IV. FIKHÎ KÂİDELERİN MENŞEİ
Fıkhî kâidelerin ilk şekilleri incelendiğinde, bunların oluşumunda Kitap ve Sünnet’in yanı sıra, insan aklının ortak kabulleri olan ilkelerin ve fukahanın ictihadının önemli paylarının olduğu görülür. Bu sebepten dolayı bazı müelliflerce, fıkhî kâidelerin kaynaklarının nasslar (Kitap, Sünnet) ve fukahanın ictihadı olduğu belirtilmiştir332.
Daha önce ifade ettiğimiz gibi Kur’ân’ın bazı ayetleri kâideleştirme olgusuna zemin hazırlayacak bir yapıya sahiptir. "Allah hiç kimseye gücünün yeteceğinden fazlasını yüklemez"333, "Allah size kolaylık diler zorluk dilemez"334 gibi ayetler buna örnek verilebilir. Bu tür ayetler, birçok hükmü kuşattıklarından daha sonra gelen fakihler için önemli bir zihinsel altyapı oluşturmuşlardır.
Hz. Peygamber’in çeşitli vesileler ile söylemiş olduğu bazı kapsamlı hüküm cümleleri de bu meyanda zikredilebilir. "Sarhoş eden her şey haramdır"335, "Allah’ın kitabında bulunmayan her şart batıldır"336, "Zarar ve mukabele bizzarar yoktur"337, "Beyyine müddaî için ve yemin münkir üzerinedir"338 gibi hadisler, kapsamlı hükümler ifade etmektedirler.
Kur’ân ve sünnetten verdiğimiz bu örnekler, kapsamlı hükümler ifade etmeleri ve özlü olmaları gibi özelliklerinden dolayı, kâide gibi görünse de bunları kâidelerin ilk örneklerinden kabul etmek yerine, Müslüman hukukçuların zihinlerinde kâideleştirme olgusuna zemin hazırlayan ana unsurlardan kabul etmek daha doğru olacaktır. Bu sebepten dolayı, kâidelerin ilk örneklerini, fukahanın yapmış oldukları ictihadların mahsulü olan eserlerinde aramak daha isabetli olacaktır.
Sonuç olarak, ilk dönemlerden itibaren İslam hukukçularının Kitap ve sünnet metinlerini inceleyerek, benzer hükümler arasındaki ortak illetleri ve hükümlerin vazedilmesinde gözetilen maksatları, tümevarım yoluyla tespit etmeleri sonucu ulaşmış oldukları neticeleri veciz bir şekilde ifade etmeleri, kâidelerin ilk örneklerini oluşturmaktadır339. Ayrıca usûl, dil ve mantık kurallarını incelemiş oldukları konularda tatbik etmeleri sonucu ortaya koydukları kapsamlı hüküm cümleleri, kâidelerin henüz işlenmemiş ilk şekillerini ve temelini teşkil eder340.
V. FIKHÎ KÂİDELERİN MÜSTAKİL KAYNAK OLUŞU
Fıkhî kâidelerin fıkıh ilmi açısından yeri ve fakîhte hukukî tefekkür oluşturma noktasında sahip oldukları önemi daha önce açıklamıştık. Bu öneme sahip olan ve fıkhın, ibadetlerden muamelata hemen her alanı ile ilgili konularda geçerli olan fıkıh kâideleri, hüküm istinbat ederken, konu ile ilgili özel bir delil bulunmaksızın tek başına kaynak olabilirler mi? Doğrudan bu kâidelere dayanılarak hüküm verilebilir mi? Bu bölümde ele alacağımız konu bu olacaktır.
Fıkhî kâidelerin hüküm istinbat ederken tek başına kaynak olup olmadığı hususunda kaynaklarda açık bir ifade bulunmamakla beraber, bazı bilginler küllî kâideleri şer‘î deliller arasında saymışlardır341. Ancak kavâidi şer‘î deliller arasında sayan müelliflerin bunları müstakil deliller kategorisinde mi yoksa verilen hükmü destekleyici ve illetini açıklayıcı bir şekilde mi ele aldıkları pek açık değildir. Ayrıca bu kâideleri fıkhî deliller arasında sayan bilginlerin bunları fer‘î delillerin sonunda saymaları, bazı müelliflerin de işaret ettiği gibi müftü ve hakimin önüne gelen meselenin çözümü için kaynaklarda özel delil bulunmadığı takdirde, meseleyi içine alan fıkhî kâidelere istinaden fetva vererek konuyu çözüme kavuşturabilir342 görüşü ile paralellik arz eder. Ahmet Yaman, bazı müelliflerin fıkhî kâideleri müstakil deliller arasında zikretmelerine değindikten sonra, konuya şöyle bir yorum getirmektedir: "bu kâidelerin büyük kısmı, aslında usûl-ı fıkıh kâidesi olup, furû-ı fıkıhta da çok kullanılmaları sebebi ile fıkıh kâidesi gibi zannedilenlerdir"343.
Kitap ve Sünnet nasslarına dayalı ve istisnaları olmayan bazı kâideler vardır ki bunlar, hüküm istinbat ederken delil olarak kullanılırlar. Ancak bu türden kâideler, bazı müelliflere göre delil olmayıp, kâidenin dayanağı olan nass, meselenin asıl delilidir344. Bu kâidelerin dışında, fakihler tarafından istisnasız kabul edilen ve üzerinde ihtilafın olmadığı kâideler vardır ki Karâfî (v. 684/1285) bunları "el-Kavâidü’s-sâlime ani’l-muârada" şeklinde ifade etmektedir. Ona göre hakimin verdiği hüküm, "icma, en-nassu’s-sâlim ani’l-muâraıda, el-kıyâsu’l-celiyyu’s-sâlim ani’l-muârada ve kâidetun mine’l-kavâidi’s-sâlimeti ani’l-muârıda"dan biri ile çelişirse bozulur345. Dikkat edilirse Karâfî (v. 684/1285), bütün kâideleri değil de üzerinde tartışmanın olmadığı kâideleri zikrederek bu konuda bir sınırlandırmaya gitmiştir. Bunların yanısıra Usûl-ü muhakeme ile ilgili kâidelerin de doğrudan delil olarak kullanıldığı, kaynaklarda zikredilmektedir346.
Bu türden kâidelerin dışında kalan kâideler, fıkhî istinbat hususunda yalnız başlarına delil olarak kabul edilmezler347. Bunun gerekçesi, bu tarz kâidelerin ağlebî olmaları sebebiyle istisnalarının bulunması ve yakîn bilgi ifade etmemeleri olarak gösterilmektedir348. Dolayısıyla sadece bu kâidelere dayanarak fetva ve hüküm vermek yerine bunlar, verilen hükmün şahit ve desteği olarak görülmüşlerdir349. Hamevî (v. 1098/1687), bu türden kâidelerin ağlebî oluşlarını dikkate alarak, bunların her zaman değil de çoğu zaman geçerli olduğuna işaret eder ve bu kâide ve dâbıtların gereğine göre fetva vermenin caiz olmadığını kaydeder350. Mecelle’nin Esbâb-ı Mûcibe Mazbatası’nda da "Hükkâm-ı şer‘ bir nakl-i sarih bulmadıkça yalnız bunlarla hükmedemez"351 denilerek, bu duruma işaret edilmektedir. Mecelle şârihi Ali Haydar Efendi (v. 1355/1936) de mezhepte muteber kabul edilen kitaplardan konu ile ilgili bir nakil olmadığı sürece, bu kâidelere dayanarak hüküm verilemeyeceğini ifade etmiştir352. İbn Abidîn (v. 1252/1836) de muhtasar kitaplardan fetva verilemeyeceğini belirttikten sonra, bunlara, ifade yapılarının veciz olması sebebiyle Eşbâh ve’n-Nezâir tarzı kitapların da eklenmesi gerektiğini belirtir. Ancak bu kitapların kaynaklarına inildiği takdirde bunun mümkün olacağını söyler353.
Tatbikata bakıldığı zaman, İslam hukukçularının kâideleri hükmün delili olarak değil de verilen hükmün illet ve hikmetini açıklamak maksadıyla kullandıkları354 ve cüz’î hükümleri temel kâideler ile illetlendirme yönteminin, metinlerden ziyade daha çok şerhlerde başvurulan bir yöntem olduğu görülür355. Mustafa Baktır, Muhammed Rifat Bey’in Tevâfukât-ı Kavâid-i Külliye adlı eserinden naklen "Osmanlı mahkemelerinde bir kanun maddesi gösterilmeden yalnız Mecellenin külli kâidelerine dayanılarak verilen hükümlerin temyizde bozulduğunu" kaydetmektedir356. Ancak aynı konuda ortaya konulan farklı yorumlar arasında râcih olan görüşün seçilmesinde fıkhî kâidelere başvurulduğundan357 hareketle fıkıh kâidelerinin istinbatta olmasa da tercihte delil olarak kullanılabileceği söylenebilir.
Dostları ilə paylaş: |