1 ÇocukluğUM



Yüklə 0,98 Mb.
səhifə5/11
tarix02.11.2017
ölçüsü0,98 Mb.
#27164
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   11

Hülasa

  1. Otobüs ve kamyon işletmesinden ortaklar arasında inanç eksikliği olmasından,

  2. Ahmet Şeref’le olan ortaklığımda kar zarar hesaplaşması yapılamadığın-dan ve eline geçen parayı düven öküzü gibi yediğin

  3. Ali Osman’la olan ortaklığımda Ali Osman’ın ihanetinden,

  4. Cafer Bey’le olan ortaklığımda birbirimize güven eksikliğinden,

Olmak üzere 4 ortaklık da maalesef istediğim sonuç ve randımanı alamadım. Sebep, benim iyi niyetim karşı taraflara göre çok alıngan olmam olarak hülasa edilebilir.

Bugün düşünürüm de acaba kanaat ve yargım doğru mudur? Ama şu da bir gerçek ki bu ortaklıklardan elimde helal veya haram bir şey olmamasıdır. Hasılı bu bapta defteri kapattım.

Bu anlattıklarımdan sonra evimde otururken Çumra sanayi inşaatını yapan müteahhitlik ortaklarından mühendis Hüseyin Ertekin gel de seni Karadeniz bölgesine götüreyim diye telefon etti. Ben de ora bilmem diyerek koştum, gittim. Akşam otobüse bindik sabah ezanı bir arazide indik. Orada binalar var. Tuğla fabrikasıymış. Hüseyin Bey “burası benim” dedi. Ben de “hayırlı olsun” dedim. Üç beş gün Hüseyin Bey ayrıldı ve “burası sana emanettir” dedi. Aman ben tuğlayı inşaatta bilirim imalatından anlamam dedimse de dinletemedim. Benim de bir meşgaleye ihtiyacım vardı. Bilmeden fabrika müdürü oldum. Fabrikanın İstanbul’dan beri borçlu olmadığı esnaf yok. Makinaları veren fabrika mal göndermeyi kesmiş.

Fabrika Boyabat’ta ya Boyabat esnafı da yedek parça vermiyor. Moto-pompa bir hortum lazım oldu. 270 lira tutarında şoför geri geldi, vermemişler. Para verdim, alıp geldi ve kullandık. Akşam şoföre beni hortum veren yere götürmesini söyledim ve gittik. Hortumu neden veresiye vermediklerini sordum. Teknik Tuğla Fabrikası aldığının bedelini ödemiyor dediler. Ben de fabrika çalışmazsa alacağınız asla ödenmez. Onun için siz mal vereceksiniz. Bunun bedeli ile eski alacağınız da sıfırlanacaktır. Tüm esnafı dolaştım. Herkese aynı ifadeyi kullandım. Esnaf peki dedi. İstanbul’daki makine fabrikasına da aynı ifadeyi kullandım. Orası da olur dedi.

Fabrikayı revizyona aldık. Lüzumlu yedek parça sanki aktı. Revizyon bitti. Ocağı ateşledik. Ocak sezon sonuna kadar söndürülmezmiş. Tabi zaruret olmadıkça. Biz de söndürmedik. Tuğla imalatı yapılan fabrikada iş o kadar kolektif ki bir cıvatanın olmaması ile en büyük makinenin arıza yapması sistemi istop ettirir. Bunu önlemek için hele hele hara alem yedek parçanın bulundurulması zaruridir. Bu lazımeyi yerine getirdim. Fabrikanın çalışması ateşçi ve makiniste bağlıdır. Makinistim çok iyi bir sanatkar ve adamdı. Ama ateşçilerin hepsi puşt ve kalleştir. Bir veya iki ay çalışır. Kazan kaldırır, maaşıma zam der. İster ver ister verme, istediği zammı versen de vermesen de gidicidir. O bakımdan çift ateşçi bulundurmaktır bunan çaresi. Biri giderse diğeri işe devam eder. O da devamlı kalıcı değildir ya.

Her işte olduğu gibi üç kaide geçerlidir, GİRİŞİM, ÜRETİM ve PAZARLAMA. Tuğla üretimi de bu kaideye bağlıdır ki en önemli gereç, elektrik, toprak, kömür ve sudur. Elektrik devamlı vardır. Çünkü bedeli ödeniyor. Toprak ve kömür de bulunuyor. Fakat, fabrikanın suyu yoktur. Gayet yakında bir köy var. Köylü birkaç tane havuz yapmış. Gece boyunca dağdan gelen sularla sabaha kadar doluyor. Bunu da köylü bir nizam dahilinde bahçe sulamaktadır. Biz her havuza ve hak sahibine 7,5 lira vererek su hakkı alıyorduk. Bu zamanla 30 liraya kadar çıktı ve hatta hiç alamaz olduk. Bunun çaresi fabrikaya su temin etmektir. Bu işi yapanlarla temas kurduk. Öyle teknik donanımları ve teknik bilgileri olmayan adamlar pratikleri vardır. Getirdik fabrika sahasını gezdirdik. Bir ot kümesi keven gibi bir şey burada su var dediler. Pazarlık ettik. İnsan gücü ile sondaja başladılar. Ve her gün derine iniyorlar. Beşinci gün suya rastladılar. Bir gün daha çalışalım da daha çok su alma imkanını yakalarız dediler. Hasılı 5 boy bir parmak boruyu indirdiler. Pompayı da koydular. Su pompadan akmaya başladı. Fabrikanın havuzu doluncaya kadar suyu akıttık ve azalma ve bitme olmadı. Tüm masraflar dahil 2.000.000 liraya suyu temin ettik.

Tuğla üretiminde yapılması gerekli işlerden birisi idi. Pişmemiş tuğla stok etmektir. Tesisin buna ait sundurmaları var ki eğer yazın doldurabilirsen tesisi 40-50 gün çalıştırır. Ben bunu sağladım. Sebebi ise son baharda tuğla olduğu zaman stoktan çalışasın. Çünkü ham tuğla kesimi yağmurdan yapılamadığı için stoktan üretilen tuğla normal zamanın 1,5 iki misli fiyata satılmaktadır. Üretimin gereklerini yerine getirdiğim ve aldığım malların ve çalışanların hakkı ödendiği için fabrikalar nezdinde isminden bahsolunmaya başladı. Bu cümleden olarak yakın komşumuz fabrika sahibi Mustafa Tandoğan isimli bir arkadaş haber yollamış. Müsaade ederse gelip, kahvesini içeyim diye. Gelen adama Mustafa Bey benden yaşlıdır. İsterse ben oraya geleyim dedim. Biraz sonra Mustafa Tandoğan geldi. Hoş beş kahveleri içtikten sonra bana stok durumumu sordu. Ben de “sundurmalar tamamen doludur. Sizin durumunuz nedir?” dedim. “Tamamen boştur” dedi. Ben “olmadı” dedim. Bana kaç kişi ile çalıştığımı sordu. “Şoför, bekçi, ben dahil 67 kişiyiz” dedim. Adam bir maşallah çekti. Kendisinin kaç kişi ile çalıştığını sordum. “80 kişi” dedi. Ben de “çok” dedim.

Mustafa Bey rahatsızım Samsun’a doktora gittim. Doktor bana kaç çay içtiğimi sordu. En de beş veya altı dedim. Doktor çok dedi. En de sizden utandığım için 5-6 çay dedim. Esasta 20-30 çay içiyorum. Doktor felaket dedi.

“Durdu Bey sizden utandığım için 80 kişi dedim. Ben esasta 120 kişi ile çalışıyorum. Şu anda hiç stoğum da yoktur”. “Peki kaç fırının var?” “20” dedi. “Benim de yirmi fırınım var ki hepsi dolsa bile 120 kişi çoktur”. Misafirim “iznin olursa fabrikayı bir dolaşalım” dedi. “Hay hay” dedim. Ekip karınca gibi ful çalışıyor. Tabii stoğu da gördü. Bana “arkadaş çok öğrendim sana hak kolaylık versin” dedi ayrıldık.

Hali ile çalışan sistemde arızanın olması tabiidir. Çamur karma makinasının bir parçası kırıldı. Parça İstanbul’dan gelecekti. En erken 35 saatte gelir, işin durmaya tahammülü yok. Makiniste eski parçaların getirilmesini istedim. Gelen parçalardan birini şoföre verdim. Bunu tornacıya götür, ben de şu kamyoncuların hesabını göreyim, geleceğim. Ben gelene kadar tornacı evine gitmesin. Şoför parçayı bırakıp geldi. Beni götürdü. Tornacı Durdu ağabey bu parçanın olmayacağını şu işlerin mühendisi söyledi dedi. O mühendis senin oğlunun çükünü yesin. Bu parça olur. Benim sıkıntım parçanın yenisi gelene kadar fabrika avare kalmasın ama ben bu parça ile 15 gün çalışacağımı iddia ediyorum. Tornacı peki nasıl yapılacağını bana tarif et. Benim de aklım yatsın. Yapacağım işi anlattım. Tornacı ikna oldu. Bu parça yapılabilir dedi. Öyle ise haydi gidip yemek yiyelim dedim. Tornacı ben eve geç kaldım, ben eve gideyim sen yemeğe çırakları götür dedi. Yemekten sonra tornacı tarifim üzere parçayı yaptı. Getirip yerine taktık. Hakikaten 12 gün çalıştı o parça.

Bu minval üzere çalışmakta iken fabrika Boyabatlılara satıldığı için abbasa yol göründü. Alanlar aynı şartlarla bizimle çalış dediler. Yok dedim. Gerekçe olarak da Hüseyin Bey benim arkadaşımdır. Bu nedenle onun sözü bana benim sözüm ona batmaz diyerek. Boyabat’tan ayrıldım. Veda da esnafın bir kısmı seni arayacağız bir kısmı da seni unutmayacağız dediler. Çalışanlarda ağlayanlar oldu. Geldi geçti böyle bir meşguliyet bitti.

1987 senesi Boyabat’tan dönünce tamamen boşlukta kaldım. İnşaat işinden başka iş bilmiyorum. O da tek kişi ile yapılamıyor. Yanınıza alacağınız yardımcı inşaat sonuna kadar aylık olarak aldığı paralar benim kazancımdan çok olmasına rağmen gene de tatmin olmuyor. Avare durmak ta işime gelmiyor. O aşamada yapabileceğim iş kazanabilirsem Belediye Başkanlığı’dır. Bunu hayal ederek seçim kulisine başladım. Taban oluşturuyorum. Daha seçime 1,5 sene var. Boş durmadan da iyidir. Gün geçtikçe taraftar çoğaldı.

Bağımsız olarak seçime girdim ama kanun koyucu bağımsızın kazanması için ne kadar zorluk varsa kanuna yazmış. Biz buna rağmen %57 oy alarak seçimi kazandık ama meclis üyelerinin hepsi muhalif. Daha mazbataları almadan bana zorluk çıkaracaklarını alenen beyan ettiler ve bir keresinde beni Başkanlıktan düşürmek için önerge bile verdiler. Aleyhimdeki önergenin görüşülmesi için Belediye Meclisi olağanüstü toplandı. Bazı meclis üyeleri kendiliğinden yanımda olduğunu (Tacettin Alpay ve Ahmet Bilaloğlu) bildirdiler. İki kişiyi de dostların yardımı ile şahsi gayretimle temin ettim ki toplantıdan evvel oy çokluğunu sağladım ve önerge ret edildi.

Bu arada Çinik İsmail ve İbrahim Duman merhumlar Belediye girişinde kendilerine göre bir tertibat almışlar. Toplantıdan sonra özel olarak bana anlattılar. İster inan, ister inanma oylama sonucu halkın bir kısmı yandık, battık ve mahvolduk şeklinde üzüntülerini dile getirdiler alenen. Tabii bunları da unutmadım. Kimi öldü, kimi yaşıyor.

Belediye Başkanlığı eğer hizmet yapıyım diyorsanız çok zordur. Yok yan gelip yatayım diyorsanız çok kolay soran eden yoktur yeni seçime kadar. Tabii benim için öncelik birinci şık ve hizmet yapmaktır. Bu temin için sizden önceki yönetimin bağlantı ve tasarılarını nihayetlendirmek gerek.

İdareyi ele aldığımda kasabanın sınırları belli değil. İdare demirbaş hesabı çıkarılmamış ve imar planı yok ama yapılaşmaya izin verilmiş. Evvela kasaba imar planını ele aldım. Gerçi bir konut yapı kooperatifinin arsasında bir ima planı çalışma yapılıyor ama mevzii imar planı. Kooperatif yetkilisi ve şehir imar plancısını davet ettim, geldiler. Kasabanın tüm imar planını yaparsanız çalışmalarınıza yardımcı olurum yoksa bu iş burada biter. Kasaba imar planı için belediye para vermeyecek ve kooperatif karşılayacak plancının ücretini. Olur dediler.

Belediye meclisini topladım arkadaşlar siz imar planı nedir bilir misiniz?” “bilmeyiz” dediler. Başkanımız da bilmiyor yalnız kanunda yeri vardır. Biz istersek bir imar plan komisyonu teşekkül ettirebiliyoruz. Kararınıza ihtiyacımız vardır. Meclis hemen kararını verdi. Bunu kuvveten fiile çıkarabilmek için belediye başkanını yetkili kıldı. Ben belediye meclis kararının suretini şehir imar plancısı, kooperatif yönetimi, iller bankası bölge müdürlüğü, büyük şehir başkanlığı ve Erciyes Üniversitesi’ne göndererek komisyona bir şehir plancısı üyenin görevlendirilmesini talep ettim. Erciyes Üniversitesi’nin şehir imar plancısı iller bankası bölge müdürlüğü elemanı imiş. Netice iller bankası bölge müdürlüğünden gelen eleman hem banka ve hem de üniversiteyi temsil etti. Büyükşehir’de imar dairesi başkanı şehir imar plancısını görevlendirdi. Bunlardan başka kasabamızın yetiştirdiği teknik elemanları da davet ettik. Birçoğu gelip fikrini söyleyenler olduğu gibi planın komünist işi olduğunu söyleyip, gelmedikleri gibi aleyhte dedikodu yaptılar. Plana katkılarından dolayı mühendis Mehmet Paris ve İbrahim Güven’in katkıları çoktur. Teşekkürü borç bilirim.

İmar planı taslağı üç kere komisyona geldi. Eleştirilerden sonra tekrar mütalaa edildi. Eleştiri o kadar çok ki şehir imar plancısı başkanım bu çekilmez oldu diye serzenişte bulundu. Bu son olsun. Komisyonun dikkatini çekerim diye plancıyı ikna ettim. Komisyona da artık son tadil işini onaylayalım dileğinde bulundum.

Kardeşim Ali Osman parkta imiş çağırttım. Şu anda ne iş yaptığını sordum. “Haber gelirse Konya’ya gideceğim” dedi. “Habere rağmen bir gün geç gitsen olur mu?” dedim o da “olur” dedi.

Bugün imar planı tasdik olacak. Komisyona bir yemek vermek istiyorum. Ev, bakkal, kasap ve şehirden ne icap ederse temin eder. Hazırlığını yap, Belediye’den sana yardım etsinler. Peki dedi. Ali Osman gitti. Akşama bir hazırlık yapmış ki dil tarif etmez. Davetliler son derece memnun ayrılmadan önce Büyükşehir imar plancısı Sayın Mehmet Livtopuz söz alarak “kariyerim boyunca bu kadar imar planı görmedim hayırlı olsun” şeklinde kanaatını izhar eyledi. Ben de “hepinizin bu planda göz nuru ve emeği var ki şükranlarım sonsuzdur. Sağ olun, var olun. Plan Mimarsinan Belediyesi’ne hayırlı uğurlu olsun” temennisinde bulundum. Dağıldık.

Pek hatırlamıyorum ama bu yemekten sonra imar planı için bir çalışma yapıyoruz. Plancı “Başkanım börekçi Ali Osman Ağabey olmayınca kalem yazmıyor. Akşama ne yiyeceğiz?” dedi. Ben de “Mehmet Bey hele işi bitirelim de aya gideriz, yıldıza gideriz. O husus kolaydır. Meclis üyelerini de davet ettim ve Yıldız Gazinosu’na gittik. Orada yiyip, içiyoruz. Hoş bir sohbet ama benim meclis üyelerim düğün veya ölü yemeği gibi karınlarını doyurup, 6’sı gitti. 3 üye, plancı bir de imar müşavirimiz mimar Mehmet Kasap kaldık. Biz de bir vakitten sonra oradan ayrıldık ve herkes evine gitti. Fakat bu hareket pek gücüme gitti. Bunun için olaydan sonra ilk meclis toplantısında bunu konu ettim.

“Benim size yemek ısmarlamak gibi bir mecburiyetim yoktur ama ben sizi insan olarak çağırdım. Orada hem yemek yiyeceğiz hem de planın mutluluğunu konuşacağımızı sandım. Ama sizde kabiliyet yokmuş. Karnınızı doyurup, müsaade bile istemeden ayrıldınız. Size yazıklar olsun.” Hasılı Belediye kasasından bir kuruş çıkmadan 18.000 hektar imar planı yapıldı. Ama imar planın yapılmış olması bana bir başarı sağlamadı. Elimde bir yumak ip var ama ipin ucunu bulamıyorum. Germir arazisinde içme suyu pompamız var. Bahçe içinde oraya gidiyorum ama bir çıkış yolu bulamıyorum. Bir sene böyle geçti. Kardeşim Ali Osman Hasan ve oğlum Mustafa beni argo deyimle karakola aldılar. Başkan biz icraatını beğenmiyoruz ve kamu karşısında savunmasız kalıyoruz. Sen istifa et dediler. Ben de bundan memnun değilim. Yılbaşına kadar müsaade edin, başaramazsam ben istifaya hazırım. Peki dediler, ayrıldık. 90 senesi Şubat veya Mart ayı idi. İçişleri Bakanlığı Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü’nde bir seminer düzenledi ve isteyen Belediye Başkanlarını davet etti. 90.000 lira karşılığında.

Orada yurdun birçok yöresinden 45 Belediye Başkanı toplandık. Bir Belediyenin yürütülmesi için ne bilgiler lazımsa Bakanlıkça temin edilen uzmanlarca seminerde bilgi veriliyor. 3194 sayılı Kanun yeni çıkmış olduğundan İmar Kanunu üzerinde fikir sahibi olan pek kimse yok. Seminere katılanlarımız da dahil 3194 sayılı İmar Kanunu hakkında Bayındırlık Bakanlığı’ndan Müsteşar Muavini Abdurrahman Acar ismindeki kişi bilgi veriyor. İki ve üç ders sonra bana hitaben “Başkanım sizde bir eğilim görüyorum. Bu ders birkaç hafta da öğrenilmez. Sen benim yanıma gelir misin?” dedi. Ben de “hay hay” diye cevapladım ve 15 gün Bakanlıkta Abdurrahman Bey’den ders aldım. 3194 sayılı Kanun mal sahibinin malikliğini hiç kale almıyor. Buna karşılık Belediye’ye oldukça çok yetki tanıyor. Hele bir 18. Maddesi var ki; mal sahibini hemen hemen hiç yetkili saymıyor. Bunları orada öğrendim. Seminer süresince 44 arkadaştan isteyene bilgi aktardım. Seminer sonrası haliyle herkes makamına döndü. O vakte kadar bu kanunun hükümlerini pek bilen yoktu. Küçük belediyeler hiç bilmiyor. Yalnız Büyükşehir mal sahibinin on dairelik arsası varsa adama 3 veya 4 dairelik ruhsat veriyor. Kalanının tapusunu derhal üzerine alıyordu. Ne nispet, ne oran hak getire.

Belediye’ye geldim ve belediye adına olan mülkleri tespit ettim. İmarın yapılmış olması ne şahsa ne de belediyeye bir fayda sağlamıyor. Parselasyon dediğimiz imar uygulaması yapılmadıkça. O an Belediye adına kayıtlı 24.000 m2 Ötegeçe’de bir mülk var. Mümin Yılmaz adındaki bir harita mühendisine buranın 18. Madde uygulanarak parsel (imar uygulaması) yapılarak satılmak üzere hazırlanmasını istedik. Adamın eli ağır mı ağır. Ofisine gide gele çalışmayı bitirttik. Hemen burayı satışa çıkardım. Belediye’nin eline epey bir para geçti.

Kayseri’de harita mühendisi Mustafa Yıldız ve arkadaşı Çakıcı var. Bunları Belediye’ye çağırdım. Adamlar altın gibidir. Dediler ki, “bizim özrümüz var. Bunu size söyleyelim de sizi bilgilendirmiş olalım”. “Özrünüz nedir? Hırsız mısınız?” dedim. “Biz solcuyuz” dediler. Ben de “özür değildir, ben sizden de solcuyum” dedim. Bunlara pazarlıkla epey bir sahanın imar uygulamasını verdim. Bu kişiler öyle çalıştılar ki istediğim miktar kadar işi istediğim zaman verdiler. Bu çalışma karşılığı mal sahibinden mülkünün %30’unu imar katkı payı olarak aldık. Bu %30 oranındaki katkı payından yol, yeşil alan bedelsiz olarak çıkıyor. Çalışanların hakkı da karşılanıyor ve belediyeye birazcık da arsa çıkıyor.

Bizim bu çalışmamız civar belediyelerce kopya edildi. Nerde ise benim elemanlarımı alacaklar. Yalnız onlar her şeye tenezzül etmediler. Benim çalışmalarım da herkes tarafından beğenilir oldu ve eleştiri tükendi. Şimdi bakıyorum da belediyelerde yapılan yolsuzluklar 3194 sayılı kanundan kaynaklanmadır. Çünkü yukarıda izaha çalıştım ya kanundaki haklar belediyeler için çoktur. Kanunu azıcık öğrenen belediye yolsuzluğa sapmaktadır.

İmar planının ve imar uygulamasının yapılmış olması:


  1. Mimarsinan arazisinin Besi damı olmasının önüne geçti.

  2. Büyükşehrin imar planı ile araziye tecavüzü önledi.

  3. Herkesin mülk ve para sahibi olmasını sağlamıştır.

Günlerden bir gün, belediye fen memuru “büyükşehir 25.000’lik nazım imar planı ile arazimize tecavüz etmektedir” dedi. Kalktık büyükşehir harita dairesine gittik. Orada yetkili Ahmet Elbaşı ile görüştük. Bize bir 25.000’lik nazım imar planı gösterdi. Fen memuru “bu eski plandır. Biz yenisini görmek istiyoruz” dedi. Karşımızdaki adam “başka plan milan yok” dedi. Ben “Ahmet Bey sizi buradan alıp, başka bir masaya verirler. Maaşınıza hiçbir şey olmaz ama ben 6.000 kişiye karşı sorumluyum. Ağzına parmağımı takar, yırtarım. Sahtekar, sen yalan söylüyorsun” diye çıkıştım. Adam biraz yumuşadı ama yine de sözünde ısrar etti. Çarnaçar ayrıldık. Elimize bir şey geçmeden.

Belediye’ye geldim. Ne yapmalıyım ki bu tecavüzü önleyelim. İmar İskan Bakanlığı’na ve İller Bankası’na iki yazı yazdım. Anakent Belediyesi’nin arazimize tecavüz ettiğini bildirdim ki plan tasdikinde dikkate alına. Altı ay kadar sonra bizim şehir imar plancımızdan bir telefon şu numaralı imar paftalarını yollamamızı istiyor. Anakent imar plancısı beni istiyor. Mimarsinan Belediyesi’nin itirazı var. Birlikte bunu çözelim önerisinde bulundu. Ben de kabul ettim ama Mehmet Bey orada Ahmet Elbaşı diye bir kişi var. Haklarımızı koru istersen fen memurumla ben de geleyim dedimse de gerek olmadığını söyledi. Ben de inandım. İki gün sonra Bülent Bey (anakent şehir imar plancısı) beyle işi hallettik dedi. İlave olarak Ahmet Elbaşı denen adamın ne şer olduğunu gördüm. Ama haklarımızı da aldık. İmar paftalarında yapılan tadilatlar bellidir. Tetkiken anlaşılır dedi ve konuyu kapattık. İmar paftaları geldiğinde gördük ki bizim arazimize 10 ila 150 metre derinliğinde tecavüzler var. Bizden evvelki yönetim yapılacak olan mevzii imar planına göre yapılaşmaya müsaade etmişti. Biz geldik, inşaatı durdurduk. Tabii kooperatif üyeleri ve yönetimi inşaatın devam etmesini istiyorlar ama ortada onaylı imar planı yoktur. 89 senesi Kasım ayını bulduk. Ama plan daha yoktur. Kooperatif başkanı bana geldi. Başkanım derneğim dağılacak ne olur izin ver şuraya bir temel atayım talebinde bulundu. Ben de olur dedim. Siz temeli atın ben gelir mühürlerim ve 500.000 lira ceza yazarım dedim. Başkan kabul etti. O sene bütçe ile belirlenen ceza 500.000 lira idi. Beni de temel atma törenine davet etti. Ben gelirim ama o gün Burdur’da doktor kızımın düğünü var ki orada bulunmam gerektir. Beni de var kabul edin diyerek anlaştık. İki tane seçilmiş encümen üyem vardır. Durumu birisine anlattım o olur dedi de, diğerine anlattığımda kaç lira para aldınız dedi. Ben de alanın da aldı diyenin de ve hatta aklından geçirenin de ana avrat sin kaf edeyim dedim. Bununla beraber verilen karar uygulandı.

Yukarıda söylediğim gibi Belediye Başkanlığı pek kolay iş değil. Seçilmeden evvel Talas, Kıranardı ve Hisarcık beldelerini kıskanırdım. Çünkü buralarda bir villa arsası milyon hatta milyar ediyor. Mimarsinan’da neden etmesin. Belediye Başkanı olsam da şu kasabanın toprağını değerlendirsem diye hayal ederdim. Tanrı bir gün beni Belediye Başkanı yaptı. Arazinin Karaağıl semtini bahçeli nizam villa yapmak üzere plana şerh koyduk.

Ama karşımıza bir mesele çıktı. Kadastro tespitinde kasabanın bilirkişi heyeti ifadeyi bilmediğinden sahipsiz arazileri hazine adına tescil ettirmiş. Eğer hazine adına değil de Mimarsinan Belediyesi adına dese tüm sahipsiz arazi Belediye’nin olacaktı. Ama bilirkişi heyetinin kanun bilmemesi arazinin elden çıkmasına sebep olmuştur. Bunun bazı yollarla belediyeye kazandırılması gerektir. Arazi o kadar çok ki yarısı halkın yarısı hazinenin olmuştur. İmar uygulaması bunun için en iyi fırsattık. Bir de bahçelinin hazineden satın alınarak 5555 sayılı kanuna göre belediyeye mal edilmesi de fırsatlardan birisi biz bu işleri yaparken muhalifler olmadık dedi. Kodu çıkardılar ve hatta kara çelenk koydular. Bunların hepsini yendik. Arazinin tapu aşamasında ilin valisi Tapu Sicil Müdürlüğü’ne talimat vererek tapu işleminin durdurulmasını istedi.

Ben Vali Bey’e (İstanbul Valisi Muammer Güler) durumu şifaen anlattım. Bir iki gün sonra tapudan çağırdılar imzalamam için bu seferde ben imzalamadım. Çünkü önümüzde seçim var. Tabii seçimin sonucu belli değil. Hatta Kaykop denen Kooperatifler Birliği bir milyar para verecek oldu. Onu da almadım. Çünkü benim yaşam felsefeme uygun değil ve ikinci olarak da ALLAH’tan ve kanundan korktum ama Halefim tandır kebap salonunda bu parı aldı.

Kurum ve kuruluşların işleyişine bakıp da çalışmanın dört dörtlük olmadığını işin içine girince anlıyorsunuz. Örneğin, kasabada yaz aylarında su sıkıntısı çekilir. Su kaynaklarının birisi Erciyes’tedir, diğeri de mülkiyeti belediyeye ait olmak üzere Germir arazisindedir. Her iki kaynakta çok su vardır. Ama iki kaynağın da terfi hattının çapı düşük olduğundan suyu kaynaktan artırmak imkanı yoktur. Kasabaya temin edilecek suyun terfi hattının (400 lt) saniye olmasını proje müteahhidinden istedim. Yüklenici “bunu ben yapamam” Başkan “İller Bankası emir verirse olur” dedi. Bankanın içme sularında çalışan Muh. Müdüre Ayşe Hanım’a gittim. O da “ne yapacaksın bu kadar geniş terfi hattını?” dedi. Ben de “şu an kasabaya Erciyes’ten su getiren terfi hattı 10 lt/sn. Germir’den gelen terfi hattı da 12 lt/sn’dir”. Ayşe Hanım “işte bu nedenledir ki Mimarsinan Belediyesi’ne üçüncü defadır 25 senede su şebekesi yapılmaktadır. İller Bankası’nın su şebekesi yapacak belediyesi mi yok”. “Gelin bu işi kökten halledelim” dedim. “Olur” dedi ve talimatı yazdı. Ben elimle yükleniciye teslim ettim.

Mimarsinan’ın içme ve kısmen sulama suyu Başakpınar’ın lütfuna bağlıdır. Başakpınar’ın ihtiyacı olduğu zaman Mimarsinan Tavlusun ve Germir’in suyunu hiç aman vermeden keser. Aman yaman derken bu üç yerleşim yerinin birinden biri hakkını kullandığı için kesilen su bir haftaki nöbette ancak gelir. Belediye Başkanı olduktan sonra bu açmazı çözmek için İller Bankası Bölge Müdürü merhum Mustafa Şaylan Bey’e gittim. O da bana kaynak sorununu hallet gel. Biz suyu kabtara (boruya) alalım. Dağda daha çok su vardır ama illa kaynak sorunu halledilmelidir. Padişahlık zamanında Tavlusun’un İstanbul’da bulunan Artin ismindeki kişisi padişahtan bir ferman almış. Buna göre mevcut su haftada 72 saat, Tavlusun’a 48 saat Mimarsinan’a 36 saat Germir’e akacak, 20 saatte Başakpınar’a (ispile) bekçilik hakkı verilecektir. O zaman İspile küçük bir köydür. Ferman gereği su resmi uzun müddet yukarıdaki oranda devam etmiş ama zamanla harp ve mübadele sonucu Tavlusun ve Germir’de insan mevcudu azalırken Mimarsinan ve Başakpınar’da nüfus 5.000’lere ulaşmıştır.

1967 yılı mevcut suyun kaptaja alınması (boru içine) alınmasında insan mevcudu esas alınmış. Buna göre en fazla şu Mimarsinan’a sonra Başakpınar’a ve Tavlusun’a en az da Germir’e verilmiştir. Bu işlem sonucu ferman var ama hükmü yok olmuştur. Seçimlerin sonucu ismi geçen 4 yerleşim yerinin idarecilerini topladım. Müzakere sonucu mevcut suya ilave olarak artacağı tahmin edilen oranda tekraren taksimat yaptık. Heyetlerin Tavlusun hariç diğerleri protokolü imzaladı. Tavlusun bir fermandaki hakkımızı isteriz iki gurbetteki büyüklerimize danışalım dediler ve imza etmediler protokolü. Böylelikle bu teşebbüs boşa gitti ve başaramadık. Durumu İller Bankası Müdürü’ne arz ettim ve ayrıldık.

Bir gün belediyede rutin işlerle uğraşırken İller Bankası Bölge Müdürü telefon etti ve ne yaptığımı sordu. “Ne yapayım eşeğini kaybetmiş darendeli gibi düşünüyorum” dedim. “Haydi gel DSİ iki tane kuyu satım aldım. Salkuma’dan senin için hemen muamelesini yapalım” dedi gel de.

Gittim hakikaten Salkuma’da DSİ’ye ait 15 tane kuyu var. İkisi benim belediyem için parası ödenerek satın alınmış. “Sayın Müdürüm sağol ama benim bu aşamada kuyu bedelini ödeyecek param yoktur” deyince “senden kim para istiyor ki” dedi ve “kuyu bedeli belediyenin adına ödendi bile. Haydi gidelim de su işlerine kabulüm diye bir tek imza atacaksın”. Sanki piyangodan büyük ikramiye çıkmış kadar sevindim, imzayı da attım.

Ama gel gör ki, Salkuma bizim oraya gelmemize asla razı olmadı. Belediye Başkanı “siz hiç halka karşı borçlu duruma düşmeyin. Eğer ben ahaliyi ikna edersem ne ala yoksa çeker giderim”. Belediye Başkanı “senin buraya ayak basmana razı değilim” dedi ve benim sevincim de kursağımda kaldı.

Aklı yetenler buradan bir tarla almamı salık verdiler. Bir adamla beş dönüm tarla için 7.500 liraya pazarlık ettik. Tapuya gidince bu para az dedi. Hasılı bir günde üç tane encümen kararı aldım. Fiyat on beş bin liraya çıktı ama adam “ben hem halktan ve hem de karımdan korkuyorum. Tarlayı da satmaktan vazgeçtim” dedi.

Bunun üzerine adama “boyuna bosuna baktım da ben seni kişi sanmıştım. Yazıklar olsun sana defol” diyerek yanımdan uzaklaştırdım. Bu olaylardan hem İller Bankası Bölge ve hem de DSİ Bölge Müdürlüğü’nün haberi vardır. Her iki Müdürlük bana birer tane jeolog verdi. Haydi git arazinde su ara dediler. Araziyi üç kere dolaştık. Gobi özünde bir yeri işaret ettiler.

Buradan belki su alabiliriz dediler. DSİ sondaj ekibini yolladı. 89 metreye indik. Ondan sonra sondaj su tutmadı. Evveli bir el arabası kille suyu tutarken bir kamyon kil döktük, olmadı. Sondaj şefi bu derinliğe boru indirdi ancak 2,5 lt/sn su alabildik.

Burada da başarısız olduk. Jeologlar “Başkan, sana aşağı araziden sana istediğin kadar su çıkarabiliriz” dediler. Ben de aşağı harman altını istedim ki burası hazine arazisi ve park yapmaya çok elverişlidir. Kocasinan Belediyesi’nin kumarlı parkına alternatif bir park olsun istedim. Jeologlar “sondajı nereye vuralım?” dediler. “Ama tabii bu işin kompitanı sizsiniz ama bana sorarsanız şurası iyidir yapmayı düşündüğüm park için” dedim. Söylediğim noktayı işaretlediler. “İkinci bir kuyu için neresi olsun?” dediler. Onu da artık siz bilirsiniz dedim. İkinci kuyuyu birincinin 200 m. Kuzeyine işaretlediler ve sondaj geldi, çalışmaya başladı. 15. Gün suya rastladılar. Zenginleşmesi için biraz daha indiler ve birinci kuyudan 45 lt/sn. su aldılar. Zira konulan pompa ancak 45 lt/sn. kapasitesindedir. İkinci kuyu ise 12 lt/sn. su verdi. İkinci kuyu kazılırken İller Bankası seminer için 45 kişi gönderdi.

Ekip başı beni istemiş, gittim. Hoş beşten sonra ekibe bir yemek vermeyi düşündüğümü söyledim. “Bir lokantaya mı gidelim yoksa kır yemeği mi olsun?” dediğimde ekip başı “etli ekmek gibi bir şey yaptıramaz mısın?” dedi. “Hay hay, olur” dedim. Belediye personeline talimat verdim. Yeteri kadar kıymalı, iki kasa üzüm, ayran, meşrubat ve çay temin ettiler. Adamları adam akıllı doyurduk. İşbaşına gittiler ve akşama da seminer bitmiş ki çekip gittiler. İller Bankası Sondaj Daire Başkanı Yunus Ucak gesi damadı imiş. Seminer ekibi bizim yemeği bire beş kadar anlatmışlar. Yunus Bey Kayseri’ye geldiğinde beni görmeyi istemiş. Çıktı geldi. Resmi araçla kendisini tanıttı. “Başkan şu senin kuyuları bir görelim” dedi. Gittik. Motopompu çalıştırdık. Su akmaya başladı. Avuç ile içtik. Bu suyun bir eşi sadece İzmir Karaburun’da vardır ve çok lezzetlidir. Aynı zamanda sondajı su akıntısının tam üzerine vurmuşunuz ki büyük isabettir. Burayı neden seçtiğimi sordu. Ben de “kambalın bağını gösterdim yukarıda. Oradan ben bağıma giderim ve de hep hayal ederdim. Belediye Başkanı olsam şuradan bir su çıkarsam ve etrafını dinlenme parkı yapsam diye. Tanrı hayalimi gerçekleştirdi. Suyu bulduk, sıra diğer icraatlardadır. Siz de sağ olun bana bu işte büyük destek oldunuz, minnettarım”. “Siz benim seminer ekibim 45 kişiyi ağırlamışsınız, siz de sağ olun. Önümüzdeki seçimi kazanırsan sana istediğin yerden en son teknolojik makinalarla istediğin yerde 300 m. İnecek iki tane kuyu vuracağım, size söz”.

Ben kaynanama gidiyorum. Yemek yemeden bir yere gidemezsiniz. Bana ayıp olmaz mı hasılı yemeği yedikten sonra ayrıldık ve bir daha görüşemedik. Çünkü seçimi kazanamadım ama Mimarsinan’ın su derdi bitti.

Yukarıda söyledim ya sistem göründüğü gibi ve umulduğu gibi dakik çalışmıyor. Kasabaya bin rica ile bir telefon santralı kuruldu ve bunun için eski belediye binası çok ucuz bedelle PTT’ye satıldı. Bizden evvelki yönetimce. Gel gör ki, santraldan on üç kişi konuşur, başkası konuşamaz. Ta ki 13 kişiden biri telefonunu kapatana kadar. Beş altı tane Başmüdür geldi ve gitti. Hepsine rica ettim. Olur bakalım der ama teknik ekip buna katılmaz.

Bursa’dan Bünyanlı bir Başmüdür geldi. “Ben senin oğlunu tanırım, arkadaşız” dedi. O da başaramadı. Bir baktım ki Başmüdür meyhanede cacık rezil ve kepaze olmuş. Kendisine amirane bir tarzda “bu yaptığın temsil ettiğin makama hiç yakışmıyor utan be bu hareketinden. Hem sen yalancısın. Benim oğlum senin gibi adamlara selam bile vermez. Bu nedenle senin ahbap listesinde adım da yokmuş” dedim. O da bana “özür dilerim Başkanım” dedi. Kendinden özür dile.

Baktım da devlet adamı sandıklarımız sanki bir paçavra. Böyle adamlar daha yüksek makama gelse orayı da kirletirler.

Hasılı Ankara’dan bir müfettiş başmüdür olarak geldi. Hoş geldine gittim. Adamla ahbap olduk. Başkan “ben burada durmam benim Ankara’da huzurum buradan iyidir” dedi. Ben hemen konuya girdim. Santralın durumunu anlattım. “Aman başmüdürüm beni bu dertten kurtarın” diye aman diledim. “Adı geçen bu çağda böyle olmaz ve olmamalıdır da” dedi. Hemen teknik eleman çağırdı. Gelen mühendis daha hala santralın kusursuzluğundan bahsediyor. “O zaman Başmüdür Bey izin versin kasabaya gidelim. Ben akrabama, dostuma rica edeceğim ve 13 kişinin konuşmasını sağlayacağım. Mühendis bey siz de on dördüncü telefonu çevireceksiniz. Konuşursanız santral kusursuzdur. Yok konuşamazsanız ben haklıyımdır”.

Başmüdür Bey hemen emir verdi. Derhal Mimarsinan’a git ve akşam bana rapor getir. Zira bir Belediye Başkanı yalan söylemez. Adamla geldik. Belediye’de on dördüncü kişi ile görüşülemedi. Mühendis PTT’ye gitti. “Evet haklısın, santral değişmelidir” dedi.

Başmüdür Bey’e de bu paralelde rapor vermiş. Bir ay içinde yeni santral geldi ve kuruldu. Halen çalışmaktadır. Bizim eski santral Samsun’dan beri dolaşarak bizim başımızda patlamış. Bilmem akıbeti ne oldu.

Kasabaya ve civarına iki damla yağmur düşse veya Pınarbaşı’na kadar şebekede bir arıza olsa Mimarsinan’da elektrik kesilir. Kayseri ve civarı elektrik A.Ş. Müdürlüğü’ne gittim. Bu duruma bir çare bulunmasını talep ettim.

Şirketin Yönetim Kurulu Başkanı Darsayaklı Tokoğlu soy isminde bir kişi gayet anlayış gösterdi. Yanımda alt birime talimat verdi ve fiber optik kablo ile Mimarsinan’ın hattan ayrılmasını istedi ve emir çok kısa zamanda yerine getirildi. Ve evvelki şikayetler de ortadan kalktı.

Şimdi düşünürüm de PTT hizmet verip, para alacak. Keza elektrik şirketi de böyledir. Bu gaileler belediyenin hiç de görevi değildir. Ama küçük belediyeler bu hizmeti yapmaktan kaçamazlar. Çünkü halk cahil ve kötülükten yeni kurtulmuş. O nedenle her şeyi belediyeden bekler.

Belediye Başkanı oldum. Büyükşehir doğudan gelen otobüsler şehre girmeyecek ve Bünyan garajından geri dönecekler. Bu otobüslerin yolcularını şehre Anakent Belediyesi taşıyacaktır. Bu uygulamadan da en çok etkilenen Mimarsinan, Gesi ve Ağırnas Belediyeleri’dir. Çünkü bu belediyelerin yolcusu çoktur. Dolayısı ile seferi de çoktur. Diğer belediyeler tek bir sefer, sabah gelip, akşam gittiği için otobüslerini şehrin herhangi bir yerine saklayıp, akşam yolcusunu alıp gidiyor. Ama Mimarsinan’ın gün içinde 45 seferi var. Gesi ve Ağırnas da buna yakın.

Bu yerlerin belediye başkanlarını tanımam ama randevulaştık. Bir yerde buluşacağız ve buluştuk. İlk günden itibaren beni sözcü yaptılar. Nereye gidersek beraber gidiyoruz. Derdimizi anlatıyoruz. Hepsi olumlu büyükşehri ikna edin, bizim oyumuz sizin içindir diyor İl Trafik Komisyon Üyeleri. Ama büyükşehir genel sekreteri hava binbaşı emeklisi Nuh der Peygamber demez. “Biz bu kararı kaldırtırız” dedim. Adam hemen “tehdit mi ediyorsun?” diye çıkışmaz mı, “hayır bizim işimiz tehdit değil, ikna iledir” dedik de konu kapandı, dövüşmeden ayrıldık.

Büyükşehir Belediye Başkanı Niyazi Bahçecioğlu’dur. Kendisinden ol görüp, bir randevu alamadık ve tek çıkar yol, şoförlere talimat verdik. Şehre girin, cezayı belediye ödeyecektir. Bir hayli de ceza ödedik. Ben bağımsız seçildim ama parti ve partililerle irtibatımı kesmedim. Bir gün bir toplantıda “bu iş Doğruyol ve Anap’lı belediyelerin başına gelse bu partiler işi kotarırlar mı?” diye sordum. O zaman arkadaş “haydi haydi hallederlerdi” dedi. “O halde Niyazi Bey bize özellikle bana neden randevu bile vermez ve meselenin üzerine eğilmez?” dedim. “Mersin’de bir toplantı varmış partinin biz sana randevu alalım” dediler.

Ama biz boş durmadık. Üç aydır İl Trafik Komisyonu üyelerini sanki taciz ettik ve komisyondan bir karar çıkardık. Osman Kavuncu caddesi ile yoğun burca arabalarımızın girmemesi şartı ile. Bu kararı benim halefim ve benden sonrakinin halefi kullandı ama bir zaman sonra otobüsleri jandarmanın karşısından konup, kalkmaya mecbur ettiler.

Mimarsinan tarih boyunca çıkmaz sokaktır. Tüm yollar Mimarsinan’a gelince biter. O bakımdan buranın gelen gideni azdır. Ancak seyyar satıcılar ve bir de seçim zamanı siyasiler gelir. Tarihi ipek yolunun devamı olarak Sivas caddesi ekrek kavşağı adı ile bir yol yapılacak ama ne zaman? Her sonbaharda Maraş yolu başlayacakmış diye bir dedikodu mahiyetinde sohbetler olur. Ama hep hayaller gelecek bahara kalır. Bu yolun finansmanı Dünya Bankası’nca karşılanacak olup, ödeneği de hazırdır. Ama yapım başlamaz. Belediye Başkanı olduktan sonra konuyu araştırdım ki 1964’te yolun kamulaştırma bedelleri ödenmiş ve güzergah tespiti de yapılmıştır. 1964–1989 yirmi beş sene geçmiş projede hiçbir ilerleme yoktur.

Karayolları Genel Müdürlüğü’ne gittim. Bu işte yetkili kişi ile konuştum. Efendim işin kamulaştırması yapılmış ve bedeli ödenmiş. Dünya Bankası’nca ödeneği temin edilmiş olmasına rağmen iş için bir çalışma yapılmamıştır. “Sebebi nedir acaba?” dedim. Muhatabım “projesi yok” dedi. Ben “proje beynelmilel kurumlarca mı yapılacak?” dedim. “Hayır, yerli elemanlarca yapılacaktır” dedi. Ben de “lütfen bu işi başlatalım efendim” dedim. Başkan “siz gidin bir daha gelir misiniz?” dedi. Ben “on daha gelirim” dedim, ayrıldık. Bir ay sonra bir daha gittim. Yetkili “senin yolu kızağa koyduk. Projeyi bölgesi yapacaktır. Eğer bunu çabuklaştırırsanız proje gelir gelmez ihaleye çıkaracağım, hayırlı olsun” dedi ayrıldık. Karayolları 6. Bölgeye geldim. Projenin talimatı gelmiş. Proje şefi Tarcan adında İzmir’li ve sosyal demokrat geçinen bir kişi ahbabımdır da. “Tarcan Bey, bahtına düştüm. Projeyi ne kadar çabuk bitirirseniz o kadar minnet duyacağım ve ne gerekse onu da yaparım” imasında bulundum. 1990 Temmuz ayı, muhatabım “1991 Ağustos’una proje hazırdır” dedi, ayrıldık. Gider gelirim proje bitiyor der. 1993 senesi Ağustos’u Tarcan Belediye’ye geldi. “Mimarsinan’a dönüş virajı 5 m. aşağıya kaydırılacak veya 5 m. yukarı çekilecek. Meclis kararı istermiş. Meclis’in toplanması ve kararın alınması en az yirmi gün sürer. Ben sana bir başkanlık yazısı vereyim. Olursa işin yürüsün. Ben meclis kararını bilahare alırım” dedim. “Yazıyı yazdır da bir bakayım” dedi. Yazıyı yazdırdım. Baktı “ben bunu büyükşehirden ancak bir senede alabilirim. Bu benim işimi görür, sağol” dedi. Ben kendisine kızgınım, atınca mangalda kül bırakmıyoruz ama eylemde ve iş bitirmede çok geriyiz. Yere girsin büyük şehirde, küçük şehirde. “Siz bana projenin 1991’de biteceğini söylemiştiniz. Tarih 1993, eğer ahbapsak ahbaplığımız için hakikaten sosyal demokratsak siyasi düşüncemiz için en önemlisi de vazifeniz olduğu için şu projeyi lütfen bitiriniz” dedim, bozuldu. “Konuşmam sizin beyanınıza dayanmaktadır. Ben de bunun için işin bitmesi babında konuştum. Yoksa şahsi bir çıkar peşinde değilim. Kolay gelsin” dedim, ayrıldık. Bir ay içinde projenin Ankara’ya gittiğini söyledi Tarcan. Ankara’daki yetkili işin ihale edildiğini telefonda bildirdi. İşte 2 tane bürokrat, kararı siz verin.

Yolun 1993 temeli atıldı.1995 hizmete açıldı. Bu gün Mimarsinan’dan dünyanın her yerine gidilir ve dünyanın her yerinden de Mimarsinan’a gelinir ve bugün Mimarsinan bu yolun sayesinde Kayseri’nin de arka bahçesidir. Bir de Kayseri’nin güney çevre yolu adında Adana’dan gelip, Erciyes’i aşarak Kartal’a oradan da Mimarsinan Germir sırtına kavuşacak ve imarı yapılmış sahayı kat ederek Engin gölde Sivas caddesine bağlanacaktır. 50 m genişliğindeki yol diğer güzergahları boş verip, imar planı boyunca açılacak olursa, Mimarsinan çok büyük gelişme sağlayacaktır. İmar planında olmasına rağmen benden sonra gelen belediye başkanları bununla hiç ilgilenmedi. Belki de haberleri yoktur.

Bilindiği gibi memlekette yol insanların kan damarları gibidir. O bakımdan idareciler bu hususa çok önem vermelidir. Bu cümleden olarak ben bu hususu birinci öncelik olarak seçtim ve bunun için belediyenin önünden gesi yolunu bağlanan yol don deresi ve bostan deresini geçerek sivrisinek ve serkent yerleşimine ulaşım sağladı. Aşağı mahalle (fatih mah.) camiinden başlayan yol su havzasını geçerek kumarlı üstünden Sivas caddesine bağlandı. Güneyler mezarlığından başlar bir yol hem başakpınar’a ve hem de kuru köprüye ulaştı. Bu iki yol Organize Sanayi’nin yapılması ile muattal çalışma durumuna geldi. Diğer iki yol ise Sivas caddesine yakınlığı ile sanki ana arter gibi halen çalışmaktadır.

Belediye önünden yeni açılan kayapil yolu kaya başına kadar karşı camii önünden başlayan (Erciyes caddesi) güneyler mezarlığı ve güneyler yerleşiminden zambık boğazına kadar düzenlenmiş. Bilahare Erciyes caddesi ile kayapil yolu bitirilerek otobüslerin kasaba içinde ring yapması sağlanmış. Allaç üstüne iki çıkış dere mehlesi inecek çıkışı düzenlenmiş ve buralara motorlu taşıtların çıkması sağlanmış. Fatih mahallesi, ana cadde hariç tüm sokaklar düzenlenip, parke döşenmiştir. Fatih mahallesi camiinden bir yol aşağı mahalle mezarlığına kadar düzenlenmiş ve parke taşı ile kaplanmıştır. Kasaba içi yukarı mahallede tüm cadde ve sokaklar da deforme olmuş parke yolların tamamı yenilenmiştir.

Güneyler mahallesi camiinden başlayarak Dere mahallesi Fevzi Çakmak caddesine ve Sakarya caddesine bağlanmış. Buralardaki mülk sahiplerine kamulaştırma bedelleri de ödenmiştir. Dere mahallesinde imar uygulaması ile yeni açılan yollar düzenlendi. Yan duvarları ile parkesi döşendi. Söğüt dereden gelen kuru çay açık kanalizasyon halinde idi. Hasan NEVRUZ’un evine kadar kapanmış diğeri kalanı açıktı. 1180 mt. bura kapatarak altına kapalı kanalizasyon üzerini de yol olarak inşa ettik. Şimdi en büyük tonajlı arabalar yüklü olarak bu yolu kullanmaktadırlar. Yalnız, bu uygulamada amcam, oğlu ve eniştem Ali NEVRUZ ile halen aramız limonidir. Esasta özür kendilerinindir ama suçlu ben oldum. Bunların evinin bitişiğinde birilerinin arsası var. İmar düzenlemesinde bu arsadan 225 m2’yi kamulaştırarak satın aldık. O zaman arsa sahipleri “biz buraya bina yapalım mı?” dediler. Ben de “şu bina sahipleri zarar görür, sizin arsanızı alsınlar” dedim. Ama eniştemden başka iki kişi daha var ama bunlar arsayı almaya razı olmadı ve eski yapıların cephesini kapattı. Burada benim arsa sahiplerinden rüşvet aldığım şeklinde iftira bile ettiler. Halbuki ben adamların arsasından 225 m2 satın aldım. Gelin belediyede kaydımı göstereyim dedim ama ithamlarını yürüttüler ve belediyeye gelip muameleyi incelemediler. Halbuki kasabada kat adedi iki iken Ali enişte 4 kat yaptı. Binasını o zaman Durdu iyi idi. Ne ise idare edenler herhalde böyle itham altında kalabilmektedirler.

İmar uygulamaları sırasında 64 parça taşınmazı kamulaştırdık. Yalnız bunun 63 parçası nizahsız mahkemesiz oldu ama buna hem meclis üyeleri ve hem de müfettiş itiraz etti. Ben de 64’üncü taşınmaz sahiplerine mahkeme yolunu gösterdim. Son yapılan yol üstündeki çeşmenin bulunduğu bahçe zührenin Şaban isminde bir vatandaşa aittir. Taşınmazın takdir bedeli 40 milyon, ben bunu 75-80 milyona bağlardım. Mahkeme 126 milyona hükmetti. Belediye de bunu kuzu kuzu ödedi.

Bunun hatalı ve zararlı olduğunu itiraz sahiplerine anlatmak isterdim ama seçimi kaybettik. İmkan olmadı.

Kamulaştırılan binaların yıkımı, enkazının kaldırılması ve yerlerinin düzenlenmesi hiç de kolay olmadı. Çünkü elimizde iş makinası olarak el arabası 3 ton bir kamyon ve bir de traktör var idi. Bir rakam vermiş olmak için kadıyoran caddesinin açılmasında 500,00x8,00x4,00 metrelik bir kütleyi kazdık ve kaldırdık ki 1.600 m3 eder. Dere mahalle çıkında Bekir Söğüt evi karşılığında da en az bunun yarısı kadar kazarak dolgu yapıp, yokuşu azalttık. Hasılı belediyecilikte yapacağınız her işte hafriyat ve taşımak var ama az ama çok.

2.220 km. basit kanalizasyon döşeyerek kasabada karasinek neslini ve su birikintilerini yok ettik. Tabi burada da kazı ve taşıma vardır. Çok teferruata girmeden düzenlemelerde 5.000 m3 moloz duvar yapıldı ki bunların hepsi hesaplı, kitaplı, projeli istinat duvarıdır. Kayapil mahalle ve Güneyler mezarlıkları tamamen aşağı mahalle mezarlığı kısmın duvar içine alınarak 4 ayaklı yaratıkların tecavüzünden kurtarılmıştır.

İş başına geldiğimde ayak basacak kadar yeşil alan yoktu. Alelacele çöplük olan eşeklik kayasına bir park ve kapalı mekan olarak bir kahvehane yaptık. Bu tesis kasabanın 5 sene ihtiyacını karşıladı. Bugün bayraklı park denen yerin çevre duvarları çekilmiş ve toprak dolgusu da yapılmıştı (tamamlanması benden sonra bitirilmiştir). Güneyler mezarlığının kuzeyine 3 dönüm fidanlık tesis edilmiş ve ağaçlandırılmıştır.

Tabii insan yaşamının önemli olduğu yerde evliyalar denilen yere masraf edemezdim. Ama 5 sene halk toplandı, pilav pişti, halka dağıttılar ve gerekli dualar da yapıldı. Bir de yabani ağarlar budandı. Bugün bu ağaçlar, gölgesinde oturulur hale gelmiştir.

İş başına geldiğimde ilk beş ay belediye gelirleri personel maaşlarını bile karşılamıyordu ki başka işlere başlanamadı bile. Belediye nüfusu 3.500 görünüyor ise de bu sayının bile gerçekçi olduğunda şüphem vardı. 1990 senesi nüfus sayımında 40 tane sayım memuru vardı. Bunları bir gün evvel topladım ve belediyenin durumunu anlattım. “Aman dikkat edin, bir tek nüfusun bile çok önemi vardır. Gayret beklerim” dedim. Sayım sonunda belediye nüfusu 5.609 oldu. Bırakın belde belediyelerini çok ilçeden bile fazla nüfus varlığına ulaştık. Hali ile İller Bankası’ndan gelen aidat da arttı.

İmar uygulamasından elde edilen arsaları da sattıkça belediye epey bir maddi varlığa kavuştu. Sanayi esnafının alacağı için belediyeye gelmesini yasakladım. Personele yaptırdığı işin faturasını alıp, getirmesi için talimat verdim. Bunun sonucu olarak mutemedimle hak sahibinin çekini ve sarf evrakını esnafın dükkanına yolladım. İmzalanan evrak belediyeye geldi. Çek ise hak sahibine verildi. Bu muamele çok takdir topladı.

Hasılı belediye gün geçtikçe itibar kazandı ve gide gide civar belediyeler içinde yıldız oldu ve sırf bu nedenle başkanlığa talep de arttı. Hali ile çok işler yaptığımı sanırım. Eski aşağı mahalle tahliye edildiğinden (heyelan nedeniyle) geride kalan binalar çirkin bir harabe şeklini aldı. Bu binaların yıkımı için dozeri çalıştırdık ama vay efendim, burada çok mağara var. Dozer de gider, dozerci de bir aleyhte propaganda herkesi azarladım. Hatta tehdit de ettim ama ne mağara çıktı ne de dozer düştü. Evlerin yeri ağaçlandırılmak üzere teraslanıp, bırakıldı.

Bu yerde kasabanın en eski camisi var, cemaati yok ama eski eser olarak yaşatılması düşüncesi ile yüz elli bin lira değerinde para ve emek harcadık. Beş senede şunu öğrendim ki kamuoyu bir oburdur. Ne kadar verseniz doymuyor. Kişisel kanı olarak pek çok iş yaptım ama kamuoyu bunu asla takdir etmedi. Bunda iftira müessesesinin başarılı olduğunu söyleyebilirim.

Mimarsinan Belediyesi en çok maddi desteği benim zamanımda aldı. Bunlar kısaca;


  1. Hali hazır harita yapımı,

  2. İçme suyu projesi 430.000.000 milyon,

  3. Sondaj çalışmaları ve içme suyunun temin edilmesi,

  4. İmar planı ve uygulaması yapılması

  5. İçme suyu şebeke ve su depolarının yapılması (8 adet).

Bunların tamamı devletçe finanse edildi. Kesin rakamı bilmiyorum ama on üç milyarın üzerindedir. Tarihi ipek yolunun tamamlanması, bunun rakamını da bilmiyorum ama yüklenici işi 2,5 senede bitirdi.

Ayrıca, Bayındırlık Bakanlığı’ndan proje karşılığı 1,5 milyar destek sağlanmıştır ki bu tamamen belediye personelinin çalıştırılması sonucu elde edilmiştir. Asker ailesi yardımı da 3,6 milyar lira ki bu da belediye personelinin çalıştırılması ile elde edildi ve hak sahiplerine verildi.

1994 ve 1999’da iki kere aday oldum fakat seçimi kazanamadım. Kazanamadığım için en çok çocuklarımın gayretine ve maddi kayıplarına acıdım ahiren sırası ile;


  1. Harman altına yapacağım dinlenme parkının yapılması,

  2. İmar planındaki 50 metrelik yolun açılamaması,

  3. Merkez otobüs durağı kuzeyine yapılacak iş merkezinin yapılması,

Bu işin projesi ve afet işlerinden alınmış 2.500 m2 arsa izni belediye arşivindedir.

Bu üç tasarım bugünkü deyimle mega projeler olup, Mimarsinan’ın çehresini beş kat daha değiştirecektir. Benden sonra üç tane Belediye Başkanı geldi ama hiçbirisi benim yaptığım kadar iş yapamadı. Halen kafamda bir soru var. Acaba Mimarsinan’lı ne şekilde başkan istiyor? Bunun cevabını bulamıyorum. Belediye Başkanlığı sanki ulufe dağıtılan bir yer gibi herkes çıkar peşinde.

En yakınlarım bile çıkar umdular. Hatta o işleri yapmada cebimizi dolduralım diye buna direk teklif edenler oldu. İki teyze oğlu ve bir erkek kardeşim her zaman arkamdan pusu kurup, dolap çevirdiler 5 yıl müddetle. Halbuki ben ilk yıllar yolumu bulmakta çok sıkıntı çektim. Git be yere girsin böyle makam.

Annemin öz oğlu evde seçimde harcamak üzere biriktirdiğim 40 milyon vardı, onu çaldı. Yatak odamda namaz kılıyorum bahanesiyle yatağın altından parayı almış. Seçim günü Ali Osman arabalara benzin parası olarak 10 bin lira istedim. Eşine parayı getirmesini söyledim. Kadın geldi “para yoktur” dedi. Aşağı para yukarı para yok. “Kardeşim Ahmet’ten iste” dedi. “Ben isteyemem. Arabalar da çalışmasın” ve topal Ömer at aldı. Eşek sattı, o parayı yedi, kuruşsuz kaldım.

1994 – 1999 yıllarında aday oldum ama seçimi kazanamadım. Çocuklarım hepsi canla başla çalıştılar ama hele ikisi Ahmet ve Kurtuluş kendilerini maddi ve manevi olarak parçaladılar ve pek çok para harcadılar. Bana miktarı söylemediler ama çok milyarlar gitti. Ama hiçbir zaman bunun ne lafını ettiler ve ne de serzenişte bulundular. 6 sene boş gezdim. Bu zamanda beni el üstünde tuttular ve harcamam için bana çok para verdiler. 2001 seçimlerinin gecesini hasta olarak geçirdim. O gece Ahmet hiç uyumamış. Sabah seçimi bana yorumladı. Ben her ne kadar kavuk salladımsa da ağrılar çok zalimdi. Beni aldılar isteğim üzere Güneş Hastanesi’ne götürdü Ahmet. Ben üre düşmüş mü, yükselmiş mi şimdi hatırlamıyorum bunu giderdiler. Fakat ben böbreğimden şikayetçiyim. Hastanenin sahiplerinden ikisi “Durdu Amca üreni düzelttik. Fakat diğer hastalığını bilemiyoruz. O nedenle seni Tıp Fakültesi’ne havale ettik. Tanrı şifa versin.” O ana kadar Kurtuluş Sosyal Sigortalardan sevk almış. Fakültede bakacak prof. Temin edilmiş. Beni özel odaya yatırdılar. Beni Mevlüt’le eşime emanet ederek çocuklarım olan kızım, gelinim ve oğullarım işlerine gittiler. Kızım Şerife ile Mevlüt tam bakıcılarımdı. 28 tam tetkik ve tahlil yaptılar. Tetkik tahlilin sonucu evvela Dr. Zarife okuyor sonra Prof. Mehmet Yücesoy’a gidiyor. 53 günü hastanede geçirdim.

Hoca “son tetkikte iyi geldi” dedi. Ben de “Hocam bunların hepsi iyi de ben niye iyi olamıyorum?” dedim. O da ben seni iki kere tomografiye yolladım. Ama alet göstermiyor. Ama ben seni tecrübeme dayanarak senin pankreas bezinde apse vardır. Biz de yaparız ama sen biraz toplasan o nedenle seni Radyolojiye göndereceğim” dedi. “Peki” dedim. Radyolojiye gittim. Tekrar tomografi ve ultrason tetkikatı yapıldı. Bir erkek bir de bayan uzman apseyi inek memesinden süt sağar gibi sağdılar. Uzmanlar pür dikkat çalışıyor hele Ali AYDIN isminde bir radyolog var ki adam işine bu kadar mı düşkün olur. Hayret ettim, hayran kaldım. Ali Bey sen şimdiye kadar hiçbir hastaneye gitmedin mi?” dedi. “Gitmedim” dedim. “Peki böbreklerinde hiç ağrı olmadı mı?” “Oldu ama eczaneden aldığım ilaçlarla ağrı geçti” dedim. “Sen burayı nasıl buldun?” dedi. “Prof. Dr. Mehmet Yücesoy yolladı” dedim.

Hasılı iki uzman iltihabı aldılar tam 15 litre. Beni yatağıma yolladılar. Odamda 2-3 litre iltihap alındı ben bayağı rahatladım, hafifledim ve Hoca beni taburcu etti.

Eve geldim ama gene de ağrılar vardır iki – üç gündür evde yatıyorum. Sağ olsunlar ziyaretçi çok. A. İhsan Derin de o günkü ziyaretçiler arasındadır. Tuvalete gitme gereği duydum ama tuvalete gidecek yönün tam aksine yönelmişim ki evde kızım ve eşim o tarafa değil şu tarafa gideceksin diye beni yönlendirdiler. A. İhsan Derin Bey hem mahcup ve hem de üzüntülü olarak sonra gelirim vaadi ile veda etti.

Mevlüt ile Şerife beni Mehmet Hocanın ofisine 19.00 sularında götürdüler. Prof. Dr. Mehmet Yücesoy beni muayene etti. Tansiyon ve nabızdan söz etti ama ben anlamadım. “Hastanın yatması gerek ama bir yatak bulabilsek” dedi. Ben çok bitkinim bıraksalar zeminde yatacağım. Hasılı çok yataklı bir koğuşta bir yatak bulundu. Ama kafamı yastığa koyuyorum bir idrar sıkıştırması. Mevlüt o gece belki 30 belki 50 kere tuvalete götürüp, getirdi. O saatlerde personel çalışıyor. Tahlil yapmak üzere kan aldılar. Nerde var, nerde yok saat 12.00 sularında Kurtuluş İstanbul’dan geldi. Nasıl duydu bilmiyorum. Mevlüt de, o da gidip, geliyor. Bir ayağı da laboratuarda sabah 4.00 sularında Kurtuluş “baba üç tane tahlil yapıldı. Üçü de müspet. Gözümüz aydın olsun”. Sabah beni özel odaya taşıdılar ve tekrar radyolojiye yolladılar. Dr. Ali Bey “Durdu Bey gittiğin kervanla geri mi geldin? Gel seni bir ultrason tetkikinden geçireyim” dedi. İki makinede tetkik yaptı. “Galiba sana ameliyat gerekecektir” dedi. Ben de “ameliyat çok riskli midir?” diye sordum. “Yok canım” dedi. Ama buna onun da inanmadığını mimiklerinden anladım. Galiba gene iltihap aldılar, beni odama yolladılar.

Aman hastalığım boyunca zorlandığım tedavi sistemi serum zerk edilmesidir. Ama o da olmayınca tedavi yapılamıyor. Serum eriyiğinin içine başka ilaçlar da katıyorlar. Çünkü Hoca bana antibiyotik serum uygulamaya başladı. 15 ünite kadar da kullandık. Bilemem bundan mı oldu ne ise ben devamlı sayıklamaya başlamışım. Kızım Hikmet tüm akrabayı oraya toplamış. Bununla beraber ben de bir havale nöbeti tutma hali başladı.

Azıcık devinme halinde bir titreme ile başlıyor. Elimin yettiği her şeyi sıkıyorum. Beyin cerrahide bir tomografi çekildi. Bayan beyin cerrahı bir ilaç verdi. Bunun üzerine havale kesildi. Gitmiş olan dermanım da yavaş yavaş gelmeye başladı.

Gurbetteki evlatlarım ve gelinlerim geldi. Zarife, Hoca’ya “babama ne tür bir tedavi uygulamayı düşünüyorsunuz?” dedi. “Hoca da antibiyotik değiştireceğim” dedi de Zarife de “Hocam ben babamı genel cerrahide ameliyat ettirmek için geldim. Siz ne buyurursunuz?” dedi. Hoca da “onay veriyorum” dedi. Konuşma biter bitmez beni ameliyata aldılar. Nasıl oldu bilmiyorum Zarife “07.01.2002 anne, babam ameliyat oldu. Ameliyat başarılıdır” dedi bunu net olarak böyle duydum. Ameliyat sonrası beni yoğun bakıma almışlar. Tam 16 gün hiçbir şeyden habersiz yatmışım. 16. Günü uykudan uyanır gibi uyandım. Ciğerim yanıyor tabii. Su veriyorlar ama bir ölçü dahilinde fazlası yok. Oğlum S. Ahmet’e rica ettim o da “ben elli litre su getirdim ama verip vermemekle personel yetkilidir ben karışamam” dedi. Tabii zor oluyor ama susuzluktan adam ölmüyor. Ameliyat sonrası yoğun bakımdaki personel hastaya çeşit türlü eksersiz yaptırıyorlar. Nefes alma, nefes genişletmesi, yürüme talimleri gibi yoğun bakımın hoş bir hekimi var. Durdu amca öksür diye ısrar eder. Çıkaramıyorum. Hüseyin Bey derim o talebinde ısrarlıdır. Tabii bunun zamanla faydası çoktur. Bir gün Hüseyin Bey “sen artık iyi oluyorsun. Seni yukarı çıkaracağım” dedi. Ben “helikoptere mi bineceğim” diye şaka yaptım. Gerçekten bir gün beni normal hasta koğuşuna aldılar. Yoğun bakımda baygınken özellikle çocuklarım bin rica ile içeri girerler. Beni baygın görünce üzüntü ile dışarı çıkarlarmış. O an ben baba şefkati gösteremiyorum ama çocuklarım baba sevgisinde yarış halindeler. Bunu bilahare o günleri kritik ederken duygu ve görgü tanıklarında öğrendim.

Evde ameliyat konuşulurken bu işte otorite Zarife’dir. Büyüklerine ve küçüklerine durumu anlatırken son çarenin ameliyat olduğunu söyler. Bununla beraber belki de bir zaman sonra babamızın ölüm haberi gelir. Beni sakın suçlamayın der. İşte tevekkülle beklerken yukarıda andığım 16 gün böyle geçer. Hatta asabiyetin etkisi ile S. Ahmet ve Mustafa’nın kırıcı bir şekilde münakaşa ettikleri de olmuştur.

Hasta yatağımda yatarken Zarife dedi ki: “Baba sen artık iyi oluyorsun. Müsaadenle ben gideyim” dedi ve gitti. Ama ben de iyileşme ümidi hiç yok. Gün geçtikçe ağrı ve sancıların biri gidip, biri geliyor. Bu günlerden bir gün yine sol taraf böbreğim ve midemde bir sancı var. Ameliyat sol tarafımdan olduğu için (pankreas bezinin bir kısmı) alındı. Ameliyatın başarısız olduğu şüphesine kapıldım. Gece 1.30 sularında nöbetçi hekimi çağırttım. “Dr. İnandığın aşkı için söyle sol tarafımdaki ağrı ameliyattan mı kaynaklanıyor? Yoksa başka bir ağrı mı?” Dr. Ağrının ameliyatla bir ilgisinin olmadığını söyledi. “Peki midemdeki ağrı?” dedim. Dr. “korsan bir ağrıdır. Gelir ve geçer” dedi. “İmansız korsan eşkıya hep beni mi bulmuş” deyince Dr. güldü. “Durdu Bey siz bir ameliyat geçirdiniz değil mi?” dedi. Ben “evet” dedim. “Bu ameliyatın yapıldığı 100 kişide doksanı ölür. On kişi kurtulur. Siz yüzde ona dahilsiniz, şükredin” dedi ve gitti. Hakikaten sabaha o ağrılardan eser kalmadı. İki tarafımda iki sonda. Birinde suyolu da denen diren takılı. Sondanın birine iltihap akıyor. Diğeri de yıkıyor. Bazen üçüncü sondayı idrar için takıyorlar.

Her gün gerekli ilaçlar veriliyor ve ameliyat yarası da bir kere pansuman ediliyor. Bu aşamada birinci yardımcım, yeğenim Mevlüt, kızım Şerife ve eşimdir. Maraşlı Hacı Ağa isminde bir hasta refakatçisidir. Bunların hepsine minnet borçluyum.

Kahramanları olaylar yaratır diye bir deyim var ki bu olayın kahramanı yeğenim Mevlüt’tür. Mevlüt kötü sözüme de katlandı, olmadık zahmetler de çekti.

Oğlum Ahmet sanki başımda refakatendir. Bursa’dan her hafta geldi ve gitti (benim muhalefetime rağmen) tek bir hafta hava muhalefetinden dolayı gelemedi. Belinde arızası vardır. Ama bir gün Hocayı göreceğim diye tam dokuz saat Hocanın kapısında bekledi. Hasılı sevgisi ve hizmeti sonsuzdur.

Oğlum Kurtuluş, sanki İstanbul’da değil de Kayseri’de gibi her an be an yanımdadır. Gerçi ben ayağa kalkamıyorum ama kalksam benim gölgem gibi takip etti. Her türlü para tedarikini de o yaptı. Bağlılığı ve de fedakarlığını tarif edemem. Kızım Hikmet, evinden ayrı olarak uzun müddet yanımda kaldı. Zorla ve kızarak yolladım. Bir gün dişçi Bekir’le Hikmet oda kapısında ağlıyorlar. Ben onlara moral vermek için boşuna gözyaşı dökmeyin diye moral verdim. Eşim son aşamada ve hastanede kuru sandalyenin üzerinde çok sabahlamıştır. Mevlüt olayın başından bugüne kadar hiçbir müşkülattan kaçmamıştır. Bu gayreti halen devam etmektedir. Kızım Şerife, özellikle hastaneden sonraki dönemde çok fevkalade işler yapmış. Tabir yerinde ise yaraları sanki tekrar baştan sona kadar tımar edip, iyileşmesini sağlamıştır.

Sevgili yavrularım; birbirinize danışmayı sakın gevşetmeyin. Zira bir söz var ki elin en iyisinden bizim birbirimiz daha iyidir. Bir kimsenin ne zaman öleceğini Allah’tan başka kimse bilmez ama genelde erken doğan erken ölür. O bakımdan ölüme ben daha yakınım. Bu nedenle sizlere ikinci öğüdümü ve vasiyetimi yapıyorum. S. Ahmet ve M. Kurtuluş; yeğenim Mevlüt’ü sakın yalnız bırakmayın yardım ve muavenetinizi de eksik etmeyiniz. Zira Mevlüt’ün arkası yoktur. O kadar iyi niyetine rağmen yalnızdır. Aman ha aman onu el eline bırakmayınız. Zaten sizlere de bu yardım hareketi yakışır.

Güneş Hastanesi’nde kaç gün yattığımı hatırlamıyorum. Ama Tıp Fakültesi Hastanesi’nde iki aşamada 97 gün yattım. Pek de usandım. Hastalar her gün bir heyet marifeti ile gözden geçirilip, gerekli tedavi uygulanıyor. Bu heyet benim yaramın üstüne pet konarak taburcu edilmeme de taraftardır ama son kararı Hoca veriyor. Hoca da bu tetkiklere gün aşırı en geç iki günde bir katılıyor. Hoca ile aramızda şambırdağın Ali vasıtası ile hafif bir dostluk doğdu. Ali beni Hoca’ya çok övmüş ki Hoca “sen Belediye Başkanlığı da mı yaptın?” diye bir gün sordu. “evet” dedim. “Çok çalışmışsın seni çok seviyorlar. Görkem Halı’nın sahibi Ali söyledi”. “Hocam kamu kendisine hizmet edenleri sever. Biz hastaların sizi sevdiğimiz gibi. İşte sizin hizmetinizle sıhhat bulmuş bir hasta olarak minnettarlığım sonsuzdur” dedim. Bu ifade Hoca’nın hoşuna gitmiş olacak ki ondan sonra daha yakın oldu aramız.

Hastanede hasta iyileştikçe yürüme talimi yaptırıyorlar. Bu hareket çok yarıyor hastaya ki günden güne yürüyüş kolaylaşıyor. Yardımcı marifeti ile yapılan yürüyüşlerde artık yardımcı istemeyeceğimi düşünerek seviniyordum ki bir sabah boş çuval gibi yere yığıldım. Kollarım ve bacaklarım şişti. Zarife gelip, gitmişti ki Denizli’den telefon açıyor. Babamın kol ve bacaklarında şişlik var mıdır diye sordu. Buradan evet cevabı verdik. Ama Zarife geçecektir demekle yetindi. Meğerse kullanılan bir yanlış ilaç beni bu hale getirmiş. Bu durum ancak bir ayda düzelebildi. İşte bu aşamada tetkik heyetinin benimsediği pet altı yapalım önerisine dayanarak Hoca’dan taburcu olmamı istirham ettim. Hoca’da diren ve yarayı kastederek “bu öyle bir şeydir ki içerdeki mikrobu dışarı atar. Dışarıdaki mikrobu da içeri alır” dedi. Hocam desenize bu hal hem ithalatçı ve hem de ihracatçıdır. Hoca güldü ve “tarif yerindedir” dedi. Ben “Hocam bugün 97 gün oldu. İnanın usandım. Yaraya iyi bakacak elemanım vardır. Benim taburcu olmama emir buyurun” dedim. Hoca “olur” dedi ve hemen taburcu olmam için hazırlıklar başladı.

Bu arada Mimarsinan’da oturan alevi bir kızım var. O saatte hastaneye geldi. “Daha ziyaretçi saati değildir. Bu saatte niye acele ettin?” dedim. “Seni özledim de baba” dedi. Biraz sonra “baba ben evi terk ettim” dedi. “Ayıp edip, halt etmişin kızım. Üç çocuğun var. Onları kime emanet edersin?” dedim. Bir hayli daha konuştu. O konuştukça halt edip, ayıp etmişsin dedikçe Maraşlı Hacı Ağa “kızım Durdu Bey doğru söylüyor” diye tasdik etti. Hastaneden taburcu olup, Hacı Ağa ve hastasına veda ederek kızım Suna’yı da yanıma oturttum. “Hele bize gidelim de Allah Kerim’dir” dedim. Gayri ihtiyari elini elime aldım. Mimarsinan’a geldik ki o gün Cuma pazarı. Mevlüt’e arabayı pazara sürmesini söyledim. Eve bir şeyler alınacak. Gelecek ziyaretçiler için Mevlüt ve Şerife’ye ne alırsanız çift olsun pek çok meyve vs. aldılar. Bakkaldan bir iftarlık paketi yaptırdılar. On tane de ekmek alındı. Eve gelince iftarlık paketi, ekmeği ve meyvenin yarısı bagajda kalsın dedim. Eve girdik ki festival o kız da (Suna) evdekilerin tanıdığıdır. Şölen devam ederken kızı yanıma çağırdım. “Kızım açmazın nedir?” dedim. “Kaynanam benim çalışıp, aldığım ekmeği çocuklarıma yedirmiyor. Eşim de onun tarafını tutup, içkiden ayrı olamıyor. Tabi sonuçta hır çıkıyor. Bir gün değil ki çekeyim. Usandım baba” dedi. Kocası da alevi. Cezaevinde gardiyan. Bir gün hizmet iki gün boş. Suna’ya dedim ki: “Ben seni şimdi eşimle evine yollayacağım oraya gidince ben bu çocukları babamın evinden getirmedim. Binaenaleyh aç durmalarına da razı değilim. Çocuklarımın yeme ve içmelerine kimseyi karıştırmam diyeceksin. Sıkışan çıksın kaynana ya dediğimi yaparsın, yoksa seni diğer çocuklarına yollarım. Beyine de benim yanımda olmaz isen yollarımız ayrılır de yeter”.

Mevlüt ve eşim Suna’yı götürüp, evine bıraktılar. Giderken eşime “Suna eğer baba elimi tutmasa kendimi arabadan atacaktım”. Bugün kaynana öldü. Kocası da eve ve çocuklarına sahip çıktı. Aile şen şakrak yaşamını sürdürmektedir.

Tabii ki Hoca’nın müsamahası ile taburcu olduk ama hastalık tamamen iyileşmedi. Ne de olsa ufak tefek ağrı ve sancı olmaktadır. Aynı zamanda ümitsizim de. Günlerden bir gün hemşirem Fitnat yine yanımda kollarımı ve dizlerimi ovuyor. “Bacı ben acaba iyi olacak mıyım?” dedim. O da “ağabey sen farkında değilsin ama vallahi günden güne iyiye gidiyor durumun” dedi. Yukarıda da söyledim ya oğlum Ahmet kar, kış, fırtına demeden hemen her hafta geldi. Benim durumuma baktı. “baba biraz yürüsen olmaz mı?” dedi. “Ben de verilen yanlış ilaç nedeniyle daha yürüyemiyorum.” Ahmet belli etmedi ama can sıkıntısı ile dama çıktı. Kar kürüdü ve ertesi günü de gitti.

Hasılı böyle böyle derken iyileşip, ayağa kalktım. Hatta İstanbul ve Bursa’ya da gittim. Dilara’nın doğumu için Denizli’den oralara geçtim. Ameliyattan sonra gözlerimde görme azaldı. S. Ahmet Bursa’da iki doktora ameliyat ettirdi. Doktorların talimatı üzere dikişlerin Kayseri’de alınmasını salık verdiler. Uzman Ayşe Samuk’a gittim. Dikişler için operasyonun nerede yapıldığını sordu. Bursa’da deyince “ancak bu kadar güzel yapılabilir” dedi.

Durdu Can’ın ve Gence’nin sünnetine Bursa’ya, Kurtuluş’un düğününe İstanbul’a gittim. Ama Koray’ın sünnetine gidecek takatim olmadığından Denizli’ye gidemedim ve böylece ne şikayet ne de ağrı sancısız 6 seneyi geçirdim. Zira bir ahbabın ifade ettiği gibi çocuklarım beni para ile satın alarak sıhhatimi sağladılar. Ahmet’le Kurtuluş’un biri bin olsun ve tanrının lütfuna mazhar olsunlar. Bu aşamalarda gelinim Sevim’in emeği ve gayretini anlatamam. Tanrı evine ve evladına bağışlasın.

2008 yılında tansiyon düşüklüğü şikayeti ile Özel Avrupa Hastanesi’ne yattım. 14 günde iki çeşit olmak üzere 26 tane serum verdiler damardan. İyi oldum. Çıkacağım derken idrar yollarında bir problem meydana geldi. Hemşireye derdimi söyledim. “Ben sana bir iğne yapayım şikayetin geçer” dedi ve iğneyi yaptı. Fakat, saat 24.00 oldu ama bir damla idrar gelmiyor. Hemşireyi tekrar çağırdım. “Doktora sorayım” dedi. Doktor müsaade ederse sonda takalım demiş. Olur dedim. Acilden bir eleman geldi. Sondayı takamadı. İkincide de takamadı. Uzman çağırdılar. Uzman sondayı taktı. Beş dakikada rahata kavuştum. Uzman “sonda üç gün kalacak. Üç gün sonra sondayı aldır. On gün sonra bana gel” dedi. Dediğini yaptık ama on gün beklemeye imkan yok hem idrarı tutamıyorum ve hem de çok sancı yapıyor. Hastaneye yine gittim. Sonda takan uzman yok ama başka bir bevliyeci var. Ona muayene oldum. Adam ilaç yazdı. Sonda taktı “bir ay duracak” dedi. Zarife’ye anlattım. “Baba doktora selam söyle bir ay çok uzun zamandır.” Selamı ilettik “mecburum” dedi. 28. Günü sondayı aldı. “Eğer ağrı sancı yaparsa yine gel ben tekrar sonda takıp ilaç yazacağım” dedi.

Ben “Dr. sonda tak, ilaç yaz. Tedavi bu değildir. Galiba siz bana müdahale etmeyecek misiniz?” dedim. “Hayır” dedi. “Sebep nedir?” dedim. “Siz yaşlı ve şişmansınız ve bu nedenle problemlisiniz” dedi. “Dr. hareketiniz ettiğiniz HİPOKRAT yemini ile bağdaşmıyor ve beni göz göre göre ölüme değilse de ızdıraba mahkum ediyorsunuz. O halde ben öleyim” dedim. Daha konuştuk ama boş laf. Dr. Ahmet Demirel’e durumu anlattım. “Durma gel. Dahiliye ve bevliyeden giriş yap” dedi. Dediğini yaptık. Bana göre dahili bir hastalığın yoktur. Ama sathi bir bakayım” dedi. “Hastanemizde çok bevliyeci var ama galiba ben en iyisini buldum. Sıranız 37. Ben 24’e indirdim. Bevliyeci sizi bekliyor.” Gittik bevliyeciye o sordu ben cevap verdim. “Amca anlatımınıza göre sizde prostat büyümesi vardır. Avrupa Hastanesi’nde neden ameliyat olmadınız?” dedi. Ben de Avrupa Hastanesi’ndeki durumu izah ettim. Dr. “olur mu, hastaya sen yaşlısın, şişman ve sorunlusun diyebilir mi? Biz hastayı iyileştirmek için varız. Yat da bir prostat muayenesi yapayım” dedi ve yaptı. “Evet, tanı doğru siz şu testleri yaptırın da yarın sizi ameliyat edeyim” dedi.

O gün testleri yetiştiremedik. Ertesi günü Kurtuluş geldi. Havaalanından onu aldık. Yolda durumu hikaye ettim. Madem gelmişin el kol olun da bugün ameliyat olayım. Dr. Ahmet, Kurtuluş, amcaoğlu Ramazan, Dr. Vedat Kök ve Mevlüt olmak üzere koşa koşa testler bitti. Bu ara beni Mevlüt hep hastane arabası ile dolaştırıyor. Ameliyat olmak üzere yeşil gömleği giyip, ameliyat masasına yattım. Narkozcu tansiyonu ölçtü ki 5 düşük. “Cesaret edemem” dedi. “Kalk bakalım biz seni birkaç gün misafir edelim ve tansiyonu normale getirelim” dediler. Perşembe yatağa geldim. 4 gün sonra Pazartesi günü ilk olarak ameliyata aldılar. Sanki odun kırıyor gibi operasyon tamamlandı. Dr. Yüksel Yeşil “ameliyat çok güzel geçti ama idrara sık çıkacaksın” dedi. Şimdi bundan başka şikayetim yoktur. Her bir buçuk saatte tuvalet ihtiyacım vardır.

Bir ara kalbimden şüphelendim. Tam dört tane tam teşekküllü hastaneden sonuç alamadım. En son Ana Kalp Hastanesi’ne gittim. Orada Burhanettin Kıranartlıoğlu isminde bir doktor kalp grafisini çekti. Tahlil yaptı. Ultrason tetkikatı da yaptı. “Amca senin kalbinde hiçbir şey yoktur. Yaşına göre mükemmeldir” dedi ve bu ifadesini bir raporla da teyit etti.

Bu bakımdan Tıp Fakültesi Hastanemizi ne kadar övsek yeridir. Ben kendi adıma konuşuyorum. 28 tane tetkik ve tahlil yapıldı ki bu tetkiklerin uzmanı sanki hastayı bekliyor. Bir tek dezavantaj vardır. O da sizden evvel gelmiş hasta varsa onu bekleyeceksiniz. Hiçbir gün makinanın uzmanı yoktur. Parçası eksik veya herhangi bir mazeret duymadım, görmedim. Bununla beraber sağlık tesislerinin çok olmasında sayılamayacak kadar fayda vardır. Bu günlerde de dizlerimde oluşan kireçlenme ile uğraşıyorum.

Hayatta yıktık, yüklektik ama pek bir şeyin sahibi olamadım. Maddi olarak sonunda çocuklarımın elinde bakımlı hale geldim. Gerçi Mimarsinan’da bir kısım ilklerin sahibiyim. Örneğin, kasabada ilk şapkayı atanlardanım. Kasabaya ilk motorlu taşıtı getirenlerin fikir babasıyım. Altı çocuğuna yüksek tahsil sağlayan tekim. Kız çocuğunun yüksek tahsil yapan ilk babasıyım.

Genç yaşımda milyoner oldum ama sigara parasız aç kaldım. Bununla beraber her kimden bir maddi destek istedimse talebim karşılıksız kalmadı. Bence çok enteresan iki örnek anlatacağım; birisi merhum Ahmet Kein ve Mehmet Şeref’le yaşamıştır. Ahmet’le sigaramız var, kahvecide veresiye bize ve misafirimize çay veriyor ama ikimizde 24 saattir açız. İş paydosu kahve önünde otururken bir Urfalı’dan 170 lira alacağımız vardı. Evinde bir onarım yapmıştık da onu getirdi.

Buğday pazarında komisyoncu Mahmut Türkmen acelesi yok. Mahmut dedimse de ağam ben para tutmam dedi ve yüz yetmiş lirayı verdi. Biz yemek yemedik, beraber yiyelim teklifinde bulundumsa da müsaade isteyip, gitti. Biz de hemen yemeğe gittik. mükellef bir ziyafet çektik. Kendimize ve 16 lira harcadık. Urfa’da ufak tefek 5, 6 parça iş var. Girdi çıktısına Mehmet bakardı. Mehmet bir gün “enişte paramız yok ama işler saat gibi yürüyor” dedi. “Tabii Mehmet bizim varlığımız işlerin yürümesi ile belli olur.” 8 sene Urfa’da çalıştım ve her hafta Perşembe günü veya Cuma’dan evvel haklarını almışlardır.

Diğer bir olay asker Mehmet Urfa’da asker iken iki arkadaşı ile mahkum olurlar. 4 seneye nasıl olmuş bilemem Yargıtay hükmü bozmuş. Ben bu aşamada davaya müdahale ettim. Avukat tuttum. Tanık temin ettim ve hatta 3.000 lira karşılığı bunların tahliye vaadini de aldım. Param yok, elden buldum. 3 bini yediemine verdim. Ben ve asker Mehmet, Ahmet dayımdan bu üç bini getirmesini talep ettik. Ahmet dayım ve para geldi. “Dayı ve parayı borcumuzu kapatalım” dedim. Dayım “beni hakimle görüştür de” dedi. “La havli hakimi ben bile görmedim. Seni nasıl görüştürürüm”. Hasılı var gönül yok gönül. Üç bini aldık ve hemen borcumu kapattım. Buna hiç de mecbur değildim ama böyle fırsatta her zaman doğmaz.

Aman ertesi günü mahkemeye vardık ki bizim konuştuğumuz daha doğrusu benim adamımın konuştuğu hakim yok. Zira hakim bey maaile izine gitmiş. “Gayri avukata mahkemenin talik edilmesini sağlayınız” dedim ve öyle oldu. Ben adamıma “iş olmadı parayı getir” dedim. Adam “derhal” dedi. Biz mahkemeden kahveye geldik. Dayım fışkırıyor. Bekleriz para gelmedi. Dayım bana “paramı ver yoksa senin pozunu bozarım” dedi. Benim rengim atmış. Ellerim titriyor. Kahvecim “ne o Durdu Bey para meselesi mi?” dedi. Ben de “biraz paraya ihtiyaç vardır Emin emmi” dedim. “Biraz bekle” dedi ve gitti. Çeyrek saat sonra on beş bin lira getirdi. “Daha var ama bulamadım. Kötü avrat da komşuya gitmiş” dedi. “Aman Emin emmi benim ihtiyacım üç bin liradır” dedim. Gelen paranın 12 binini Emin emmiye 3 bini de Ahmet dayıma verdim. “Derhal bu mekanı terk et. Karşımda oturma.” Bu ara hakime verilecek para da geldi. Onu da Emin emmiye verdim. Dolayısı ile kimseye borcum kalmadı. Asker Mehmet intihara filan kalktı. Dayımı ve askerleri de yolladım. Ama hakim bey para almadan bir mahkeme sonra askerleri tahliye etti. Asker Mehmet seçimde bana oy vermedi. Dayım ahir ömründe benden özür diledi ve kendisini Ahmet Kahya’nın yönlendirdiğini söyledi.

Ahmet Kahya, Konya’da bulunduğum sıralar yetmişli yıllarda traktör lastiği almak üzere oraya geldi. Emir ve isteğini sordum. Bir takım traktör lastiğine ihtiyacı olduğunu söyledi. Sözü olmaz bu kadar bir şeyin ama sen değmezsin. Zira Ahmet dayımla benim arama girdim. Başka kapıya bakın, uzaklaşın buradan diyerek kovdum. Ahmet Kahya benimle küs idi öldüğünde.

Cami dibinden geldim ki merhum babam ve anam ağlıyorlar. Sebebini sordum. Benim işimin bozulmuş ve borçlu düşmem olduğunu söylediler. “Ağlamayın dua edin. Zira dualar Tanrı katında makbuldür. Hiç kaygı da etmeyin. Ben bu yükün altından kalkarım” dedim. Babam “neye güvenerek böyle konuşuyorsun?” dedi. Ben de “Allah’a güveniyorum. Bir de kalemimle gözüme güveniyorum.”

Babam “evladım, ev hariç bağ, bahçe ve tarla ne varsa taşımazları sat da borcunu öde” dedi. “Yapamam baba zira taşınmazların benim borcumu ödemez. Sizden istediğim duada unutmamanızdır.”

Merhum babamın bir huyu vardı ki merhaba dediği adamların hiç kötülük yapmasını düşünmemektir. İşimin bozulduğu daha satha çıkmamış ki gelin olacak bacım Ayşe için anam bir kilim, baldızım Hatice, gelin olacak Naciye kızı için olmak üzere bir kilim istediler. Ben olur dedim. Kayseri’de Sakaltutan’lı Mustafa dayımın damadı İsmail Ağa var. Kendisi Ahmet Hafız’ın ortağı olmakla ayaküzeri alış veriş de yapar. Ona bir çift kilim ısmarladım. “Aşikar parası harman veresiye ama kilimler gayet iyi olacak” dedim. Adam “peki” dedi. Şehirden haber geldi. Kilimleri filan dükkandan alasınız diye adam yolladım kilimler geldi ve yerlerine verildi. Oğlan tarafı gelip, gelinlerini alıp gidecekler.

Biz de eş dost zaten gelmelerini bekliyoruz. Toplananlardan Hacı Ali’nin Mustafa yanıma geldi. “Çok hakkın vardır. Senin için vahim bir iftira duydum. Sana iki tane kilim geldi mi?” dedi. “Evet” dedim. İsmail Ağa kilimleri Hafız Ahmet’in dükkanına koyarak “Hafız Efendi bunu Durdu ısmarladı bir haber yolla da emanetlerini alsınlar” dedi. Hafız Efendi adamın elini tuttu. “Yahu sen delirdin mi ki malını denize atıyorsun. Onlar battı” dedi.

İsmail Ağa Durdu Efendi bunları ısmarlarken parası harman veresiye diye alenen belirtti. “Ben Durdu’yu on senedir babasını da 30 senedir tanırım ne pahasına olursa olsun bu kilimler gidecektir” dedi. “Hafız Efendi öyle ise benim dükkanıma koyma” dedi. Biz de kilimleri Hafız’ın komşusunun dükkanından getirdik ki adamın beyanı zımnen doğrulandı. Hacı Ali’nin Mustafa’ya “bu çok büyük bir olaydır. İcabında yüzleşir misin?” dedim. O da “mahkemeyi küpraya bile giderim senin için”. Kafam karıştı. Babam beni teselli ediyor. Bu tabii kanundur. Anası da elden geldi filan gibi.

Ne ise karşı taraf gelip, gelinini aldı. Biz de hemen içeri girdik. Zaten topluluk da dağıldı. Babama durumu kısaca anlattım. Babam “olmaz, olamaz” dedi. “Olmuş baba daha öbür tarafa bile gitmiş. Yarın birini arkanıza düşürüp bu edepsiz adama götürür müsün?” dedim. Babam da “olur” dedi. Ertesi günü babam, ben ve Ali Osman, Hafız’ın dükkanına vardık. Hoş beş ne içeceğimiz soruldu. Babam bir şey ısmarladı. Ben ve Ali Osman boykot ettik ve hemen konuya girdim. “Bunu size kim söyledi?” diye ısrar ediyor. “Sen kimin söylediğine boşver de sen bu ifadeyi kullandın mı, kullanmadın mı? Onu söyle”. “Kullandım” dedi. “Lan avradını sin kaf ettiğim bize hasımlığının sebebi nedir? Babama ve sana ekmek veren benim. Babama ağabeyimi himaye eden bana karşı bu yapılır mı? Yine küfrettin bana” ileri gittiğimi söyledi. “Geri bile kaldım” dedim. Buyur baba gidelim deyip, oradan ayrıldık. Yanar mısın, yanmaz mısın?

Germir’de Hakkı Ağa isminde çok muhterem bir amca var. Onun Rahmi isminde bir oğlu vardı. Kamyonculuk yaparken kaza yaptı. Hapse girdi. Hasta çıktı ve öldü. Rahmi benim okul arkadaşım çok sevişiriz. Onun babası oğluna kamyon alıyor, benim babam bisiklet alamıyor. Şehirde kahvede tek başıma oturuyorum. Hakkı emmi geldi, selam verdi. “Bana ne düşünüyorsun eşek herif” dedi. “Yok” dedimse de esti yağdı. İki içecek söyledi. “Durdu yavrum ben seni biliyorum. Aynı zamanda seni Rahmi’nin yerine koydum. Rahmi’den kalan bir şavrole kamyon var. Sat onu elinde harçlık et. Alnını kırıştıran Hakkı’nın avradını sin kaf edeyim” dedi. “Sağ ol Hakkı emmi. Derdime merhem olmaz” dedim. O zaman şavrole kamyonun acentası 48.000 lira bana ancak 20 – 22 tane olsa ki işime yarasa.

Urfa’da Rızvan Ahmet Paşa Camiini onarıyoruz. Onarım gereği minare hariç tüm yıktık. Balıklı Göl’ün de 2,75 metre su seviyesinden aşağı indik. Batarda denen bir sistemle göle havuz yaptık. İki galas arasında 17 kamyon kil döktük. Gölü tecrit ettik ama mihrabın altından göle su akmakta bunu kesemedik.

Merhum Ahmet Kein tam 87 gün suyun içinde çalıştı. Damarları kan topladı ve varis oluştu. Kayseri Ömür Hastanesi’nde varislerini aldırdım da Almanya’ya bilahare gitti. Beş yıl süre ile birlikte olduk. Ama hiçbir sözümüz karşılasın adi nur içinde yatsın. Ahmet’in bacanağı Necmettin Kılıç işimi yarım bırakıp, kaçtı da yarım işi Avşar ahbaplarım bitirdi. Rızvan Ahmet Parsa Camiinde bacanağım Ahmet Ateş’e bir iş verdim. Duvarların harcını iyi yapmadığı için işi bıraktırdım. Ben de galu beladan kalma alacakları da dahil tüm alacaklarını ödedim. Ve işten ayırdım ama biraz da kırıcı oldu.

Merhum bacanağım Süleyman Ertonga, cami işlerinde girişi bezeme denilen arabesk işler var ki onların kalıbını çıkarır. Ustalara iş verir ve bu gibi işlerde beni hiç aramaz. Çok yardımlarını gördüm. 10 Kasım 1965’te 8.30 metre yükseklikteki çatıdan düştüm. Hemen Devlet Hastanesi’ne kaldırdılar. Başhekim röntgen uzmanı ben daha evvel onun hastası idim. Bir yakınlığımız var filmler çekildi. Hiçbir kırık çıkık tespit edilmediğinden beni taburcu ettiler ama ne sağa dönüyorum ne de defi tabii ihtiyaçlarımı gideremiyorum. Mustafa Afan Urfa’da lise öğrencisi idi. Bizim yanımıza da gelir giderdi. Özellikle Mehmet Şeref’le çok yakındılar. Çatıdan düşünce tamı tamına 9 gün, gece hiç gözünü kırpmadan bana hizmet etti de Ankara’ya hastaneye yatınca benden ayrıldı.

Hizmet ve iyiliğini tarif edemem. Otel odasında yatarken bir bevliye uzmanı geldi. Muayene için odanın içi adam dolu. Benim Urfa’lı yarenlerim doktora para verileceği zaman hepsi dışarı çıktı. “Mustafa pantolon cebimde para vardır. Hem Dr. ücretini öde, hem de reçeteyi yaptır gel” dedim. Reçeteyi doktordan hemen gömlekçim aldı. Muayene ücretini ödedi. Reçeteyi de yaptırıp, geldi. Hepsi 70 lira tuttu. Ödemek istedik kabul etmedi. 70 lirayı çok ödedim ama yine de ödedim diyemem.

İyi olup, ayağa kalktığımda yine Urfa’ya gittim. Benim akbabalar başıma yine üşüştüler. “Durdu Bey buyur yemeğe gidelim.” Gitmedim. Bir, iki ve beş. Bir gün dediler ki hepsi birden; “arkadaş bizim suçumuz ne ise söyle de bilelim. Bizimle yemeğe gelmeyip, yalnız veya başkaları ile çıkıyorsun. Özrümüzü söyle” dediler. “Adam değil misiniz ki suçunuzu bilmiyorsunuz?” dedim. Dediler “bilmiyoruz”. “Öyle ise ben söyleyeyim. Otel odasında bir dr. muayene ücretini sizin mi yoksa Dağlar’ın mı (dağlar arkadaşın lakabıdır) ödemesi gerekti ki hepiniz odayı terk ettiniz. Bu bakımdan bundan sonra ben sizinle eskisi gibi samimi olamam. Siz başka, ben başka arkadaş bulalım. Hoşçakalınız” dedim. Gerçekten grupla samimi olmadım. Otel odasında yatarken İş ve İşçi Bulma Kurum Müdürü ziyarete geldi. Hoş beşten sonra yüzüme ılık bir damla düştü. “Ne o Müdür Bey ağlıyor musun?” dedim. Müdür Bey “arkadaş bu böyle geldi, böyle gidecek mi diyorsun” dedi. Ben de “yok canım hastane kırık çıkık bir şey bulamadı. Biraz kendime geleyim bu işin en iyi uzmanına gideceğim” dedim. “Öyle ise arkadaş geç kalmayalım. Olura bir sıkıntın da var ise çaresine bakalım” dedi. Hemen taksi çağırıldı. Ertesi günü Ankara’da hastaneye yattım.

Urfa’da iki amele Ahmet Yavuz ve Cevher Keser gide gide usta oldular ve de bana çok faydaları oldu. Bir gün çarşıda yürürken iki kişi çekişiyor ama durum gittikçe şiddetleniyor. Bilmem, görmem araya girdim. Adamlara sigara ikram ettim. Bir saate yakın zaman konuştuk. Konuştukça hava yumuşadı ve her ikisi de bana teşekkür eti. Ayrıldı. Adamlardan birisi ÖMER ERBAY inşaata geldi. “Durdu Bey, sen o gün beni bir beladan kurtardın. Sana ne kadar teşekkür etsem azdır. Ama kabul edersen tuz ekmek olalım (Urfa deyimi) benim Harran’da köyüm var sizi bir haftalığına oraya davet ediyorum. Umarım kırmazsın.” Düşündüm, ben bu adama iyilikten başka bir şey yapmadım. Adam da bana ancak iyilik yapar diye daveti kabul ettim ve köye vardık. Yün yataklar, çölde bir vaha ağaçlar ve gölge. Harran Üniversitesi ancak 100 metre uzakta. Yerlilerden ve memur tabakasından da misafirler var ama diğerleri yatma zamanı gidiyorlar.

Tam bir hafta gece gündüz orada kaldım. DSİ 365 metreden su çıkarmış ki buğday yaprakları pırasa yaprağı gibidir. Yalnız yatsıdan sonra şafak vaktine kadar silah sesleri çok rahatsız edicidir. Kaçakçılarla Devletin adamları.
Not: Ol hikaye burada biter.


  1. Başka mekanda,

  2. Başka zamanda,

  3. Başka konuda, sağ olursam tekrar konuşmak dileği ile hoşçakalınız…




Yüklə 0,98 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   11




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin