Eğer kâide bunlardan birine aykırı bir sonuç doğuruyorsa terk edilir. İmam Şafii’nin (v. 204/820) konu ile ilgili yaklaşımını verdikten sonra, sahabe icması ile ilgili örnekler ile Hanefi mezhebinin bu konudaki yorumunu vermekte ve en sonunda da bunu bir kâideye bağlamaktadır: (القياس بمقابلة النص والإجماع باطل) "Nassa ve icmaya aykırı kural geçersizdir"579.

Daha önce de ifade ettiğimiz gibi muhalefet ettiği görüşlerin esas aldıkları kâideleri zikretmekte ve bunlara itirazlarda bulunurken kâidelere yer vermektedir. Aynı şekilde Hanefî mezhebi müctehidlerinin farklı görüşlere sahip olduğu bir konuyu tartışırken, bu bilginlerin görüş farklılıklarının esas aldıkları kâideden kaynaklandığını açıklamakta ve bu kâideyi de zikretmektedir. Mesela; seferî olan kimse, dört rekatli namazları kasrederek kılar. Sehiv secdesi getirmesi gereken seferî bir kimse iki rekâtın sonunda bir teşehhüd miktarı otursa ve selam verse fakat bu arada mukim olmaya niyet etse, Şeyhayn’e göre bu namazı dört rekâta dönüşmez ve sehiv secdesi de düşer. İmam Muhammed (v. 189/805) ve Züfer’e (v. 158/775) göre ise kıldığı namaz dört rekâta dönüşür ve namazın sonunda da sehiv secdesi getirmesi gerekir. Ancak sehiv secdelerinden birini veya ikisini yaptıktan sonra mukim olmaya niyet ederse, imamların hepsine göre namazı dört rekât olarak kılması ve sonunda da sehiv secdelerini yapması gerekir. İlk selamdan önce ikamete niyet ederse de durum böyledir. İşte Kâsânî (v. 587/1191), bu ihtilafın bir kâideye dayalı olduğunu belirtir. O da şudur; Şeyhayn’e göre (من عليه سجود السهو إذا سلم يخرج من الصلاة عند أبي حنيفة وأبي يوسف خروجا موقوفا) "sehiv secdesi yapması gereken bir kimse selam verirse, mevkuf olarak namazdan çıkar" eğer sehiv secdelerini yaparsa namazdan çıkmadığı, yapmazsa namazdan çıktığı anlaşılmış olur. İmam Muhammed (v. 189/805) ve Züfer’e (v. 158/775) göre bu kimsenin selamı onu namazdan çıkarmaz580.

(الشيء لا ينعدم بما لا يضاده) "Bir şey, kendisine zıt olmayan bir şey ile ortadan kalkmaz". Namazda sesli gülmenin ve bilerek abdest bozmanın namazı değil de abdesti bozduğunu izah ederken bu kâideyi zikretmiştir581.

(وجود الضد لا يفسد الضد الآخر بل يمنعه من الوجود) "Bir şeyin zıttının varlığı, başka bir zıttı bozmaz. Ancak onun varlığını engeller". Bu kâideyi de yukarıdaki konunun bir devamı olarak, namazda konuşmanın abdesti değil de namazı bozduğuna delil olarak getirmiştir582.

(العاجز عن الفعل لا يكلف به) "Bir fiili yapmaktan aciz olan, o fiil ile mükellef olmaz". Hastalık gibi bir sebepten ötürü kıyam, rukû‘ ve secde yapamayan bir kimseden bu rükünler düşer583.

(التكليف مبني على الوسع والإمكان) "Sorumluluk, yapabilme gücü ve imkânı üzerine mebnidir"584. Kıblenin yönünü soracak birini bulamayan bir kimsenin, kendi yapacağı araştırma sonucunda namazını kılmasının cevazı hususunda zikretmiştir585.

(تكليف ما لا يحتمله الوسع ممتنع) "Güç yetirilemeyecek sorumluluk mümtenidir". Araştırma sonucunda bir cihete yönelerek namaz kılan bir kimsenin, sırtını Kabe’ye çevirdiği daha sonra ortaya çıkarsa, Hanefi mezhebine göre namazı caiz olduğu halde İmam Şafiî’ye (v. 204/820) göre caiz değildir. İşte Kâsânî (v. 587/1191) mezhebin bu görüşünü izah ederken bunun iki delile dayandığını; bunlardan birincisinin nass olduğunu ikincisinin ise akıl olduğunu kaydeder. Bu kâideyi de meselenin dayanmış olduğu aklî delili açıklarken zikretmiştir586.

(الوجوب يعتمد القدرة على الأداء) "Vücûb, eda kudretine dayanır". Şeyhayn’ın, muktedi olan bir kimsenin secde ayeti okuması durumunda imama ve diğer cemaate secde gerekmediği hususundaki görüşünü izah ederken bu kâideyi esas almıştır587.

(الأصل أن يكون شرط العبادة شيئا يدخل تحت قدرة المكلف تحصيله) "Asıl olan, ibadetin şartının mükellefin yapabileceği bir şey olmasıdır".

(لا ولاية لكل مكلف على غيره) "Hiçbir mükellefin başkası üzerinde velayeti yoktur".

(الشرط الذي لا يدخل تحت ولاية العباد أصلا أولى ألا يجعل شرط البقاء) "Kulların imkânı dahilinde olmayan şartın, bekâ şartı olmaması evlâdır". İmam Züfer (v. 158/775) dışındaki diğer üç Hanefi imama göre cemaat, cuma namazının hem in’ikad hem de bekâsının aslî şartı değildir. Çünkü teklifin, mükellefin gücü dahilinde olması gerekir. Onların bu konudaki görüşünü izah ederken bu üç kâideyi delil olarak zikretmiştir588.

(حرمة الأعضاء كحرمة النفس) "Uzuvların dokunulmazlığı, canın dokunulmazlığı gibidir". Bir kimsenin oturarak namaz kıldığında gözlerinden su akarsa, bu durumu geçinceye kadar uzanarak îmâ yoluyla namaz kılması gerektiğini açıklarken bu kâideyi zikretmiştir589.

(إهانة المحترم مكروه) "Saygın olan varlığın aşağılanması mekruhtur". Çocuğun cenazesinin el üstünde taşınması gerektiğini, bir eşya taşınır gibi herhangi bir binek ile taşınamayacağını izah ederken bu kâideyi zikretmiştir590.

(مطلق الكلام ينصرف إلى المتعارف) "Mutlak ifade, (insanlar arasında) yaygın olana hasredilir". İmâmeyn, Kur’ân-ı Kerim’de geçen "Kur’ân’dan kolayınıza geleni okuyun"591 ayetinde mutlak olarak kastedilen miktarın tespitinde, örfe müracaat edilmesi gerektiğini söylerler592.

(إتباع ما إشتهر العمل به في الناس واجب) "İnsanlar arasında kendisi ile amelin yaygın olduğu bir şeye tabi olmak vacibtir". Bayram hutbesinde minbere çıkılmayacağını açıklarken bu kâideyi zikretmiştir593.

(العرف إنما يعتبر في معاملات الناس) "Örf, insanların muamelelerinde dikkate alınır". Ebu Hanife’nin (v. 150/767), "Ey iman edenler, Cuma günü namaza çağrıldığınızda hemen Allah’ı anmaya koşun"594 ayetinde geçen "zikir" kelimesinin, dil bakımından ve örfen Allah’ı anmak anlamına geldiğine dair görüşünü izah ederken bu kâideyi kullanmıştır595.

(السقوط بقدر الضرورة) "(Mükellefiyetten olan) bir şeyin düşmesi, zaruret ölçüsündedir". Bir kimse bineğinden inme imkânına sahip olduğu halde yerde bulunan çamur vb. bir engelden dolayı oturamıyorsa, bineğinden iner ve ayakta îmâ ile namaz kılar. Eğer oturma imkânına sahip olduğu halde secde edemiyorsa, oturur ve îmâ ile namaz kılar596.

(الحقائق لا يسقط إعتبارها حكما إلا لضرورة) "Hakikatler, zaruret olmadıkça hüküm bakımından itibardan düşmez". Mekân farklılığının tilavet secdesine etkisini izah ederken bu kâideyi zikretmiştir597.

(مواضع الضرورة مستثناة من قواعد الشرع) "Zaruret durumları, şer‘î esaslardan müstesnadır". Namazda bağdaş kurarak oturmanın mekruh olduğuna dair Abdullah b. Ömer’den (v. 63/683) yapmış olduğu rivayeti izah ederken, vazedilmiş bazı şer‘î hükümlerin zaruret durumunda istisna edileceğini ifade etmek maksadıyla bu kâideyi zikretmiştir. Ayrıca sahabeden yapmış olduğu bir rivayeti de bu kâide ile izah etmiştir598. Mecelle’de "zaruretler memnu‘ olan şeyleri mübah kılar"599 şeklinde yer alan kâide de bu kâidenin farklı bir ifadesidir.

(ما أدى إلى الحرام فهو حرام) "Harama götüren şey de haramdır". Genç olan bayanların camiye giderek cemaate iştirak etmelerinin mübah olmadığını izah ederken, öncelikli olarak Hz. Ömer’in (v. 23/644) bu konudaki uygulamasını delil olarak getirmektedir. Daha sonra onların cemaate iştiraklerinin mübah olmayışının gerekçesini izah ederken, bunun dayanakları arasında bu kâideyi zikretmektedir600.

(ما لا ينفك عن مكروه كان مكروها) "Mekruha yol açan bir şey mekruh olur". İmamın cehrî olmayan bir namazda secde ayeti okuyarak secdeye gitmesinin mekruh olduğunu izah ederken bu kâideyi kullanmıştır601.

(ما كان من خصائص الشيء يجعل كأنه منه) "Bir şeyin hususiyetlerinden olan, sanki o şeydenmiş gibi kabul edilir". Teşrik tekbirlerinin namazdan hemen sonra getirilmesini izah ederken bu kâideyi deliller arasında zikretmiştir602.

(ترك السنة أولى من فعل البدعة) "Sünnetin terki, bid’atin işlenmesinden evlâdır". Sehiv secdesinin selamdan önce getirilmesinin caiz olmakla beraber bid’at olduğunu açıklarken bu kâideyi zikretmiştir603.

(الفعل إذا تردد بين السنة والبدعة تغلب جهة البدعة) "Bir fiil, sünnet ile bidat arasında bulunuyorsa bidat yönü galip olur"604.

(الإمتناع عن البدعة فرض) "Bidatten kaçınmak farzdır". Cehrî kılınan namazlarda fatihanın başında besmelenin okunmaması gerektiği meselesini temellendirirken, bu iki kâideyi deliller arasında zikretmiştir605.

(ترك البدعة أولى من إتيان السنة) "Bidatin terki, sünnetin işlenmesinden evladır". Rükûya giderken ve rükûdan kalkarken ellerin kaldırılmasının sünnet olduğunu söyleyen İmam Şafiî’yi (v. 204/820) eleştirirken, konu ile hadisleri zikrettikten sonra bu kâideyi de görüşünü destekleyici bir delil olarak zikretmiştir606.

(ما أمضى بالإجتهاد لا ينقض بإجتهاد مثله) "İctihad ile yerine getirilen bir şey, kendisi gibi başka bir ictihad ile geçersiz olmaz". Araştırarak Kabe’nin dört tarafından birine yönelerek namaz kılan bir kimsenin daha sonra bu ictihadını değiştirerek Kabe’nin başka bir tarafına yönelerek namazını sürdürmesinin namazına zarar vermeyeceğini izah ederken doğrudan bu kâideyi esas almıştır607.

(التحرّي عند إنعدام الأدلة مشروع) "Delillerin bulunmaması durumunda taharrî608, meşrudur". Kıldığı namazın kaçıncı rekatinde olduğunu unutan bir kimse için taharînin gerektiğini belirtirken bu kâideyi zikretmiştir609.

(عند الإطلاق ينصرف إلى الأدنى ما لم يعيّن الأعلى) "Itlak durumunda, daha üst derece belirlenmediği sürece en alt düzey esas alınır". Mutlak olarak imama uymaya niyet eden bir kimsenin bu namazının farz mı nafile mi olacağı hususunda mezhep içerisindeki görüş ayrılığını zikrederken bu kâideye değinmiştir610.

(التكرار في الأفعال إعادة مثل الأول) "Fiillerde tekrar, öncekinin aynısını yerine getirmedir". Namazın ikinci rekatindeki kıraatin, birinci rekatin tekrarı şeklinde olduğunu izah ederken bu kâideyi kullanmıştır611.

(بعض الشيء ليس غيره إن لم يكن عينه) "Bir şeyin ba‘zı, ayn-ı değilse gayrı değildir". İftitah tekbirinin namazın rükünlerinden olmadığını açıklarken iki dil kâidesi ile beraber zikrettiği bu kâideyi dolaylı bir delil olarak kullanmıştır612.

(العبادة لا تتأدى بما هو منهيّ عنه) "İbadet, nehyedilen bir şey ile yerine getirilmez". Bişr b. Ğiyâs el-Merîsî’nin (v. 218/833), gasp edilen yerde veya gasp edilen elbiseler ile kılınacak namazın caiz olmadığına dair görüşünün dayanağı olarak bu kâideyi zikretmiştir613.

(من ابتلي ببليتين فعليه أن يختار أهونهما) "İki sıkıntı ile karşılaşan kimsenin, en kolayını tercih etmesi gerekir". İmam Muhammed’in (v. 189/805), elbisesinin tamamına veya dörtte üçünden fazlasına necaset bulaşan bir kimsenin, namazını üryân kılmasındansa bu elbise ile kılması gerektiğine dair görüşünü izah ederken, İslam’da kolaylık prensibini ifade eden bu kâideyi, Resulullah (s.a.v)’ın kolay olanı tercih ettiğine dair aktardığı rivayetten sonra onu desteklemek maksadıyla zikretmiştir614. Mecelle’deki "ehven-i şerreyn ihtiyar olunur"615 kâidesi bu kâide ile aynı anlamı ifade etmektedir.

(لا يوجب بطلان العمل بالمنسوخ في زمان ما قبل النسخ) "Mensûh ile amelin batıl olması, nesihten önceki zamanda yapılanı(n da butlanını) gerektirmez". Araştırma neticesinde kıblenin yönünü tayin ederek namazını kılan bir kimsenin yanıldığı ortaya çıktığında namazını iade etmeyeceğini temellendirirken bu kâideyi zikretmiştir616.

(أداء الواجب قبل وجوبه محال) "Vâcibin, vücûbundan önce edası muhaldir". Farz olan namazların vaktinden önce kılınamayacağını izah ederken zikretmiştir617.

(المشغول لا يشغل) "Meşgul, işgal edilmez". Kazaya kalan namazlar ile vaktin namazının tertibi hususunda takip edilecek sırayı belirtirken değinmiştir618.

(الثابت حكما كالثابت حقيقة) "Hükmen sâbit olan, hakikaten sâbit olmuş gibidir". Kazaya kalan namazların tertibini düşüren sebepleri izah ederken bu kâideyi kullanmıştır619.

(الشيء إنما يجعل حاصلا في محله أن لو وجد شيء آخر في محله بعده، ووقع ذلك الشيء معتبرا في نفسه) "Bir şey, kendisinden sonra kendi yerini alan başka bir şey bulunduğu takdirde, kendi yerinde meydana gelmiş kabul edilir. Böylece bu şeyin bizzat kendisi muteber olur". Bu kâideyi kazaya kalan namazların tertibi meselesinde zikretmiştir620.

(البناء على العدم محال) "Bir şeyin, var olmayan üzerine bina edilmesi mümkün değildir". İmamdan önce iftitah tekbiri getiren muktedinin namazının sahih olmayacağını beyan ederken, önce bu kâideyi zikretmiş, daha sonra konu ile ilgili bir hadis rivayet etmiştir621.

(البناء على العدم مستحيل) "Bir şeyin, var olmayan üzerine bina edilmesi imkânsızdır". Giyinik olan birinin, çıplak birine uymasının caiz olmayacağını izah ederken bu kâide ile istidlalde bulunmuştur. Bunun caiz olmayacağını لإستحالة البناء على العدم "bir şeyin, var olmayan üzerine bina edilmesinin imkânsızlığı" ile gerekçelendirmektedir622. İmam ile muktedinin taşıdıkları şartlar bakımından, iktidanın cevazı mevzusundaki hükümleri bu iki kâide üzerine bina etmiştir.

(النوم لا يمنع الوجوب) "Uyku, vücûbu engellemez". Bu kâideyi, gece uyurken ihtilam olan çocuğa sabah uyandığında yatsı namazının farz olup olmayacağı ile ilgili bir tartışmada, bazı Hanefi fakihlerin görüşünü izah ederken zikretmiştir623.

(العبرة لعموم اللفظ لا لخصوص السبب) "İtibar, lafzın umumunadır, sebebin özel oluşuna değildir". İmam Malik’in (v. 179/796), fâsık olan bir kimsenin arkasından namaz kılınamayacağına dair olan görüşüne karşı delil olarak getirmiş olduğu hadisi yorumlarken bu kâideden yararlanmıştır624.

(الحرج منفي بنص الكتاب) "Zorluk, Kitab’ın nassı ile kaldırılmıştır"625. Aynı mekanda okunan birçok secde ayeti için bir tilavet secdesinin yapılacağını açıklarken, konu ile ilgili sahabe uygulamasını delil olarak getirdikten sonra bu kâideyi de destekleyici bir delil olarak zikretmiştir. Başka bir yerde de (الحرج منفي) ve (الحرج منتف) "zorluk kaldırılmıştır" şeklinde yine bu kâideye işaret etmiştir626.

(الحرج مدفوع شرعا) "Zorluk, şer’an kaldırılmıştır". Yukarıdaki kâide ile aynı manaya gelen bu kâideye, kazaya kalan namazın kaza edilmesinde zorluk bulunmamasının kazanın vücûb şartlarından olduğunu izah ederken değinmiştir627.

(حقوق العباد لا تتداخل) "Kul hakları, tedâhül628 etmez". Allah haklarından olan tilavet secdesi ile kul haklarından kabul edilen Resulullah (s.a.v)’ın ismi her geçtiğinde Ona salât-u selam getirmeyi ve hapşıran bir kimseye rahmet dilemeyi birbirinden ayırırken bu kâideyi zikretmiştir629.

(تصرف المحجور لا ينعقد في الحكم) "Mahcurun tasarrufu mün‘akid değildir (hüküm doğurmaz)". Muktedinin, kıraatte imama tabiiyeti sebebiyle mahcur olduğunu bundan sebeple onun okuması ile tilavet secdesinin getirilmeyeceğini açıklarken bu kâideyi zikretmiştir630.

(إنضمام العبادة إلى العبادة لا يوجب الفساد) "Bir ibadetin başka bir ibadet ile iç içe geçmesi fesadı gerektirmez". İmâmeyn’in, namazda mushaftan okumanın cevazı ile ilgili görüşünü aktarırken, konu ile ilgili sahabeden rivayette bulunduktan sonra bu kâideyi de rivayeti izah ederken zikretmiştir631.

(الأساس الضعيف لا يحتمل بناء القوي عليه) "Güçlü olanın zayıf esas üzerine bina edilmesi mümkün değildir". Ebu Hanife’nin (v. 150/767), ümmî olan bir kimsenin namazın başlangıcında bir şey okuyamazken sonradan okuyabilmesi durumunda namazının bozulacağına dair görüşünü izah ederken bu kâideyi vermiştir632.

(الأصل في العبادات المؤقتة إذا فاتت عن وقتها أنها تقضى) "Muvakkat ibadetlerde aslolan, vakti geçtiğinde kaza edilmesidir". Bu kâideye, herhangi bir sebepten dolayı edâ edilemeyen namazların kazasının vücûb şartları ve imkân olduğunda hatırlandığı anda kaza edileceği mevzusunda değinmiştir. Önce konu ile ilgili bir hadis rivayet etmiş, hemen akabinde de bu kâideyi ikinci bir delil olarak zikretmiştir633.

(كل حقيقة يجب تقريرها إلا إذا قام الدليل على التغيير) "Tağyire dair delil olmadığı sürece her hakikatin takriri gerekir". İmam Muhammed’e (v. 189/805) nisbetle verdiği bu kâideyi, mesbûkun imam ile beraber kıldığı namazın, kendi namazının başı mı sonu mu olduğu hususunda Şeyhayn ile aralarında geçen ihtilafta delil olarak zikretmiştir634.

(الحقائق تتبدل بقدر الدليل الموجب للتغير والتبدل) "Hakikatler, değişim ve dönüşümü gerektiren delil miktarınca değiştirilirler". Namazın, hakikatte mütecezzi olduğunu, dolayısıyla namazda istihlafın, tabiiyet gereğince namazı ifsad etmediğini izah ederken bu kâideyi delil olarak kullanmıştır635.

(المستعد للشيء كالشارع فيه) "Bir şey yapmak için hazır olan, ona başlamış gibidir". Ebu Hanife’nin (v. 150/767), imam, minbere çıkıp hutbeye başlamadan önce konuşmanın ve namaz kılmanın mekruh olduğuna dair görüşünü izah ederken, konu ile ilgili hadislerden sonra bu kâideyi zikretmiştir636.

(الأصل فيما جعل شرطا للعبادة أن يكون شرطا لجميع أجزائها) "Bir ibadet için şart koşulan bir şeyin, o ibadetin bütün cüzleri için şart olması asıldır". İmam Züfer’e (v. 158/775) göre cemaat, cuma namazının hem in‘ikad hem de bekâ şartıdır637.

(الزيادة على الشيء لا تتصور إلا من جنسه، فأما إذا كان من غيره فإنه يكون قرانا لا زيادة) "Bir şeye ziyade, ancak kendi cinsi ile olur. Kendi cinsi dışında olursa, ziyade değil de kırân638 olur". Ebu Hanife’nin (v. 150/767) vitrin farz olduğuna dair görüşünü izah ederken, kullanmış olduğu deliller arasında bulunan bir hadiste geçen "ziyade" kavramını açıklarken bu kâideyi kullanmıştır. Fakat daha sonra Ebu Hanife’den (v. 150/767) vitrin vacib olduğu görüşünü nakletmektedir639.

(ما لا يتجزأ في الحكم فوجوده معتبر بوجود الجزء الذي به تمامه في الحكم) "Hükümde bölünmeyen bir şeyin varlığı, hükümün kendisi ile tamam olduğu cüz’ün var olması ile muteber olur". Bayram namazında kıyamda kıraati tamamlamadan zâid tekbirleri unuttuğunu hatırlayan kimsenin kıraati bırakıp tekbirleri getirmesi gerektiğini izah ederken bu kâideyi kullanmıştır640.

(الكامل لا يتأدى بالناقص) "Tam olan, nakıs ile yerine getirilmez". Bu kâideyi, teravih namazının ilk ka‘de yapılmadan dört rekat olarak kılınması durumunda, tek selam ile kılınabileceğini ve ikinci rekatte selam vermenin caiz olmadığını söyleyen Şeyhayn’ın görüşünü temellendirirken vermiştir641.

(النهي عن الفعل أمر بضده) "Bir fiili nehyetmek, zıddını emretmektir". Hz. Peygamber’in, "bir namazdan sonra onun misli kılınmaz" hadisine, İmam Muhammed’in (v. 189/805), misil ile kastedilenin kıraat olduğu şeklindeki yorumunu aktarırken bu kâideyi vermiştir642.

(المنع أدون من الرفع) "Bir şeyin men’i ref’inden daha aşağıdır". Cenabet iken şehid olan bir kimsenin, bununla hades durumunun kalkmayacağını ifade ederken bu kâideyi zikretmiştir643.



Kitâbu’s-Salat’ta zikretmiş olduğu bazı dâbıtlara şunlar örnek verilebilir:

(القائم لا يقتدي بالقاعد) "(Namazda) ayakta olan oturana uymaz". İmam Muhammed’e (v. 189/805) nisbetle zikretmiştir644.

(من أصله أنه يجوز إقتداء الراكع الساجد بالموميء) "Rükü ve secde eden bir kimsenin îmâ ile namaz kılana tabi olması caizdir" dâbıtının, İmam Züfer’in (v. 158/775) kâidelerinden olduğunu söylemektedir645.

(الأركان الصلاة تسقط بعذر العجز) "Namazın rükünleri, acziyet özrü sebebi ile düşer"646.

(القراءة ركن في الصلاة فلا تسقط بالإقتداء كسائر الأركان) "Kıraat namazda bir rükündür. Diğer rükünlerde olduğu gibi iktida ile düşmez"647. İmam Şafii’ye (v. 204/820) nisbetle zikretmiştir.

(قراءة الإمام قراءة للمقتدي) "İmamın kıraati muktedi için de kıraattir"648.

(القراءة في الأكثر أقيم مقام القراءة في الكل تيسيرا) "Ekserde kıraat, kolaylık sebebi ile bütünde okunmuş gibi kabul edilir"649. İmam Malik’e (v. 179/796) nisbetle zikretmiştir.

(الأداء قبل الوقت لا يجوز) "Vaktinden önce yapılan eda caiz değildir"650.

(صلاة المقتدي متعلقة بصلاة الإمام) "Muktedînin namazı, imamın namazına bağlıdır"651.

(المقتدي تابع للإمام) "Muktedi imama tabidir"652.

(القضاء على حسب الأداء) "Kaza, edaya göredir"653.

(جواز الصلاة متعلّق بأداء الأركان) "Namazın cevazı, rükünlerin yerine getirilmesine bağlıdır"654.

(لا يترك الفرض لمكان الواجب) "Farz, vacib nedeniyle terk edilmez"655.

(ليس من الحكمة ترك الفرض لتحصيل الواجب) "Vacibin elde edilmesi için farzın terk edilmesi, hikmetten değildir"656.

(لا يجوز نقض الفرض لتحصيل الواجب) "Vacibin tahsili için farzın bozulması caiz değildir"657.

(ترك الواجب ساهيا يوجب السهو) "Dalgınlıkla bir vacibin terki, sehvi gerektirir"658.

(ترك السنة لا يوجب سجود السهو) "Sünnetin terki, sehiv secdesini gerektirmez"659.

(متابعة الإمام في الواجبات واجبة) "Vaciblerde imama tabi olmak vaciptir"660.

(الأصل: إن كل ما يقطع البناء يقطع التكبير وما لا فلا) "Kâide: (Namazın) devam etmesini kesen her şey, teşrik tekbirlerini de keser. Namazın devam etmesini kesmeyen şey teşrik tekbirlerini de kesmez"661.

(ما شرع في حق الفرائض يكون مشروعا في حقها بطريق التبعية) "Farzlar hakkında vazedilen, tabiiyet yoluyla nafileler hakkında da vazedilmiş olur"662.

(لا تجوز الصلاة بالشك) "Namazın şüphe ile kılınması caiz değildir"663.

(الدال على الخير كفاعله) "Hayra rehberlik eden onu yapan gibidir"664.

(الترتيب في أفعال الصلاة واجب وليس بفرض) "Namaz fiilerinde tertip vaciptir, farz değildir"665.

(ترك السنة لا يفسد الصلاة ولكن يوجب الكراهة) "Sünnetin terki namazı bozmaz fakat keraheti gerektirir"666.

(القضاء خلف عن الأداء) "Kaza, edâya haleftir". İmam Ebu Yusuf (v. 182/798) ve Ebu Hanife’ye (v. 150/767) nisbetle zikretmiştir667.

(الفرض ما لا يكون تابعا لفرض آخر) "Bir farz başka bir farza tabi olmaz"668.

(الأصل أن غير المكتوبة لا تؤدى بجماعة) "Kâide: Farz namazlar dışındaki namazlar, cemaat ile kılınmaz"669.

(كل قتل يتعلق به وجوب القصاص فالقتيل شهيدا) "Kısası gerektiren her öldürmede öldürülen şehittir"670.

Secdeler konusu şu dâbıtlar üzerine kurulmuştur:

(السجدة الأخيرة إذا فاتت عن محلها وقضيت التحقت بمحلها على ما هو الأصل في القضاء) "Son secde, kendi mahallinde yapılmaz da kaza edilirse, kaza konusundaki esasa göre, kendi mahallinde yapılmış gibi kabul edilir"671.

(الصلاة إذا ترددت بين الجواز والفساد فالحكم بالفساد أولى) "Namaz, cevaz ve fesad arasında gelip gidiyorsa, fesadına hükmetmek evlâdır"672.

(إعادة ما ليس عليه أولى من ترك ما عليه) "Üzerine gerekmeyen şeyin iadesi, üzerine gerekenin terk edilmesinden evlâdır"673.

(السجدة المؤداة في وقتها لا تحتاج إلى النية، والتي صارت بمحل القضاء لا بد لها من النية) "Vaktinde eda edilen secde niyete muhtaç değildir; kazaya kalan secde ise muhakkak, niyet ile yapılmalıdır"674.

(الفعل متى دار بين السنة والبدعة كان ترك البدعة واجبا وتحصيل الواجب أولى من تحصيل السنة ومتى دار بين البدعة والفريضة كان التحصيل أولى؛ لأن ترك البدعة واجب والفرض أهم من الواجب) "Bir fiil ne zaman sünnet ile bidat arasında gelip giderse bidatin terki vacib olur. Vacibin yerine getirilmesi, sünnetin yerine getirilmesinden evlâdır. Bir fiil ne zaman bidat ve farziyet arasında gelip giderse, farzın yerine getirilmesi evlâdır. Çünkü bidatin terki vacibtir ve farz vacibten daha önemlidir"675.

(زيادة ما دون الركعة قبل إكمال الفريضة لا يوجب فساد الفريضة) "Farziyetin tamamlanmasından önce, bir rekatten az olan ziyade, farzın fesadını gerektirmez"676.

(الترتيب في أفعال الصلاة الواحدة لا يكون ركنا) "Bir namazın fiillerinde tertip, rükün olmaz"677.

(القعدة الأولى في ذوات الأربع أو الثلاث من المكتوبات ليست بفريضة والقعدة الأخيرة فريضة) "Üç veya dört rekatli farz namazlarda ka’deyi ûlâ farz değildir; ka’deyi ahir farzdır"678.

(سلام السهو لا يفسد الصلاة) "Sehiv secdesi için verilen selam namazı ifsad etmez"679.

Kâsânî (v. 587/1191), önce bu dâbıtları zikretmiş ve daha sonra bu dâbıtlardan çıkarılan fürû hükümler şunlardır diyerek konu ile ilgili örnekler vermiştir. Ayrıca bundan sonra secdeler konusunda işlemiş olduğu meseleleri sürekli bu asıllara irca ederek ele almıştır.


Yüklə 3,3 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   48




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin