XIA KONYA DEVAMI
Bayındırlık Müdürü beni çağırttı “Şurada yüz on bin lira ödenek var onu al işi sonra yaparsın ödenek geri gitmesin “ dedi. Mali yılın bitmesine beş gün var. Hava da karlı, yapılacak iş Çumra’da pratik kız sanat okulu ve kreş olacak bir bina ama bina tam manası ile güvercinlik. Müdür Bey’e “Parayı ben alamam çünkü müteahhit Ali Osman’dır. Ona da bu aşamada paranın verilmesine taraftar değilim. Madem zatıaliniz ödeneği düşünüyorlar emir buyurun ödeneği Ali Osman adına emanete alsınlar, işi yapar parayı alırız” dedim. Çok memnun oldu.
İşe yıkımla başladım. Ali Osman geldi “Ağabey ne yapıyorsun? Buranın ödeneği yüz on bin liradır”. Evet biliyorum. Madem öyle işte böyle. Bana bir inanana iki inanırım. Senin de haklarını kimseye yedirmem. Onun için müsterih ol. Ali Osman daha bir şey söylemedi ve gitti.
Ben de düşündüğüm şekilde işe devam ettim ve işi bitirdim. Okulun açılışında müdür beyi sanki omuzlarda taşıdılar. Müdür Bey de bana teşekkür etti.
Ben “Müdür Bey buradan 367.000 lira daha alacaklıyız” deyince Müdür Bey “Nee?” dedi. “Evet bu kadar alacaklıyız. Kesin hesap da makamdan geçti ama siz hatırlamıyorsunuz.” Kontrolü çağırdı. “Bakın Durdu ne diyor” dedi. Kontrol de “Evet müteahhit bu kadar alacaklıdır” diye teyit edince yine de “Sağol Durdu paranı on gün içinde öderim” dedi ve on gün içinde para geldi. Hiçbir iş yapmadan aldık ama bu sefer de Müdüre Hanım muhalefet etti ödememek için. Bayındırlık’tan gelip, Müdüre Hanım’ı ikna ettikten sonra parayı alabildik. O zaman böyle bürokratlar vardı. Bugün bu kadar paranın on gün içinde gelip de hak sahibine ödeneceğine inanmıyorum.
Ali Osman parayı alınca soğuk tandırdan sıcak ekmek çıktı diye memnuniyetini belirtti. Ama Müdüre Hanım’a küstü.
Pratik Kız Sanat Okulu resmen açılmadı ama kadro tamam. Tabi Müdüre Hanım dahil hepsi bayan. Onlara bir oda hazırladık. Orada günü geçirirler. Hoca hanımlardan birkaçı benim yattığım evle duvar duvara bir evde kalırlar ama kaç tane, nereliler bunları bilmem.
Ben bir iş için Ankara’ya gittim. Kaldığım evin altı malzeme deposudur. Anahtarı daima yazıhanede asılı durur. Özellikle tesisatçılar oradan malzeme alırlar. O evde onuncu senem ama hiçbir hadise olmadı.
Benim Ankara’da olduğumu fırsat bilen Mustafa TANYERİ (Ecevit) ile Güllüce’li bir kişi. Anahtarı alıp benim yattığım yere çıkarlar. Yatak odası giriş kapısının arkasında bir dolap yeri varmış ben bilmiyordum. Buradan ağaç burgusu ile hoca hanımların evine delik açarlar. Röntgencilik yapmak için. İşin garibi ağaç burgusunun talaşı öbür tarafa dökülmüş. Pazartesi günü hoca hanımlar gelirler. Burgunun talaşı evlerinin içinde. Bunu benim yaptığımı sanarak şikayetçi olurlar. Halbuki ben bir haftadır Ankara’dayım. Güllüce’li oğlan kaçar Ecevit’i dama korlar. Mahkemede hem sanık ve hem de tanık olarak bulunuyorum. Azerbaycan asıllı bir hakim “Eğer bunu yaptıysan yazık olsun Durdu Bey’liğine” diye beni itham etti. Ben de “Eğer sizi ikna edememişsem sizin hakimliğinize yazık olsun” diye cevap verdim. Benden seyahat biletlerimi istedi ve kovuşturmaya gerek olmadığına karar verdi.
Ali Osman’a Ecevit insan değil. Ama bunun ebeveyni siz orada bostan bekçisi miydiniz ki bizim çocuğumuzla alakadar olmadınız diye bizi itham ederler. İyisi mi elimizden geleni yapıp şu iti hapisten çıkaralım. Ali Osman “Peki” dedi. Kalktık Karaman’a gittik. Orada hakimin hemşerisi lise müdürünü ve öğretmenleri gördük. Orada bunlara bir ziyafet verdik. Olmadı Çumra’ya geldiler. Kuzu kestik. Yendi, içildi. Hakim görüldü, iş bağlandı ve Ecevit delikten çıktı. Güllüce’li oğlanın babası geldi. Kendisi eğitmenmiş. Çok havalı ben milli irfan ordusuna otuz sene hizmet ettim de benim çocuğuma neden sahip çıkmadınız gibi tarizlerde bulundu.
Ben de sen kendi ifadene göre milli irfan ordusuna hizmet etmişsin ama kendi çocuğunu yetiştirememişsin. Bu mudur eğitimcinin çocuğunun yapacağı hareket? Çocuğunuz terbiyesizliğini gösterdi. Biz de hemşeriliğimizi.
Mahkemenin sona ermesini sağladık. Bir daha ne Güllüce’li oğlanı gördüm ne de babasını. Zaman zaman selam gelir.
Ev sahibim evden çıkmamı istedi. Benim kiracının böyle işler yapmasına tahammülüm yoktur. Ben bu evi boşaltmam. Bir şeyin suyu vukuundan beterdir. Ben evden çıkarırsan suçu kabullenmiş olurum ki Ankara’daki adam Çumra’da nasıl suç işler deyince ev sahibim ağladı. “Ev benim değil senindir. İstediğin kadar otur” dedi.
Hoca hanımlara da benim bu işte günahım olmadığını söyledim ve ikna edinceye kadar konuştum. Ben şu kadar senedir Çumra’dayım. Hiçbir ahlak dışı hareketim olduğunu kimse söyleyemez.
Onlar da “Biz seni hep o gözle gördük. Birçok hareketimizi ağabey görerek yaptık. Ama evvel emirde konuyu bilmeden sizi şikayet etmiş bulunduk. Kusura bakmayın. Sizden özür dileriz” diyerek konuyu kapattık.
Konya Bayındırlık Müdürü Nurettin Seçkin benim bildiğim on seneden fazla Konya’da kaldı. Daha evveliyatını bilmiyorum. Bana da çok itibar etti ve her isteğimi yerine getirdi. Uzak kazalara kabule giderler ve üç günde dönerler.
Daireye vardığımda hizmetliler söyler. Müdürün seyahate gideceğini benim çok hak ediş raporumu boş imzaladı. Yine böyle boşa imza atılmış bir hak edişi kontrol masasında tanzim ediyorum bir müteahhit geldi. Bir sigara istedi. Bir daha bir daha üçüncüde imzayı gördü. Oho imza tamam doldur doldurabildiğin kadar dedi ve dördüncü sigaraya geldi. Vermiyorum tiryaki isen sigaranı cebinde taşı otlakçı olma. Hem demin sen ne demek istedin? Bu imza layık olana atılır. Sen kaç gündür buradasın? İki hafta dedi. Ben de bu sabah geldim ve bugün hak ediş para olacak ki ben şantiyeme gideyim. Görüyorsun delinin post saydığı gibi hesap yapıyorum ki hakikate ulaşayım diye. Bundan sonra benimle konuşurken ifadelerine dikkat et olmaz mı efendi dedim.
Erzurum’dan Konya’ya bir makine mühendisi naklen geldi. Kendisi gayet nazik ve terbiyeli Bayındırlık Müdürü hükümet binasının kalorifer onarımını Cahit Yaralı’ya vermiş. O da boruların tüm izolasyonunu soydurmuş. Araya da hafta tatili girmiş. Kaloriferci her şey normal sanarak kaloriferi ateşlemiş. Çatı arasında buz tutan boruların buzu çözülünce başlamış tavandan sular akmaya. Valilik de Müdürlük de en üstte ve aynı katta. Vali Bey kızar, Müdür bir şey söyleyemez.
Giresun’lu Rıdvan Unat diye çok sevdiğim bir kontrol var. Bana bizleri ve Müdür Bey’i yemeğe götür beş adam akşama kadar hepimizi kırıp geçirecek olur dedim ve Müdür odasına girdim. Efendim bugün öğle yemeğini beraber yiyebilir miyiz diye sordum. Olumlu karşıladı. Kontrolları da almak istiyorum olur mu dedim. O da olumlu karşılandı. İçkili Dayı’nın yerine gittik. Yiyor, içiyoruz ama Müdür Bey çok gergin. O ara bir makine mühendisi ben şöyle yap dedim ama Cahit Bey dinlemedi diye Müdür’e yağ çekiyor. Ben herkesin içinde Hasan Gül’ü azarladım. Müdür Bey’e de efendim hiç gülmüyorsunuz. Yediğimiz de bizi yiyor. Tesisatı düşünmeyin ben sabaha bu işi bitirir, tesisata suyu da veririm. Siz müsterih olun. “Hakikaten sabaha biter mi?” diye sordu. “Evet” dedim. Biraz neşelendi. Ali Osman’a iki ekip söyledim. Çumra’dan malzeme gelsin ben boruları sökene kadar yetmeyeni buradan alalım. Şu işi bitirelim. Hasılı gece saat ikide kalorifer yandı. Boruya yaslanmıştım. Uyumuşum. Uyandım aşağı indim ki tavan kuruyup, sararmaya başlamış. Mesai başlamaya her iş bitti ve hükümet binası ısındı.
Nurettin Bey’in tayini İstanbul’a terfian çıktı. “Durdu sizi de beklerim” dedi. Ama gidemedik tabi. Her fani gibi öldüğü günü duydum. Işığı bol olsun.
Her müteahhit kontrol ve kontrol amirine taltiften geri duramaz. Gerçi ben müteahhit değilim ama Ali Osman’ın işlerinin koordinatörüyüm. O bakımdan kontrol ve amiri ile ilk temas eden ben oluyorum. Ali Bey isminde bir Müdür geldi. Çumra’da yemek yiyoruz.
Vilayette koordinasyon kurulu toplantısı vardır diyerek yemeğin yarısında masadan kalktı. Aman yaman yok arabasına binip gitti.
Bizi tanıyanlara da şikayette bulunmuş ki sofralarında karnım doymadı diye. Bu olaydan sonra suyumuz düzgün akmadı. Kendisi özür dilemedi. Biz de taviz vermedik. Mali yıl bitmek üzere devletten çok alacak birikti. Zaten her sene öyle olur. Yıl içinde işler biter, mali yıl sonunda alacaklar tasfiye edilir. Bu yıl da böyle oldu. Sabah vilayete gittik. Evvela muhasebe Müdürü’nü gördüm. Müdür Bey saat 20.00’ye kadar çek keseceğini söyledi. Bayındırlık’ta hesapların hak ediş haline gelmesi saat 15.00’i buldu. Dosyalar koltuğumuzda Müdür Bey’in kapısına gittik. Evvela şantiye şefi mühendis girdi imzalatamadı. Ali Osman girdi yine imzalamadı. Ben girdim “Müdür Bey istirham edeyim şu hak edişleri imzalayın” dedim imzalamadı. Gerekçe sordum “Canım böyle istiyor” dedi. “Peki ödenekler geri mi gitsin?” dedim. “Bilmem” dedi. O zaman sinirime hakim olamadım. Dosyayı kafasına geçirdim. Odacı ve memurlar ayırt etti çıktım.
Vali muavinlerinden birisi molulu idi. Birçok da angarya işlerini yaptık. Belki lazım olur diye. Üç tane Vali muavini bir oturuyorlar. Derdimi anlattım. Kimi sigara, kimi kolonya ikram ediyor. “Siz bu hak edişi imza ettirebilir misiniz?” diye sordum. “Yanlış kapı çalmışım özür dilerim” deyip çıktım. Bizden başka iki kişi daha var. Onların da evrakı imzalanmadı. Ben Müdür vekili Necati Bey’i sordum. Yakın bir yerde kabule gitmişler. Binip arabalara Necati Bey’e vardık. “Nedir yahu baskın mı var” dedi. Ben “Başımız belaya girecek lütfen bizleri beladan kurtar patron. Şu hak edişleri imzala” dedim. Adam imzaladı. Daireye ne zaman geleceğini sordum. Biz daireye geldik. Tahakkuk yazılarını yazdırırken Necati Bey de geldi. Tüm yazıları da imzaladı. Saat 17.00’ye evrak muhasebeye intikal etti. Ali Osman Abi Emrullah Bey seni kırmaz. Şu kadar parayı kasa dışı tutsun. Miktarı avucuma yazdı. Ben Ziraat Bankası’nın kilitli kapısını açtırdım. Emrullah Bey’in makamına girdim. Avucumdaki yazıyı gösterdim. Bu kadar parayı kasa harici tutmasını diledim. O kolay sen kahveyi nasıl içersin diyerek kahve ikram etti. Kahve ikram etti ama kahve gelene kadar sızmışım. Ali Osman çeki verdi. Parayı aldı.
Banka müdürü Emrullah Bey Konya kululu. Kayseri’de kululu bir avukat. Anarşik dönemde öldürüldü. Maktul sevilen bir kişi imiş ki cenazesine yüz on tane çelenk göndermişler. Daha evvel Emrullah Bey, Çumra Müdürü idi. Tanışmamız da o zamana dayanır.
Ertesi günü Bayındırlık Müdürü’nü makamında ziyaret ettim. Bana içecek ikram etti ret ettim. Üstelik “Ali seni buradan gönderiyorum” dedim . “Ben istersem giderim” dedi. “Sen valizini topla cidden göndereceğim.”
Ankara’ya gittim. Bakanlıkta çok Urfa’lı tanıdığım var. Birisi de Müsteşar muavini, şube müdürü, şef memur bunlara bir yemek verdim ve derdimi anlattım. Orada karar verildi. Konya Bayındırlık Müdürü alınacak ve iki hafta içinde alındı da. Biz veda ziyafetine para verdik de katılmadık.
Ali Osman’la olan birlikteliğimin tadı kalmadı. Çumra’da iki kardeş Osman ve Ömer Gürbüz her gün yazıhaneye gelirler beni ziyarete. Çalışmama bakarlar da bana acırlar. Önerileri benim ayrılmamdır. Ben de görüyorsunuz ben bu varlığı kirpiklerimle topladım. Ayrılırsam yaba ile savrulur. Ali Osman’ı derim Osman öldü. Ömer ziyaretlerini devam ettirdi. Ama bir gün geldi ki çekemedim ve ayrıldım.
Ali Osman Çumra’da kendine ait binaya başlamadan evvel kendisine kardeşim imkanın varsa bu yatırımı Konya, Ankara ve Kayseri’ye yapalım. Balık büyük suda büyür. Çumra’lı apartmanda niye otursun. Bin metre tarla alıyor yüz metresine ev yapıyor dokuz yüz metresini de bahçe olarak düzenliyor. Hem kendi ve hem de ineği besleniyor.
Bu teklifime karşılık iyi mülk olur dedi. Önerimi üç kere tekrarladım. Hepsinde aynı cevabı aldım. Daha ileri gitsem benim istemediğim kanaati uyanacak. Başladık yapmaya ama sonuç hüsran. 1990-91 yıllarda tamamını zorla ve çok ucuza sattı ve Kayseri’ye kendini zor attı. Kanaatımca elindekini avucundakini o bina yuttu.
İnşaata başladığımızda tuğla 110 kuruş, çimento 10 lira, demir 3 lira, kereste 1200 liradır. 30 dükkan, 22 apt. dairesinin işleri %80 bitmiş idi. O güzelim tesisi çok ucuza verdi. İki yüz milyona daha evvelde 8-10 daire satmıştı. Film bitti. Baktım Ali Osman’la bir sonuç alınamıyor. Her şeyi bırakıp ayrıldım.
Çumra Belediyesi’nin fen işlerine bakan mühendis Cafer Çatal’la eskiden bir merhabamız vardı. Onunla ortak oldum. Tabii benim hiç param yok. Teminat ve sermaye Cafer Bey’den. Cafer Bey’in Konya piyasasında da çok zengin hemşerileri var.
Evvel emirde Çumra kaymakamı evini üç okul ve arkasından Çumra Ziraat Bankası şube onarımı derken epey para kazandık. Ben sadece harçlığım kadar para alıyorum. Onun haricinde gelen de giden de Cafer Bey’den sorulur. Ben işleri ve hesapları yürütürüm. Ziraat Bankası’nın 250.000 lira keşfi var. Müdür şunu da yap, bunu da yap derken keşfi yüzde yüzden fazla geçmişiz. Ödemeye gelince Müdür Bey sözünden döndü. Daha evvel her işi yapın dediğinde ben emir ihtiva eden belgeler almıştım. İtilafa düştük. “Müdür Bey size bir adam imza verip, kredi alıyor, ödemeyince ne yaparsınız?” dedim. O da “mahkemeye veririm” dedi. “Ben de sizi mahkemeye vereceğim. Elimdeki belgeler sizi mahkum edecektir” dedim. Adam yine oralı değil. Kalktım Genel Müdürlüğe gittim. Orada Mimarsinan’lı Ömer Özcan var mühendis. Hem de yetkili bir mevkide. Tanışmıyoruz. Ona derdimi anlattım. Ama adam alakadar olmadı. Bunun üzerine İnşaat Emlak Daire Başkanı’na çıktım. Adama derdimi anlattım. İlgi gösterdi. “Ne demek iş yapılmışsa bedeli ödenmelidir. Ben Çumra’ya bir heyet göndereceğim. Yapılan işleri hesap edecekler ve senin hakkın son kuruşuna kadar ödenecektir” dedi. Beni geri gönderdi. Birkaç gün sonra iki kişi geldi. Tüm hesapları tetkik ve tasdik etti. Keşiften başka 330.000 lira alacağımız çıktı. Şube müdürüne ödemesi için talimat verip, gittiler. Müdür de bizim hakkımızı ödedi ve ekstradan para aldık.
Çumra’da sevilen, aranan firma olduk ve yapılmakta olan sanayi bölgesi inşaatı işinin kontrollüğünü de dolgun bir ücretle bize verdiler. İşler iyi giderken sanayi bölge inşaatı yüklenicisi bir hak ediş getirdi.
167.000.000 milyonluk hak edişi hesapladım. Yüz milyon da tutmuyor. Şu şu imalatlar yok kardeşim diyorum. Yüklenici var diye direniyor. Eğer dese ki evet bunlar yok ama en kısa zamanda yapacağız dese hak edişi imzalayacağım. Zira her zaman bu işler yapılır ve ertesi hak edişe yetişir. Dini bayramlardan biri idi. Üç kuruş harçlık aldım. Memlekete geldim. Bayramdan sonra vardım ki müteahhit oradadır. Benim ortağım Cafer Bey de raporu imzalamamı istedi. Ben “Kaç lira aldım?” dedim. Duvarlardan ses geldi de ondan gelmedi. Hak ediş raporuna muhalefet şerhi koyarak imzaladım ve istifamla beraber yolladım. Ondan sonrasını bilmem ne oldu. Bu olaydan sonra kafamda bir soru işareti belirdi. Bununla birlikte işler devam ediyor. Bu ara Konya tıp fakültesi tamir tadilini aldık. Keşif bitti iş bitmedi.
Fakat üç yönden para akıyor;
1. Konya zenginleri,
2. Fakülteye gelen ödenekler,
3. Kontrol örgütünün paramızın ödeneceği yolun verdiği teminat.
Akyokuş verem hastanesi halkın katkısı ile yapılmış 8 kat ve 25.000 m2’dir. Yanı 25 dönüm.
Burada bina çok yıpranmış. Dolayısıyla sıhhi tesisat, kalorifer tesisatı, doğrama aksamı, çatı ve müştemilat. Buradan öyle malzeme aldık ki, akıl yetmez. Elektrik ve sıhhi tesisat armatürleri, kalorifer petekleri, kullanılabilecek kadar elektrik kablosu, kereste ile yapılmış bölmelerden çıkan kereste daha birçok malzeme bizim oldu. Bu malzemeleri Cafer Bey’in Konya’daki bir akrabasının bahçesine koyduk. Fazla yaptığımız işin de kesin hesabı çıkıyor. Su, elektrik, kalorifer tesisatlarının hesabı çıktı ve tasdik edildi. İnşaat da yarıyı geçti.
Bu ara iki olay benim midemi bulandırdı. Birisi la mekan olan Ankara’lı bir elektrikçi üzerine emanet bir iş almıştık. Onun parasını alır ve Cafer Bey’e verir. Diğeri de fakülteden gelen malzemelerden döşeme biçtirmek istedim. Cafer Bey olmaz dedi. Ama nedenini anlatmadı. Elimizde işimiz olmasına rağmen nasıl oldu da kandık bilmiyorum. Sinema inşaatından Ali Osman adına bir aldık. Dekorasyon işi. Biz dilendik, deşirdik bir imalat meydana getirdik. Ali Osman Bey parayı aldı. Enine uzununa harcadı. Çok az da biz aldık zorla. Bu olay benim ortağım karşısında yüzümü kızarttı. Bu üç olaydan sonra ortaklık devam edemezdi ve etmedi de. Cafer Bey’den ayrıldım. Konya merkezde ders aletlerinin 250.000 liralık bir işini aldım ve onu layıkıyla bitirdim. Bir de Doğanhisar ilçesinin ilkokul işini aldım. İş bitti ama ben de bittim. Çatıya aldığım keresteye 250.000 lira borç var. Alacaklı sıkıştırıyor. Atladım Bursa’ya gittim. Her derdimde elimden tutan, para yönünden beni her zaman mutlu sonla karşılanmasını sağlayan çok değerli oğlum S. Ahmet Nevruz’u ne kadar anlatsam azdır.
Tanrı işlerini rast, tuttuğunu kolay getirsin. Toprak diye avuçladığı altın olsun. Daha fazla izahata lüzum yok. Çünkü her ihtiyacım evvel emirde Ahmet tarafından karşılanmıştır. Fazlası var, eksiği yoktur. Konu buraya gelmişken, bazı kritiklerde bulunacağım. Oğlum Kurtuluş da çok maddi ve manevi desteklerde bulunmakla beraber bizzat yanımda olarak birçok zorlukları göğüsledi. Kanaatimce birçok hareketi kendi düşüncesi olmakla beraber, sanırım Ahmet’in katkısı vardır. Mustafa ve Zarife’nin maddi katkısı hariç sözde katkıları olmuştur. Hikmet, elin emrinde kendi çalışmadığı için tabi bir katkı beklenemez. Şerife’nin çok yangın, çok bağlı hakiki candan girişimleri vardır. Ama Şerife kuru ağaçtan düdük çıkarmıştır ki yaşamak ve katlanmak gerçekten zordur. Ama zoru başardığı için tebrike değer.
Bu arada Kurtuluş’un mahkeme safhasındaki katkıları asla inkar edilmez ve unutulmaz (Belediye Başkanlığı dönemine ait davalar).
Ben yaratılışım icabı, kolektif çalışmaya taraftarım. Bu cümleden olarak tayyare fabrikasında çalışırken kasabaya otobüs alıp çalıştırma fikrini bekar evi arkadaşlarıma önerdim. 500 lira katarak otobüsü almayı kararlaştırdık. Niyazi ağam, Ali Mehmet Solmaz ve ben. Ali Hayreti de şoför olarak düşündük. Ondan para da almadık. Bir de maaş vereceğiz ki ondan keseceğiz. Otobüsü 9000 liraya aldık parayı Niyazi ağam ama otobüsün şasesinde çatlak varmış. Onu ertesi günü gördük. Niyazi ağa bu otobüs geri verilecek diye tutturdu. Adam 500 eksik veriyor. Adamın Adana’ya yolcusu vardı onun için 500 lira eksik vermek ister. Araya girenler 300’e razı ettiler güç bela. Biz de razı olduk. Parayı alıp, otobüsü verdik.
Akşam, Niyazi ağanın evinde toplandık. Akka hala siz halkı yerde bırakırsanız sikilmişe dönersiniz oğlum Durdu sen otobüsü al, para benden dedi. Ertesi günü salkumalılardan 8000 liraya chevrolet marka bir otobüs aldık ve bu otobüs çok para kazandı. 8 ayda 36.000 lira kar ettik. Adam başı 9000 lira kar. Bu ara 3 kamyon, bir otobüsümüz oldu. Dört kişi karı bölüştük. O devirde TMO halka tohumluk buğday verir de. Bunun ofisten kasabaya naklini 10.000 liraya yapacağız. Köylü yükleyecek ve köylü boşaltacak. Kar bölüştükten sonra Ali Hayret’e iki senelik bir ortaklık sözleşmesi yapmayı teklif ettim. Yok arkadaş bana baharın faun alacaklar ben sözleşme imzalamam dedi.
Köylünün buğdayını yükledik. İlk seferde çeşme üstünden araba geri geri kaçtı. Bir muavin öldü. Ne 10.000 lira aldık, ne de beş kuruş. Üstelik çok şey kaybettik. Bu kazanın olduğu zaman Seyyit Ahmet annesinin üzerinde idi. Ben kazayı müteakip eve geldim. Bugün gibi aklımda. Evde yemek olarak mantı varmış. Önüme koydular. Yutmanın imkanı yok. İnmiyor boğazımdan. Anama kaza geçirdiğimizi söyledim. Hanıma da üzülecek bir şey olmadığını ifade ettim. Yalnız muavin yaralıdır. Babam hastaneye götürdü. İnşallah kurtulur yollu eşimi teselli ettim. Bilahare kaza yerine gittim. Bekleriz babam gelmez. Şoför Ali Hayret çekildi, yattı. Aman Ali gel arabaya bir arıza yapıp, kaza bundan oldu diyelim yok Ali benim içim rahat bir şey olmaz dedi ve yatağından kalkmadı. Ali’nin ağabeyi Ali Mehmet Solmaz ve ben kazayı takriben 4 saat sonra otobüsü ve babamı aramaya gittik yaya olarak. İnciklerimiz öldü. Kumpete vardık. İşaretle bir kamyon durdurduk. Buğday yüklü kamyonda duyduğum huzur ve rahatı bir daha tatmadım. Saat 4.00’te kanı pazarına indik. Otobüs arıza yapmış. Babam kahvede sabahı bekliyor.
Hasılı muavin öldü. Çocuk Germir’li idi. Mimarsinan’a gelirken Germir’de indirebilirdik. Fakat şimdi biz evimizde yağlı veya yavan bir yemek yiyeceğiz. Onun da nasiplenmesini bizzat ben istedim. Ama kader benim düşünceme fırsat vermedi. Ölünün babası davacı olmadı ama amme hukuku şoföre otuz ay gün verdi. Onun mahkeme masrafı, avukatlık ücreti tarafımızdan karşılandı. Tabi hapsin harçlığı da.
Bu olaydan sonra Mimarsinan Muhtarlığı köy adına otobüs aldı. Biz derhal otobüsü sattık. Üç kamyon var ama lastik yok. Yedek parça yok. Onlar da çalışmıyor. Üç kamyonu bire düşürdük. Kırşehir’den Ali Hayret’le Ali Mehmet Solmaz, saman getirip atıyorlar. Bu iş nasıl diye sorduğumda bunun karı hiçbir şeyde yoktur dediler ve sezon bitti. Hesaba gelince ortada hiç varlık yok. İtiraz ettim. Hesap yekünü her gün değişiyor mizahlaşıyoruz.
Ama netice değişmiyor. Yine böyle bir gün canbaz Hasan’ın kapısında münakaşa ederken kambur Ali’nin Hasan da orada idi (Ali, Yağmur’un babası). Benden hesap listesini istedi. Alır almaz ağzına sıçayım bu hesabın diyerek yırttı. Yırttı ve kağıt parçalarını çaya attı. O zaman çayın üstü açıktı. Listeler yok oldu. Ben de Hasan ağaya teşekkür ettim. Halen rahmet okurum.
Ucuz, pahalı kamyonlar satıldı. Parasını bölüştük ama bu uğraştan bir maya çalamadık. Herkes yoluna gitti. Ben de askere gittim 04.04.1954. Ha Ali’ye kimse faun kamyon değil almak şoför bile tutmadı.
Asker iken Ahmet Şeref denen nam şahıs ortaklık teklif etti. Zaten hava ikmal merkezinde gözüm yoktu. Kabul ettim ve terhis olduktan sora ortak olduk. Onun eski eser belgesi vardı ve işler onun adına vekaleten yürütülüyor. 1956 senesi Söke’den 300.000 liralık Hıssıta kışlası onarımını aldık. Ahmet, işi benim üzerime bıraktı. Ankara, İstanbul iş takip ediyor. Hiçbir iş de almadı ya.
Ben o tarihte inşaatın işini bilmiyorum. Bir de Isparta’dan 100.000 liralık ihata duvar işi aldık zor bela. Bu işleri bitirdim. Sonuçta 108.000 lira para kazanmışız. Yarısını sermaye sahibi Germir’li ölü Şükrü’nün oğlu Hacı Mehmet aldı. Biz ortağımla hissemize düşeni yemişiz. Patrona teklif ettik. Tamam mı, devam mı? Adam aynı şartlarla bir sene daha devam etmemizi önerdi. Biz mecburen kabul ettik. Bu tarihte elimizde 50.000 liralık Isparta’da beton yol işi var. Ben Isparta’dan Kayseri’ye geldim. Giderken para lazım. Patronun oğluna bunu söyledim. Günlerden Cumartesi. Neden daha evvel söylemediğimi sordu. Ben de yarın istediğim kadar paranın olacağını düşündüğüm için dedim. Vallahi yoktur öyle ise ben gideyim. Siz havale çıkarın dedim. Olur dedi. Vedalaştık. Bir hafta hiç bankaya uğramadım. Bir hafta sonra bankalara uğradımsa da havale yok. Zira o tarihte Isparta’da üç banka vardı.
Telgraf çektim ve havale gelmediğini söyledim. Cevap geldi. Esasen sen bizi usandırdın. Cebindeki para ile işi bitir der H. Mehmet.
Atladım Kayseri’ye geldim. H. Mehmet’e şu telgrafı sen mi çektin dedim. Adam Durdu efendi, adamın eşref ve eşek saatleri olur, sen onu görme dedi. Sen onlara boşver. Telgraftaki imza senin mi, değil mi? Net konuş. Dedim evet. İmza benimdir dedi.
Öyle ise bu iş burada biter. Hesabımızı görüp ayrılalım dedim zoraki olur dedi. Hesabı oğlumla görünüz. Bununla beraber bize ihtiyacın olursa gerekli yardıma hazır olduğumuzu bilin dedi ve oğlunu göndermek üzere giderken Hacı baba benim size hiçbir suretle ihtiyacım olmayacak. İnsani temas devam eder ama alışveriş asla dedim. Ayrıldık.
Hesap görmek üzere oğlu geldi. Zaten hesap göreli üç ay olmuştu. Hesaplaştık. Isparta’da 15.000 lira borç 17.000 liralık malzeme çıktı. Karşımdaki adam “Durdu efendi malzeme senin olsun borcu da sen öde” dedi. Ben de düşünmeden olur dedim. Halbuki menfaatim icabı malzemeyi de borcu da bölüşelim diyemedim. Çok pişman oldum ama evvela olur dedim, sonradan dönemedim.
Bilahare, istihbaren öğrendiğime göre, Ahmet Şeref’le anlaşıp, beni ayırmak istemişler. Ahmet’e durumu anlattım. İstersen seninle de ayrılalım dedim. Kabul etmedi. Ama Ahmet ne işe baktı, ne de paraca yardım etti. Bununla beraber ortaklığımız devam etti.
Yukarıda söylediğim gibi elimde 50.000 liralık beton yol işim var. Borçların bir kısmını ödedim. 11.000 lira kaldı ama hiç ümidim yok ödemek için. Son defa Kayseri’ye geldim. Ailemle helalleştim. Hamallık yapıp, bu borcu ödeyeceğim. O vakit otobüsü biz çalıştırıyoruz. Otobüsün damına bindim ki Mimarsinan’ı son defa temaşa edeyim diye.
Isparta’ya vardım. Ruhu şad olsun karısı ve kendisi hacı olan bir ev sahibim var karı koca beni çok sevdiler. Çocukları olmadığı için beni resmen evlat edinmek istediler ama ben kabul etmedim. Buna rağmen üç öğün yemeği birlikte yiyoruz.
Hacı baba oldukça zengin. Halı dokutur, gül yağı toplar ve pazarda her türlü ticareti de yapardı. Benim Kayseri’den dönmemden sonraki durgun halim Hacı babanın dikkatini çekmiş olacak ki sebebini sordu. Ben de Hacı baba buradan Kayseri’ye giden Durdu müteahhidi idi. Kayseri’den dönen Durdu muflis ve hatta 11.000 lira da borçluyum. Ev sahibi kiracı münasebetlerimizi buna göre tanzim edelim. Al 300 lira altı aylık kira bedeli. Altı ay sonra Allah Kerim’dir. Bakalım devran ne gösterir dedim. Parayı cebine koydu o da Allah Kerim’dir dedi. Ertesi günü benimle konuşmak istedi ve “benim sana bir yardımım olur mu?” diye sordu. Ben de “Sizin sağlığınız, ilginiz ve sıcak nefesiniz yeter” dedim ve ilave olarak “her gün sofranıza almanız benim için en büyük nimettir” dedim. Hacı baba “bunları geç ben sana 20.000 lira versem yeter mi?” dedi. “Siz ne diyorsunuz benim tek gayem 11.000 (on bir bin)‘i ödemektir”. “Elimde gül yağı var onu İstanbul’a yollayıp para edeyim”. Üç gün müsaade istedi ve üç gün sonra bana yirmi bin lirayı saydı ne senet ne kürek.
Para alınca borçları ödedim. Borcun büyük bölümü Emeli Terakki şirketine kereste bedeli. Şirket ortaklarından birisi şu meşhur Hacı Ali Demirel’dir. Hacı Ali’nin halı mağazasına selam verip, girdim. İki ortak “Gel ha gel, biz de senin kesenden harcıyorduk” dediler. Madem sarflar benim keseden içeceğimi ısmarlayın da ben de size para vereyim dedim. Adamlar tuhaflaştı. “Şaşkınlığınız niye?” diye sordum. Hacı Ali dedi ki “ortağım Mehmet Özdemir senin para getirmeyeceğini düşünüyor bari bir senet alsaydık” diyor. Ben de “O delikanlıdan böyle haksızlık ummam derken sen girdin ve ödeme yapacağını söyledin. Şaşkınlığımız bundandır. Bende alacağınız elimde olmayarak gecikti. Özür dilerim ve bundan sonra da benden elinizi çekmeyin” dedim. Hesabı ödedim. Kerestelikte duran emekli ast subay Sait Efendi’ye telefon ettiler. Durdu Bey ne zaman gelir, ne kadar mal alırsa alsın para verirse al, vermezse hesap aç ve yaz dediler. Bundan sonra o firmadan çok iyilik gördüm. Şu ifadeyi kullanma gereği duyuyorum.
Bir kısım adamlar bir yere gelmişlerse bunda zekalarının payı büyüktür.
Hacı Ali Demirel’le yirmi sene sonra Zarife’nin Ankara Üniversitesi’ne nakli için görüştüğümde bana ismimle hitap ederek şişmanlamış olduğumu fark etti (Işık Koleji’nde). Hiç önem vermiyor gibi bir notlar aldı. Bu nakil işinin olacağını vaat etti. Hakikaten oldu ama Zarife İstanbul’dan ayrılmak istemedi.
Borçla borç ödemek bile insanı huzurlu ediyor. Piyasaya olan borçlarımı Hacı babadan aldığım para ile ödedim. Huzurum alacaklının bire inmesindendir.
Taahhüt konusu beton yol için 110 ton çimento ihtiyacı çıktı. O dönemde birçok ihtiyaç maddesi tevziye tabidir (1957). Tevzi bürosuna Ağustos içinde müracaat ettim. 1958 Nisan’ına kadar çimento fabrikalarının üretimi blokedir diye yazılı bilgi verdiler. Ben bu yazıyı ihale makamı Devlet Hastanesi’ne bildirdim ve karşılıklı olarak sözleşmenin feshini talep ettim.
İhale Komisyon Başkanı Başhekim Halit Akat (ruhu şad olsun) bana “başka çare yok mu?” diye sordu. “Vardır. Beton yerine parke taş döşersek olur” dedim. Beni arabasına bindirdi. Vali Bey’e götürdü. 57 yılı seçim arefesi ki çakılan bir tek çivi millete yatırım olarak lanse ediliyor. Hiç ihaleyi fesh ederler mi. Vali Bey beni çok sevdi genç olduğum için.
Bayındırlık Müdürünü çağırdı. Onun da mutalası sonucu beton yol parkeye döndü. Yeni fiyat tespitinde 1 m2 parke 19.24 liradır. Kahveye geldim. Kerim dayımla birlikte çaycıya iki çay söyledim. Döndüm bir adam bana beni soruyor. Çaycıya çayları üç yapmasını söyledim, oturduk.
Adam kendisinin Afyon’lu olduğunu parke taş kesme işleri yaptığını söyledi. Mevsim Eylül ortası 300.000 taş lazım. Ekim sonu kar yağar. Temin edip etmeyeceğini sordum, ederim dedi. “Fiyat nedir?” deyince “10 kuruş/tane” “Ne yapacaksın 10 kuruşu?” “9 kuruş işçiye vereceğim, 1 kuruş da kendime” dedi.
Ben de “ Sen işçiye 10 kuruş ver ben sana 11 krş/tane. Yalnız 70-80 kişi lazım temin edemezsen hiç başlama” “Ederim” dedi. “Haydi git işçiyi getir” deyince 4000 lira avans istedi. “Ben seni dolandırıcı bilirim. Sen beni ne bilirsen bil. Daha tanışalı bir çayı bile içemedik. Sana 2000 lira vereyim git işçiyi getir.” Adam kafası iki eli arasında daldı gitti. Uyandığında alnında mercimek tanesi gibi terlerler beraber. “Mecbur olmasam bunu da almam ama mecburum. Ver iki bini gideyim. Günlerden Cumartesi haftaya Cuma günü gelirim” dedi. Garaja gittik. Biletini aldık. Afyon Sandıklı’nın Ekinhisar Köyü’nden Ali oğlu İsmail Turgut’u yolladık.
Merhum Kerim dayım “İyi yapmadın. Keşke bir senet alsaydık”. Evvel niye söylemediğini sordum. “Önüne geçmek istemedim” dedi. Aman dayı paramız varsa iki bin eksik borcumuz iki bin fazla olur. Senet, kürek biz jandarma değiliz ya. Ama kafama sinek girdi. Eve geldik. Merhum hacıya “Ben kumar oynadım. İki bin lira kaybettim.” Deyince “sen bunu yapmazsın ama iyi olmamış” dedi. Bu kez kafamda sinek iki oldu. İster istemez Cuma’yı bekleyeceğiz. Hiç meşgale yok. Kahvede al papazı ver kızı oyun oynuyoruz. Cuma’dan çıktık. Kahvede gözüm kapıda bir baktım 5-6 kişi yabancı işaret ettim geldiler. Kim olduklarını sordum. Durdu Bey’i arıyorlar. İsmail yollamış daha gelecekler varmış. İsmail işçi topluyormuş. Dayımı yolladım selam söyle Yayla Palas Oteli’ne daimilerden başka müşteri almasınlar, bu kişiler benim misafirimdir. Hasılı sabaha 30 kişi olmuşlar. Bunlara çadır ve kumanya temin ettim ve ocağa yolladım. Her gün 5-8 kişi geliyor. Cuma günü de İsmail geldi.
El yazım ve imzam şudur. “Beni bu adamlara mahcup etme. Ben ne istersem yerine getirmeni diliyorum” dedi. Neden bu tembih deyince bu kadar adamın arasında mutlak hır çıkar. Birinden birini işten ayırmam gerekir. Hakkını vermemiz lazım. Kimi hasta, kimi kazandığı para yeter sanır. Bunların hakkını ödeyesin. Sen de ocağa gelme. Bir patronun ocağa gelmesinde yetecek kadar koyun kesilir. İçen içmeyen içki ister, sonu rezalettir. Senin emirlerini dayı bana getirsin.
Bir ara dayıma “İsmail’e söyle işçiyi biraz arttırsın” dedim. Dayım bana “ocakta 80 kişi var. 5 kamyon taş çekiyor, kum getiriyor. 25 kişi de onlar 15 kişi döşemeci var. Gene de sen bilirsin ama bir iş yerini 120 kişi çalışırsa yeter sanırım” dedi.
Öyleyse döşemecileri arttır, ona “olur” dedi. İsmail’den haber geldi. Üç yüz bin taş %10 fazlası ile temin edildi. Talimatına ihtiyaç var. 30.000 daha temin edilsin dedim. İstediğimiz taş 360.000 olarak temin edildi. Ocaktan geldiler ki saç sakal kir. Bin lira verdim İsmail’e “Bunları hamama berbere ve lokantaya götür. Gel hesabını göreyim” deyip yolladım. Temizlenmişler, geldiler. Hesabı gördük ve mutabıkız.
Fazladan 500 lira verdim zorla. Allah bereket versin işinden çok para kazandım. Bahşişe gerek yok. Bunu sana vermiyorum. Evdeki bacım ve yeğenlerimedir dedim de zoraki aldı.
“Bir daha işim olursa, gelir misin?” diye sordum. “Senin işin fizanda olsa gelirim” diye ifade etti. İsmail’i bir daha görmedim. Ahmet ve Mustafa Sayım ayrı ayrı selam getirdiler.
Ben taraftaki iş 50.000 liralık daha ihaleye çıktı. Bayındırlık müdürü ihaleye kimseyi sokmadı. %20 ilavesi ile iş 120.000 liraya çıktı ve 70.000 lira para kazandı. Hacı babanın parasını iki ay içinde iade ettim. Cumhuriyet gazetesinin arasına sarıp dolaba koydu. Bu paraya ihtiyacın olursa bana sorma da al dedi.
Tüm borçlarımı dağıttıktan mada elimde epey para da kaldı. Vilayete gitmiştim. Tevziden demir veriyorlar. Cebimdeki para yetmedi. Geldim dolaptaki parayı kimseye söylemeden aldım. Kaç ton olduğunu bilmiyorum Hacı babanın bahçesine indirdim.
Hacı baba hastalandı. Yarın ameliyat olmak üzere hastaneye yatırdık. Gece 1’e kadar yanında kaldım. Gayet iyi idi. Parayı aldığımı söyledim. “Bana ne söylüyorsun. O paraya ihtiyacın olunca al demedim mi” iyi geceler dileyip ayrıldım. Sabah hacı annenin feryadı ile uyandım ki hacı bana berhayat olmuş. Hastaneden alıp evine getirdik.
Ben üst katta otururum ev sahibi zeminde. Cenaze avluda yıkanıyor. Dayımla ben bakıyoruz. İnsanlar ikili üçlü konuşuyorlar. Ortadaki bir insan mı yoksa rastgele bir yaratık mı. Parayı aldığım hacı baba biliyor, hacı anne bilmiyor. Dayıma bunlar ara söylemiş. Ama ortada para yok. Konuşmaların sebebi bu imiş.
Dayıma “parayı benim aldığımı söyleyeceğim, ne dersin?” dedim. O da “sen bilirsin” dedi. Ölenin kaynını cama vurarak işaret ettim. Adam geldi. Kendisine “bizde ölü olunca yakınları feryadı figan eder, sizse sanki birbirinize masal anlatıyor gibisiniz. Niye böyle? Yoksa para meselesi mi?” dedim ve “para yok” dedi. “Ben aldım ama geri verdim” dedim. “Evet bacım (ölünün hanımı) öyle diyor. Durdu bizim paramızı verdi” ifadesini kullanıyor. “Evet ben parayı verdim ama geri aldım. Merhumun haberi var. Hacı annenin yoktur.
Meftayı ebedi evine defnedelim. Ala veremizi sonra konuşuruz. Adamın gözünün içi güldü. Hemen aşağıya indi. Bacısına müjdeyi verdi. O andan itibaren insanlar bir kaynaştı ki utanmasa halay çekecekler. Merhumu defnettik. Akşam ölü evinde taziye gelen epey cemaat var. Ama bunların içinde merhumun Hacı arkadaşı Hacı Eyyüp Tepe isminde bir kişi var ki laf ondan dinleniyor. Meseleyi ibret olsun diye anlatmamı istedi. Yukarıda izah ettiğim şekilde konuyu cemaate anlattım. Para ile avludaki demiri aldım. Müsaade edilirse demiri değerlendirdikten sonra ödeme yapayım. Aksi halde yarın demir satar parayı öderim. Karar cemaatin. Hacı Eyyüp Tepe “sen bir iş adamısın demiri değerlendir. Bilahare parayı öde. Bundan sonra Hacı Hasan Hüseyin baban öldü ise ben varım 3 oğlum var. Bir de senle dört oldunuz. Her ne isteğin olursa bana söyle. Aferin dinimiz ve insanlık icabı senin yaptığındır” dedi. Ben de buna karşılık “Yaşım daha genç Allah sağlık verirse daha çok paralar kazanırım. Tanrı nazarını kesmesin henüz 25 yaşındayım”.
Bir hafta sonra parayı ödemem ve evi terk etmem istendi. Gerekçe gelini gelecek belki bir saldırı olurmuş. Parayı ödeyeyim ama evi terk etmem. Birincisi 6 aylık peşin kira verdim, ikincisi sizin aklınıza gelen kötülüğün adamı ben değilim. Evden çıkmam ancak Hacı annenin isteği ile olur. Eğer istiyorsa evet, yoksa hayır. Hacı anne istemedi.
Hacı anne kardeşine çok hakaret etti ama macun tüpten çıktı bir kere. Bir evin içinde düşman kardeşler gibi oturmak beni de sıktı. Üç ay içinde evden ayrıldım ama Hacı anneye ziyaretleri hiç aksatmadım. 20.000 lira borcumu da ödedim. Ama avluyu ardiye olarak hep kullandım.
Sağlık Bakanlığı’nda Suat Seren isminde bir bürokrat varmış. Ispartalı o kişi daha 50’li yıllarda Isparta merkezle, ilçeler dahi sağlık tesisi sorununu çözmüştür. Devlet Hastanesi başhekimi istediğinde hemen elli bin lira gönderir o parayla yapılacak işi de bana yaptırırlardı. Isparta merkeze yeniden verem hastanesi, devlet hastanesine poliklinik ilavesi ve eski devlet hastanesinin çocuk hastanesi olarak tamir ve tadil işleri hep Şaban sayesinde yapıldı. Bu üç hastanenin araları 100 metreden fazla değildir. Yakınında Hacı Sabah adında bir kır kahvesi var ki başlı başına mesire yeridir. Ben daima burada oturur işleri yürütür ve çalışanlar içecek ne isterlerse yollardım ki çok verimli işler bitirdik. Akşam iş paydosunda da burada otururuz. Hoş sohbet gırla gider. Hele hele güdük Ömer’in sohbeti bizleri yerlere yatırırdı. Yine böyle bir gün omzunda 8-10 takım kumaş olan bir kişi bu tatlı sohbetten istifade edebilir miyim diye soruyollu müsaade istedi. Ben “buyur otur ama senin aradığın bu toplulukta yok” dedim. Adam “ben bir şey aramıyorum. Ekmek parası için kumaş satıyorum” dedi. “İşin rast gelsin ne arzu ederseniz buyurun için ama yine söylüyorum aradığın burada yoktur.” Biz sohbete devam ettik. Adam da kalktı ve gitti.
Birkaç gün sonra savcı bey beni istemiş bir iş için. Gittim. Savcı adamı benimle tanıştırmak istedi. Savcı bey “biz beyefendi ile tanıştık” dedim. Adam ilk görüşmemizi eksiksiz anlattı. Savcı bey de dedi ki “karşındaki Kayseri’lidir. Tabiî ki sizi fark etti ama deşifre etmez diye teminat verdi”. Ama adam ve ekibi devletin trenini durdurarak beyaz zehir şebekesini tamamen meydana çıkardı. Bir kurtulan Isparta Turizmin sahibi Kemal kaçtı. O tarihte Isparta’da özel araba tek o adamda vardı.
Göğüs hastanesi ile devlet hastanesine lüzumlu malzemeyi mahallinde temin olabiliyor. Çocuk hastanesi eski ve ahşap döşemelidir. Döşemenin üzerine Vali beyin emri ile muşamba kaplanmasını idare şart koştu ama muşamba piyasada ve birim fiyat listesinde yoktur. Fiyatın analiz yapılarak belirlenmesi gereklidir. Bir soba altına lüzumlu muşambaya göre analiz yapıp, bir fiyat tespiti yapıldı. Rakam şu an aklımda değil.
Kardeşim Ali Osman Gebze’de asker. Ona mektupla 2000 metre muşambaya ihtiyacımın olduğunu ve İstanbul’da bulup bulamayacağımızı bildirmesini istedim. O da bulduğunu benim gelmekliğimin ve paralı gelmenin şart olduğunu söyledi ve gittim. Ali Osman’a izin aldık. İstanbul’a Sultanhamam’a vardık. Orada çocuklar için merserize giyim satan İsmail isminde bir tablacı var. Kardeşim “bu kişi senin ihtiyacını temin edecek” dedi adam. Baktım tezgahındaki malın hepsi bin lira ya eder veya etmez. İsmail benden yirmi bin lira istedi. Çekindim. Adam anlamış olacak ki “korkma malın gelir” dedi. Ben de “Durdu’dan yirmi bin lira aldım diye imzalı bir kağıt ver” dedim. “Olmaz” dedi. Milli Korunma Kanunu var ki yakalananın anası ağlıyor. Yirmi bini saydım. Bir iş hanında bir büroya girdik. Bana muşamba örneklerini gösterdiler. Bir renk beğendim. “Sen git nakliye ambarını söyle mal adresine gelir” dediler. Onlar da belge vermedi. Malın halen deryada gemide yüklü olduğunu söylediler. Çar naçar ayrıldım. Oradan Kayseri’ye geldim. Ciğerim yanıyor. Anam benim halimi sordu. Baktım açık vereceğim. Üç gün sonra Isparta’ya gittim. İçiyorum. Eve giderken her gün ambarın önünden geçer ve sorarım. “Bana bu yük geldi mi?” yok, yok. Yine böyle bir gün eve giderken ayaklarım es çiziyormuş ki bir kişi benden hüviyet sordu. Kiminle müşerref olduğumu sordum. “Efendim, tespiti hüviyet memuruyum” dedi. Ben hüviyetimi çıkarıp şu hastanelerin inşaatını yaptırdığımı söyledim. Tanıştık. Sonra da ahbap olduk. Böyle gecelerden bir gece eve giderken baktım ki kamyondan soba borusu gibi bir şeyler indiriyorlar. Beni görünce “Durdu Ağabey bu sizin” dediler. Ne bileyim ben o güne kadar muşamba mı aldım sattım. Hamallara bunu çocuk hastanesine indirmelerini söyledim. 150 lira vererek inenleri de yüklettim ve kamyonu hastaneye boşalttılar. Ertesi günü döşemeye başladık. Gelen malın yarısı arttı. Ben siparişi iki bin boy metre vermişim. Gelen malın eni 2, boyu 2000 metre, yanı 4000 m2 mal gelmiş. İsmail’den mektup mektup üstüne 125 lira para ister. Gelen sipariş de bu kadar fazla imiş. Ben kızdım. Yirmi bin lira sormadım bunlar 125 liranın peşindeler. İstanbul’a yine gideceğim o zaman öderim diye mektuplara cevap vermedim. Elektrik malzemesi almak için gittiğimde serzenişte bulundum. “Nedir 125 lira için telaşe ediyorsunuz?” deyince “ağabey 125 lira değil, istenen para 1025 liradır”. Olamaz. Mektuplar yanındadır. Açtık, mektuplara baktık ki hakikaten istenen para 1025 liradır. Ben 125 okumuşum. Parayı hemen ödedim. Bana elektrik malzemesinin lazım olduğunu söyledim. Beni bankalar caddesinde bir yere götürdü. Oradan ihtiyacımı temin ettim. Isparta’nın yarı fiyatına.
Bana bir gün sorsalar Sultanhamam’ı nasıl bilirsin diye, cevabım ticaretin kıblesi ve kalbidir derim. Tabii kanaatim elli sene evveline aittir.
Ispartalılar, menfaatına çok düşkündürler. Ama Hıdır İlyas’tan sonra her Pazar Cumhuriyet Bayramı’na kadar ayrı ayrı yerlerde piknik yapılır. Tabii buna yerliler kadar isteyen yabancılar da iştirak ederler. Meyve, sebze ne istersen bahçelerden yiyebilirsin. Bahçenin dışına çıkartmamak şartı ile tamamen serbesttir. İnsanlar çok doğru ve vefalıdırlar. Harama tenezzül etmez, yalan söylemez. Dini inanç ve ibadette tutucudurlar. Bunda Saidi Nursi’nin etkisi büyüktür. Zira adı geçen Isparta’da ikamete mecbur olup, belli zamanlarda karakola gider, orada olduğunu imzası ile ispat ederdi. Esasında hiçbir kerameti de yoktu. Ben gittim, elini öptüm. Saygıdan değil, adet yerini bulsun diye. Ama o tarikata giren 50 yaş ve daha fazla yaştakilerin tamamen aile huzuru bozulmuştu. Sonradan 1957 seçimlerinde DP lehine propaganda yapmak üzere Isparta’dan ayrılmıştı. Şanlıurfa Viranşehir’de öldü. Urfa’ya defnedilmiş ki 27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra ihtilalciler naşı ve mezarı meçhul adrese taşımışlar. Ama zamanımızda mezarlık onun adına namütenai kişilerce ziyaret edilmektedir (mezarın yeri).
Isparta haşhaş yetişen bölge olduğu için Afyon kaçakçılığı ziyadedir. Bir sabah namazını kılmak için camiye giderken Denizli plakalı bir cip bir evin önünde durdu. Ben kadın var zannı ile elektrik direğine sindim. Cipten bir paketler indi. Ev sahibi cipçiye ara verdi. Görüyorum ama miktarını bilemem. Ev sahibi içeri girdi, cipçi gitti. Başka bir gün aynı evden Hatay plakalı bir taksi paketleri aldı, para verdi. Yine miktarı bilemem. Taksi Adana’da yakalanmış ama malı aldığı adresi bildirmemiş. Bir sabah kalktık. Mahalle askeri işgal altında. Köşe başları ve damlar tutulmuş. Mahalleye giriş çıkış yasak.
Ayakkabı tamircisi Nurettin’in evinde kundura kutuları içinde beyaz zehir yakalandı. Nurettin bize bahçelerde cümbüş çalardı. Demek ki bu işle de uğraşırmış ve insan denen yaratığın ne olduğunu yaratandan başka kimse tam anlamı ile bilemiyor. Isparta’da çalışırken birçok malzemenin olmadığı gibi demir ve çimento da tevziye tabidir. Demir imalat yerlerinden vilayet emrine geliyor. Vilayet tevzi bürosu yatırımcı dairelerin belgesine (ihtiyaç) göre dağıtıyor. Çimento ise Bakanlıklar arası yüksek tevzii bürosunca vilayetlere tevzien dağıtılıyor. Ispartaya’da 50 ton çimento verildi. Vesika olarak 35 tonunu valilik bana tahsis etti. 15 tonu da halka dağıtılacak. Çimento ihtal malı olduğu için İstanbul’dan alınacak. Vilayet çimentoyu getirmek için beni mutemet tayin etti. İstanbul’a ilk gidiyorum herşeyin tamamen acemisiyim. Haydarpaşa’dan trenden inip, vapura bindim. Karşımıza bir yolcu oturdu. “Galiba ilk geliyorsunuz” dedi. “Evet, ilk geliyorum İstanbul’a” diye karşılık verdim. “Bana bir otel önerirseniz memnun olurum” dedim. Adam bana “burada yalnız Türkçe lisan iyidir. Gerisi berbatın berbatıdır”.
Karaköy’de vapurdan indik. Bir taksi çevirdi ve beni Tepebaşı’na yolladı. Asmalı Mescit’te bir otele girdim. Beyannameyi imzalayıp, odama çıktım. Elimi, yüzümü yıkadıktan sonra yemek yemek için aşağıya indim ki vapurdaki adam benim hüviyetimi inceliyor. “Kolay gelsin” dedim. Adam “Ne yapalım vazife” dedi. Anladım ki adam polis.
Ertesi günü Karaköy’de ithalatçı firmayı buldum. “Isparta’ya tahsisli çimentoyu almaya geldim” dedim. Adamlar elimdeki vesikalara baktılar “doğrusun ama dün Valilik çimentoyu Tahsin Çapcı’ya verin diye telgrafla talimat verdi. Telgrafın tarihi senin vesikandan sonradır. Binaenaleyh çimentoyu size teslim edemeyeceğiz maalesef” dediler. PTT’den hemen Isparta Valiliği’ni aradım. Valilik firmayı doğruladı ve çimentoyu Tahsin Çapçı alacaktır diye kestirip attı. Birkaç kere Valiliğe telefon açtım ama durum değişmedi. En son bizzat Vali Bey’e “ben çimentoyu alıp, taahhüdümü yerine getireceğim Tahsin Çapcı ise tüccardır. Devlet desteği ile zengin etmek istiyorsunuz ki bu kanımca hiç mantıklı değildir. Çimento bana teslim edilmezse 1, Bakanlıklar arası yüksek tevzii komisyon kararı elimde bunu ne Çapcı’ya ne de ihtalatçı firmaya vermem. 2, korkarım sizi şikayet etme durumunda kalırım ki gönlüm her iki şıkkı da uygulamaya razı değil, kararınızı bekliyorum” dedim. “Ben talimat veriyorum Bayındırlık Müdürlüğü gereğini yapacaktır” dedi.
Hemen Bayındırlık Müdürlüğü muamelatını aradım. Orada memure Mürüvvet Hanım çıktı telefona. “Durdu Bey talimatı hemen yazıyorum” dedi. Heyecanla aman gözünü seveyim demişim. Kadın “ne yapıyorsun Durdu Bey?” dedi. Hemen özür diledim ve bu potum bir kazak giderildi. Çimentoyu ben aldım.
Isparta’da çocuk hastanesini tamir ve tadil ederken, Çankırı’lı Hilmi Gerçekerol isminde daireye yeni gelmiş bir kontrol verdiler. Müdür Bey’e “elin acemisini ben mi alıştıracağım?” dedim. O da “ancak sen bunu idare edersin” dedi. Mecburen kabullendim. Hilmi, bekar evlenecek. 5000 lira borç istedi, verdim. Evlendi. Hanımını da getirdi. Gelin hanım yemekler yaptı. Çamaşırlarımı yıkadı ve hatta yamadı. Sanki ağabey bacı gibi geçindik. Hilmi aldığı parayı ödedi. Kişisel münasebetlerimiz çok iyi.
İş bitti. Kesin hesap sonucu 37.000 lira alacağım çıktı. Hak edişi tasdik edilmek üzere muamelata bıraktım. Tarsus’da işim var. Oraya gittim, geldim. Hak ediş Müdür Bey’in sümeninde beklermiş. Müdür Bey’e “bir hak edişim var. Şunu tasdik edin de paraya ihtiyacım var” dedim. Müdür Bey “imzalamam” dedi. Sebebini sordum. “Sen kontrolla ortakmışsın” dedi. Ben de “işimde hile hurda yoksa kazandığım paranın tasarrufu bana aittir. Yok hile seziyorsanız hemen tahkikat açar, gerçeği öğrenirsiniz. Beklemekle olmaz. Ben hemen Vali Bey’e gidip, durumu arz ederek çare bulunmasını talep edeceğim”. Hakikaten derhal Vali Bey’e gittim. Durumu arz ettim. “Efendim, emir buyurunuz alnımdaki kara leke silinsin”. Çimento olayından sonra Vali Bey beni çok sevdi. Bazen evladım, bazen genç müteahhidim diye bana teveccüh gösterirdi.
Hemen vilayet emri ile İl Bayındırlık Müdürlüğü başkanlığında su işlerinden, kara yollarından ve belediyeden birer teknik elemanın katılımı Bayındırlık Müdürlüğünde yeteri kadar eleman alınarak çocuk hastanesinde yapılan tamir ve tadilatın kanuna uygun olarak yapılıp, yapılmadığının tespiti ile sonucun derhal bildirilmesi için emir çıkarıldı. Siirt’ten Isparta’ya tayinen Selçuk isminde bir teknik eleman geldi. İspiyoncu o imiş. Heyetin geleceği günü on tane amele temin ettim. Heyet gelince de heyete hitaben “Sayın üyeler, bu ameleler inşaatın istediğiniz yeri kırıp kazacaklar, hasarı sonra ben tamir ederim” dedim.
Kara yolları temsilcisi “bu müteahhit haklıdır” dedi. Selçuk Bey hemen karşı çıktı. “Siz ihsası rey ettiniz diye, ne ihsası rey ettim, ne de şikayet edilen kişiyi tanırım ve kanaatımı her zaman söylerim” dedi. Heyetin isteği üzere çekişme çabuk bitti (Selçuk Bey Kayseri Pınarbaşılı idi). Heyet, Selçuk Bey’i ölçümlemeyi yapmaya ve ölçüleri değerlendirmeye ve sonucu bildirmeye memur etti. Biz başladık yeniden ölçü almaya. Ben evveli küçük rakamları kaale almamışım. Ama şimdi iğnenin ucu kadar imalat varsa ölçüye dahil ettiriyorum. Ölçme işi bitti. Selçuk’la akşama kadar hesap yapıp mesai sonucu dökümanı baş katip Ahmet Bey’in kasasına koyacağız. İkimiz olmadan doküman kimseye teslim edilmeyecek hususunda karara vardık.
Ahmet Bey’e özel olarak “aman ağabey ben olmadan dosyayı Selçuk Bey’e verme. Bu soruşturma eğer lehime, eğer aleyhime çıksın sizi memnun ederim” dedim. Ahmet Bey de “biz senin çok iyiliğini gördük. Senin kızımın düğünündeki fedakarlığını unuttum mu sanıyorsun. En az senin kadar üzülüyor ve kızıyorum”.
Selçuk Bey’le hesaba başladık. Her kalem hesabın sonunda altını ikimiz de imza ediyoruz. Bir hafta sonra yekünleri hesap ettim ki epey bir fazlalık var. Orada bulunanlara bu akşam hepiniz davetlimsiniz deyince Ali isminde su müb vardı. Gayet nüktedan ve neşeli biri. “Bir Kayseri’li oyunu olmasın” diye takıldı. “Yok Ali Bey oyun ne değil. Bir avradını s.k. ettiğimin biri. Hilmi ile beni şikayet etmiş. Bilirkişi ile müşterek yaptığımız hesaplar sonucu lehime fazlalık verdi. O fazlalık harcanacak”. Selçuk ne fazlası diye çıkıştı. Şu yukarı imzalı sonuçlarımız aşağıda tahmini koydum ki netice çok değişmez.
Ertesi günü Selçuk işe başlamaz. “Etme Selçuk şu hesabı bitirelim. Başvekil gelecek”. “Ben lisede kot vereceğim” dedi. Ben de “iyi ya kardeşim bunu daha evvel düşünmen gerekirdi. İstesen tahkik heyeti bu görevi size verdiğinde kabul etmeyebilirdim. Ne yani ben mi şikayet ettim” diye serzenişte bulundu. “Şikayet edenin anasını avradını s.k edeyim” dedim. “Ben bu işi yapmam” diyerek çantasını kaptı ve lise inşaatına gitti. Giderken “Selçuk Bey ben sana bu işi bitirdim sen gidiyorsun ama polis gücü ile getirtirim” deyince “ben istediğim işi yaparım” dedi ve gitti.
Hemen Vali Bey’e durumu arz ettim. Çağır da gelsin dedi. Vali Bey’den hatta yalvardım. Başvekil Bey gelecek. Ben lisede kot vereceğim diye gitti. Benim sözümle gelmez dedim. Vali hemen polisi çağırdı. Git lise inşaat kontrolu Selçuk’u al getir diye talimat verdi. Bana da geçmiş gün bir içecek ikram etti. Yirmi dakika içinde Selçuk geldi.
Vali Bey “size emanet edilen soruşturma işinin Valilik emri olduğunu biliyorsun değil mi?” diye sordu. Selçuk da “evet” dedi. “Neden bitirmiyorsun?” diye sorunca Vali Bey’e “Başvekilimiz gelecek de temeli hazırlamak istedim” deyin. Vali kızdı. Başvekilimize “muhatap benim, seninse protokolde yerin bile yoktur. Derhal çocuk hastanesi hesaplarını bildir. Bana müdürün malumat versin” dedi. Vali Bey’in huzurundan düşman kardeşler olarak çıktık. Hesap ertesi günü 11.000 lira fazlası ile çıktı ve kontroluna teslim edildi. Sonucun alınmasına kadar Hilmi sigarayı sanki yedi. Evinde uyudu mu uyumadı mı bilmem. Hilmi “bu fazlalığı ödenek olmadığı için ödenemez bunu ne yapalım?” diye sordu. “Sen hak edişi hesaba göre yap. Mevcut ödenek kadarını öde. Geri kalanı da imalat yapılmış, ödenek olmadığından ödenememiştir diye not düş ve imzala” dedim. Hilmi aynısını yaptı. Bayındırlık Müdürü hak edişi tasdik etti. Amiri ita olarak Vali Bey’e gittim. Vali Bey “Durdu evladım bu fazlalığı hastaneye bağışlasan” dedi. Ben de “Sayın Valim çok özür dilerim. Büyük Atatürk diyor ki (HAK VERİLMEZ, ALINIR)”.
Ben daha evvel bunu bile bile hastaneye bağışlamıştım. Ama nerde ise hırsız olacaktım. Bu parayı evvela alayım da sonra ne yapacağıma karar veririm. Sağlık Bakanlığı’na hak ediş raporunun örneğini benim dilekçem ekinde Valilik yazısı ile gönderildi. 7 ay içinde ödenek gelmiş. Bana yazı ile bildirdiler. Merhum bacanağım Süleyman Ertonga vekilim olarak parayı getirdi.
Hesabın onayından sonra 5000 liraya iki tane Isparta kelle halısını hamalla hükümet binasına götürttüm. Hilmi’ye “bilançoya göre ortaklıktan hissene bunlar düştü. Güle güle kullan” dedim. Hilmi o kadar asil ki orada bulunanlara hitaben güzel bir konuşma yaptı. Bana da “özür dileyerek bunu kabul edemeyeceğini bildir”. Hazır bulunanların kararı ile halılar Hilmi’nin evine yollandı. Tabii Selçuk Bey hemşerimde bunlara bakmakla yetindi. Çocuk hastanesinin 4000 m2 ahşap boya, 12000 m2 badana işlerini Isparta’lı bir boyacıya vermiştim. Baktım ki boyacının tavanlara çektiği macun kurumuyor. Bilen birine gösterdim. “Bu macun değil, gres yağıdır” dedi. Adamın elindeki sözleşmeyi aldım ve işine son verdim. Kardeşim Ali Osman iyi boyacı olduğu için ben boya işlerini öğrenemedim. Bu aşamada Ali Osman askeri izinden dönerken Isparta’ya yanıma geldi. O zaman macunu ve istenilen renkteki boyayı boyacılar yapar. Ali Osman bana malzeme aldırdı. Macunu ve boyayı hazırladı ve bana bu malzeme senin işini bitirir dedi ve askere gitti. Hakikaten hazırlanan malzeme işi bitirdi.
Bir de çocuk hastanesinin yoluna istinat duvarı adı altında 85m3 moloz duvar yaptım ve bunu hak edişe ilave ettim. Hak ediş içinde en büyük rakam duvarın bedeli. Bayındırlık Müdürü “hani bunun hesabı?” dedi. Ben de kontrolun tabanda 0.90 m üste 0.50 m detaylı yazılı talimatını gösterdim ki ortalama genişlik 0.70 m. Müdür Bey üşenmedi, hesap etti ki duvarın tabanda genişliği 2.70 m çıktı ve Müdür Bey “bunu ödemem” dedi ve ödemedi. Ben de çok kişiye sordum. Haksız olduğumu söylediler. Bu işten çok para kazandım. Bu da benim hayrım olsun dedim kendimi teselli için. Benim ve kontrolüm bilgisizliğimiz. O bakımdan ilim yabana atılacak nesne değildir.
Bir de devlet hastanesine 50m boyunda bir galeri yaptık. 75m3 beton atacağız. 30 kişi Dinar’lı temin ettim. Çalışırken kontrol geldi. Bana beton bir saatten fazla beklemesin diye talimat verirken kontrola baksanıza bu kadar kişi karılmış beton yetişmiyor derken ameleden birisi biz biliriz dedi ve kontrolle çekişmeye girdiler. Kontrol gönder bunları dedi. Benim de ağzımdan gereğini yaparız diyerek kontrolü uğurladım. Döndüm ki işi bırakmışlar. Osman yaman kar etmedi. Sen kontrole gereğini yaparız dedin biz de gereğini yaptık. Bizim paramızı öde sizin de paranızın da canı cehenneme. Onu akşam görüşürüz diye ameleyi yolladık. Saat 10’u geçti. Çarşıya indim. Usta, amele ne buldumsa ıslanmış harcı döktük. Ondan sonra orada ikamete mecbur bir Erzurumlu ekiple tanıştım. Başlarında Hoca lakaplı bir kişi var. O ne derse ekip onu yapıyor. Bu sayede çok rahat ettim.
Kalan yarım betonu döktükten sonra amele soğuktan takımı toplayamadı. (-18o) soğuk yarım saat sürdü. Bundan sonra yağmur başladı. Emmioğlu Çakıcı’ya bu da tuzu biberi dedim. Teselli için meyhanede içtim. Ertesi günü olanı Bayındırlık Müdürüne anlattım. Korkma hiçbir şey olmaz dedi. Hakikaten 1cm kadar kalınlıkta kum süpürdük ve onu da tekrar şerbet yaparak betonun üstüne serdik ki o galerinin ütünden 15 tonluk yükü kamyonlar geçti de beton hiç etkilenmedi.
Bir haritaya baktım Sütçüler kazasında Sefer Ağa camiinin onarımını aldım ki taksi üç saatte gidiyor. Kum Isparta’dan beş misli daha pahalı yatacak yiyecek temini oldukça zor. Şişli Palas diye bir otelde bir gece yattım ama tamamen bitlenmişim. Kerim dayım yeniden çamaşır temin etti. Bitleri de yaktı. Bura halkı nöbetleşe İstanbul’da semt semt süt satarak geçimini temin ediyor. Bir de ormanlık yabani ceviz ve meyve ağaçları ormanını orada gördüm. Bir de emekli süvari yüzbaşı Hüseyin Özsüt’le tanıştım ki adam anı yükü 30 Ağustos günü enteresanını anlatmasını istedim. O da “Harpten korkuyorum, harp patlar patlamaz kaçacağım. Bunun için bölüğün en iyi atını kendime seçtim. Diğer atların yeminden kısarak benim ata yedirmelerini tembih ettim. Ama harp başlayınca bu korkum gitti. Düşman kurşunları çok yakınımdan geçiyor ama ne bana ne de atıma isabet etmiyor. Zaferden sonra 9 günde süvari olarak İzmir’e girdik. Piyadede bizimle girdi İzmir’e ki halen bu olaya aklım ermez. Nazilli’de bir Rum kadını işgal zamanı kız ve gelinlerimiz oradan geçerken aynısını bu sefer Rumlara yapmışlar. Kadınlar gördüm ki yattığı yerden kalkamaz olmuşlar. Düşman gemileri Konak iskelesine yanaşmış. Türk topçusu da Kadifekale’de mevzilenmişti ki düşman gemilerini ateş altına aldı. Gemiler kıyıdan 500 m kadar uzaklaşarak topçu ateşinden kurtuldu. Düşmana baskın o kadar çok şiddetli oldu ki onunla işbirliği yapanlar kurulu sofralarından bir lokma alamadan kaçmışlar ki yemekleri yiyememişler”.
Isparta’da bir de kemik veremi hastanesinde (Eğirdir) 200.000 liralık boya badana gibi ikinci kısım inşaat yaptım. Hasılı bu şehirde üç sezon 30 ay çalıştım. Aı tatlı günlerim de oldu. Buradan ayrıldım. 1961 yılında stat işinin ihalesine girdim ama ihale Hacı Ali Demirel’de kaldı. 1974 yılında bir daha gittim. Bir ihaleyi alamadım. Tanış kamyoncular otelden valizimi zorla alıp beni evlerinde ağırladılar. Ve orada parasını almadığım duvarın kendi kendine yıkıldığını anlattılar ve üzüntülerini belirttiler. Ben üzülmeyin o duvarın parasını alamamıştım deyince yüzleri güldü. Biz alelacele yıkıntıyı kaldırdık ki sana zarar gelmesin diye dediler. İlim hakikaten bu olayda kendini kanıtladı.
1958 yılında Isparta’da işim bitmek üzere iken Tarsus’ta Makamı Danyal Cami ve türbesi onarımını aldım. Danyal Aleyhüsselam 528 peygamberin içinde olan kişidir. O günkü inanca göre Danyal Aleyhüsselamın ölüsünün veya dirisinin bulunduğu yerde ortaçağın vebası olan kıtlık olmazmış. 1959 yılında çok yaşlı Tarsuslular bu tezi büyüklerinden de duyduklarını anlatarak Tarsus’ta kıtlık görülmediğini ifade ettiler. Bu nedenle Danyal Peygamber de ölünce bir tunç tabuta konularak defnedilmiş ve üzerinden de (tabutun) Berdan Irmağı geçirimli ve ırmağın üzeri de Roma kemeri denen yapı ile kaplandıktan sonra bu yapının üzerine bir cami yapılmış (Makam Camii) yani suyun altında tunç tabut, üzerinden Berdan ırmağı geçen su örtüsü. Bunun üzerinde Roma kemeri ve en üste cami ki tabutun dolayısı ile Danyal Peygamberin naşının hiçbir suretle Tarsus’tan çıkmamasını temindir. Ben ırmağın suyunu başka bir yöne verdirerek kemerin altındaki çukur olan 45 arasöz su çektirdim. Tabuta benzer bir şey gördüm. Ama kesinkes tabut diyemem. Kemerlerde herhangi bir çökme veya taş çatlaması görmedim. Caminin üstü çatı yapılmış alaturka kiremit kaplı kontrolun talimatı gereği çatının üstünü açtım. Altından kubbe çıktı. Genişçe bir son cemaat yeri yapmışlar. Kontrol geldi. Yaptığım işlere baktı. Bu çatıyı tamamen indirmemi söyledi ve caminin üstünden indik. Beş dakika geçti geçmedi. Çatı kendiliğinden çöktü.
Kontrolun eşi de vardı. Kadın baygınlık geçirdi. Kontrolun babası Afganistanlı kendisi pastırma ustası imiş. İstanbul’a göç etmiş. Orada çoluk çocuk sahibi olmuş. Bunlardan biri de Vakıflar Genel Müdürlüğü elemanlarından Cafer Hanlıoğlu’dur. İşin kontrolu Türkiye’de doğmuş, büyümüş ve tahsil yapmış ve Vakıflar girmiş. Merhum çok iyi ve mert, özü ve sözü doğru bir kişidir. Eşi ise Türkan isminde o gün şartlarına göre çok dekolte bir kadın. Mersin’de tatildeler. Beni de davet ettiler de o zaman durumu gördüm. Bu çiftin çocuğu olmamış. Kadın sonradan özel okullar döneminde üniversiteye gitti ve bir genç delikanlı ile kaçtı.
Bu olay Cafer Hanlıoğlu’na çok tesir etti. Zaten içerdi. Kendini daha çok içkiye verdi ve bir gün şeker komasından öldü.
Gelelim onarıma. Babamın talebi ile Durdu Sade’yi ortak aldım. O da işi hiç bilmiyormuş. Caminin beden duvarları zamanla çürümüş, yenilenecek. Taş kaplama ile Tarsus’un bir taşı var gayet yumuşak. Mahallinden yonucu buldum. Mimarsinan’dan da İbrahim Asma geldi. Taş işleniyor. Duvar yapılıyor ama bizim duvar hiçbirine benzemiyor. Ben de bu işi bilmiyorum. Her taş ek yerleri iyi ama hepsi bombeli. Kontrol heyeti Abide reisi ile tetkike çıktı. Tarsus’a da gelecek Adana’da karşıladım. Durumu anlattım. Aman Cafer Bey, Abide reisini benim inşaata getirme siz gelin. Ne yapmam gerektiğini bana anlatın. Daha doğrusu tarif edin, para da istemiyorum.
Cafer Bey, Abide reisini Tarsus’tan direk geçirip, Mersin’e gönderdi. Kendisi benim yanımda kalıp, inşaata gittik ki ne söylesin, yaptığım imalatı yıktırdı. İki ay içinde yeniden yapmamı söyledi. Beraber Mersin’e gittik ve heyete dahil olduk. Mersin Valisi Abide reisinin sahasında bize tüccarlar kulübünde ziyafet verdi. Başvekil Adnan Menderes’in uçak kazası geçirdiği gece.
Eski yonucuları İbrahim Asma’yı ve Durdu Sade’yi yolladım. Gaziantep’ten yonucu ve yapıcı usta getirdim. İş hem yıkıldı, hem de yapıldı. Cafer Bey’in verdiği iki aylık zamandan önce bitti. Cafer Bey’i çağırdım. Hesabımı yaptı ve hak ediş tanzim ederek paramı bir tamam ödedi. Ondan sonra ben taş kaplamayı öğrendim ama zararı pahasına.
Dostları ilə paylaş: |