(الجواب لا يتقدم الكلام) "Cevap, kelamdan önce gelmez".
(الجواب لا يتم بدون السؤال) "Soru olmadan cevap tamam olmaz".
(الجواب لا يكون إلا بعد تقدم السؤال) "Cevap ancak sualden sonra gelir".
(الحدود تدرأ بالشبهات) "Hadler, şüpheler ile düşürülür".
(الحرج مدفوع شرعا) "Zorluk, şer’an kaldırılmıştır".
(الحرج مدفوع) "Zorluk kaldırılmıştır".
(الحرج مدفوع) "Zorluk kaldırılmıştır".
(الحرج منفي بنص الكتاب) "Zorluk, Kitab’ın nassı ile kaldırılmıştır".
(الحرج منفي) "Zorluk kaldırılmıştır".
(الحرمات الشرعية جاز أن يسقط إعتبارها شرعا لمكان الضرورة) "Şer‘î yasakların, zaruret sebebiyle şer‘an itibardan düşmesi caizdir".
(الحرية أصل في بني آدم) "İnsanda aslolan hürriyettir".
(الحق بعدما بطل لا يعود إلا بسبب جديد) "Bir hak geçersiz olduktan sonra, ancak yeni bir sebep ile geri gelir".
(الحق لا يبقى بعد فوات محله) "Hak, mahallinin ortadan kalmasından sonra devam etmez".
(الحق متى ثبت لإنسان لا يبطل إلا بإبطال) "Hak, bir insan için sâbit olduğu zaman, ancak iptal edilince geçersiz olur".
(الحقائق تتبدل بقدر الدليل الموجب للتغير والتبدل) "Hakikatler, değişim ve dönüşümü gerektiren delil miktarınca değiştirilirler".
(الحقائق لا يسقط إعتبارها حكما إلا لضرورة) "Hakikatler, zaruret olmadıkça hüküm bakımından itibardan düşmez".
(ألحقوا النادر بالعدم) "Nâdir olan, yok hükmündedir".
(الحكم المعلق بشرط لا يثبت عند وجود بعض الشرط) "Bir şarta bağlı olan hüküm, şartın bir kısmının varlığı ile sâbit olmaz".
(الحكم المعلل بعلة يتعمم بعموم العلة) "Bir illet ile muallel hüküm, illetin umumiyeti ile umumileşir".
(الحكم الممدود إلى غاية لا ينتهي قبل وجود الغاية) "Bir amaç için uzatılmış olan hüküm, bu amacın varlığından önce sona ermez".
(الحكم الموقت إلى غاية ينتهي عند وجود الغاية) "Bir gaye için konulmuş muvakkat hüküm, o gayenin varlığı ile sona erer".
(الحكم إنما يضاف إلى سببه) "Hüküm, sebebine izafe edilir".
(الحكم بعد وجود الشرط يضاف إلى السبب لا إلى الشرط) "Hüküm, şartın varlığından sonra sebebe izafe edilir, şarta edilmez".
(الحكم على وفق العلة) "Hüküm, illete uygun olarak (sâbit olur)".
(الحكم في التبع ثبت بعلة الأصل) "Hüküm, asılda bulunan illet ile tabide de sâbit olur".
(الحكم في التبع ثبت بوجود السبب في الأصل) "Hüküm, asılda bulunan sebebin varlığı ile tabide de sâbit olur".
(الحكم في التبع يثبت بعلة الأصل) "Hüküm, asılda bulunan illet ile tabide de sâbit olur".
(الحكم لا يتخلف عن سببه) "Hüküm, sebebinin peşinden gelmez".
(الحكم لا يثبت بوجود بعض الشرط) "Hüküm, şartın bir kısmının varlığı ile vaki olmaz".
(الحكم لا يزيد على قدر العلة) "Hüküm, illet miktarını aşmaz".
(الحكم للعلة لا للشرط) "Hüküm şarta değil illete bağlıdır".
(الحكم للغالب) "Baskın olan duruma göre hüküm verilir".
(الحكم متى ثبت عقيب وصف مؤثر يحال إليه) "Hüküm, müessir bir vasıftan sonra sâbit olduğunda, ona döner (ona uygulanır)".
(الحكم متى ثبت عقيب وصف مؤثر يضاف إليه) "Hüküm, müessir bir vasfın akabinde sâbit olduğu zaman, o vasfa izafe edilir".
(الحكم متى ثبت معقولا بمعنى خاص ينتهي بذهاب ذلك المعنى) "Özel bir illet için konulmuş hüküm, bu illetin ortadan kalkması ile sona erer".
(الحكم متى ظهر عقيب سبب يحال عليه) "Bir sebepten sonra ortaya çıkan bir hüküm, o sebebe yorulur".
(الحكم يتعلق بالأكثر والأقل يكون تبعا للأكثر فلا عبرة به) "Hüküm, çoğunluğa bağlıdır; az olan çok olana tabi olur ve az olana itibar edilmez".
(الحكم يتعمم بعموم العلة ولا يتخصص بخصوص المحل) "Hüküm, illetin umumu ile umumileşir; sebebin hususiyeti ile hususileşmez".
(الحكم يتقدر بقدر السبب) "Hüküm, sebebin miktarına göre takdir edilir".
(الحكم يتقدر بقدر العلة) "Hüküm illet miktarınca takdir edilir".
(الحكم يتكرر بتكرر السبب) "Hüküm, sebebin tekrarı ile tekerrür eder".
(الحكم يتكرر بتكرر سببه) "Hüküm, sebebinin tekrarı ile tekerrür eder".
(الحكم يثبت بقدر العلة) "Hüküm, illet miktarınca sâbit olur".
(الحكم يثبت على قدر السبب) "Hüküm, sebebin miktarına göre sâbit olur".
(الحكم يثبت على قدر العلة) "Hüküm, illet miktarınca sâbit olur".
(الحكم يثبت على وفق السبب) "Hüküm, sebebe uygun olarak sâbit olur".
(الحكم يثبت على وفق السبب) "Hüküm, sebebe uygun olarak sâbit olur".
(الحكم يثبت على وفق العلة) "Hüküm, illete uygun olarak sâbit olur".
(الحكم يثبت من حين وجود سببه) "Hüküm, sebebinin bulunduğu vakitten itibaren sâbit olur".
(الحكم يدار على السبب الظاهر لا على الحكمة) "Hüküm, hikmete değil açık olan sebebe bağlıdır".
(الحكم يضاف إلى السبب لا إلى الشرط) "Hüküm, sebebe izafe edilir, şarta edilmez".
(الحكم يضاف إلى العلة لا إلى الشرط) "Hüküm illete izafe edilir, şarta edilmez".
(الحكم يعتبر من وقت وجود سببه) "Hüküm, sebebinin bulunduğu vakitten itibaren dikkate alınır".
(الخراج بالضمان) "Bir şeyin nef‘i, zamânı mukabelesindedir".
(الخطأ في حقوق العباد ليس بعذر) "Kul haklarında hata özür değildir".
(الخطاب ينصرف إلى المتعارف) "Şer‘î hitap, yaygın olana hasredilir".
(الخلف لا يخالف الأصل في الشروط) "Halef, şartlarda asıl olana muhalif olmaz".
(الخلف لا يخالف الأصل) "Halef, asıl olana muhalif olmaz".
(الخلف يعتبر حال عدم الأصل لا حال وجوده) "Aslın olmaması durumunda halefe itibar edilir; aslın varlığı durumunda halefe itibar edilmez".
(الخلف يعمل عمل الأصل) "Halef, aslın vazifesini yerine getirir".
(الخلف يقوم مقام الأصل) "Halef, aslın makamına kaimdir".
(الدعوتين متى تعارضتا يجب العمل بالراجح منهما) "İki iddia tearuz ettiğinde, onlardan râcih olan ile amel etmek îcâb eder".
(الدلالة لا تعتبر إذا وجد الصريح بخلافه وإذا لم يوجد تعتبر) "Hilafına sarih bir şey bulununca delalete itibar edilmez; sarih bir şey bulunmayınca delalete itibar edilir".
(الدلالة لا تعمل مع النص بخلافه) "Delâlet-i hal, nass karşsında onun hilafına amel etmez".
(الدواعي إلى الحرام حرام) "Harama götüren şeyler de haramdır".
(الراجح ملحق بالمتيقن في أحكام الشرع) "Şer‘î hükümlerde, râcih olan yakîn olana ilhak edilir".
(الرسول قائم مقام المرسل معبر وسفير عنه) "Elçi, kendisini gönderenin makamına kâim; onun aracısı ve duygularını ifade edendir".
(الرضا بالأدنى يكون رضا بالأعلى من طريق الأولى) "Edna olana rıza göstermek, evleviyetle daha üstün olana rızadır".
(الرضا بالشيء بدون العلم به لا يتصور) "Bir şey hakkında bilgi sahibi olmadan ona rıza göstermek tasavvur edilemez".
(الرضا بالشيء بدون العلم به محال) "Bir şeyi bilmeksizin ona rıza göstermek muhaldir".
(الرضا بالشيء قبل العلم به لا يتصور) "Bir şey hakkında bilgi sahibi olmadan ona rıza göstermek tasavvur edilemez".
(الرضا بالشيء يكون رضا بمثله) "Bir şeye rıza göstermek, onun misline de rızadır".
(الرضى بأدنى الضررين لا يكون رضا بأعلاهما) "İki zarardan daha azına rıza göstermek, daha fazlasına rıza göstermek anlamına gelmez".
(الرضى بالشيء بدون العلم به لا يتحقق) "Bir şeye rıza göstermek, onun hakkında bilgi sahibi olmadan gerçekleşmez".
(الرضى بغير المعلوم محال) "Bilinmeyene rıza göstermek muhaldir".
(الركن أهم من الشرط) "Rükün, şarttan daha önemlidir".
(الزيادة تبع للمزيد عليه) "Ziyade, mezid-i aleyhe tabidir".
(الزيادة على الشيء لا تتصور إلا من جنسه، فأما إذا كان من غيره فإنه يكون قرانا لا زيادة) "Bir şeye ziyade, ancak kendi cinsi ile olur. Kendi cinsi dışında olursa, ziyade değil de kırân olur".
(الزيادة على الشيء لا يقتضي أن يكون مثله) "Bir şeye ziyade, onun misli olmasını gerektirmez".
(الساقط شرعا ملحق بالساقط حقيقة) "Şer’an sâkıt olan, hakikaten sâkıt olmuş gibidir".
(الساقط شرعا والعدم حقيقة سواء) "Şer'ân sâkıt olan ile hakikaten olmayan eşittir".
(السبب المفضي إلى الشيء يقام مقام ذلك الشيء في أصول الشرع) "Şer‘î esaslarda, bir şeye yol açan sebep, o şeyin yerine ikame edilir".
(السبب إنما يقام مقام المسبب في موضع الإحتياط) "İhtiyat durumunda sebep, sonucun yerine ikame edilir".
(السبب إنما يقام مقام المسبب) "Sebep, sonucun yerine ikame edilir".
(السبب إنما ينعقد سببا عند وجود الشرط) "Sebep, şartın varlığı ile sebep olarak inikad bulur".
(السبب لا يقام مقام المسبب إلا لضرورة) "Zaruret olmadığı sürece sebep, sonucun yerine ikame edilmez".
(السبب لا ينعقد مفيدا للحكم بدون شرطه) "Şartı bulunmadığı sürece sebep, hüküm için geçerli olmaz".
(السبب يقام مقام المسبب خصوصا في باب الحرمات) "Özellikle haramlar konusunda, sebep, sonucun yerine ikame edilir".
(السبب يقوم مقام المسبب إذا كان في الوقوف على المسبب حرج أو كان المسبب بحال يكون عدمه مع وجود السبب في غاية الندرة) "Sonucun yerine getirilmesinde zorluk bulunuyor veya sonucun yokluğu sebebin varlığı ile birlikte çok nâdir oluyorsa, sebep sonucun yerine ikame edilir".
(السقوط بقدر الضرورة) "(Mükellefiyetten olan) bir şeyin düşmesi, zaruret ölçüsündedir".
(الشبهة تقام مقام الحقيقة في موضع الإحتياط) "Şüphe, ihtiyat durumunda hakikatin yerini alır".
(الشرائط يعتبر وجودها حال وجود الركن) "Rüknün varlığı durumunda şartların varlığına itibar edilir".
(الشرط الذي لا يدخل تحت ولاية العباد أصلا أولى ألا يجعل شرط البقاء) "Kulların imkânı dahilinde olmayan şartın, bekâ şartı olmaması evlâdır".
(الشرط مع العلة إذا اشتركا في الحظر والإباحة أي: في سبب المؤاخذة وعدمه فإضافة الحكم إلى العلة أولى من إضافته إلى الشرط) "Şart ve illet birlikte ibaha ve yasaklıkta müşterek olursa, yani muaheze sebebi olup olmamada birlikte olurlarsa, hükmün illete izafesi, şarta izafesinden evlâdır".
(الشركة العامة تقتضي الإباحة) "Umûmî ortaklık, ibâhatı gerektirir".
(الشركة العامة هي الإباحة) "Umûmî ortaklık, ibâha ifade eder".
(الشروع في التطوع ملزم) "Nafileye başlamak bağlayıcıdır".
(الشروع في التطوع موجب للإتمام) "Nafileye başlamak, tamamlamayı gerektirir".
(الشروع في العبادة بدون وجود شرطها لا يصح) "Şartının varlığı olmaksızın ibadete başlamak sahih olmaz".
(الشك لا يرفع اليقين) "Şek, yakîni ortadan kaldırmaz".
(الشيء الواحد في زمان واحد ألا يكون موجودا وفائتا) "Bir şey, bir zamanda hem mevcut hem de geçmiş olamaz".
(الشيء إنما يجعل حاصلا في محله أن لو وجد شيء آخر في محله بعده، ووقع ذلك الشيء معتبرا في نفسه) "Bir şey, kendisinden sonra kendi yerini alan başka bir şey bulunduğu takdirde, kendi yerinde meydana gelmiş kabul edilir. Böylece bu şeyin bizzat kendisi muteber olur".
(الشيء كما لا ينعقد من غير أهلية لا يبقى مع عدم الأهلية) "Bir şey, ehliyetsiz gerçekleştirilmediği gibi, ehliyet olmaksızın devam da etmez".
(الشيء لا يبقى مع ما ينقضه) "Bir şey, kendisini geçersiz kılan bir şey ile birlikte devam etmez".
(الشيء لا يبقى مع وجود ما ينقضه) "Bir şey, kendisini geçersiz kılan bir şeyin varlığı ile devam etmez".
(الشيء لا يتبع ما بعده ولا يستتبع ما قبله) "Bir şey, kendisinden sonra gelene tabi olmaz, kendisinden önce geleni de doğurmaz".
(الشيء لا يستتبع مثله) 'Bir şey, kendi mislini doğurmaz'.
(الشيء لا يصير مستهلكا بجنسه وإنما يصير مستهلكا بغير جنسه) "Bir şey, kendi cinsinden bir şey ile karışırsa yok olmaz; kendi cinsi dışında bir şey ile karışırsa yok olur".
(الشيء لا يضاف إلى نفسه هو الأصل) "Bir şeyin kendine izafet edilmemesi asıldır".
(الشيء لا يعطف إلى نفسه في الأصل) "Hakikatte bir şey kendine atfedilmez".
(الشيء لا يقوم مقام ما هو فوقه) "Bir şey, mertebece kendinden üstün olan bir şeyin yerine geçmez".
(الشيء لا يكون بدلا عن نفسه) "Bir şey kendi kendine bedel olmaz".
(الشيء لا ينافي نفسه) "Bir şey kendi kendisini nefyetmez".
(الشيء لا ينعدم بما لا يضاده) "Bir şey, kendisine zıt olmayan bir şey ile ortadan kalkmaz".
(الشيء يبطل بما يضاده) "Bir şey kendi zıttı ile geçersiz olur".
(الشيء يتعلق بما يجيء لا بما مضى) "Bir şey, vakti geçmiş olana değil, gelecek olana bağlı olur".
(الشيء يستتبع دونه ولا يستتبع مثله) "Bir şey kendinden daha aşağı olanı doğurur, kendi mislini doğurmaz".
(الشيء يستتبع ما هو دونه ولا يستتبع ما هو فوقه أو مثله) "Bir şey kendinden daha aşağı olanı doğurur, kendisinin üstünde veya kendisine denk olanı doğurmaz".
(الشيء ينعدم بما يضاده) "Bir şey kendi zıttı ile bir arada bulunmaz".
(الصبي في مراعاة السنن كالبالغ) "Sünnetlere riayet hususunda çocuk, bâliğ gibidir".
(الصبي مؤاخذ بأفعاله إن لم يؤاخذ بأقواله) "Kâide: Çocuk, sözleri ile muaheze olunmasa da fiilleri ile muaheze olur".
(الصحة أصل في العقد والفساد عارض) "Kâide: Akitte aslolan sıhhattir, fesâd arızidir".
(الصفقة إذا إشتملت على الصحيح والفاسد يتعدى الفساد إلى الكل عنده وعندهما لا يتعدى) "Akit, sahih ve fâside şamil olunca, Ebu Hanife’ye göre fesâd bütüne geçer; İmam Ebu Yusuf ile Muhammed’e göre fesâd bütüne geçmez".
(الضرر منفي شرعا) "Zarar, şer‘an kaldırılmıştır".
(الضرر منفي) "Zarar, (şer’an) kaldırılmıştır".
(الضرورة سبب لتخفيف الحكم وتيسيره) "Zaruret, hükmün hafifletilmesi ve kolaylaştırılması için bir sebeptir".
(الظاهر بقاء ما كان على ما كان) "Bir şeyin olduğu hal üzere kalması asıldır".
(الظاهر لا يبطل إلا باليقين) "Zahir olan, ancak yakîn ile geçersiz olur".
(الظاهر لا يبطل بالشك) "Zahir olan, şüphe ile geçersiz olmaz".
(الظاهر لا يصلح للإلزام على الغير) "Zahiri durum/karine, başkasını ilzam için uygun olmaz".
(الظاهر ملحق بالمتيقن في الأحكام) "Hükümlerde, zâhir olan, yakîne ilhak edilir".
(الظن إنما يعتبر إذا نشأ عن دليل أو شبهة دليل) "Zanna, bir delilden ya da şibh-i delilden neşet ettiği takdirde itibar edilir".
(العاجز عن الفعل لا يكلف به) "Bir fiili yapmaktan aciz olan, o fiil ile mükellef olmaz".
(العارض لا يعارض الأصل والتبع لا يعارض المتبوع) "Arızî olan, asla muarız olmaz. Tabi olan da tabi olunana (metbua) muarız olmaz".
(العامل لنفسه يكون عمله مضافا إليه لا إلى غيره) "Kendisi için çalışanın yaptığı iş, kendisine izafe edilir, başkasına edilmez".
(العامي يلزمه تقليد العالم) "Âmmînin âlimi taklit etmesi gerekir".
(العبادات المؤقتة لا يجوز أداؤها قبل أوقاتها) "Muvakkat ibadetlerin vakitlerinden önce edâ edilmeleri caiz değildir".
(العبادات المؤقتة لا يجوز تقديمها على أوقاتها) "Muvakkat ibadetlerin vakitlerinden önceye takdimi caiz değildir".
(العبادات تسقط بالأعذار) "İbadetler, özürler ile sâkıt olur".
(العبادات تسقط بموت من عليه) "İbadetler, üzerine vacip oldukları kişinin ölümü ile düşerler".
(العبادة لا تؤدى إلا بالنية) "İbadet ancak niyet ile yerine getirilir".
(العبادة لا تتأدى بما هو منهيّ عنه) "İbadet, nehyedilen bir şey ile yerine getirilmez".
(العبادة لا تصح بدون النية لإنعدام معناها بدونها) "Niyetsiz ibadetin anlamı olmayacağı için niyetsiz ibadet sahih olmaz".
(العبادة لا تصح بدون النية) "İbadet, niyetsiz sahih olmaz".
(العبرة بعموم اللفظ عندنا لا بخصوص السبب إذ الحكم يتبع اللفظ لا السبب) "Bize göre itibar, lafzın umumunadır, sebebin özel oluşuna değildir. Çünkü hüküm, sebebe değil lafza tabi kılınır".
(العبرة في العقود إلى المعاني لا للألفاظ) "Ukûdda i‘tibar maâniyedir, elfaza değildir".
(العبرة في العقود للمعاني لا للألفاظ) "Ukûdda i’tibar maâniyedir, elfaza değildir".
(العبرة في العقود للمعاني) "Ukûdda i‘tibar maâniyedir".
(العبرة في العقود لمعانيها لا لصور الألفاظ) "Ukûdda i‘tibar maâniyedir, lafızların suretlerine değildir".
(العبرة في العقود لمعانيها لا لعين الألفاظ) "Ukûdda i‘tibar maâniyedir, lafızların kendisine değildir".
(العبرة لعموم اللفظ لا لخصوص السبب) "İtibar, lafzın umumunadır, sebebin özel oluşuna değildir".
(العبرة لغالب الرأي وأكثر الظن) "Re'y-i gâlip ve ekseri zanna (zannı gâlibe) itibar edilir".
(العبرة للأصل دون التبع) "İtibar tabi olana değil, asladır".
(العبرة للغالب) "Baskın olan durum dikkate alınır".
(العبرة للغلبة) "Baskın olan durum dikkate alınır".
(العبرة للمتبوع دون التابع) "İtibar, tabi olana değil, tabi olunanadır".
(العبرة للمتبوع) "İtibar, tabi olunanadır".
(العبرة للمعنى لا للصورة) "İtibar manayadır, şekillere değil".
(العبرة للمعنى لا للصورة) "İtibar suretlere değil manayadır".
(العجز حكما كالعجز حقيقة في أصول الشريعة) "Şer‘î esaslarda hükmen acziyet, hakikaten acziyet gibidir".
(العجز عن تحصيل الشرائط لا يكون فوق العجز عن تحصيل الأركان) "Şartları yerine getirmedeki acziyet, rükünleri yerine getirmedeki acziyetin üzerinde olmaz".
(العدد والعدالة ساقطا الإعتبار شرعا في المعاملات) "Muâmelât ile ilgili konularda, şahitlerin sayı ve adaletine hukuken itibar edilmez".
(العدم لا يحتمل القسمة) "Olmayan şey, taksime konu olamaz'.
(العدم لا يعارض الوجود) "Yokluk, varlığa muarız olmaz’.
(العذر سبب تخفيف الحكم في الجملة) "Özür, her konuda hükmün hafifletilme sebebidir".
(العرف إنما يعتبر في معاملاة الناس) "Örf, insanların muamelelerinde dikkate alınır".
(العصمة أصل في النفوس) "Canlarda korunmuşluk (canların masumiyeti) asıldır".
(العقد المنعقد بيقين يبقى لتوهم الفائدة) "Kesin olarak mün‘akid olan akit, fayda zannı sebebiyle, olduğu hal üzere devam eder".
(العقد الموقوف إذا إتصلت به الإجازة تستند الإجازة إلى وقت العقد) "Mevkuf akde icâzet verildiğinde, bu icâzet, akdin yapıldığı vakte istinad eder".
(العقد الموقوف على إجازة إنسان يحتمل الإجازة من قبل غيره) "Bir insanın icâzetine bağlı mevkuf akit, kendisi dışında biri tarafından verilecek icâzete ihtimal taşır".
(العقل شرط أهلية التصرفات الشرعية) "Akıl, şer‘î tasarrufların ehliyet şartıdır".
(العقل شرط أهلية التصرفات) "Akıl, tasarruf ehliyetinin şartıdır".
(العقل من شرائط أهلية التصرفات الشرعية) "Akıl, şer‘î tasarrufların ehliyet şartlarındandır".
(العلم في حق الأصل يغني عن العلم في حق التبع) "Asıl hakkındaki bilgi, tabi hakkındada yeterlidir".
(العلم لا يبطل بالظن) "Kesin bilgi, zan ile ortadan kalkmaz".
(العمل بالحقيقة واجب ما أمكن) "Mümkün olduğu takdirde (lafzın) hakiki manası ile amel etmek vaciptir".
(العمل بالمجاز أولى من الإلغاء) "(Lafzın) mecaz anlamı ile amel etmek ilgadan evladır".
(العمل بالمشهور أولى) "(Haber-i vâhid karşısında) meşhur hadis ile amel etmek evlâdır".
(العمل بحقيقة اللفظ واجب) "(Lafzın) hakiki manası ile amel etmek vaciptir".
(العمل بعموم اللفظ واجب ما أمكن ولا يجوز تخصيصه إلا بدليل) "İmkân olduğu ölçüde lafzın umumu ile amel etmek vaciptir. Delil olmaksızın umumun tahsisi caiz değildir".
(العمل بغالب الرأي وأكبر الظن في الأحكام واجب) "Hükümlerde galib-i rey ve zannı galib ile amel vaciptir"
(الغالب في أحكام الشرع ملحق بالمتيقن) "Şer‘î hükümlerde, gâlib olan kesin gibidir".
(الغالب ملحق بالمتيقن في الأحكام) "Hükümlerde, gâlib olan kesin gibidir".
(الفاسد من العقود عند إتصال القبض كالصحيح على أصل أصحابنا) "Bizim mezhep bilginlerimizin kabul ettiği kâideye göre, fâsid akitler, kabz ile birleşince sahih akit gibi olurlar".
(الفرض فوق الواجب) "Farz, vacibin üstündedir".
(الفعل إذا تردد بين السنة والبدعة تغلب جهة البدعة) "Bir fiil, sünnet ile bidat arasında bulunuyorsa bidat yönü galip olur".
(الفعل لا يقع قربة بدون النية) "Bir fiil, niyet olmaksızın ibadet olmaz".
(الفعل يضاف إلى مستعمل الآلة لا إلى الآلة) "Fiil, alete değil, aleti kullanana izafe edilir".
(القدرة على الأصل بعد حصول المقصود بالبدل لا تبطل حكم البدل) "Bedel ile maksadın gerçekleşmesinden sonra aslı yapabilme imkânı, bedelin hükmünü iptal etmez".
(القدرة على الأصل بعد حصول المقصود بالخلف لا يبطل حكم الخلف) "Halef ile maksadın gerçekleşmesinden sonra aslı yapabilme imkânı, halefin hükmünü iptal etmez".
(القدرة على الأصل تمنع المصير إلى الخلف) "Aslı yapabilme imkânı, halefe gidilmesini engeller".
(القدرة على الفعل شرط وجوب الفعل) "Bir fiili yapabilme gücü, fiilin vücûb şartıdır".
(القدرة على المبدل قبل حصول المقصود بالبدل يبطل حكم البدل) "Bedel ile maksadın gerçekleşmesinden önce aslı yapabilme imkânı, bedelin hükmünü iptal eder".
(القسمة في الجنس الواحد الذي لا يتفاوت يقع على جملته) "Ayrılmayan tek bir cinsi bölmek, o cinsin hepsinde vaki olur".
(القضاء بدل عن الأداء) "Kaza edaya bedeldir".
(القليل لا يغلب الكثير) "Az olan çok olana üstün olmaz".
(القليل يتبع الكثير) "Az olan çok olana tabi olur".
(القول في الشرع قول المنكر) "Hukukta söz, münkirin sözüdür".
(القول في الشرع قول من يشهد له الظاهر) "Hukukta söz, karinenin lehine tanıklık ettiği kimsenindir".
(القول قول الأمين مع اليمين) "Söz, yemin ile birlikte eminin sözüdür".
(القول قول المنكر حتى يقيم للمدعي حجته) "Söz, müddei delil getirene kadar münkirin sözüdür".
(القول قول المنكر عند عدم البينة مع يمينه) "Delil bulunmadığı sürece söz, yemin ile birlikte münkirin sözüdür".
(القول قول المنكر في الشرع) "Hukukta söz, inkâr edenin sözüdür".
(القول قول المنكر مع يمينه في الشرع) "Hukukta söz, yemin ile birlikte münkirin sözüdür".
(القول قول المنكر مع يمينه) "Söz, yemin ile birlikte münkirin sözüdür".
(القول قول المنكر) "Söz, münkirin sözüdür".
(القول قول من يشهد له الأصل) "Söz, aslın lehine tanıklık ettiği kimsenindir".
(القول قول من يشهد له الظاهر) "Söz, karinenin lehine tanıklık ettiği kimsenindir".
(القياس بمقابلة النص والإجماع باطل) "Nassa ve icmaya aykırı kural geçersizdir".
(القيمة تقوم مقام العين) "Kıymet, aynın makamına kâimdir".
(الكامل لا يتأدى بالناقص) "Tam olan, nakıs ile yerine getirilmez".
(الكتاب بمنزلة الخطاب من الكاتب) "Kâtibin yazısı, hitabı yerine geçer".
(الكتاب من الغائب خطابه) "Gâibin yazısı hitabıdır".
(الكتاب من الغائب كالخطاب من الحاضر) "Gâibin yazısı hazırın hitabı gibidir".
(الكتابة المستبينة تقوم مقام اللفظ والإشارة المفهومة تقوم مقام العبارة) "Anlaşılır yazı lafzın yerini alır, bilinen işaret de ibarenin yerini alır".
(الكتابة والإشارة ليست بكلام وإنما تقوم مقامه) "Kitabet ve işaret söz değildirler; ancak sözün makamına kaim olurlar".
(الكثير في كل باب كل جنسه) "Her bir konudaki çokluk, kendi cinsinin küllüdür".
(الكلام الواحد لا يشتمل على الحقيقة والمجاز لما بينهما من التنافي) "Bir söz, aralarındaki zıtlık sebebiyle, hem hakikat hem de mecaz anlamını birlikte içermez".
(المؤقت إلى غاية ينتهي عند وجود الغاية) "Bir gaye için konulmuş muvakkat hüküm, o gayenin varlığı ile sona erer".
(المؤقت إلى وقت ينتهي عند وجود الوقت) "Bir vakit ile tayin edilen (hüküm), vaktin dolması ile son bulur".
(المتركب من أجزاء مختلفة لا يقع إسم كله على بعضه) "Çeşitli cüzlerden meydana gelen bir şeyin bütününün ismi bir kısmına verilmez".
(المتركب من أشياء مختلفة لا ينطلق عليه الإسم بوجود بعضها) "Çeşitli şeylerden meydana gelen bir şeyin bir kısmının varlığı, o şeyi ifade etmez".
(المتعارض لا يصلح معارضا) "İtiraza uğrayan, başka bir şeye karşı delil olmaz".
(المتعنت لا قول له) "İnatçı, söz söylememiş kabul edilir".
(المتكلم أولى بصرف الخطاب إليه من الساكت) "Hitabın kendisine yönelmesi bakımından konuşan, sakitten önceliklidir".
(المجلس يتبدل بتبدل الأفعال فيه) "Meclis, kendisinde meydana gelen fiillerin değişimi ile değişir".
(المحرم يقضي على المبيح إحتياطا) "Mübah ile haram çelişince, ihtiyaten haram mübaha tercih edilir".
(المحظور لا يصلح سببا للملك) "Yasak olan bir şey, mülkiyet sebebi olmaz".
(المدرك لا يكون فائتا) "Müdrik, fâit olamaz".
(المرجوح في مقابلة الراجح ملحق بالعدم في الأحكام) "Hükümlerde, râcih olana mukabil mercuh, yok kabul edilir".
(المركب من شيئين لا وجود له بأحدهما) "İki şeyden mürekkeb olan, onlardan birinin varlığı ile var olamaz".
(المسبب شريك المباشر في الإثم والثواب في التسبب للمعصية والطاعة) "Müsebbib, masiyet ve taata sebebiyet verdiği için, sevap ve günahta mübaşir ile müşterektir".
(المستحق كالمستوفى) "İstihkak, tamamlanan hükmündedir".
(المستحق كالمصروف فكان ملحقا بالعدم) "İstihkak, harcama hükmündedir ve yokluğa hamledilir".
(المستحق كالمصروف) "İstihkak, harcama hükmündedir".
(المستحق ملحق بالعدم) "İstihkak edilmiş olan, yok hükmündedir".
(المستحيل عادة كالمستحيل حقيقة) "Âdeten imkânsız olan, hakikaten imkânsız gibidir".
(المستحيل عادة يلحق بالمستحيل حقيقة) "Âdeten imkânsız olan, hakikaten imkânsız gibidir".
(المستعد للشيء كالشارع فيه) "Bir şey yapmak için hazır olan, ona başlamış gibidir".
(المشغول بشيء لا يحتمل الشغل بغيره) "Bir şey ile meşgul olan, onun dışında bir şey ile işgal edilmez".
(المشغول لا يشغل) "Meşgul, işgal edilmez".
(المضاف إلى وقتين ينزل عند أولهما والمعلق بشرطين ينزل عند آخرهما والمضاف إلى أحد الوقتين غير عين فينزل عند أحدهما والمعلق بأحد شرطين غير عين ينزل عند أولهما ولو جمع بين فعل ووقت يعتبر فيه الفعل وينزل عند وجوده) "İki vakte izafe edilen hüküm, ilk vaktin girmesi ile yerine gelir. İki şarta bağlı hüküm, son şartın bulunması ile yerine gelir. Tayin edilmeksizin iki vakitten birine izafe edilen hüküm, ikisinden birinin girmesi ile yerine gelir. Tayin edilmeksizin iki şarttan birine izafe edilen hüküm, ilk şartın bulunması ile yerine gelir. Eğer bir fiil ile bir vakit cem edilmişse, fiile itibar edilir ve fiilin varlığı ile hüküm yerine gelmiş olur".
(المضمونات عندنا تملك عند أداء الضمان) "Bize göre, tazmin edilebilen şeylere, tazminin edası ile malik olunur".
(المطلق لا يحمل على المقيد بل يجري المطلق على إطلاقه والمقيد على تقييده ما أمكن) "Mutlâk, mukayyede hamledilmez. İmkân varsa mutlâk ıtlâki, mukayyed ise takyîdi üzere câri olur".
(المطلق يتقيد بالعرف والعادة دلالة كما يتقيد نصا) "Mutlak ifade nas ile takyîd edildiği gibi, örf ve adet ile delâleten takyîd edilir".
(المطلق ينصرف إلى الكامل) "Mutlak olan, kâmil olana yorulur".
(المطلق ينصرف إلى المتعارف) "Mutlak olan, yaygın olana hasredilir".
(المعتاد كالمشروط), (المتعارف كالمشروط)1714 "Örfen maruf olan şart kılınmış gibidir".
(المعتبر في العقود معانيها لا الألفاظ) "Ukûdda i‘tibar maâniyedir, elfâza değildir".
(المعدوم لا يحتمل البيع) "Ma‘dûm, bey‘e konu olamaz".
(المعروف بالعرف كالمشروط بالشرط) "Örfen maruf olan şey şart kılınmış gibidir".
(المعروف كالمشروط) "(Örfen) maruf olan şey şart kılınmış gibidir".
(المعلق بالشرط عدم قبل وجود الشرط) "Şarta bağlı olan bir şey, şartın varlığından önce yok kabul edilir".
(المعلق بالشرط كالمنجز عند الشرط) "Bir şarta bağlı olan hüküm, şart yerine geldiğinde müneccez gibidir".
(المعلق بالشرط كالمنجز عند وجود الشرط) "Şarta bağlı olan hüküm, şartın varlığı durumunda müneccez gibidir".
(المعلق بالشرط لا ينزل ما لم ينزل كمال شرطه) "Bir şarta bağlı olan, şartının zamanı gelmedikçe yerine gelmez".
(المعلق بالشرط يصير عند الشرط كالمنجز) "Bir şarta bağlı olan hüküm, şart yerine geldiğinde müneccez gibi olur".
(المعلق بالشرط يصير كالمنجز عند وجود الشرط) "Bir şarta bağlı olan hüküm, şartın varlığı durumunda müneccez gibi olur".
(المعلق بالشرط يصير منجزا عند وجود الشرط بتنجيز مبتدأ) "Bir şarta bağlı olan hüküm, şartın varlığıyla yeni bir tenciz ile müneccez olur".
(المعلق بالشرط ينزل عند وجود الشرط) "Şarta bağlı olan hüküm, şartın varlığıyla yerine gelir".
(المعلق بشرط كالمنجز عند الشرط) "Bir şarta bağlı olan hüküm, şart yerine geldiğinde müneccez gibidir".
(المعلق بشرط لا ينزل بوجود بعض الشرط) "Bir şarta bağlı olan hüküm, şartın bir kısmının varlığı ile yerine gelmez".
(المعلق بشرط ينزل بعد وجود الشرط) "Bir şarta bağlı olan hüküm, şartın varlığından sonra yerine gelir".
(المعلق بشرط ينزل عند تحقق الشرط بتمامه) "Bir şarta bağlı olan hüküm, şartın tamamıyla gerçekleşmesi ile yerine gelir".
(المعلق بشرطين لا يترك عند وجود أحدهما) "İki şarta bağlı olan hüküm, şartlardan birinin varlığı ile terkedilmez".
(المعلق بشرطين لا ينزل إلا عند وجودهما) "İki şarta bağlı olan hüküm, ancak iki şartın varlığı ile yerine gelmiş olur".
(المعلق بشرطين لا ينزل عند وجود أحدهما) "İki şarta bağlı olan hüküm, şartlardan birinin varlığı ile yerine gelmiş olmaz".
(المغلوب ملحق بالعدم شرعا) "Az olan, şer‘an yok gibi kabul edilir".
(المغلوب ملحق بالعدم في أحكام الشرع) "Şer‘î hükümlerde az olan, yok gibi kabul edilir".
(المفضي إلى الحرام حرام) "Harama götüren şey de haramdır".
(الملك متى ثبت لإنسان لا يزول إلا بإزالته أو بخروجه من أن يكون منتفعا به في حقه لعجزه عن الإنتفاع به) "Bir insan için sâbit olan mülkiyet, ya ondan vazgeçmesiyle veya ondan yararlanmadaki acziyeti sebebiyle mülkiyetin onun hakkında yararlı olmaktan çıkmış olması ile ortadan kalkar".
(الممدود إلى غاية ينتهي عند وجود الغاية) "Bir gaye için uzatılmış olan, gayenin varlığı ile sona erer".
(المنافع تتقوم بالعقد الصحيح والفاسد) "Menfaatler, sahih ve fâsid akit ile değer kazanır".
(المنافع تتقوم بالعقد) "Menfaatler, akit ile değer kazanır".
(المنافع على أصل أصحابنا لا تضمن إلا بالعقد الصحيح أو الفاسد) "Bizim mezhebimizin kabul ettiği kâideye göre menfaatler, ancak sahih veya fâsid akit ile tazmin edilir".
(المنافع على أصلنا لا تتقوم إلا بالعقد الصحيح أو الفاسد) "Bizim kabul ettiğimiz kâideye göre menfaatler, ancak sahih veya fâsid akit ile değer kazanır".
(المنافع لا تتقوم إلا بالعقد) "Menfaatler, ancak akit ile değer kazanır".
(المنافع ليست بأموال متقومة بأنفسها عندنا) "Bize göre menfaatlerin bizzat kendileri mütekavvim mallar değillerdir".
(المنع أدون من الرفع) "Bir şeyin men’i ref’inden daha aşağıdır".
(المنهي غير مشروع والتصرف الذي ليس بمشروع لا يعتبر شرعا) "Nehyedilen, meşru‘ değildir. Meşru‘ olmayan tasarruf, şer‘an muteber değildir".
(المنهي غير مشروع والتصرف الشرعي إذا خرج من أن يكون مشروعا لا وجود له شرعا) "Nehyedilen, meşru‘ değildir. Şer‘î tasarruf meşru‘ olmaktan çıktığı zaman, şer‘an mevcut değildir".
(النادر حكمه حكم الغالب) "Nadir olanın hükmü, gâlib olanın hükmüdür".
(النادر ملحق بالعدم) "Nâdir olan yok hükmündedir".
(الناقص لا ينوب عن الكامل) "Nakıs olan, kamil olanın yerini almaz".
(النسيان لا يمنع الوجوب) "Unutmak, vücûbiyeti engellemez".
(النهي عن الشيء أمر بضده) "Bir şeyi yasaklamak zıddını emretmektir".
(النهي عن الفعل أمر بضده) "Bir fiili nehyetmek, zıddını emretmektir".
(النهي يوجب فساد المنهي) "Nehiy, nehyedilen şeyin fesâdını gerektirir".
(النوافل اتباع الفرائض) "Nafileler, farzların tabileridirler".
(النوافل تابعة للفرائض) "Nafileler, farzlara tabidirler".
(النوم لا يمنع الوجوب) "Uyku, vücûbu engellemez".
(النية المقارنة للفعل معتبرة) "Fiile mukarin olan niyet muteberdir".
(النية لا تعتبر ما لم تتصل بالفعل) "Niyet, fiil ile bir arada bulunmadıkça muteber değildir".
(الواجب على الإنسان قطعا لا يسقط إلا بدليل موجب للسقوط قطعا) "Kat‘î olarak insana vacib olan, kat‘î olarak sukûtu gerektiren bir delil olmadıkça düşmez".
(الواجب لا يتبع السنة) "Vacib, sünnete tabi olmaz".
(الواجب يجوز أن يجعل تبعا للفرض) "Vacibin farza tabi kılınması caizdir".
(الواجب يصلح تبعا للفرض) "Vacib, farza tabi olur".
(الواجبات المؤقتة لا تجب قبل أوقاتها) "Muvakkat vacibler, vakitlerinden önce vacib olmazlar".
(الوجوب إذا تعلق بفعل معين أنه لا يقوم غيره مقامه) "Vücûb muayyen bir fiile bağlı ise, o fiil dışında başka bir şey onun yerini alamaz".
(الوجوب يعتمد القدرة على الأداء) "Vücûb, eda kudretine dayanır".
(الوسيلة إلى الحرام حرام) "Harama vesile olan da haramdır".
(الوسيلة إلى الشيء حكمها حكم ذلك الشيء) "Bir şeye vesile olanın hükmü, o şeyin hükmüdür".
(الوسيلة إلى المفروض مفروض) "Farz kılınmış olan bir şeye vesile olan da farzdır".
(الوقت الواحد لا يكون وقتا لركنين) "Bir vakitte iki rükün eda edilmez".
(الوكيل بالتوكيل قائم مقام الموكل) "Vekil, vekil kılınmakla müvekilin makamına kâimdir".
(اليقين لا يبطل بالشك) "Yakîn, şek ile geçersiz olmaz".
(اليقين لا يزول بالشك) "Şek ile yakîn zâil olmaz".
(اليمين في أصول الشرع على المنكر) "Şer‘î esaslarda yemin, münkir üzerinedir".
(اليمين وظيفة المنكر في أصول الشرع) "Şer‘î esaslarda yemin, münkirin üzerinedir".
(اليمين وظيفة المنكر) "Yemin, münkirin üzerinedir".
(أو تعذر تحصيله بدل الشيء يقوم مقامه عند العجز عنه) "Bir şeyin bedeli, o şey yapılamadığında veya elde edilmesi çok zor olduğunda, onun yerine geçer".
(أوقات العبادات والقربات لا تعرف إلا بالسمع) "İbadet ve taatin vakti ancak sem‘ (nass)ile bilinir".
(أوقات العبادة لا تعرف إلا بالتوقيف) "İbadet vakitleri, ancak nass ile bilinir".
(إيجاب الأصل إيجاب للتبع) "Aslın vücubiyeti, tabi için de vücubiyet ifade eder".
(إيجاب الفعل على العاجز محال) "Yapacak gücü olmayan bir kimseye bir şeyin vacib kılınması muhaldir".
(إيجاب الفعل على العاجز ممتنع) "Yapacak gücü olmayan bir kimseye bir şeyin vacib kılınması mümtenidir".
(إيجاب فعل لا سبيل إلى أدائه رأسا ممتنع) "Doğrudan edâ etme imkânı olmayan bir fiilin îcabı/emredilmesi, mümkün değildir".
(بدل الشيء قائم مقامه كأنه هو) "Bir şeyin bedeli, sanki o şeymiş gibi onun makamına kaimdir".
(بدل الشيء ما يجب بسبب الأصل عند عدمه) "Bir şeyin bedeli, aslın yokluğu durumunda onun yerine geçendir".
(بدل الشيء يقوم مقامه كأنه هو) "Bir şeyin bedeli, sanki o şeymiş gibi onun makamına kâim olur".
(بدل الواجب واجب) "Vacibe bedel kılınan da vaciptir".
(بطلان الشيء بفوات ركنه يستوي فيه الكثير والقليل) "Bir şeyin, rüknünün kaçırılması ile batıl olmasında az ve çok olması eşittir".
(بطلان بناء الوصف لا يوجب بطلان بناء الأصل لإستغناء الأصل عن هذا الوصف) "Vasfın üzerine kurulduğu şeyin geçersizliği, aslın bu vasfa ihtiyacının olmaması sebebiyle, aslın üzerine kurulduğu şeyin geçersizliğini gerektirmez".
(بعض الشيء ليس عين ذلك الشيء إن لم يكن غيره) "Bir şeyin ba‘zı, gayrı değilse, o şeyin ayn-ı değildir".
(بعض الشيء ليس غيره إن لم يكن عينه) "Bir şeyin ba‘zı, ayn-ı değilse gayrı değildir".
(بقاء الأصل ليس بشرط لبقاء الحكم في التبع) "Tabi olanda hükmün bekâsı için aslın bekâsı şart değildir".
(بقاء السبب ليس بشرط لبقاء الحكم) "Sebebin bekâsı, hükmün bekâsı için şart değildir".
(بقاء الشيء مع ما ينافيه محال) "Bir şeyin, kendisi ile çelişen bir şey ile devam etmesi muhaldir".
(تبع الشيء كاسمه ما يتبعه) "Bir şeye tabi olan, tabi olduğunun içeriği/ ismi gibidir".
(تبع الشيء كاسمه) "Bir şeye tabi olan, o şey gibidir".
(تحريم الأدنى تحريم الأعلى من طريق الأولى) "Daha alt konumda olanın haram olması, evleviyetle daha üsttekinin de haram olmasını gerektirir".
(تحريم الشيء تحريم لأسبابه) "Bir şeyin haram olması, o şeyin sebeplerini de haram kılar".
(تحريم الشيء يكون تحريما لدواعيه) "Bir şeyin yasaklanması, ona sebep olan şeyler için de yasaklama olur".
(ترك البدعة أولى من إتيان السنة) "Bidatin terki, sünnetin işlenmesinden evladır".
(ترك الحرام أولى من الإتيان بالسنة) "Haramın terki, sünnet ile amel etmekten evlâdır".
(ترك السنة أولى من فعل البدعة) "Sünnetin terki, bid’atin işlenmesinden evlâdır".
(ترك المسنون مكروه) "Sünnet olanın terki mekruhtur".
(تشبيه الشيء بالشيء لا يقتضي المشاركة بينهما في جميع الصفات) "Bir şeyi başka bir şeye benzetme, aralarında bütün vasıflarda müşareketi gerektirmez".
(تصرف الإنسان في خالص ملكه نافذ) "İnsanın kendi mülkünde tasarrufu nâfizdir".
(تصرف الإنسان لا يصح في غير ملك ولا ولاية) "Mülkiyet ve velayet olmaksızın insanın yapmış olduğu tasarruf sahih olmaz".
(تصرف الخلف كتصرف الأصل بمنزلة تصرف الوكيل) "Halefin tasarrufu, vekilin tasarrufu menzilesinde olup aslın tasarrufu gibidir".
(تصرف العاقل يحمل على الصحة ما أمكن) "İmkân olduğu ölçüde akıllı insanın tasarrufu, sıhhata yorulur".
(تصرف المحجور لا ينعقد في الحكم) "Mahcurun tasarrufu mün‘akid değildir (hüküm doğurmaz".
(تصرف النائب تصرف المنوب عنه) "Temsilcinin tasarrufu, temsil ettiği kişinin tasarrufudur".
(تصرف النائب كتصرف المنوب عنه) "Vekilin/temsilcinin tasarrufu, müvekkilin/temsil ettiği kişinin tasarrufu gibidir".
(تعجيل الحكم قبل الوجوب بعد وجود سبب الوجوب جائز) "Vücubtan önce, vücub sebebinin varlığından sonra, hükmün ta‘cîli caizdir".
(تعليق الحكم بشرط لا ينفي وجوده عند عدم الشرط) "Hükmün bir şarta bağlı olması durumunda, şartın yokluğu, hükmün varlığını nefyetmez".
(تعيين المعدوم محال) "Olmayan şeyin ta’yini (belirleyici olması) muhaldir".
(تكليف ما لا يحتمله الوسع ممتنع) "Güç yetirilemeyecek sorumluluk mümtenidir".
(ثبوت الحكم في التبع لا يقف على وجود علة على حدة أو شرط على حدة فيه بل وجود ذلك في الأصل يكفي لثبوته في التبع) "Tabi olan bir şeyde hükmün sübûtu, şartın veya illetin tabide de ayrıca bulunmasına bağlı değildir. Bilakis bunların asılda var olması hükmün tabide de sâbit olması için yeterlidir".
(جبر الشيء بجنسه أولى) "Bir şeyin kendi cinsi ile telafisi evlâdır".
(جواز التصرف بدون شرط جوازه محال) "Cevaz şartı olmaksızın bir tasarrufun cevazı muhaldir".
(حرمة الأعضاء كحرمة النفس) "Uzuvların dokunulmazlığı, canın dokunulmazlığı gibidir".
(حرمة التصرف في حقوق العامة لا تثبت إلا بشريطة الضرر) "Ammeye ait haklarda tasarrufun yasak oluşu, zarar şartına bağlıdır".
(حرمة النفس أعظم من حرمة المال) "Canın dokunulmazlığı, malın dokunulmazlığından daha üstündür".
(حرمة مال المسلم كحرمة دمه) "Müslümanın malının dokunulmazlığı kanının dokunulmazlığı gibidir".
(حق العبد لا يسقط لأجل حق الله تعالى في الجملة) "Kul hakkı, Allah hakkı için düşürülmez".
(حقوق العباد لا تتداخل) "Kul hakları, tedâhül etmez".
(حقوق العباد لا تسقط بالشبهات) "Kul hakları şüpheler ile düşmez".
(حقوق العباد لا يجري فيها الإحتياط) "Kul haklarında ihtiyat geçerli olmaz".
(حكم الأمر لا يتوجه على المأمور بدون العلم به) "Kendisi hakkında bilgi sahibi olmadan, emrin hükmü emredilene yönelmez".
(حكم البدل حكم الأصل) "Bedelin hükmü, aslın hükmüdür".
(حكم البدل حكم المبدل) "Bedelin hükmü bedel kılındığı aslın hükmüdür".
(حكم البدل يعتبر بأصله) "Bedelin hükmü aslına göredir".
(حكم التبع حكم الأصل) "Tabi olanın hükmü aslın hükmüdür".
(حكم الجزء حكم الكل) "Cüz'e bütünün hükmü uygulanır".
(حكم الحرمة وخطاب التحريم لا يتناول من لا يعقل) "Haramlık hükmü ve yasaklama hitabı, aklî melekesi olmayanları kapsamaz".
(حمل أمور المسلمين على الصلاح واسداد واجب ما أمكن) "İmkân olduğu ölçüde Müslümanların işlerinin salâh ve doğruluğa yorulması gerekir".
(حيز الشيء في حكم ذلك الشي) "Bir şeyin çevresi, o şeyin hükmünü alır".
(خبر الواحد يوجب علم العمل لا علم الشهادة لإحتمال عدم الثبوت وإن كان إحتمالا مرجوحا لكن الإحتمال المرجوح يعتبر في علم الشهادة وإن كان لا يعتبر في علم العمل) "Haber-i vâhid, her ne kadar zayıf bir olasılık da olsa, adem-i sübût ihtimali sebebiyle akaidde/şehadette ameli gerektirmese de amel konusunda ameli gerektirir. Ancak zayıf ihtimale, amel konusunda itibar edilmese de akaidde/şehadette itibar edilir".
(خصوصا عند تعذر الوصول إلى اليقين غالب الرأي حجة) "Özellikle yakîne ulaşma imkânı olmadığı zaman re'y-i gâlip hüccettir".
(خطاب الغائب كتابه) "Gâibin hitabı, yazısıdır".
(خلف الشيء قائم مقامه كأنه هو) "Bir şeyin halefi, sanki o şeymiş gibi onun makamına kâimdir".
(خلف الشيء يقوم مقامه كأنه هو) "Bir şeyin halefi, sanki o şeymiş gibi onun yerini alır".
(دفع الضرر بالضرر متناقض) "Zararın zarar ile def‘i, birbiriyle çelişir".
(ذكر البعض فيما لا يتبعض ذكر الكل) "Bölünemeyen bir şeyin ba‘zını zikretmek, küllünü zikirdir".
(ذكر البعض فيما لا يتبعض يكون ذكرا لكله) "Bölünemeyen bir şeyin ba‘zını zikretmek, küllünü zikretmek olur".
(ذكر البعض فيما لا يتجزأ ذكر لكله) "Mütecezzi olmayan bir şeyin ba‘zını zikretmek küllünü zikirdir".
(ذكر بعض ما لا يتجزأ شرعا ذكر لكله) "Şer'an mütecezzi olmayan bir şeyin ba‘zını zikretmek küllünü zikirdir".
(ركن الشيء ذاته وبقاء الشيء مع فوات ذاته محال) "Bir şeyin rüknü, o şeyin aslıdır. Aslının kaçırılması durumunda, bir şeyin var olması muhaldir".
(ركن الشيء ذاته، فإذا لم يأت به فلم يوجد الشيء أصلا) "Bir şeyin rüknü, o şeyin aslıdır. Rükün yerine getirilmediği zaman aslında o şey olmamış kabul edilir".
(سبب الحرام حرام) "Harama sebep olan da haramdır".
(شرط الشيء تبع له) "Bir şeyin şartı, kendisine tabidir".
(شرط الشيء يكون سابقا عليه أو مقارنا له) "Bir şeyin şartı ya kendisinden önce gelir veya kendisine mukarin olur".
(شرط الشيء يكون سابقا عليه) "Bir şeyin şartı kendisinden önce gelir".
(صرف الكلام إلى الحقيقة المستعملة في الجملة أولى من الصرف إلى المجاز وإن كان إستعماله في المجاز أكثر) "Mecazın kullanımı daha fazla olsa da sözün, genelde kullanılan hakiki manaya hasredilmesi, mecaza hasredilmesinden evlâdır".
(عدم العيب أصل والوجود عارض) "Ayıbın yokluğu asıl, varlığı ârızîdir".
(عرف المسلمين وعادتهم حجة مطلقة) "Müslümanların örf ve adetleri mutlak hüccettir".
(عقل الصبي في التصرفات الضارة المحضة ملحق بالعدم) "Çocuğun aklı, mutlak zarar içeren tasarruflarda yok kabul edilir".
(عند الإشتباه يجب العمل بالإحتياط) "Şüphe durumunda ihtiyat ile amel etmek gerekir".
(عند الإطلاق ينصرف إلى الأدنى ما لم يعيّن الأعلى) "Itlak durumunda, daha üst derece belirlenmediği sürece en alt düzey esas alınır".
(عند التعارض الرجحان للحرمة على الحل إحتياطا لأمر العبادة) "İbadette ihtiyat sebebiyle, teâruz halinde haramlık hükmü helallik hükmüne tercih edilir".
(عند تعارض الجهتين يعمل بالأقوى) "İki cihetin / yorumun tearuzu durumunda daha güçlü olan ile amel edilir".
(عند تعارض الدليلين أنه يعمل بهما بالقدر الممكن الأصل) "İki delilin tearuzu durumunda aslolan, imkân ölçüsünde ikisi ile de amel etmektir".
(عوض الشيء يقوم مقامه ويسد مسده كأنه هو) "Bir şeyin ıvazı, sanki o şeymiş gibi onun makamına kâim olur ve onun yerini alır".
(غالب الرأي حجة عند عدم اليقين بخلافه) "Re’yi gâlib, hilafına kesin delil olmadıkça hüccettir".
(غالب الرأي حجة موجبة للعمل به) "Re’yi gâlib, kendisiyle ameli gerektiren bir hüccettir".
(غالب الرأي دليل واجب العمل به) "Re’yi gâlib kendisiyle amelin vacib olduğu bir delildir".
(غالب الرأي نزل منزلة اليقين في وجوب العمل) "Re’yi gâlib, amelin vücûbiyeti hususunda yakîn yerine geçer".
(غير الثابت بيقين إذا وقع الشك في ثبوته أنه لا يثبت) "Yakînen sâbit olmayan bir şeyin sübûtunda şek vaki olduğunda, o şey sâbit olmaz".
(غير الثابت بيقين أنه لا يثبت بالشك) "Yakînen sâbit olmayan, şek ile sâbit olmaz".
(غير الثابت بيقين لا يثبت بالشك كما أن الثابت بيقين لا يزول بالشك) "Yakînen sâbit olan şek ile zail olmadığı gibi yakînen sâbit olmayan da şek ile sâbit olmaz".
(غير الثابت بيقين لا يثبت بالشك) "Yakînen sâbit olmayan, şek ile sâbit olmaz".
(غير الثابت بيقين لا يثبت لوهم الفائدة) "Kesin olarak sâbit olmayan, fayda zannıyla sâbit olmaz".
(غير الثابت لا يثبت بالشك) "Sâbit olmayan bir şey şek ile sâbit olmaz".
(الثابت بيقين لا يزول بالشك و غير الثابت بيقين لا يثبت بالشك) "Bilinen kâide: yakînen sâbit olmayan, şek ile sâbit olmaz; yakînen sâbit olan da şek ile zail olmaz".
(غير المشروع لا يكون معتبرا في حق الحكم) "Meşru‘ olmayan, hüküm konusunda muteber değildir".
(فإضافة الحكم إلى الشرط أولى من إضافته إلى العلة إذا كان الشرط محظورا والعلة غير موصوفة بالحظر) "Eğer şart yasaklanmış bir şey ise ve illet yasaklık vasfı taşımıyorsa, hükmün şarta izafeti, illete izafetinden evlâdır".
(فعل العجماء جبار) "Hayvanatın kendiliğinden olarak fiili hederdir".
(فعل المأمور مضاف إلى الآمر) "Emredilen kişinin fiili, emredene izafe edilir".
(فعل المسلم العدل محمول على الجواز ما أمكن) "Adil olan müslümanın fiili, imkân ölçüsünde cevaza hamledilir".
(فعل النائب كفعل المنوب عنه) "Vekilin fiili, kendisine vekâlet ettiği kimsenin fiili gibidir".
(فعل الوكيل كفعل الموكل) "Vekilin fiili, müvekkilin fiili gibidir".
(فلما أشكل الأمر لم يعدل عن المعتمد عليه إلا بيقين) "Bir durum müphem olduğunda, kesin bir şey olmadıkça kendisine itimad edilenden dönülmez".
(في أصول الشرع كل أمرين حادثين لا يعلم تاريخهما يحكم بوقوعهما معا) "Şer‘î esaslarda, tarihleri bilinmeyen iki emri hadisin birlikte vuku bulduğuna hükmedilir".
(فيما بنى على التوسعة في أصول الشرع للأكثر حكم الكل) "Genişlik üzerine kurulan şer‘î esaslarda çoğunluğa bütünün hükmü uygulanır".
(قد قالوا في توابع العقود التي لا ذكر لها في العقود أنها تحمل على عادة كل بلد) "Fakihler, akdin tevabiinden olup akit esnasında ifade edilmeyen şeylerin, her bölgenin âdetine hamledileceğini söylemişlerdir".
(كل إقرار إخبار) "Her ikrar haber vermeyi ifade eder".
(كل أمرين حادثين لا يعرف تاريخهما يجعل كأنهما وقعا معا) "Aralarındaki vakit bilinmeyen iki emri hadis, sanki birlikte vuku bulmuş kabul edilir".
(كل حقيقة يجب تقريرها إلا إذا قام الدليل على التغيير) "Tağyire dair delil olmadığı sürece her hakikatin takriri gerekir".
(كل خبر إعلام وليس كل إعلام خبرا) "Her haber i‘lamdır, ancak her i‘lam haber değildir".
(كل عارض على أصل إذا ارتفع يلحق بالعدم) "Asılda meydana gelen her ârızî durum, ortadan kalkınca yok kabul edilir".
(كل عارض على أصل إذا زال يلتحق بالعدم من الأصل كأنه لم يكن) "Bir asla ârız olan her şey, ortadan kalkınca, yokluğa ilhak edilir ve sanki olmamış gibi kabul edilir".
(كل عارض على أصل إذا زال يلحق بالعدم من الأصل كأنه لم يكن) "Bir asla ârız olan her şey, ortadan kalkınca, yokluğa ilhak edilir ve sanki olmamış gibi kabul edilir".
(كل عارض على أصل يلتحق بالعدم من الأصل إذا ارتفع ويجعل كأن لم يكن) "Bir asla ârız olan her şey, sonradan ortadan kalkınca, yokluğa ilhak edilir ve sanki olmamış gibi kabul edilir".
(كل فعل له أثر في المفعول يعتبر فيه مكان المفعول وما لا أثر له يظهر في المفعول لا يعتبر فيه مكانه بل مكان الفاعل) "Mefulde etkisi olan her fiilde, mefulün mekanına itibar edilir; mefulde ortaya çıkıp da mefulde etkisi olmayan her fiilde, mefulün mekanına değil de failin mekanına itibar edilir".
(كل ما كان من ضرورات الشيء كان ملحقا به) "Bir şeyin zarûrâtından olan her şey, ona dâhildir".
(كلام الرسول كلام المرسل) "Elçinin sözü, gönderenin sözüdür".
(كلام العاقل المتدين يحمل على الصحة والسداد ما أمكن) "İmkân olduğu ölçüde akıllı ve mütedeyyin insanın sözü, sıhhat ve doğruluğa yorulur".
(لا بقاء للشيء مع ما يضاده) "Bir şey, kendisinin zıttı ile birlikte devam etmez".
(لا بقاء للشيء مع ما ينافيه) "Bir şey, kendisini nefyeden bir şey ile birlikte devam etmez".
(لا تسقط الحرمة من غير ضرورة) "Haramlık hükmü, zaruret olmadan düşmez".
(لا جواز للبدل مع وجود الأصل) "Asıl bulunduğunda bedeli ifa etmek caiz değildir".
(لا حكم للبدل مع وجود المبدل) "Aslın varlığı durumunda bedelin hükmü yoktur".
(لا عبرة بالخلف مع القدرة على الأصل) "Aslı yapabilme imkânı oldukça, halefe itibar edilmez".
(لا عبرة بالنادر) "Nâdir olan durum dikkate alınmaz".
(لا عبرة لفوات التابع عند وجود الأصل) "Asıl var olduğunda tabinin fevtine (zamanının geçmesine) itibar edilmez".
(لا متابعة في الخطأ) "Hatada mutabaat olmaz".
(لا وجود للشيء بدون ركنه) "Bir şey, rüknü olmaksızın var olmaz".
(لا وجود للشيء مع وجود سبب زواله) "Bir şey, kendisini ortadan kaldıran sebebin mevcudiyeti ile birlikte var olmaz".
(لا وجود للشيء مع وجود ما يضاده) "Bir şeyin varlığı, kendisinin zıttı olan bir şeyin varlığı ile birlikte bulunmaz".
(لا ولاية لكل مكلف على غيره) "Hiçbir mükellefin başkası üzerinde velayeti yoktur".
(لا يبطل المتيقن به بالمشكوك فيه) "Kendisinden emin olunan, şüphe bulunan ile geçersiz olmaz".
(لا يبطل حكم الأصل بعارض نادر) "Aslın hükmü, nadir olan ârizi durum ile bozulmaz".
(لا يبقى الخلف مع وجود الأصل) "Halef, aslın varlığı ile ortadan kalkar".
(لا يترك المعلوم بالموهوم) "Malum olan bir şey mevhum ile terk edilmez".
(لا يتصور أن يكون الشيء الواحد في زمان واحد متقررا في محله ومنتقلا عنه إلى غيره) "Bir şeyin, bir tek zamanda kendi mahallinde hem sâbit olması hem de başkasına geçmesi düşünülemez".
(لا يتصور بقاء الشيء في غير محله) "Bir şeyin bekâsı, mahalsiz tasavvur edilemez".
(لا يتعمم الحكم مع خصوص العلة) "Hüküm, illetin özel oluşu ile umumileşmez".
(لا يجوز إبطال حق الإنسان من غير رضاه) "Rızası olmadığı halde bir insanın hakkının iptal edilmesi caiz değildir".
(لا يجوز أداء العبادة عن غيره بغير أمره) "Bir başkası yerine ibadetin edası, o kimsenin emri olmadan caiz olmaz".
(لا يجوز العدول عن الحقيقة اللفظ من غير دليل) "Delil olmaksızın lafzın hakikî anlamını terketmek caiz değildir".
(لا يجوز المصير إلى البدل مع القدرة على المبدل) "Aslı yapabilme imkânı olduğu halde bedeli ifa etmek caiz değildir".
(لا يجوز المصير إلى الخلف مع وجود الأصل) "Asıl var olduğunda halefe gitmek caiz değildir".
(لا يجوز تأخير الحكم عن سبب إلا لضرورة) "Bir zaruret olmadıkça, hükmün bir sebepten dolayı geciktirilmesi caiz değildir".
(لا يجوز ترك الفرض بما ليس بفرض) "Farz olmayan bir şey sebebiyle farzın terki caiz değildir".
(لا يجوز تفويت حق الإنسان من غير رضاه) "Rızası olmadığı halde bir insanın hakkının ihlali (devredilmesi) caiz değildir".
(لا يجوز تنجيس الطاهر من غير ضرورة) "Zaruret olmadığı sürece temiz bir şeyi pisletmek caiz değildir".
(لا يجوز رفع الأقوى بالأضعف) "Daha kuvvetli olanın daha zayıf olan ile ref‘i caiz değildir".
(لا يحكم بالجواز بالشك والإحتمال) "Şüphe ve ihtimal ile bir şeyin cevazına hükmedilmez".
(لا يحكم بالجواز في الإبتداء بالشك والإحتمال) "Bir ibadetin başlangıcında şek ve ihtimal var ise cevazına hükmedilmez".
(لا يخرج العقد عن موضوعه مع الشك والإحتمال) "Akit, şek ve ihtimal ile mevzusundan çıkmaz".
(لا يرخص مباشرة المحرم إلا لضرورة) "Zaruret olmadan, haram bir şeyin kullanımına ruhsat verilmez".
(لا يزاد البدل على الأصل) "Bedel, asıldan fazla olmaz".
(لا يشترط للتبع ما يشترط للأصل) "Asıl için şart koşulan, tabi için şart koşulmaz".
(لا يقطع التبع عن أصله) "Tabi olan, aslından ayrılmaz".
(لا ينبغي أن يجعل الواجب تبعا للسنة) "Vacibin sünnete tabi kılınması gerekmez".
(لا يوجب بطلان العمل بالمنسوخ في زمان ما قبل النسخ) "Mensûh ile amelin batıl olması, nesihten önceki zamanda yapılanı(n da butlanını) gerektirmez".
(للأكثر حكم الكل في الشرع) "Hukukta çoğunluğa da bütünün hükmü uygulanır".
(للأكثر حكم الكل في كثير من الأحكام خصوصا فيما يحتاط فيه) "Özellikle ihtiyatlı olunması gereken hükümlerin çoğunda, çoğunluğa bütünün hükmü uygulanır".
(للأكثر حكم الكل) "Çoğunluğa da bütünün hükmü uygulanır".
(للربع حكم الكل في أحكام الشرع في موضع الإحتياط) "İhtiyat durumunda dörtte bir, şer‘î ahkamda bütün hükmündedir".
(ما إجتمع الحلال والحرام في شيء إلا وقد غلب الحرام الحلال) "Bir şeyde helal ile haram bir arada bulunursa, haram, helale galib gelir".
(ما أدى إلى الحرام فهو حرام) "Harama götüren şey de haramdır".
(ما أفضى إلى الحرام فهو حرام) "Harama götüren şey de haramdır".
(ما أمضى بالإجتهاد لا ينقض بإجتهاد مثله) "İctihad ile yerine getirilen bir şey, kendisi gibi başka bir ictihad ile geçersiz olmaz".
(ما إنعدم حقيقة إنعدم حكما) "Hakikaten olmayan hükmen de yoktur".
(ما تركب من أجزاء متفقة متجانسة ينطلق إسم كله على بعضه لغة) "Dil açısından, benzer ve uyumlu parçalardan meydana gelen bir şeyin bütününün ismi, bir kısmına da verilir".
(ما ثبت أداؤه على قصد المؤدي في تحصيله لا يجب أداؤه إلا بعد العلم بوجوبه أو دليل العلم) "Bir fiili yapacak olan kimsenin yapma kastına bağlı edası, ancak vacib olduğu bilgisi veya bu bilginin delilinden sonra vücûbiyet kesbeder".
(ما ثبت بيقين لا يزول إلا بيقين مثله) "Bilinen kâide: Kesin olarak sâbit olan bir şey, ancak kendisi gibi kesin olan bir şey ile ortadan kalkar".
(ما ثبت لا يبطل بالشك وغير الثابت لا يثبت بالشك) "Sâbit olan bir şey şek ile geçersiz olmaz ve sâbit olmayan bir şey şek ile sâbit olmaz".
(ما ثبت يبقى لتوهم الفائدة) "Kâide: (Kesin olarak) Sâbit olan, fayda zannıyla olduğu hal üzere kalır".
(ما جاور النجس نجس بالشرع) "Necis bir şeye bulaşan şer’an necistir".
(ما جعل حجة بشرط عدم الأقوى يبطل عند وجوده) "Daha kuvvetli bir delilin olmaması şartı ile hüccet kılınan, daha güçlü olanın mevcudiyeti ile geçersiz olur".
(ما رآه المؤمنون حسنا فهو عند الله حسن) "Müminlerin güzel gördüğü şey, Allah katında da güzeldir".
(ما رآه المسلمون حسنا فهو عند الله حسن) "Müslümanların güzel gördüğü şey, Allah katında da güzeldir".
(ما زال بيقين لا يثبت إلا بيقين مثله) "Yakînen zâil olan, ancak kendisi gibi yakîn olan bir şey ile sâbit olur".
(ما صلح رافعا لأعلى الذنبين يصلح رافعا لأدناهما) "İki günahtan büyük olanı kaldırmaya uygun olan, küçük olanı kaldırmaya da uygun olur".
(ما ضاق أمره اتسع حكمه) "Sıkıntıya sebep olan bir şeyin hükmü genişler".
(ما عمت بليته خفت قضيته) "Sıkıntı veren bir şey yaygınlaştığında hükmü hafifler".
(ما في الذمة لا يمكن قبضه) "Zimmette olanın kabzı mümkün değildir".
(ما كان تابعا لغيره في حكم لا يستتبع غيره في ذلك الحكم) "Bir hükümde kendisinden başka bir şeye tabi olan, o hükümde kendisi dışında bir şeyi doğurmaz".
(ما كان من خصائص الشيء يجعل كأنه منه) "Bir şeyin hususiyetlerinden olan, sanki o şeydenmiş gibi kabul edilir".
(ما كان من وسائل الشيء كان حكمه حكم ذلك الشيء) "Bir şeyin vesilelerinden olanın hükmü, o şeyin hükmüdür".
(ما كان وجوده شرطا للصحة كان إنعدامه شرطا للإفساد) "Varlığı sıhhat şartı olan bir şeyin yokluğu, ifsad şartı olur".
(ما لا يتجزأ في الحكم فوجوده معتبر بوجود الجزء الذي به تمامه في الحكم) "Hükümde bölünmeyen bir şeyin varlığı, hükümün kendisi ile tamam olduğu cüz’ün var olması ile muteber olur".
(ما لا يتجزأ لا يتصور فيه الشركة) "Mütecezzi olmayan bir şeyde ortaklık tasavvur edilemez".
(ما لا يتجزأ من الحقوق إذا ثبت لجماعة وقد وجد سبب ثبوته في حق كل واحد منهم يثبت لكل واحد منهم على سبيل الكمال كأن ليس معه غيره) "Bölünme kabul etmeyen haklar bir topluluk lehine sâbit olduğu ve topluluğun her bir ferdi için o hakkın sübût sebebi bulunduğu takdirde, onların her birisi sanki kendisi ile birlikte başka kimse yokmuş gibi o hakka eksiksiz bir şekilde sahip olur".
(ما لا يحتمل النيابة حالة الحياة لا يحتمل بعد الموت) "Yaşarken niyabeti mümkün olmayan bir şeye öldükten sonra da niyabet edilmez".
(ما لا يعقل من الأحكام يقتصر على المنصوص عليه ولا يتعدى إلى غيره) "Bilinen kâide: Akıl ile bilinemeyen hükümler, nassta belirlenen ile sınırlandırılır, başka şeylere geçirilmez".
(ما لا ينفك عن مكروه كان مكروها) "Mekruha yol açan bir şey mekruh olur".
(ما لم يكن ثابتا إذا وقع الشك في ثبوته لا يثبت مع الشك والإحتمال خصوصا فيما يحتاط فيه) "Sâbit olmayan bir şeyin sübûtunda şüphe meydana gelirse, o şey, özellikle ihtiyatlı olunması gereken durumlarda şek ve ihtimal ile sâbit olmaz".
(ما لم يكن ثابتا بيقين لا يثبت مع الشك) "Yakînen sâbit olmayan bir şey, şek ile sâbit olmaz".
(ما لم يكن منعقدا بيقين لا ينعقد لفائدة تحتمل الوجود والعدم على الأصل المعهود إن ما لم يكن ثابتا بيقين أنه لا يثبت بالشك والإحتمال) "Yakînen sâbit olmayan bir şey, şek ve ihtimal ile sâbit olmaz meşhur kâidesine göre; yakînen mün‘akid olmayan bir şey, varlık ve yokluk ihtimali bulunan bir fayda için de mün‘akid olmaz".
(ما وجب على إنسان لا يسقط إلا بالإيصال والإبراء كسائر الواجبات) "Bir insana vâcib olan bir şey, diğer vaciplerde olduğu gibi, ancak başkasına nakledilme ve ibra ile sâkıt olur".
(ما وجب في جزء من الوقت غير عين يتعين الجزء الذي أدى فيه الوجوب أو آخر الوقت) "Zamanı tayin edilmeksizin vaktin bir bölümünde vacib olan bir şeyin eda edildiği vakit veya vaktin sonu, vücûb vakti olur".
(ما يرجع إلى الأهلية تعتبر فيه أهلية الفاعل وقت الفعل بلا خلاف) "Ehliyete bağlı olan hükümlerde, ihtilafsız olarak fâilin fiili işlediği zamanki ehliyetine itibar edilir".
(ما يصلح لرفع الأدنى لا يصلح لرفع الأعلى) "Küçük olanı kaldırmak için elverişli olan, büyük olanı kaldırmak için elverişli olmaz".
(ما يعرف بالإجتهاد يرجع فيه إلى أهل الإجتهاد) "İctihad ile bilinen bir konuda ictihad ehline müracaat edilir".
(مبنى الأركان على الشهرة والظهور) "Rükünler şöhret ve zuhûr temeline dayanır".
(متى وقع الإختلاف في قدر المستحق أو جنسه فالقول قول المستحق عليه في الشرع) " Ödenecek bedelin miktarı veya cinsi hususunda ihtilaf olduğunda şer‘an, ödeyecek kişinin (müstehakku aleyhin) sözü esastır ".
(مجرد النية لا عبرة به في أحكام الشرع) "Şer‘î hükümlerde mücerret niyete itibar edilmez".
(مجرد النية لا عبرة له في الأحكام) "Hükümlerde mücerred niyete itibar edilmez".
(مخالفة السنة مكروهة) "Sünnete muhalefet mekruhtur".
(مضي الشيء يكون بانقضاء جزئه الأخير) "Bir şeyin vaktinin geçmesi, son parçasının süresinin bitmesine bağlıdır".
(مطلق الكلام للمعتاد) "Mutlak ifade, mu‘tad olana hasredilir".
(مطلق الكلام محمول على الحقيقة) "Mutlak olarak (kayıtlanmadan) söylenen söz, hakiki manasına hamledilir".
(مطلق الكلام يحمل على المتعارف خصوصا في باب الأيمان) "Mutlak söz, özellikle yeminler konusunda, yaygın olana hamledilir".
(مطلق الكلام ينصرف إلى المتعارف بين الناس) "Mutlak olarak söylenmiş söz, insanlar arasında yaygın olana hasredilir".
(مطلق الكلام ينصرف إلى المتعارف ذكرا وتسمية من غير إعتبار الفعل) "Mutlak olarak söylenmiş söz, fiile itibar edilmeksizin, anlatımda ve isimlendirmede yaygın olana hasredilir".
(مطلق الكلام ينصرف إلى المتعارف والمعتاد) "Mutlak ifade, (insanlar arasında) mu'tad ve yaygın olana hasredilir".
(مطلق الكلام ينصرف إلى المتعارف) "Mutlak ifade, (insanlar arasında) yaygın olana hasredilir".
(مطلق اللفظ يصرف إلى المتعارف عند أهل اللسان) "Dil bilginlerine göre, mutlak anlamda kullanılan lafız, yaygın olana hasredilir".
(مطلق كلام الناس ينصرف إلى ما يتعارفونه) "İnsanların mutlak olarak kullandıkları sözleri, aralarında yaygın olana hasredilir".
(مقادير العبادات لا تعرف بالرأي والإجتهاد وإنما تعرف بالتوقيف) "İbadetlerin miktarları, rey ve ictihad ile bilinmez; nass ile bilinir".
(من ابتلي ببليتين فعليه أن يختار أهونهما) "İki sıkıntı ile karşılaşan kimsenin, en kolayını tercih etmesi gerekir".
(من تصرف في ملك نفسه لا يلزمه عوض لغيره) "Kendisine ait bir mülkte tasarrufta bulunan bir kimsenin başkasına bir bedel vermesi gerekmez".
(من حيث الظاهر الإستثناء من التحريم إباحة) "Zahire göre, haramdan istisna, ibâha ifade eder".
(من حيث الظاهر الإستثناء من النهي إباحة) "Zahire göre, nehiyden istisna, ibâha ifade eder".
(من قدر على الأصل قبل حصول المقصود بالبدل بطل حكم البدل) "Bir kimse, bedel ile maksadın gerçekleşmesinden önce aslı yapabilme imkânına sahip ise bedelin hükmü ortadan kalkar".
(مهما أمكن الأخذ باليقين كان أولى) "Ne zaman kesin olanı yapmak mümkünse (onunla amel etmek) daha evladır".
(مهما أمكن حمل اللفظ على الحقيقة لا يحمل على المجاز) "Lafzın hakikate hamli mümkün olduğu takdirde mecaza hamledilmez".
(مواضع الضرورة مستثناة من قواعد الشرع) "Zaruret durumları, şer‘î esaslardan müstesnadır".
(مواضع الضرورة مستثناة) "Zaruret durumları umumî hükümlerden müstesnadır".
(نسيان المعروف نادر) "Ma‘ruf olanın unutulması nâdirdir".
(و الحظر الأصل في الابضاع الحرمة) "Nikâhta aslolan hürmet ve yasaktır’.
(والمؤاخذة فيما يغلب وجوده ولم يجعل عذرا فيما لا يغلب وجوده النسيان جعل عذرا مانعا من التكليف) "Unutmak, teklifi engelleyici bir özür kılınmıştır. Muahaze/şer‘î sorumluluk, sıkça meydana gelen konulardadır; sıkça meydana gelmeyen bir şey, özür kabul edilmez".
(وجوب الضمان يوجب ملك المضمون من وقت وجود السبب على أصل أصحابنا) "Bizim mezhep bilginlerimizin esas aldığı kâideye göre tazminin vücubu, sebebin varlığı vaktinde mazmunun mülkiyetini gerektirir".
(وجود الأصل يمنع المصير إلى البدل) "Aslın varlığı, bedele gidilmesini engeller".
(وجود الضد لا يفسد الضد الآخر بل يمنعه من الوجود) "Bir şeyin zıttının varlığı, başka bir zıttı bozmaz. Ancak onun varlığını engeller".
(وسيلة حق الإنسان حقه) "İnsanın hakkının vesilesi de onun hakkıdır".
(وقت ثبوت الحكم وقت وجود سببه) "Hükmün sâbit olduğu vakit, sebebinin bulunduğu vakittir".
(وكلام الرسول كلام المرسل تصرف الوكيل كتصرف الموكل) "Vekilin tasarrufu, müvekkilin tasarrufu gibidir. Elçinin sözü gönderenin sözüdür".
(ولاية الإنسان على نفسه أقوى من ولاية القاضي عليه) "İnsanın kendisi üzerindeki velayeti, kâdının onun üzerindeki velayetinden daha kuvvetlidir".
(ولما لا يتوصل إليه إلا به إيجاب الشيء إيجاب له) "Bir şeyin vacib kılınması, o şeyin yanı sıra ona ancak kendisiyle erişilebilen şeylerin de vacib kılınmasını ifade eder".
(ويحتمل أن يكون تطوعا الواجب ما يحتمل أن يكون فرضا) "Vacib, farz ve tatavvu" olma ihtimali olan şeydir".
(يتعدد السبب بتعدد الحكم) "Sebep, hükmün teaddüdü ile teaddüd eder".
(يتعمم الحكم بعموم العلة) "Hüküm, illetin umumu ile umumileşir".
(يثبت الحكم على وفق العلة) "Hüküm, illete uygun olarak sâbit olur".
(يجب العمل بالأصل حتى يقوم الدليل على العارض) "Arızî durumun varlığına dair delil bulunmadıkça, asıl ile amel etmek gerekir".
(يحمل المطلق على المقيد ويجعل المقيد بيانا للمطلق عند تعذر العمل بهما) "Mutlak, mukayyede hamledilir. İkisi ile amel etmek mümkün değilse, mukayyed mutlaka beyan kılınır".
(يستحيل ثبوت حكم التصرف أو بقاؤه بدون وجود محله أو بقائه) "Mahalli varolmadan veya bekâsı sözkonusu olmadan, tasarruf hükmünün sübûtu veya bekâsı mümkün değildir".
(يعتبر الأصل دون التبع) "Tabi değil, asla itibar edilir".
(يعتبر السبب قائما مقام المسبب في حق الحرمة إحتياطا) "Haramlık hususunda, ihtiyata binaen sebebin sonucun yerini almış olduğuna itibar edilir".
(يعتبر عموم المعنى لا خصوص المحل) "Mananın umumuna itibar edilir, mahallin hususi oluşuna değil".
(يقام السبب مقام الحقيقة في حق التحريم إحتياطا) "Yasaklama hususunda sebep, ihtiyaten hakikatin yerine ikame edilir".
(يقام السبب مقام المسبب إحتياطا) "Sebep, sonucun yerine ihtiyaten ikame edilir".
(يقام السبب مقام المسبب) "Sebep, sonucun yerine ikame edilir".
Dostları ilə paylaş: |