1-BÖLÜM: İtabin mukaddimesi



Yüklə 2,9 Mb.
səhifə31/77
tarix29.10.2017
ölçüsü2,9 Mb.
#21171
1   ...   27   28   29   30   31   32   33   34   ...   77

Dördüncü Madde


 

Hava küresinin orta tabakasında oluşan atmosferik olayları, yani

gök gürültüsü ve yıldırımı hakimâne bildirir.

 

Ey aziz, malum olsun ki, filozoflar ve astronomlar sözbirliğiyle



demişlerdir ki: Gök gürültüsü, şimşek ve yıldırımın sebebi budur ki; güneşin

şiddetli hareketinden iyice incelen küçük yersel parçalar ve küçük ateşî

parçalar birbirine karışır ki, buna: Duman derler. bu duman, yukarıda

anlatılan buhar ile karışıp, böylece beraber yükselip, soğuk tabakaya

ulaştığında, buhardan bulut oluşup, duman da bulutun içine hapsolsa; bu anda

sıcaklığı baki ola duman yukarıya çıkmak istedikte, veya sıcaklığı giden

duman aşağıya inmek murat eyledikte, o dumanlar, iniş ve çıkışta bulutu

öylesine hızlı yarar ki, bundan korkunç bir ses hâsıl olur. İşte gök

gürültüsü budur. Hızlı sürtünmeden o duman ateş alsa: Eğer latif olup çabuk

sönerse ona: Şimşek derler. Eğer yoğun olup, yere ulaşana dek sönmezse,

ona: Yıldırım derler. Öyle olu ki, bu yıldırım incelip, ayrışan cisimlerden

geçip, ayrışmayan cisimleri yakar. Mesela, kese içindeki altın ve gümüşü

eritip, keseyi yakmaz, ancak içinde eriyenlerin sıcaklığı yakar. Baza olur

ki, yıldırım oldukça kesif olup, her neye isabet eylese, onu yakar. Büyük

bir dağa düşüp, parçaladığı bile olur. Gök gürültüsü ve şimşek beraber olur.

Lakin, gök gürültüsü işitilmezden önce, şimşek görülür Zira ki bu, gözle

görülür ve o kulakla hissedilir. İşitme, sesin kulağa ulaşmasına bağlıdır.

Sesin ulaşması ise mesafe ve hava titreşimlerine bağlıdır. Oysa ki, göz

şualırın ulaşımı, sesten daha hızlıdır. Nitekim, çamaşırcıya bakarsın ki,

çamaşırı taşa vurur, bir zaman sonra sesi kulağına erer.

Kış mevsiminde, buharın dumanı az olduğundan, şimşek ve yıldırım nâdiren

olur. Onun için soğuk ülkelerde kar yağarken asla gök gürültüsü, şimşek ve

yıldırım olmaz. Zira ki kar inen bulutlarda asla duman buharı bulunmaz.

Soğuğun şiddetiyle buharın dumanı sönüp, eseri bile kalmaz. Yağmur fazla

olduğunda, bulut zerreleri yoğun olduğundan, gök gürültüsü, şimşek ve

yıldırım dahi çoğalır. Bulutlar çok yoğun olduğunda, yağmurun suyu onlarda

hapsolmuştur. Onun için, onlardan yağmur şiddetle iner. Nitekim bir yerde

mahpus olan su ondan yol bulsa kuvvetli akar. (Hakim ve shani olan Allah

münezzehtir. Celle celalihi ve amme nevalihi. Ondan başka ilah yoktur.)

 



21-BÖLÜM:021:

 

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

 

Hava küresinin alt tabakasını, tabiat ve vasıflarını, hareket ve isimlerini



ve sair durumlarını sekiz madde ile açıklar.

 

Birinci Madde


 

Hava unsurunun alt tabakasının bazı durumlarını bildirir.

 

Ey aziz, malum olsun ki, filozoflar ve astronomlar sözbirliğiyle



demişlerdir ki: Hava unsurunun alt tabakası, ateş tabakasına nispetle

dördüncü tabakadır. Bu tabakanın havası, çeşitli hareketlerle hareket

halindedir. Bunun kalınlığı ve derinliği, yaklaşık onaltı fersahtan fazla

mesafedir. Bu alt tabaka, kesif bir havadır ki, toprağa ve suya komşu olup,

onlara düşen güneş şuaları ve yıldızların akislerinin sıcaklığıyle

ılımlılık kazanıp, buna ârız olan kara ve denizlerin soğukluğuyle

kalmamıştır. Gökkuşağı, hâle, duman, ırağı ve çiğ; tan vakitleri, gece,

gündüz ve rüzgârlar bu tabakada oluşur. Eğer bu tabaka, güneşin ve

yıldızların sıcaklığıyle ılımlı olmasaydı, toprak ve sudan kazandığı

soğukluğu, üzerinde olan soğuk tabakanınkinden fazla ve şiddetli olurdu.

Nitekim kutup altında, tepe noktasından güneş uzak olduğundan, hava öyle

bir derecede soğuk olur ki, deniz donup, kardan boş hiç bir yer kalmaz.

Soğuğun şiddetiyle bitkiler ve hayvanlar helak olup, orada imaret mümkün

olmaz. Bu durumda, hava küresi üç tabakaya bölünüp, üst tabakası ateşe

komşu olduğundan oldukça sıcaktır. Orta tabakası, aşağıdan yükselen su

buharıyle komşu olduğundan, ifrat derecede soğuktur. Alt tabakası, yere ve

suya komşudur, lakin şuaların aksiyle tabiatı ılımlıdır. Onun için bu

tabakaya: Kürre-i nesîm derler. Buhar ve dumanla karışık olduğundan, buna:

Buhar küresi ve duman küresi de derle. Bu tabakanın havası kesif

olduğundan, güneşin ışığı ancak bunda zâhirdir. Yerin gölgesi ancak bunda

yürüyüp, döner. Onun için buna: Gece küresi ve gündüz küresi denilmiştir.

Bu kürenin rengidir ki, gök rengi görünmüştür. Zira ki, filozoflar

nazarında, bu tabakanın üstünde gece ve gündüz olmaz. güneş ve yıldızların

nurlu ışıkları, onda ay küresinin kesif cisminden gayri lâtif cisimlerde

yansıma ile ortaya çıkmaz. Lakin feleklerin gündüzü pâk bir nurdur ki, ne

şarkîdir, ne garbîdir. Orada sabah ve akşam yoktur. (Allah dilediğini

nuruna hidayet eder.) Bu tabakanın yeryüzünden yüksekliği belirtilen

kalınlığı miktarıdır ki, onaltı fersahtan fazlacadır.

 

İkinci Madde

 

Hava küresinin alt tabakasında meydana gelen çeşitli rüzgârları ve cihanın



yönlerini bildirir.

 

Ey aziz, malûm olsun ki, filozoflar demişlerdir ki: çeşitli rüzgârların



meydana gelmesi, deniz dibinde hava, unsurunun değişik yönlere hareketi ve

dalgalanmasıyle olur. Nitekim denizin yüzündeki su unsurunun dalgalanması,

bir cüzünün bir cüzünü değişik yönlere yitmesiyle vücut bulur. Hava unsuru

ile su unsuru iki sâkin deniz iken, hava zerrelerinin hareketi hafif

olmuştur. Su zerrelerinin hareketleri ağrılık bulmuştur.

Rüzgarların meydana gelmesinin sebebi budur ki: Güneşin tesirinden ya

başkasından hâsıl olan dumanlar yerden yükselip, soğu tabakaya ulaştığında,

eğer onların sıcaklığı kırıldıysa, aşağıya inmek için hareket edip, bu

yüzden hava denizi dahi dalgalanır. Böylece rüzgar olur. Eğer

sıcaklıklarını yitirmedilerse, ateş küresine yükselirler. Ateş ise o

duanların yersel maddelerini yakıp, kalan havaî maddesini dönüsel

hareketiyle aşağı tarafa iter. İşte bu hareketle hava dalgalanıp, rüzgâr

olur. Rüzgârın bir sebebi de budur ki: soğuk tabakada bulutlar ağır olup,

yukarıdan aşağıya yöneldiğinden, bunlar, iniş hareketiyle suhunet bulup,

havaya dönüşerek, bizzat kendileri hareketli rüzgâr olur. Bu geriye dönüşle

hava dalgalanıp, rüzgâr olur. Bir ebedi dahi budur ki, bulutların

biribirine yığılmasından ve izdihamından hava yine hareketlenip,

dalgalanır. Böylece rüzgâr eser. Veyahut bulutlar kıvamda uyuşamayıp kesifi

hafifini ittiğinden, hafif bulutlar bir taraftan yürüyüp, havanın

dalgalanmasından rüzgâr meydana gelir. Bir sebebi dahi budur ki, havanın

ısınmasıyle bir taraftan yayılır, ona başka bir cisim karışmaksızın miktarı

fazlalaştığından, komşusu olan havayı iter, itilen komşusunu iter, böyle

böyle hava dalgalanarak gider. Bu itişme yavaş yavaş zayıflayan, merkezden

uzaklaştıkça, giderek hava sakinleşir. Mesela bir durgun suyun ortasına bi

taş atıldığında, ne şekilde dalgalanırsa, durgun hava dahi onun gibi

dalgalanır. Bir sebebi dahi budur ki: Hava yoğunlaşmasıyle ir tarafta

toplandığında, yine hava dalgalanası olur. Zira ki, havanın hacmi iyice

yoğunlaşıp, boşluk nedeniyle çevredeki hava zorunlu olarak o tarafa hareket

ederek,rüzgâr peyda olur. Bir sebebi de budur ki, yerden yükselen

dumanların bazısı, soğuk tabakaya ulaşmazdan önce havaya dönüşüp, bir

taraftan bir tarafa hareketle rüzgâr olur.

Sam yelinin sebebi ise, şihab maddesinin kalıntıları olan göktaşlarıyla

karışarak yakıcılaşan havanın hareketleridir. Yahut halis havanın, sıcak

araziden geçmesinden, yakıcı niteliği ile nitelenip, sam yeli olur.

Kasırganın sebebi: O ki, yeryüzünü süpürür, devran ile kendi kendine

sarılıp ayağa kalkar gibi görünür, havaya yükselir. Bu yele: Ümm-ü zevba

(burgan) derler. Bunun çoğunlukla sebebi odur ki: Soğuk tabakadan inen

rüzgâr, bulutlarla karşılaşıp, bulutlar da çeşitli rüzgârlarla deveran

etmekteyken, o inen rüzgâr dahi dönmeye başlayıp, bu haliyle yere iner. O

anda, çalı-çırpı ve toz-toprak ne bulursa döndürüp, endamıyle bir daire

görünür ve kâh olur ki, çeşitli yönlerden esen rüzgârlar birbirine

rastlayıp, itişerek, yerden kopardıklarıyla birbirlerine saldırırlar. O

anda, rüzgârların arasında kalan şeyler sıkılıp, bükülüp, minare gibi

yükselir. Güya ki, uzuvları var gibi, birbiriyle sarmaş dolaş görünürler.

Kâh olur ki, denizde geriye rastlayıp, döndürür. Kâh olur ki, bu buragan

ortasına bir bulut düşüp, onu havada döndürürken, büyük bir hortum

şeklinde görünür.

Şahıslara göre cihanda yönler altıdır ki: Şahsın altı, üstü, önü, arkası,

sağı ve soludur. Lakin astronomlar, cihanın dört yönünden, güneşin doğduğu

tarafa, doğu; battığı tarafa, batı adını vermişlerdir. Doğuya dönük olan

kimsenin sağ tarafına güney, sol tarafına, kuzey demişlerdir. Bu sayılan

dört yönün aralarında dört yön daha koyup, tertip etmişlerdir. Doğu ile

kuzey arasına: Yaz doğusu (kuzeydoğu), doğu ile güney arasına: Kış doğusu

(güneydoğu), güneyle batı arasına: Kış batısı (güneybatı), batı ile kuzey

arasına: Yaz batısı (kuzeybatı), adlarını vermişlerdir. Şu halde cihanın bu

altı yönüne, sekiz rüzgâr nispet ve tayin edip: Doğu, batı, güney, kuzey

taraflarından hareket eden dört rüzgârı; temel rüzgârlar itibar

etmişlerdir. Bunların aralarında esen rüzgârları, tâli rüzgârlar itibar

ederler. Bu rüzgârlarla yelkenli gemiler denizlerde her yöne gitmişlerdir.

İstenen sahillere yetmişlerdir.

İmdi, rüzgârlar gönderici olan kâdır ve kayyumun kudret ve azametini bir

kere fikredip düşünsen ki, bize gönderdiği bu rüzgârların, ağır gemileri

yürütüşü, bulutları yayışı gibi nice büyük faydaları vardır ki, binde biri

ancak bilinmiştir. Zira ki, "Rüzgâr olmasaydı, herşey bozulurdu,"

denilmiştir. Çünkü havanın yönlere hareketi bu kadarlık açıklandı. Şimdi de

fayda ve özelliklerini açıklayalım, ta ki he bi nefeste iki nimet olduğu,

herkese ayan olup, herkes kendini nimete batmış bilip, nimet vericiye

şükredici olalar.

 

Üçüncü Madde

 

Bizi kuşatan havanın, bedenlerimize ve ruhlarımıza olan tesirlerini ve



menfaatlerini bildirir.

 

Ey aziz, malum olsun ki, filozoflar demişlerdir ki: Hak'ın tesiriyle, bizi



kuşatmış olan havanın bedenlerimize tesiri çok açıktır. Bu hava,

bedenlerimizin ve ruhlarımızın unsuru olduğundan, ruhlarımıza ulaşan

âdaletli bir fâil gibi sıhha ve âfiyetimizin sebebi olmuştur. Bu durumda

havadan ruhlarımızda hâsıl olan tadil, iki şekildedir. iri rahatlandırma,

diğeri temizlemedir. Rahatlandırma: Ruhunhararetli mizacı hapsolunarak

şiddetlendikçe, ona akciğerden ve can damarlarına bitişik olan nabz

mesamelerinden hava vermektir. Zira ki,bizi kuşatan hava, ruhumuzun aziz

mizacına kıyasla, gayet soğuktur. Şu halde havanın sadmesi ruha ulaşıp,

karıştığında, hayatımızın sebebi olan nefesin etkisinin kabulü yeteneğinden

ruhu men eden kötü mizaca neden olan ateşe dönüşmesinden ruhu koruyup;

buharsı rutubetinin cevheri yok olmadan onu en eder. Temizlenme ise: Bu

bedenin en feyizli karışımı gibi olan ruhun, ayırıcı yeteneğiyle içimize

aldığımız havanın dumansı buharını ayrıştırıp, nefes dışarı çıkarken teslim

etmesidir. Demek ki, burunu çekilen havanın tadili, havanın ruh üzerine

gelmesiyle olur. Temizlenme, havanın candan dışarı çıkmasıyle olur. Zira ki

tadil için alınan hava, önce soğuktur. Ama içeride, uzun süre hapsedilip,

ruhun niteliğiyle nitelenip ısınsa, faydası bâtıl olur. Bu tür havadan ruh,

istiğna edip yeni havaya muhtaç olur ki, yeni hava akciğeri içine girip

öncekinin yerini ala. Şu halde, zorunlu olarak alına havayı vermek

gereklidir. Ta ki, hemen ardınca gelecek havaya boş yer kala ve o havanın

çıkmasıyle birlik onun fazla cevherlerini (karbondioksit) ruh dışarı ite.

Hava mutedil ve saf olup, ruhun mizacına uymayan garip cevherler ona

karışmamıştır. Havanın işi, temizleme ve rahatlandırma suretiyle bedenlere

ve ruhlara sıhhat ve âfiyet vermektir; korumak ve siyanet etmektir. Eğer

hava bozuşuma uğradıysa, onun işi de, beden ve ruhlar zarar vermektir.

Hakikatte zarar veren ve fayda veren yaratıcı olan Hüda iken, edenleri ve

ruhları sebeblere ve havaya bağlamıştır.

 


Yüklə 2,9 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   27   28   29   30   31   32   33   34   ...   77




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin