01 ÖNSÖz düŞÜNÜlmeyeni DÜŞÜnmek ve harekete geçmek


PRAGMATİZM VE FIRSAT EŞİTLİĞİ



Yüklə 323,41 Kb.
səhifə3/6
tarix02.11.2017
ölçüsü323,41 Kb.
#26676
1   2   3   4   5   6

PRAGMATİZM VE FIRSAT EŞİTLİĞİ

Toplumların yükselişinde en etkili unsurlardan biri de pragmatizm. Pragmatizmin Asya toplumları için yeni bir kavram olmadığını vurgulayan Kishore Mahbubani bu anlayışı şöyle Deng Xiaoping’in sözleriyle özetliyor: “Kedinin siyah ya da beyaz olması önemli değildir, önemli olan fare tutması.” Bu örneğin ülkelerin ekonomiye yaklaşımlarına ise “kapitalizm ya komünizm, fark etmez. Hangisi işe yarıyorsa o kullanılmalı” şeklinde yansıdığını belirtiyor ünlü ekonomist. Asya’nın ilk pragmatistlerin Japonlar olduğunun altını çizen Mahbubani ülkenin bundan 150 yıl önce eyleme geçtiğini ve modernleşme yolunda hiçbir ideolojik gözlük takmadıklarını ve hem Avrupa ülkeleri hem de ABD’den uygun gördükleri tüm uygulamaları kendilerine uyarlayarak modernleştiklerini anlatıyor.

Dördüncü sütuna liyakatı yerleştiren Kishore Mahbubani bu ilkeyi şöyle tanımlıyor: “Liyakat aslında son derece basit bir kural: Toplumdaki her birey potansiyel bir kaynak olduğundan, her bireye topluma katkı sağlaması için fırsat eşitliği tanımanız gerekiyor. Bugün bütün başarılı organizasyonlar liyakat esasına dayandıkları için başarıya ulaşmıştır. Bu nedenle hiçbir yeteneğin göz ardı edilmemesi gerekir.” Bu ilkeyi Hindistan’daki kast sisteminin kapalı yapısından çıkmayı başararak eğitimini tamamlayan ve daha sonra Hindistan Merkez Bankası Başkanı olmayı başaran bir isimden örneklendirdi.

VE HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ

Kishore Mahbubani Asya’nın yükselişinde etkili olan beşinci unsurun kültürel barış olduğunu söylüyor. Özellikle Doğu Asya’dan yükselen en güçlü sesin “sessiz silahların sesi” olduğunun altını çizen Mahbubani, 1997-1998 yıllarında yaşanan Asya Finans Krizi’nin de bölgede barışı derinleştiren ve güçlendiren bir etkisi olduğunu belirtiyor. Bu barış kültürün ise Batılı ülkelerin II. Dünya Savaşı sonrası takındığı barışçıl tutumdan ders alındığını vurguluyor Mahbubani ve Batı kültürünün bir başka özelliği olan hukukun üstünlüğü ilkesinin Asya’nın Batı’dan edindiği bir diğer nitelik olduğunu söylüyor. “Hukukun üstünlüğü yani herkesin yasalar karşısında eşit olması Asyalılar için geçerli bir ilke değildi, Asyalılar yönetici sınıfın hukukun üzerinde olduğunu kabul ederdi” diyor Kishore Mahbubani. Ancak son yıllarda hukukun üstünlüğü ilkesini fonksiyonu sebebiyle değil, etik nedenlerle benimsediklerinin de altını çiziyor.

Asya’nın üzerinde yükseldiği sütunların sonuncusu ise eğitim. “Asya’da büyük bir kitle Batı eğitiminin tadına vardı ve adeta bağımlısı oldu” diyor Kishore Mahbubani ve Dünya Bankası tarafından 2007 yılında hazırlanmış bir rapordan veriler sunuyor. Rapora göre Asya’da yükselen eğitim seviyesinin bölge ekonomisinin büyümesine yüzde 0,75 ila yüzde 2 aralığında bir katkısı olduğu tahmin ediliyor. Tersine beyin göçüyle birlikte Batı’da eğitim aldıktan sonra ülkesine dönen profesyonellerin sayısı da her geçen gün artıyor.

Batı dünyasının yedi temel değerini kendilerine uyarlayarak Asya’nın önümüzdeki yıllarda Batı’dan çok daha önde olacağını düşünüyor Kishore Mahbubani. Bu sonuçlara ancak uzun süren araştırma ve çalışmalar sonucunda ulaşıldığını belirten ünlü ekonomist, bu çalışmalar esnasında tek tek incelediği bölgelere ilişkin öngörülerini ve dünyanın yakın geleceğini nasıl gördüğünü Bizden Haberler Dergisi’ne anlattı.



Çin’in son birkaç yıldır üretimde katma değer zincirini yukarı taşıması sürecini ve bunun gelişmiş ülkelerdeki istihdamla ilişkisini değerlendirebilir misiniz?

Kesinlikle doğru. Çin, katma değer zincirini yukarı taşıyor. Biliyorsunuz; Çin küresel üretim zincirine ucuz oyuncaklar, ayakkabılar ve tekstil ürünleri üreterek dahil oldu. Ardından tedariğinin sınırsız olmadığını ve sonra da değer zincirini yukarı çıkararak daha fazla değer elde edebileceğini keşfetti. Böylelikle ihracatta daha sofistike ürünlere odaklanarak daha fazla değer yaratabileceklerini keşfettiler. Bunun yanında Çin’de eğitim kalitesi çok yükseldi. Çok iyi eğitilmiş bir nüfusa sahip ve dünyanın en fazla mühendis veren ülkesi konumunda. Son çalışmalara bakarsak, Çin inovasyona, Ar-Ge’ye en fazla yatırım yapan ülkeler arasında. Çin’in üretiminin günbegün daha sofistike hale gelmesi kaçınılmaz. Bu önlenemez bir gelişme.



Peki bunun emek piyasasında nasıl bir etki yaratacağını ön görüyorsunuz? Özellikle dönüşümünden bu yana 1 milyondan fazla işi Çin’e kaptıran Amerika gibi, gelişmiş pazarlarda?

Şu çok açık ki, Amerika hâlâ dünyanın geri kalanını etkisi altına alan rekabeti görmezden geliyor. Global üretimde Amerika’nın payının gerilediğini görüyoruz. Buna Amerika’nın tepkisi “Fark etmez, nasıl olsa piyasa en iyisini bilir, piyasanın aktörleri ne yapacaklarını gayet iyi bilir” yönünde oluyor. Ama bence Amerika yanılıyor. Çünkü Çin, Kore, Hindistan, Japonya, Malezya, Singapur gibi ülkelere baktığınızda üreticileri çekmek için yatırım, eğitim, vergi teşvikleri, uygun ekonomik koşullar anlamında en iyi ortamları yaratmaya çalıştığını görürüsünüz. Bu bakımdan iyi yatırımları çekmekte devlet çok önemli bir role sahip. Singapur bu açıdan dünyanın en başarılı ülkesi ve bunda devletin etkisi tartışılmaz. Amerikalılar ise devletin hiçbir rolü olmadığına inanarak çok ideolojik davranıyor. Devletin her şeyi piyasaya bırakması gerektiği yaklaşımına sahipler. Ama bence Amerika bir gün gerçeğe uyanacak. Asya’daki ülkelere baktığımızda hem “görünmez el” hem de “görünür el” ile işlediklerini görüyoruz, Amerika ise yalnızca “görünmez el” ile işliyor. Bu doğal olarak iki eli olan birinin tek eli olan birine karşı mücadelesi gibi görünüyor. Sonuç elbette aşikar…



Çok zor geçmesi beklenen bir yıla başlıyoruz. 2012’de özellikle gelişmekte olan ülkelerin birbirleriyle olan ticari ilişkilerinin gelişmesi bekleniyor. Sizce Çin bu anlamda gelişmekte olan ülkelerin ihracatlarını yönlendirmesi açısından nasıl bir potansiyele sahip?

Diğer gelişmekte olan pazarlar hakkında yorum yapmak istemem. Ancak bugün dünyada ülkelerarası ticaretin en hızlı geliştiği yer Asya. Şu açık ki bu trend sürecek ve Asya ülkeleri arasındaki ticaret komşu ülkelere göre daha hızlı bir şekilde devam edecek. Çin’in yeni orta sınıfı ortaya çıktığından bu yana ülkelerarası yatırımlar da artıyor. Kalkınmaya paralel olarak oteller, alışveriş merkezleri, havalimanı yatırımları da görmeye devam edeceğiz. Dünyanın en iyi havalimanlarının Singapur, Pekin ve Şanghay’da olduğunu görüyoruz. Bunlarla kıyaslandığında Amerikan havalimanları üçüncü dünya gibi görünüyor, çünkü yatırım yapmıyorlar. Bu büyük bir hata, Asya ülkeleri altyapı yatırımlarını gelecekte talep olacağı öngörüsüyle yapıyorlar, Yeni Delhi bile bunun gerisinde kalmıyor.



Avrupa, Türkiye’nin en çok ihracat yaptığı bölgeydi ancak krizin de etkisiyle bu sene bölgeye ihracatın düşeceği çok açık. Türkiye’den birçok farklı endüstrinin Çin’e yöneldiğini görüyoruz. Sizce bu pazarda şansları ne kadar?

AB’nin toparlanması ve yaşadığı sorunların üstesinden gelmesi uzun zaman alacak. Buna karşın Asya büyüme için birçok fırsat sunuyor. Çin, Asya’daki ülkelerden yalnızca biri. Bununla birlikte Hindistan, 600 milyonun üzerinde nüfusu, milyar dolarlık ekonomik büyüklüğü, sürekli büyüyen ticareti ile öne çıkıyor. Bunun yanı sıra Endonezya, Malezya gibi çok hızlı büyüyen Müslüman ülkeleriyle Güneydoğu Asya’da ciddi fırsatlar var.



Peki Türkiye’nin Asya’ya oryantasyon süreci nasıl ilerlemeli?

Singapur bir konuşlanma noktası olarak kullanılabilir. Singapur Asya’nın en fazla doğrudan yabancı yatırım çeken ve en liberal ekonomilerinden biri. Birçok Hintli şirket son dönemde Singapur’da mağazalar açmaya başladı. Türkiye bir tek yere gelerek hem Hintli hem de Çinli şirketlerle tanışma ve işbirliği şansına sahip olabilir. Singapur iyi bir başlangıç noktası olabilir.



Çin’de bu yıl ve gelecek yıl yapılacak seçimlerle ilgili beklentileriniz neler? Çin sizce günün birinde demokratik bir devlet yönetimine sahip olacak mı?

Bence, Çin’in uzun vadede demokratik bir yönetim olmamasından kaynaklanan bir rekabet dezavantajı var. Çin bir demokrasi olmak zorunda. Ama kısa dönemde bu bir avantaj çünkü Çin’in gelecek başkanının kim olacağını biliyoruz. Birinci sırada Xi Jinping geliyor ve onun yeni başkan olması kuvvetle muhtemel. Buna karşın Amerika’nın yeni başkanının kim olacağını bilmiyoruz. Aynı zamanda Çin’de sıradaki başkanların kimler olacağı konusunda belirsizlik hakim. Bu, Çin’de devam eden bir süreç ama ben Çin politikalarında herhangi bir majör değişiklik öngörmüyorum. Çünkü Çin politikaları bir adama bağlı olarak değil, üst düzey konsensüs sürecine göre inşa ediliyor. Konsensüse vardıklarında politika devam eder ve kişiye bağlı kalmaz. Çin son 10 yıldır şu anki yönetim politikalarıyla çok iyi bir gelişme yakaladı. Bence Çinliler adapte olmaları ve değişmeleri gerektiğini fark ettiler. Eskiden yaptıkları gibi otopilot devam edemeyeceklerini anladılar.



Amerika ve Çin arasında yükselen gerilim iki ülkenin birbirine bağımlılıkları sayesinde ciddi düzeylere tırmanmıyor. İki ülke arasındaki rekabeti düşündüğünüzde sizce bu sürdürülebilir mi?

Sadece Çin ve Amerika değil, aynı zamanda bütün dünya birbirine çok bağlı. Amerika ve Çin arasındaki olası bir savaşı düşündüğümüzde bundan zenginleşecek herhangi bir taraf bulunmuyor. Tam aksine kaybedecek çok şey var. Buna karşılık etki alanına yönelik rekabet artacak ve bunun sonuçlarını göreceğiz. Savaşın aksine etki için savaşmak iyi bir şey olabilir. Çin, Asyalı ülkelerle serbest ticaret anlaşmaları imzalayan ilk ülke olduğunda Japonlar çok şaşırmıştı. Çünkü Japonlar Asyalı ülkelerle ilişkilerini iyileştirme hedefine sahiplerdi. Doğal olarak Çin’in ardından Japonlar diğer Asyalı ülkelerle serbest ticaret anlaşması imzaladılar, hemen ardından da Hintliler. Herkesin bu şekilde birbiriyle serbest ticaret anlaşması imzalamasının net sonucu muazzam büyüklükte bir ticaret hacmi oldu. Yani sahip olduğunuz jeopolitik rekabet, ülkeler arasında ticaret yaratılması, daha fazla iş ve daha fazla zenginlikle sonuçlanıyor. Aynı şekilde Amerika da Trans-pasifik üzerindeki ticari ilişkilerini geliştirmeye çalışıyor, bu da aynı nedenle iyi sonuçlara yol açan bir girişim.



Son olarak, Kuzey Kore’deki başkanlık değişimini değerlendirebilir misiniz? Asya’nın dünyaya açılan kapalı ekonomilerine Kuzey Kore’nin yakın gelecekte dahil olması ne kadar muhtemel?

Kimse Kuzey Kore’de ne olacağını bilemez. Uzun dönemde açılabilir, bu iyi de olur ancak bunun nasıl ve ne zaman gerçekleşeceğini öngörmek mümkün değil.

Mahbubani, Asya’nın Batı’dan alıp yeni uygulamaya başladığı ilkeleri; serbest piyasa ekonomisi, bilim ve teknoloji, pragmatizm, liyakat, kültürel barış ve eğitim olarak özetliyor. Ona göre Doğu’nun yükselişinin sırrı bu ilkelerde.

Kishore Mahbubani

Akademisyen, düşünce adamı, yazar ve aynı zamanda diplomat olan Prof. Kishore Mahbubani, National University of Singapore’da bulunan Lee Kuan Yew School of Public Policy’de dekan olarak görevini sürdürüyor. Felsefe ve tarih eğitimi gören Kishore Mahbubani, edindiği başarılı politika kariyeri ile dünya çapında bir üne sahip.

1971 ve 2004 yılları arasında Singaporean Foreign Services da görev alan Mahbubani burada Birleşmiş Milletler Singapur daimi temsilcisi olarak görevini sürdürdü. 33 yıllık diplomatik kariyeri boyunca birçok makale ve ‘Best Seller’ kitap yayınlayan Mahbubani, Institue of Southeast Asian Studies, the Institue of Policy Studies, the Lee Kuan Yew Exchange Fellowship and the Institue of Defence and Strategic gibi lider enstitüler ve ‘Think Tank’ kuruluşlarının da yönetim kurulunda yer alıyor.

Singapur Ulusal Üniversitesi’de okuduğu yıllarda en yüksek başarı burslarından biri olan ‘President’s Scholarship’e layık görülen Mahbubani, üniversiteden birincilik derecesi ile mezun oldu ve aynı ünversitede felsefe alanında yüksek lisansını tamamladı. 1995 yılında fahri doktora unvanını alan Prof. Kishore Mahbubani, dünyanın en önemli


100 entellektüelinden biri olarak kabul ediliyor.

24-29- ERTUĞRUL GÜNAY

TÜRKİYE BENİ HEYECANLANDIRIYOR”

Eminim ki, Türkiye kültürü sadece beni değil bu topraklarda doğmuş, bu topraklarda yaşayan, bu havayı solumuş tüm insanları heyecanlandırıyordur.
Bu heyecan ve gurur, bulunduğum konumun da avantajıyla hayallerimi gerçekleştirmemi sağlıyor.” Bu sözler Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’a ait. İki dönemdir yürüttüğü bakanlık görevi süresince Türkiye’nin sahip olduğu tüm değerleri birer turizm öğesi olarak konumlandıran Bakan Günay, dünya sıralamasında hızla yükselen Türkiye’nin bu başarısında Türk insanının da büyük payı olduğu görüşünde.


2011 yılında Türkiye dünyanın yedinci büyük turizm merkezi oldu. Bu başarıya giden yolu ve Türk turizmi açısından 2011 yılını değerlendirir misiniz?

Güzel haberlerle bir yılı geçirmiş olmanın mutluluğunu yaşıyoruz. 2011 yılında Türkiye 31 milyonu aşkın turisti ağırlayarak önceki yıla göre %10‘luk çok önemli bir artış sağladı. Bu artış Birleşmiş Milletler Dünya Turizm Örgütü’nün 2011 yıl sonu tahmini büyüme oranı olan % 4-5’in iki katı. Turizm gelirlerinde de yine geçtiğimiz yıla göre artış kaydederek 2011 yılında 24 milyar dolar civarında bir gelir elde ettik. Bakanlık olarak turizm sektörünün tüm bileşenleri ile işbirliği içinde yürüttüğümüz çalışmalar sayesinde bu haklı başarıya ulaştığımızı düşünüyorum.

Ülkemiz yaklaşık 900 bin yatak kapasitesine sahip yeni ve modern tesisleri, genç ve eğitimli personeli, yüksek hizmet kalitesi ile Akdeniz çanağındaki rakip ülkeler ile karşılaştırıldığında bu alandaki üstünlüğünü açıkça ortaya koyuyor. Ayrıca nitelikli turizm personeli sayımız ise 900 bini buldu ve bu inanılmaz nitelikli istihdam hizmet kalitemizi daha da artırdı. 2012’de de aynı başarıyı sürdüreceğimizi ve adım adım en tepeye ilerleyeceğimizi umut ediyorum.

Bugüne kadar Türk turizmi denince akla Antalya, Bodrum vb sahil kentleri gelirken Orta ve Doğu Anadolu’da Mardin, Adıyaman’daki Nemrut Kommagene anıtları ve Urfa’daki Balıklı Göl gibi parmakla sayılabilecek kadar az sayıda yer turistik kabul ediliyordu. Ancak son dönemde bu bölgelerde kültür ve turizme yönelik yatırımlar, restorasyon çalışmaları ve müzeleştirme çabaları görüyoruz. Bize bu çalışmalardan ve bölgede yaratacağı katma değerden bahseder misiniz?

Turizmde bugün geldiğimiz noktayı en başta İstanbul, İzmir, Antalya gibi illerimize ve sahil şeridimize borçluyuz. Şu anda yurt dışında “Türkiye” dendiği zaman öncelikle akla ilk gelen illerimiz bunlar. Ama akıllara gelen bir başka özelliğimiz de kültürel zenginliğimiz ve tarihimiz. Kıyı turizmi bugün Türkiye’de çok sağlam bir yere geldi. Ama kültür turizmimizi de şu anda ön planda tutuyoruz. Türkiye genelinde kültürümüzün tanıtılması ve yaşatılması çalışmalarını sıkı bir şekilde sürdürüyoruz. Mardin, Nemrut, Trabzon, Bursa, Konya ve diğer tüm illerimizin yapılan yatırımlar, restorasyonlar ve yeni açılan sergi alanları, müzeler ile kültür turizminde önemli birer destinasyon haline geleceğine inanıyorum. Benim şu anda büyük heyecanla takip ettiğim çalışmalarımızdan birisi Diyarbakır İçkale kazıları, diğeri de Ankara’da inşa edilecek olan Uygarlıklar Müzesi. Her iki ilimiz de bugüne dek bir İstanbul, İzmir kadar turizmde çok ön plana çıkamamış maalesef. Bu çalışmaları sonuçlandırdığımızda bu gidişatın tamamen değişeceğine inanıyorum. Böylece Ankara’da turizmin getirdiği o canlılık, renklilik ve ahenk görülecek, siyasetin, bürokrasinin getirdiği kasvetli hava değişecek. Diyarbakır’da ise kültürel ve ekonomik gelişmeler görülecek, kardeşlik ve barış pekişecek.



Tarih turizmi ve müzeciliğe verdiğiniz özel önem kamuoyu tarafından biliniyor. Bu konudaki gelişmelerden ve bundan sonraki planlarınızdan söz eder misiniz? Türkiye’de son yıllarda ivme kazanan özel müze girişimciliğini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben eminim ki, Türkiye kültürü sadece beni değil bu topraklarda doğmuş, bu topraklarda yaşayan, bu havayı solumuş tüm insanları heyecanlandırıyordur. Bu heyecan ve gurur, bulunduğum konumun da avantajıyla hayallerimi gerçekleştirmemi sağlıyor. Ankara’da kurulacak olan Uygarlıklar Müzesi daha düşünce aşamasında bile beni bir çocuk gibi heyecanlandırırken, tamamlandıktan sonra bana, bu toprakların insanına ve bu kültürü tanımaya gelmiş ziyaretçilerimize yaşatacakları eminim tarifsiz olacaktır. Kültürümüz için attığımız her adımda yaşadığım duyguları göz önünde bulundurduğumda, fırsatı olan herkesin bu duyguları tatması gerektiğini düşünüyorum. Kendi insanımız da artık kültürü konusunda daha bilinçli, bunu da özel müzecilikteki gelişmelerle görebiliyoruz. Bir toplumun kültürünü ayakta tutan ve yaşatan bir bütün olarak o toplumun organlarıdır. Bu sebeple bu çabalar, bu girişimler kültürümüze katkı sağlarken, beni de Bakan olarak gururlandırıyor ve teşvik ediyor.



İnanç turizmi, sağlık turizmi gibi turizmi sezonluk olmaktan çıkaracak yeni segmentlere yönelik çalışmalarınız var. Golf turizmi de Türkiye’nin giderek yıldızının parladığı alanlardan biri haline geldi. Bu tür alanlarda yerli ve yabancı yatırımcıya sunulan teşvik ve kolaylıklar nelerdir?

Sadece inanç turizmi, sağlık turizmi de değil. Türkiye’de artık tüm turizm çeşitlerinin gelişmesi için teşvikler sağlanıyor. Golf turizmi de bunlardan birisi ve henüz gelişme aşamasında. Özellikle Antalya’da gelişen bir turizm çeşidi. Diğer turizm çeşitlerinden farklı olarak çok geniş bir alana ihtiyaç duyulması sebebiyle daha titiz bir planlama gerektiriyor. Bu da Bakanlık olarak bize önemli sorumluluklar yüklüyor. Golf turizminin geliştirilmesi çalışmalarımızı ve teşviklerimizi de bu sorumluluk çerçevesinde sürdürüyoruz.



Uluslararası ziyaretçileri çekme yarışında fiyat rekabetinin sürdürülebilir olup olmayacağıyla ilgili görüşleriniz neler? Bu konu Türkiye’nin uzun vadeli turizm stratejisinde nasıl yer alacak?

Türkiye deniz-kum-güneş turizminin yanı sıra kültür turizmi başta olmak üzere termal, kongre, inanç, gastronomi, yatçılık, kış sporları, golf, doğa sporları gibi birçok alternatif turizm çeşidini bir arada sunuyor. Ülkemizin eşsiz coğrafyası ve zengin tarihi bizle birçok turizm destinasyonumuzu farklı ürünleri ile hedef pazarlarımızda tanıtma imkanı veriyor. Fiyat rekabeti kimi açılardan çok önemli olsa da sunulan zenginlik, kaliteli hizmet ve ziyaretçilerin elde edecekleri göz önünde bulundurulduğunda her zaman en ön planda tutulmuyor ve tutulmamalı da. Biz dünya sıralamasında hızlı yükselişini sürdüren bir ülkeyiz ve ben bu konumumuzun kültürümüz, doğamız ve insanımız sayesinde elde edildiğini düşünüyorum. Türkiye artık fiyatla değil, kaliteli hizmeti, kültürel ve doğal zenginlikleri ile rekabetini sürdürüyor.



Önümüzdeki beş yıllık süre içerisinde öncelikli planlarınızdan bahsedebilir misiniz?

Bakanlık olarak çalışmalarımızın büyük çoğunluğunu Türkiye’yi turizmde hak ettiği noktaya, dünya sıralamasında ilk üçe taşımak hedefiyle yürütüyoruz. Bunu yaparken kültürümüzü, doğamızı korumak ve gelecek nesillere aktarmak elbette ki öncelikli amacımız. Şuanda devam eden kazılarımızın ve restorasyonlarımızın tamamlanması, bu kazılardan çıkarılan eserlerin sergilenecekleri uygun sergi alanlarının açılması da yine en önem verdiğimiz planlarımız içerisinde yer alıyor.



Türkiye’nin ve Anadolu kültürünün yurt dışında tanıtımı için 2011’de ne kadar bütçe ayrıldı? Bu kapsamda ne tür çalışmalar yapılıyor?

Bizi rakiplerimizden fersah fersah ayıran tarihimiz ve kültürümüzü yurt dışında tanıtmak için 2011 yılında yaklaşık 100 milyon ABD Doları tutarında dev bir bütçe kullanıldı.

Reklam faaliyetlerimiz halkla ilişkiler faaliyetleri ile desteklenmiş özel projeler yürütüldü. Örneğin, “Living İzmir” projesi ile dünyanın birçok ülkesinden gazeteci ve program yapımcılarını İzmir’de ağırladık. İstancool, İstanbulive, Uluslararası Antalya Caz Festivali, İstanbul Alışveriş Festivali, Ramazan Ayı Tanıtım Kampanyası gibi birçok özel projeye imza attık.

İki binden fazla ağırlama faaliyeti ile dünya basınının gündeminde yer aldık. Ayrıca 2011 yılında 61 ülkede iştirak ettiğimiz 153 turizm fuarında ülkemiz kültürünü ve sanatını tanıtmak amacıyla sanatçılar, zanaatkarlar, gösteri ve müzik ekipleri görevlendirildi. Travel&Leisure’ın Ağustos 2011 sayısında İstanbul’un dünyada 5. Avrupa’da 3. destinasyon olarak gösterilmesi, New York Times Gazetesi tarafından yayınlanan “Ölmeden Önce Görülmesi Gereken 1000 Yer” isimli kitapta Pamukkale, Kapadokya, Efes, İstanbul, Konya, Demre gibi Türkiye’nin en önemli kültürel ve tarihi mekanlarının yer alması tanıtımımızı doğru yaptığımızın birer göstergesi diye düşünüyorum.



Turizme paralel olarak otelcilik hızla büyüyen bir başka alan. 2011’in şehir otelciliği açısından son derece iyi bir yıl olduğu biliniyor. Bu alanda yatırımlarına devam eden yabancı zincirlerin yanı sıra Koç Topluluğu gibi yerli yatırımcılar da Anadolu’ya yoğun yatırımlar yapıyorlar. Özelde Koç Topluluğu’nun ve genelde tüm yerli ve yabancı yatırımcıların otelciliğe ve turizme katkılarını değerlendirir misiniz?

Bakanlık olarak kültürümüzün ve turizmimizin gelişmesi için elimizden geleni, hatta daha fazlasını yapıyoruz. Fakat bizim bu çalışmalarımız her zaman yeterli olamayabiliyor. Özel sektörün çabaları hem büyük katkı sağlıyor, hem de bizi daha iyisini ve daha fazlasını yapmak için teşvik ediyor, bu işte yalnız olmadığımızı hissettiriyor. Koç Topluluğu da dahil tüm yatırımcılar, hem kültürümüze, hem turizmimize hem de ekonomimize otelleri, müzeleri, restorasyon çalışmaları ile yeri doldurulamaz bir katkı sağlıyor.

Koç Topluluğu da dahil tüm yatırımcılar, hem kültürümüze, hem turizmimize hem de ekonomimize otelleri, müzeleri, restorasyon çalışmaları ile yeri doldurulamaz bir katkı sağlıyor.

TÜRKİYE TURİZMDE REKABET ALANLARINI ARTIRDI

Dünyada turizm denilince akla gelen destinasyonların başında Türkiye ilk sıralarda yer alıyor. Türkiye’nin sahip olduğu potansiyeli doğru kullanması bu başarıda önemli bir yere sahip.

Türkiye turizmi artık sadece deniz-kum-güneş üçlemesiyle anılmıyor. Sahip olunan zengin kültürel değerler, köklü tarih ve coğrafyanın sağladığı tüm avantajlar birer turizm alanı oluşturuyor. Bu açıdan Türkiye artık turizmde hem birçok alanda rekabet ediyor hem de her yaştan farklı vizyona sahip birçok turistin ülkemizde konaklamasına olanak sağlıyor. Ertuğrul Günay bu durumu şu sözlerle özetliyor: “Türkiye artık fiyatla değil, kaliteli hizmeti, kültürel ve doğal zenginlikleri ile rekabetini sürdürüyor. Travel&Leisure’ın Ağustos 2011 sayısında İstanbul’un dünyada 5. Avrupa’da 3. destinasyon olarak gösterilmesi, New York Times Gazetesi tarafından yayınlanan ‘Ölmeden Önce Görülmesi Gereken 1000 Yer’ isimli kitapta Pamukkale, Kapadokya, Efes, İstanbul, Konya, Demre gibi Türkiye’nin en önemli kültürel ve tarihi mekanlarının yer alması tanıtımımızı doğru yaptığımızın birer göstergesi diye düşünüyorum.”

Türkiye deniz-kum-güneş turizminin yanı sıra kültür turizmi başta olmak üzere termal, kongre, inanç, gastronomi, yatçılık, kış sporları, golf, doğa sporları gibi birçok alternatif turizm çeşidini bir arada sunuyor.



TÜRKİYE YÜKSELİŞİNİ SÜRDÜRÜYOR

Türkiye turizmi sağlanan çeşitlikle her geçen sene sıralamalarda daha üstlerde yer alıyor. 2011 yılında elde edilen rakamlar da bu başarının birer göstergesi.

31
MİLYON

Türkiye’nin ağırladığı turist sayısı

% 10


Turist sayısındaki artış oranı

24
MİLYAR $



Turizmden elde edilen gelir

100
MİLYON $



Tanıtımlara ayrılan bütçe

30-35 MERCEK ENERJİ

DÜNYANIN GELECEĞİ İÇİN YENİ BİR İNİSİYATİF

Birleşmiş Milletler 2012 yılını “Herkes için Sürdürülebilir Enerji” yılı ilan ederken, enerji politikalarının iklim değişikliği riskini azaltmaya paralel olmasına yönelik çalışma ve girişimler de hız kazanıyor.

“Bugünden itibaren tek bir araba bile üretilmese, bir tek yeni fabrika bile kurulmasa, dünya mevcut yapısıyla en geç 2017-2018 yıllarında 2 derece daha ısınmış olacak. İnsanoğlunun derhal bir acil eylem planı oluşturması ve aksiyon alması gerekiyor.”

16-19 Ocak tarihleri arasında Birleşik Arap Emirlikleri’nde Abu Dhabi’de yapılan Dünya Gelecek Enerji Zirvesi’nin (World Future Energy Summit) temel olarak odaklandığı nokta buydu. Bu yıl beşincisi düzenlenen ve ana teması “Sürdürülebilir İnovasyonu Güçlendirmek” olarak belirlenen konferansta 150’yi aşkın fikir önderi konuşmacı olarak yer aldı. İnsanlığın önündeki enerji krizinin ve dünyanın iklimsel olarak geri dönülmez noktaya gelmesinin öneminin tartışıldığı bu önemli kongrenin katılımcıları da dünyanın bugününü belirleyen ve geleceğini de şekillendirmeye çalışan aktörlerdi. Aralarında Birleşik Arap Emirliklerinin üst düzey Arap emirleri, Güney Kore Başbakanı Kim Hwang-sik ve Çin Başbakanı Wen Jiabao, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki Moon gibi çok önemli isimlerin bulunduğu toplantıda enerji uzmanları, uluslararası kuruluşların temsilcileri ve önemli akademisyenler de yer alıyordu. Herkesin ortak amacı ise dünyanın içinde bulunduğu ve gelecekte daha ciddi boyutlara ulaşacak enerji ve iklim değişikliği sorunlarına bir çözüm bulmak.

“Tüm dünyada enerji yoksunluğunu azaltmaya, sürdürülebilir ekonomik büyümeyi desteklemeye ve iklim değişikliği riskini azaltmaya yönelik somut çabaların ivme kazandığını görüyoruz. Tüm bunlar için sürdürülebilir enerjiyi mümkün kılmak gerekiyor ve bu inisiyatif bizim bu amaçlara eş zamanlı olarak ulaşmamızı sağlayacak. Bu herkes için üçlü bir kazanım olabilir” diyordu Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki Moon konferansta yaptığı konuşmada. 2012 yılını resmen “Herkes için Sürdürülebilir Enerji Yılı” ilan eden Birleşmiş Milletler’in Genel Sekreteri aynı adla bir inisiyatif geliştirdiğini açıkladığı konuşmasında 2030 yılına kadar ulaşılmak istenen hedefleri şöyle sıraladı:

Enerji verimliliğini maksimize etmek için tüm kaynakları izlemek, planlamak, yönetmek

Enerji verimliliğini iki katına çıkarmak

Global enerji karmasında yenilenebilir enerjinin payını ikiye katlamak.

Ban Ki Moon’un inisiyatifi global ölçekte özellikle insanlığın enerji kullanımını ve bu enerjiyi kullanırken, planlarken ve üretirken ortaya koyduğu olumsuz çevresel etkisi olan aksiyonların sınırlandırılmasına yönelik birçok uluslararası girişimden sadece biri. Bugüne dek Kyoto’dan başlayan süreç içerisinde son olarak Durban’da karbon kullanımlarının sınırlanmasına yönelik çalışmalar yapıldı. Tüm bunların sonunda artık insanlığın enerji tüketimini belli bir noktada planlaması gerektiği ve bunu yapmazsa dönülmez noktaya çok yaklaştığı üzerinde herkes görüş birliği içinde. Örneğin dünya sıcaklığının 2 santigrat derece yükselmesinin tepe nokta olduğu düşünülüyor. Yerkürenin 2 derece ısınması insanlığın dönülmez noktası olacak.



Yüklə 323,41 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin