Hava küresinin orta tabakasında oluşan atmosferik olayları, yani
gök gürültüsü ve yıldırımı hakimâne bildirir.
Ey aziz, malum olsun ki, filozoflar ve astronomlar sözbirliğiyle
demişlerdir ki: Gök gürültüsü, şimşek ve yıldırımın sebebi budur ki; güneşin
şiddetli hareketinden iyice incelen küçük yersel parçalar ve küçük ateşî
parçalar birbirine karışır ki, buna: Duman derler. bu duman, yukarıda
anlatılan buhar ile karışıp, böylece beraber yükselip, soğuk tabakaya
ulaştığında, buhardan bulut oluşup, duman da bulutun içine hapsolsa; bu anda
sıcaklığı baki ola duman yukarıya çıkmak istedikte, veya sıcaklığı giden
duman aşağıya inmek murat eyledikte, o dumanlar, iniş ve çıkışta bulutu
öylesine hızlı yarar ki, bundan korkunç bir ses hâsıl olur. İşte gök
gürültüsü budur. Hızlı sürtünmeden o duman ateş alsa: Eğer latif olup çabuk
sönerse ona: Şimşek derler. Eğer yoğun olup, yere ulaşana dek sönmezse,
ona: Yıldırım derler. Öyle olu ki, bu yıldırım incelip, ayrışan cisimlerden
geçip, ayrışmayan cisimleri yakar. Mesela, kese içindeki altın ve gümüşü
eritip, keseyi yakmaz, ancak içinde eriyenlerin sıcaklığı yakar. Baza olur
ki, yıldırım oldukça kesif olup, her neye isabet eylese, onu yakar. Büyük
bir dağa düşüp, parçaladığı bile olur. Gök gürültüsü ve şimşek beraber olur.
Lakin, gök gürültüsü işitilmezden önce, şimşek görülür Zira ki bu, gözle
görülür ve o kulakla hissedilir. İşitme, sesin kulağa ulaşmasına bağlıdır.
Sesin ulaşması ise mesafe ve hava titreşimlerine bağlıdır. Oysa ki, göz
şualırın ulaşımı, sesten daha hızlıdır. Nitekim, çamaşırcıya bakarsın ki,
çamaşırı taşa vurur, bir zaman sonra sesi kulağına erer.
Kış mevsiminde, buharın dumanı az olduğundan, şimşek ve yıldırım nâdiren
olur. Onun için soğuk ülkelerde kar yağarken asla gök gürültüsü, şimşek ve
yıldırım olmaz. Zira ki kar inen bulutlarda asla duman buharı bulunmaz.
Soğuğun şiddetiyle buharın dumanı sönüp, eseri bile kalmaz. Yağmur fazla
olduğunda, bulut zerreleri yoğun olduğundan, gök gürültüsü, şimşek ve
yıldırım dahi çoğalır. Bulutlar çok yoğun olduğunda, yağmurun suyu onlarda
hapsolmuştur. Onun için, onlardan yağmur şiddetle iner. Nitekim bir yerde
mahpus olan su ondan yol bulsa kuvvetli akar. (Hakim ve shani olan Allah
münezzehtir. Celle celalihi ve amme nevalihi. Ondan başka ilah yoktur.)
21-BÖLÜM:021:
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Hava küresinin alt tabakasını, tabiat ve vasıflarını, hareket ve isimlerini
ve sair durumlarını sekiz madde ile açıklar.
Birinci Madde
Hava unsurunun alt tabakasının bazı durumlarını bildirir.
Ey aziz, malum olsun ki, filozoflar ve astronomlar sözbirliğiyle
demişlerdir ki: Hava unsurunun alt tabakası, ateş tabakasına nispetle
dördüncü tabakadır. Bu tabakanın havası, çeşitli hareketlerle hareket
halindedir. Bunun kalınlığı ve derinliği, yaklaşık onaltı fersahtan fazla
mesafedir. Bu alt tabaka, kesif bir havadır ki, toprağa ve suya komşu olup,
onlara düşen güneş şuaları ve yıldızların akislerinin sıcaklığıyle
ılımlılık kazanıp, buna ârız olan kara ve denizlerin soğukluğuyle
kalmamıştır. Gökkuşağı, hâle, duman, ırağı ve çiğ; tan vakitleri, gece,
gündüz ve rüzgârlar bu tabakada oluşur. Eğer bu tabaka, güneşin ve
yıldızların sıcaklığıyle ılımlı olmasaydı, toprak ve sudan kazandığı
soğukluğu, üzerinde olan soğuk tabakanınkinden fazla ve şiddetli olurdu.
Nitekim kutup altında, tepe noktasından güneş uzak olduğundan, hava öyle
bir derecede soğuk olur ki, deniz donup, kardan boş hiç bir yer kalmaz.
Soğuğun şiddetiyle bitkiler ve hayvanlar helak olup, orada imaret mümkün
olmaz. Bu durumda, hava küresi üç tabakaya bölünüp, üst tabakası ateşe
komşu olduğundan oldukça sıcaktır. Orta tabakası, aşağıdan yükselen su
buharıyle komşu olduğundan, ifrat derecede soğuktur. Alt tabakası, yere ve
suya komşudur, lakin şuaların aksiyle tabiatı ılımlıdır. Onun için bu
tabakaya: Kürre-i nesîm derler. Buhar ve dumanla karışık olduğundan, buna:
Buhar küresi ve duman küresi de derle. Bu tabakanın havası kesif
olduğundan, güneşin ışığı ancak bunda zâhirdir. Yerin gölgesi ancak bunda
yürüyüp, döner. Onun için buna: Gece küresi ve gündüz küresi denilmiştir.
Bu kürenin rengidir ki, gök rengi görünmüştür. Zira ki, filozoflar
nazarında, bu tabakanın üstünde gece ve gündüz olmaz. güneş ve yıldızların
nurlu ışıkları, onda ay küresinin kesif cisminden gayri lâtif cisimlerde
yansıma ile ortaya çıkmaz. Lakin feleklerin gündüzü pâk bir nurdur ki, ne
şarkîdir, ne garbîdir. Orada sabah ve akşam yoktur. (Allah dilediğini
nuruna hidayet eder.) Bu tabakanın yeryüzünden yüksekliği belirtilen
kalınlığı miktarıdır ki, onaltı fersahtan fazlacadır.
İkinci Madde
Hava küresinin alt tabakasında meydana gelen çeşitli rüzgârları ve cihanın
yönlerini bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki, filozoflar demişlerdir ki: çeşitli rüzgârların
meydana gelmesi, deniz dibinde hava, unsurunun değişik yönlere hareketi ve
dalgalanmasıyle olur. Nitekim denizin yüzündeki su unsurunun dalgalanması,
bir cüzünün bir cüzünü değişik yönlere yitmesiyle vücut bulur. Hava unsuru
ile su unsuru iki sâkin deniz iken, hava zerrelerinin hareketi hafif
olmuştur. Su zerrelerinin hareketleri ağrılık bulmuştur.
Rüzgarların meydana gelmesinin sebebi budur ki: Güneşin tesirinden ya
başkasından hâsıl olan dumanlar yerden yükselip, soğu tabakaya ulaştığında,
eğer onların sıcaklığı kırıldıysa, aşağıya inmek için hareket edip, bu
yüzden hava denizi dahi dalgalanır. Böylece rüzgar olur. Eğer
sıcaklıklarını yitirmedilerse, ateş küresine yükselirler. Ateş ise o
duanların yersel maddelerini yakıp, kalan havaî maddesini dönüsel
hareketiyle aşağı tarafa iter. İşte bu hareketle hava dalgalanıp, rüzgâr
olur. Rüzgârın bir sebebi de budur ki: soğuk tabakada bulutlar ağır olup,
yukarıdan aşağıya yöneldiğinden, bunlar, iniş hareketiyle suhunet bulup,
havaya dönüşerek, bizzat kendileri hareketli rüzgâr olur. Bu geriye dönüşle
hava dalgalanıp, rüzgâr olur. Bir ebedi dahi budur ki, bulutların
biribirine yığılmasından ve izdihamından hava yine hareketlenip,
dalgalanır. Böylece rüzgâr eser. Veyahut bulutlar kıvamda uyuşamayıp kesifi
hafifini ittiğinden, hafif bulutlar bir taraftan yürüyüp, havanın
dalgalanmasından rüzgâr meydana gelir. Bir sebebi dahi budur ki, havanın
ısınmasıyle bir taraftan yayılır, ona başka bir cisim karışmaksızın miktarı
fazlalaştığından, komşusu olan havayı iter, itilen komşusunu iter, böyle
böyle hava dalgalanarak gider. Bu itişme yavaş yavaş zayıflayan, merkezden
uzaklaştıkça, giderek hava sakinleşir. Mesela bir durgun suyun ortasına bi
taş atıldığında, ne şekilde dalgalanırsa, durgun hava dahi onun gibi
dalgalanır. Bir sebebi dahi budur ki: Hava yoğunlaşmasıyle ir tarafta
toplandığında, yine hava dalgalanası olur. Zira ki, havanın hacmi iyice
yoğunlaşıp, boşluk nedeniyle çevredeki hava zorunlu olarak o tarafa hareket
ederek,rüzgâr peyda olur. Bir sebebi de budur ki, yerden yükselen
dumanların bazısı, soğuk tabakaya ulaşmazdan önce havaya dönüşüp, bir
taraftan bir tarafa hareketle rüzgâr olur.
Sam yelinin sebebi ise, şihab maddesinin kalıntıları olan göktaşlarıyla
karışarak yakıcılaşan havanın hareketleridir. Yahut halis havanın, sıcak
araziden geçmesinden, yakıcı niteliği ile nitelenip, sam yeli olur.
Kasırganın sebebi: O ki, yeryüzünü süpürür, devran ile kendi kendine
sarılıp ayağa kalkar gibi görünür, havaya yükselir. Bu yele: Ümm-ü zevba
(burgan) derler. Bunun çoğunlukla sebebi odur ki: Soğuk tabakadan inen
rüzgâr, bulutlarla karşılaşıp, bulutlar da çeşitli rüzgârlarla deveran
etmekteyken, o inen rüzgâr dahi dönmeye başlayıp, bu haliyle yere iner. O
anda, çalı-çırpı ve toz-toprak ne bulursa döndürüp, endamıyle bir daire
görünür ve kâh olur ki, çeşitli yönlerden esen rüzgârlar birbirine
rastlayıp, itişerek, yerden kopardıklarıyla birbirlerine saldırırlar. O
anda, rüzgârların arasında kalan şeyler sıkılıp, bükülüp, minare gibi
yükselir. Güya ki, uzuvları var gibi, birbiriyle sarmaş dolaş görünürler.
Kâh olur ki, denizde geriye rastlayıp, döndürür. Kâh olur ki, bu buragan
ortasına bir bulut düşüp, onu havada döndürürken, büyük bir hortum
şeklinde görünür.
Şahıslara göre cihanda yönler altıdır ki: Şahsın altı, üstü, önü, arkası,
sağı ve soludur. Lakin astronomlar, cihanın dört yönünden, güneşin doğduğu
tarafa, doğu; battığı tarafa, batı adını vermişlerdir. Doğuya dönük olan
kimsenin sağ tarafına güney, sol tarafına, kuzey demişlerdir. Bu sayılan
dört yönün aralarında dört yön daha koyup, tertip etmişlerdir. Doğu ile
kuzey arasına: Yaz doğusu (kuzeydoğu), doğu ile güney arasına: Kış doğusu
(güneydoğu), güneyle batı arasına: Kış batısı (güneybatı), batı ile kuzey
arasına: Yaz batısı (kuzeybatı), adlarını vermişlerdir. Şu halde cihanın bu
altı yönüne, sekiz rüzgâr nispet ve tayin edip: Doğu, batı, güney, kuzey
taraflarından hareket eden dört rüzgârı; temel rüzgârlar itibar
etmişlerdir. Bunların aralarında esen rüzgârları, tâli rüzgârlar itibar
ederler. Bu rüzgârlarla yelkenli gemiler denizlerde her yöne gitmişlerdir.
İstenen sahillere yetmişlerdir.
İmdi, rüzgârlar gönderici olan kâdır ve kayyumun kudret ve azametini bir
kere fikredip düşünsen ki, bize gönderdiği bu rüzgârların, ağır gemileri
yürütüşü, bulutları yayışı gibi nice büyük faydaları vardır ki, binde biri
ancak bilinmiştir. Zira ki, "Rüzgâr olmasaydı, herşey bozulurdu,"
denilmiştir. Çünkü havanın yönlere hareketi bu kadarlık açıklandı. Şimdi de
fayda ve özelliklerini açıklayalım, ta ki he bi nefeste iki nimet olduğu,
herkese ayan olup, herkes kendini nimete batmış bilip, nimet vericiye
şükredici olalar.
Üçüncü Madde
Bizi kuşatan havanın, bedenlerimize ve ruhlarımıza olan tesirlerini ve
menfaatlerini bildirir.
Ey aziz, malum olsun ki, filozoflar demişlerdir ki: Hak'ın tesiriyle, bizi
kuşatmış olan havanın bedenlerimize tesiri çok açıktır. Bu hava,
bedenlerimizin ve ruhlarımızın unsuru olduğundan, ruhlarımıza ulaşan
âdaletli bir fâil gibi sıhha ve âfiyetimizin sebebi olmuştur. Bu durumda
havadan ruhlarımızda hâsıl olan tadil, iki şekildedir. iri rahatlandırma,
diğeri temizlemedir. Rahatlandırma: Ruhunhararetli mizacı hapsolunarak
şiddetlendikçe, ona akciğerden ve can damarlarına bitişik olan nabz
mesamelerinden hava vermektir. Zira ki,bizi kuşatan hava, ruhumuzun aziz
mizacına kıyasla, gayet soğuktur. Şu halde havanın sadmesi ruha ulaşıp,
karıştığında, hayatımızın sebebi olan nefesin etkisinin kabulü yeteneğinden
ruhu men eden kötü mizaca neden olan ateşe dönüşmesinden ruhu koruyup;
buharsı rutubetinin cevheri yok olmadan onu en eder. Temizlenme ise: Bu
bedenin en feyizli karışımı gibi olan ruhun, ayırıcı yeteneğiyle içimize
aldığımız havanın dumansı buharını ayrıştırıp, nefes dışarı çıkarken teslim
etmesidir. Demek ki, burunu çekilen havanın tadili, havanın ruh üzerine
gelmesiyle olur. Temizlenme, havanın candan dışarı çıkmasıyle olur. Zira ki
tadil için alınan hava, önce soğuktur. Ama içeride, uzun süre hapsedilip,
ruhun niteliğiyle nitelenip ısınsa, faydası bâtıl olur. Bu tür havadan ruh,
istiğna edip yeni havaya muhtaç olur ki, yeni hava akciğeri içine girip
öncekinin yerini ala. Şu halde, zorunlu olarak alına havayı vermek
gereklidir. Ta ki, hemen ardınca gelecek havaya boş yer kala ve o havanın
çıkmasıyle birlik onun fazla cevherlerini (karbondioksit) ruh dışarı ite.
Hava mutedil ve saf olup, ruhun mizacına uymayan garip cevherler ona
karışmamıştır. Havanın işi, temizleme ve rahatlandırma suretiyle bedenlere
ve ruhlara sıhhat ve âfiyet vermektir; korumak ve siyanet etmektir. Eğer
hava bozuşuma uğradıysa, onun işi de, beden ve ruhlar zarar vermektir.
Hakikatte zarar veren ve fayda veren yaratıcı olan Hüda iken, edenleri ve
ruhları sebeblere ve havaya bağlamıştır.
Dostları ilə paylaş: |