BİR MÜSEDESTEN
Menemki kaafile salr’ı kerban’i gamem
Misafiri reh’i sahraya mihnetü elemen
Hakir bakma bana kimseden sığınma …..
Fakiri petşah asa gedayı muhteşemen.
FUZULİ
Patşah asa : Padişah gibi.
Gedayı muhteşem : Muhteşem yoksul.
Eğerçi müflis : İflas etmiş, bitkin.
LEYLA İLE MECNUN
Tutsam talebi hakikate rahı mecaz
Efsane bahanesi ile etsem raz
Leyli sebebi ile vasfın etsem ağaz
Mecnun diliyle etsem izharı, niyaz.
FUZÜLİ
RÜBAİ
Paramız yok ki bir güzel sevelim
Şarapta yok ki içerek haykıralım
Demek günaha girmenin yolu yok
Çaresiz kalkalım namaz kılalım.
ÖMER HAYYAM
RUBAİ
Dün gece başım dumanlı meyhanedeydim
Baktım bir ihtiyar küp yüklü bulut
Dedim koca ihtiyar Allahtan kork
Dedi Allah kerimdi içte dilini tut.
RUBAİ
O uygun dostlar gittiler bir, bir yok oldular
Hepsi ecelin ayağına baş koydular
Hepimiz ayni mecliste içtik
Onlar biraz daha evvel sarhoş oldular.
ÖMER HAYYAM
RUBAİ
Mecnun oda yandı şulei ah ile pak
Vamık suya battı eskten oldu helak
Ferhat hevesle yele verdi ömrün
Hak oldular onlar menem imdi ol hâk.
RUBAİ
Her dikli es’iri gamı hicran olmaz
Şayestei zevki faslı canan olmaz
Her derkti var var dermanı veli
Biderdlerin derdine derman olmaz.
FUZULİ
BAYEZİDDEN KANUNİYE
Ey seraser aleme sultan süleymanim baba
Tende canım canımın içinde cananım baba
Bayezid’ine kıyarmısın benim canım baba
Bi günahım hak bilir devletlü sultanım baba.
Hak talaa kim cihanın şahı etmiştir seni
Öldürüp ben kulunu göldürme sahim düsmeni
Gözlerim nuri oğullarımdan ayırma beni
Bi günahım hak bilir devletlü sultanım baba.
MÜTEVEFA
ŞEHZADE BAYEZİD
KANÜNİ’DEN BAYEZİD’E
Ey dema dem mazhar’ı tuğyanı isyanım oğul
Takmayan boynuna hergiz tavk fermanım oğul
Ben kıyarmıyım sana bağışlarım gelsen yola
Bi günahım dime bari tevbe kıl canım oğul.
Tutalım iki elin baştanbaşa kanda ola
Sen ki istığfar edersin biz affetsek nola
Bayezidim suçu bağışlarım gelsen yola
Bi günahım dime bari tevbe kıl canım oğul.
KANÜNİ SULTAN SÜLEYMAN
KITA
Seyrolup raksı yine dilberi müntazların
Yine afaka çıkar …… sazların
Cana ateş bırakır şulesi avazların
Müjdeler gülşene ….. vaktı çıragan geldi.
NEDİM
Seyrolup raksı yine dilberi mümtazların
Zahirde eğerci cümleden ednayız
Erbabı nazar yanında ….. alayız
Saymazsa hisabı nola ahbap bizi
Biz zümre-i sair anda müstenayız.
NEDİM
KITA
Bir civan kaşı sarık sarmış efendim başına
Sürme çekmiş itri şahiler sürmüş kaşına
Şimdi girmiştir dahi tahminimde on beş yaşına
Gül yanaklı gül, gül kerrakeli mor hareli.
NEDİM
RÜBAİ
Rakkas bu halet senin oynunda mıdır?
Âşıkların günahı boynunda mıdır?
Doymam sebi valsına şebı Rüze gibi
Ey sim beden sabah koynunda mıdır?
ŞARKI
Erişti Nev bahar eyyam açıldı gülü Gülşen
Çeragan vakti geldi lalezarın didesi Ruşen
Cemenler döndü ruy’ı yare rengi lale va gülden
Çeragan vakti geldi lalezarın didesi Ruşen.
Açıldı dilberin ruhsarı gibi laleler, güller
Yakıştı zülfu huban zemine saçlı sümbüller
Neva zas olmadan bir şevk ile aşüfte bülbuller
Çerağın vakti geldi lalezarın didesi rüşen.
NEDİM
ŞARKI
Sakıya meclise gel cismine gelsin canım
Ahdiler tevbeler ol sagare kurban olsun
Ayagın sakınarak başma aman sultanım
Dükülen mey, kırılan şişei rından olsun.
Merhaba ettiğin illerle revamı göreyim
İller emsin o şeker lebleri de ben durayım
Bari lütfeyle a zalim bircik yüz süreyim
Payin olmazsa eğer güsei deman olsun
NEDİM
ÖĞÜT
Dinle sana bir nasihat edeyim
Hatırdan, gönülden gecici olma
Yiğidin başına bir iş gelirse
Onu yadellere açıcı olma.
Mecliste arif ol kelamı dinle
El iki söylerse sen birin söyle
Elinden geldikçe iyilik eyle
Hatıra dokunup yıkıcı olma.
El arifdir yoklar senin bendini
Dağtırlar tazağını fendini
Alçaklar otur gözet kendini
Katı yüskelerden ucucu olma.
Karacaoğlan söyler sözün başarır
Aşkın deryasını boydan aşırır
Seni her mecliste küçük düşürür
Kötülerle konup göcücu olma.
GELİNLE KIZ
Sabahtan uğradım kıza
Boyu selvi dala benzer
Yanında bir gelin vardı
Al yanağı bala benzer.
Gelin hürilerden huri
Kızsa meleklerden biri
Gelin al çimenli koru
Kız tomurcuk güle benzer
Gelinin lebleri beste
Kız düşürdü beni hasta
Gelin şeker şerbeti tasta
Kız petekte bala benzer
Gelin güler için için
Kız geline bulur suçun
Gelin örselenmiş saçın
Kızın ipek tele benzer
Gelin dedin aştır yüzün
Hiç menendi yoktur kızın
Karacaoğlan ikinizin
Kapınızda kula benzer
KARACAOĞLAN
Siyah ebrulerin duruben çatına
Gamze oklarını âşık a atma
Sana gönül verdim beni ağlatma
Benim gözüm nuru gönlüm süruru.
Bir ad düşmüş dağlar gibi yanarım
Mazul olmuş beyler gibi dönerim
Efendim derd ile yolun gözlerim
Benim gözüm nüru gönlüm süruru.
Yemeden içmeden kulli biriyim
Senden ayrılalı cansız diriyim
Sinem üstünde bir kuru deriyim
Benim gözüm nüru gönlüm süruru.
KUL MEHMET
Şu karşıdan gelen dilber
Gelir amma neden sonra
Bir selama kail oldum
Verir amma neden sonra.
Bahçede açılan güller
Balında öten bülbüller
Bize tan eyleyen dilber
Çürür amma neden sonra.
Gördüm yârimin yüzünü
Öptüm dostumun gözünü
Aradım buldum izini
Buldum amma neden sonra.
Kolumdan uçurdum bazı
Yeter ettin bana nazı
Âşık Ömer’in niyazı
Geçer amma neden sonra.
ÂŞIK ÖMER
KOŞMA
Gelha güzel gel ha methin söyleyim
Ağzın şeker dudakların bal gibi
Yaşta küçük ama boyda münasip
Sılınıyor bir fidanca dal gibi
Kalem aldım kaşlarını çatmaya
Hicap ettim adın su al etmeye
Baban seni az pahaya satmaya
Bakıp durur bin Liralık mal gibi.
Gezdireyim yeşil ilen alınan
Besleyeyim şeker ilen balınan
Baban seni bana verse malınan
Koklardım yeni açmış gül gibi.
Hezele de Dadaloğlu hezele
Mehlem eyle gel yaramı tazele
Ak saray gerekir böyle güzele
Çalışırdım on halayık kul gibi.
KOŞMA
Dostun bahçesinden yada geçmesin
Kurutur ha nazlı dilber kurutur
Senin sevdan yüreğimde yağ koymaz
Eritir ha nazlı dilber eritir.
Yüksek olur arap atın kaltağı
Başta kalmaz köç yiğidin yatağı
Korkum bir kötüye değer eteği
Beri durha nazlı bilber beri dur.
Dadaloğlu derki ben ne yapayım
Hangi din hak ise ona tapayım
Eğilde bir alyanaktan öpeyim
Beri durha nazlı dilber beri dur.
DADALOĞLU
……….
Tutam yar elinden tutatam
Çıkam dağlara dağlara
Olam bir yareli bülbül
İnem bağlara bağlara
Birin bilir birin bilmez
Bu dünyü kimseye kalmaz
Yar adını desem olmaz
Düşer dillere dillere
Emrah eder bu günündür
Arsa çıkan tütünümdür
Yare gidecek günümdür
Düsem yollara yollara
KOŞMA
Ela gözlerini sevdiğim dilber
Sen benim derdime deva bilmezsin
Ya nice tabibsin yoktur ilacın
Yürekte yaramı sarabilmezsin.
Sana derim sana ey kalbi hayın
Kimseler çekmesin feleğin yayın
Alıp harap ettin gönlüm sarayın
Şimdi bir taşını koyabilmezsin
Emrah eder boşa gitti sözlerim
Muhabbeti can evime gizlerim
Ne durursun ağlasana gözlerim
Gitti kaş kara görebilmezsin.
KOŞMA
Sabahtan uğradım ben bir fidana
Dedim mahmurmusun dediki yok, yoh
Ak ellerin boğum boğum kınalı
Dedim bayramıdır söyledi yoh, yok.
Dedim inci nedir dedi dişimdir
Dedim kalem nedir dedi kaşımdır
Dedim on beş nedir dedi yaşımdır
Dedim daha varmi söyledi yoh, yok.
Dedim ölüm vardır dedi aynımda
Dedim zulum vardı dedi boynumda
Dedim ak sineler dedi koynumda
Dedim sevebilsem söyledi yoh, yoh.
Dedim Erzurum ne dedi ilimdir
Dedim gidermisin dedi yolumdur
Dedim Emrah nedir dedi kolumdur
Dedim satarmısın söyledi yoh, yok.
ERZURUMLU EMRAH
KOŞMA
Vardım ki yurdundan ayak çekilmiş
Yavru gitmiş ıssız kalmış otağı
Camlar sikest olmuş meyler dökülmüş
Sakiler meclisten çekmiş ayağı.
Hangi bağda bulsam ben o merali
Hangi yerde görsem çeşmi gazali
Avcılardın kaçmış ceylan misali
Kaçmış dağdan dağa yoktur durağı.
Laleyi sümbülü gülü hâr almış
Zevk’u şevk ehlini ahu zar almış
Süleyman tahtını sanki mar almış
Gama tebdil olmuş ülfetin cağı
Zihni derdi elinden her zaman ağlar
Vardım ki bağ ağlar bağban ağlar
Sümbüller perişan güller kan ağlar
Seyda bülbül terk edeli bu bağı.
BAYBURTLU ZİHNİ
KARDEŞİM
Beni hor görme kardeşim
İnleşir beraber yapardık balı
Aynı var’dan var olmuşuz
Sen gümüşsün ben saç mıyım?
Ne var ise sende bende
Aynı varlık her bedende
Yarın mezara girende
Sen toksunda ben aç mıyım?
Kimi molla kimi derviş
Allah bize neler vermiş
Kimi arı çiçek dermiş
Sen balsında ben çeçmiyim?
Topraktandır cumle beden
Nefsini öldür ölmeden
Böyle emretmiş yaradan
Sen kalemsin ben uç muyum?
Tabiata Veysel Âşık
Topraktan olduk kardaşık
Aynı yolcuyuz, yoldaşık
Sen yolcusun ben …. mıyım?
ÂŞIK VEYSEL
SEMAİ
Güneş gibi şahsım olsa
Devlet gibi bahtım olsa
Gazi gibi bahtım olsa
Yine bana gelen olmaz.
Güller açsam bağlar gibi
Gazel döksem çağlar gibi
Altın olsam dağlar gibi
Kıymatımı bilen olmaz.
Hazne dolu akçem olsa
Türlü kumaş bohçam olsa
Yalan dünya bahçem olsa
Benden bir gül alan olmaz
Talibi derki nolurum
Mekan nerde bulurum
Korkarım garip ölürüm
Cenazemi kılan olmaz
ÂŞIK TALİBİ
DÜRÜBİ EMSALİ
OSMANİYEDEN
Alçak yerde tepecik kendini dağ sanır
Bitmez işin anasanı uyku ağlatır
Çengi ölüsu çalgı ile kalkar
Deli devran sürer akıllı vakit bekler
Deveci ile görüşen kapısını büyük açar
Isıran it dişi göstermez
İstediğini söyleyen istemediğini işitir
Şeyh ucmaz mürüdü ücurur.
ŞİNASİ
VATAN MERSİYESİ
Ah yaktık şu mübarek vatanın her yerini
Saçtık eflake kadar dünunu ateşlerini.
Kapadı gözde olanlar çıkası gözlerini
Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini.
Yog imiş kurtaracak bahtı sara maderini
İşte can verdi vatan dinine hürriyetine.
Buyurun …… musalla da hüda hürmetine
Hakka karşı duralım er kişi niyetine.
Düşmanın bağrına düşman dayadı hancerini
Yog imiş kurtaracak bahtı kara mederini.
NAMIK KEMAL’le
DELİ HİKMET
Bu şiiri baş kumandan Mustafa Kemal Paşa 1 inci BMM kürsüsünden okumuş ve sonunu şöyle bağlamıştır.
Vatanın bağrına düşman dayarsın hançerini
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini.
MEYHANECİ
Ağla aşık kanlar ağla
Coşkun sular gibi çağla
Gönlünü ateşle dağla
Yar el koynunda yatıyor
Kolu boynunda yatıyor.
AKİF Beyden
MEZARCI
Sen ölürsen anan ağlar
İmam ıskatını bağlar
Kurtlar, kuşlar, kırlar, dağlar
Etini yer ölmeyi gör.
Kazmayı vurdum mezare
Kemik çıktı pare pare
Can verip aldanma yare
Senden geçer ölmeyi gör
Gülnahal’den
KITA
Sen oldun cevrine dil s’ıken mahzun ben mahzun
Felek gülsün sevinsin şimdi sen mahzun, ben mahzun
Ölürsem görmeden millete ümit ettiğim feyzi
Yazılsın sengi kabrimde vatan mahzun, ben mahzun.
NAMIK KEMAL
ŞAHSİYET
Sende bul çaresini pare kazan mesut ol
Deme menbus yabudider var zer dediğin.
Beni tasdik edin evlat diyorsun ama
Bakalım doğrumu laf ebesi her dediğin.
Toplanıp ehli heva her biri bir söz çalar
Çelebi böyle olur bizde konser dediğin.
Yedi yüz kere yanılmak ne demek her ……
Böyle olmaz o benim hafızım ezber dediğin.
Mualla NACİ ÖMER
KÖYLÜ KIZLARIN ŞARKISI
Tepeden nasıl iniyor bakın
Şu kızın nişanlısı şanlıdır
Yaradan nazarda esirgesin
Koca dağı gibi delikanlıdır.
Fese bak fese ne kadarda al
Nede hoş belindeki morlu şal
Demedim ya ben sana bak da kal
O kadarda bakma ziyanlıdır.
Yakışıklıdır seviyor cihan
Onu bende pek severim insan
Benim olsa bari şu ……
Olamaz ne çare nişanlıdır.
Ne darıldın Ahmed’in oynaşı
Darılır mı adama kardaşı
Sana benziyor su dağın başı
Ne zaman bakılsa dumanlıdır.
Ne kadar kızardın ama aman
Neden öyle başına çıktı kan
Beri gel bayılma kızım heman
Yüreğinde pek heyecanlıdır.
Somurtup oturma darıl da git
Bizi ihtiyara şikayet et
Beni istemekte olan yiğit
Daha anlıdır daha şanlıdır.
Muallim NACİ ÖMER
AHLAK
Ahlak yolu pek dardır
Tetik baş önün yardır
Sakın hakkım var deme
Hak yok vazife vardır.
Hak milletin şan onun
Gövde senin can onun
Sen öl ki o yaşasın
Dökülecek kan onun.
Ben, sen yoğuz biz varız
Hm ağan hem kullarız
Biz demek bir demektir
Ben, sen ona taparız.
Ne derece hizmetin
Varsa odur kıymetin
Kıymetim var deme ki
Gerçek ola kıymetin.
Millete ver canını
Ocağını, şanını
Bir âşık olsan bile
Feda et cananını.
ZİYA GÖKALP
GÖZ AŞINALIĞI
İsmini bilmezdim fakat tanıdım
Ne yosma bir çiçek takışı vardı
Kızıl saçların ateş sanırdım
Güneş nüru gibi yakışı vardı.
Öyledir gün şafak söktüğü zaman
Göllere gölgeler düştüğü zaman
Saçını çözüp de döktüğü zaman
Saçını dalga düşüp akışı vardı.
Hüsnünde bir eda vardı ki asiydi
Beni harap eden o edasıydı
Sevdalı gönlümün aşınasıydı
Yüzüme bir şirin bakış vardı.
RIZA TEVFİK
BEN
Zülmu alkışlayamam zalimi asla sevemem
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem
Biri ecdadıma saldırdı mı hatta boğarım
Boğamazsın ki
Hiç olmazsa yanımdan kovarım
Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam
Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam
Doğduğumdan beri âşıkım istiklale
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın Lale
Yumuşak başlı isen kim dedi uysal koyunum
Kesilir belki fakat çekmeğe gelmez boynun
Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim
Aldırma adam da geç git diyemem aldırmam
Çiğnerim, çiğnenirim hakkı tutar kaldırırım
Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu.
MEHMET AKİF
HİCİV
Çalış dedikçe şeriat çalışmadın durdun
Onun hesabına bir çok hurafe uydurdun
Sonunda birde tevekkül dedin sokuşturdun araya
Zavallı dini onunla çevirdin maskaraya
Görenek neyse onun hükmüne münkat olarak
Garbın efkarını, asarını düşman tanımak
Yenilik namına vahy inse kabul eylememek.
Hurafeler, üfürükler düğüm düğüm bağlamak
Mezar mezar dolaşıp hasta baktıran sağlar.
Bir baksana gökler uyanık, yer uyanıktır
Dünya uyanıkken uyumak maskaralıktır.
MEHMET AKİF
HAKİKİ DİN
Çünkü biz bilmiyoruz evet bilseydik
Çara yok gösteremezdik bu kadar sersemlik
Ya açar Nazmı celilin bakarız yaprağına
Yahut üfler geçeriz bir ölünün toprağına
İnmemiştir hele kur’an bunu hakkıyle bilin
Ne mazarlıkta okunmak nede fal bakmak için.
Silahı kullanan Allah hududu bekleyen O
Levazımın bitivermiş değimli ekleyen O
Başın sıkıştıkça kâfi senin o nazlı sesin
Yetiş de kendisi gelsin ya hızırı göndersin
Evinde hastalanan var borcudur bakacak
Şifa hazinesi derhal oluk, oluk akacak
Demek ki her şeyin ….. yanaşman ırgadın O
Ya sen nesin mütevekkil yutulmaz artık bu.
Hayır hayal ile yoktur benim alış verişim
İnan ki her ne demişsem görüpte söylemişim
Şu dur cihanda benim en beğendiğim meslek
Sözüm odun gibi olsun hakikat olsun tek.
MEHMET AKİF
Tanrının yardım ve teveccühü ile birinci defterin sonuna geldik.
Hamdü senalar olsun.
D. N.
DURDU NEVRUZ’UN DERLEDİĞİ HİKAYE VE MENKIBELER
-
İBRAHİM HAKKI VE ŞEYH FAKİLULLAH
Sonradan yozlaştırıldığına bakmayın medrese, eğitim ve öğretimi önünde selam durulacak eğitim sistemidir. Düşünebiliyor musunuz sadece mum ışığında Kur’an-ı Kerim gibi dev eseri ezberlemek ve bilahare de tilavet etmek (okumak) aklın alacağı işlerden değil ama bir gerçektir.
Medrese öğrencisi 4 m2 bir hücrede iki kişi yatar, ısınma kara ocakla karşılanır. Kalorifer ve soba hak getire. Yemekler, bugünkü gibi kalori hesabı filan yapılmaz. Hasılı, çok zor şartlarda medrese öğrencisi tedrisat yapar. Medrese öğrencisinin ilme katkısı da vardır. Örneğin; Fatih’in hocalarından Molla Gürani ve Molla Akşemsettin merhumları sayabiliriz.
Molla Akşemsettin kuduz aşısını batıdan 438 yıl önce bulmuş lakin tanıtımını yapamadığı için mucit batı olmuştur. Emeviler ve Abbasiler döneminde İslamiyet en yüksek noktasına gelmiş. Fıkıh, hadis, akayit, mimari ve edebiyatta çok ileri gitmişler ama emri ilahi (Allah’ın emri) olarak İslam’daki ikilik taht ve post kavgasına dönüşmüştür ki ondan sonra gelişim durmuştur.
Emeviler, Miraç’tan 100 sene sonra Kudüs’teki Mescid-i Aksa’yı yapmışlar ki gerek mimarı ve gerekse kullanılan malzeme bakımından dünyada tek eserdir. Esasen konumuz bir değildir. Medrese ve medresede eğitim öğretimdir. Biz bunlardan sadece bir tanesini izaha çalışacağız. Siirt’in Tillo bucağındaki Şeyh Fakilullah Medresesi’ni konu edeceğiz.
Tillo Siirt 7 km mesafede mistik bir yerleşim yeridir. Burada da Şeyh Fakilullah’ın Medresesi ve bu medresenin öğrencileri vardır. Medrese Şeyhi ve öğretim üyesine müderris, öğrencisine talebe ve mezun olanlara da molla denir. Molla müderristen izin almadan medreseyi terk edemez. Ancak izinden sonra oradan ayrılarak yaşamını sürdürür. Medreseye yurdun her tarafından talebe gelir.
Şeyh Fakilullah’ın talebeleri arasında Erzurumlu İbrahim Hakkı adında bir talebe vardır. İbrahim Hakkı medrese hayatını bitirip, şeyhinden izin alarak ayrılır. İbrahim Hakkı fen bilgileri, sosyal bilgiler ve biyoloji ilminde çok bilgilidir ki, marifetname denen muazzam eser onun kaleminden çıkmadır. Marifetname’de zamanın bilgilerinin hepsi vardır.
İbrahim Hakkı, Tillo’dan ayrılmadan şeyhine bir türbe yapar ve bu türbeye halk deyimi ile nur doğdurur. Nur doğması Allah’ın kudretindedir ama İbrahim Hakkı türbenin doğusundaki dağlara adam boyundan yüksek duvar yapar. Duvarın bir noktasına bir pencere koyar. Türbenin kulesine de bir ayna yerleştirir.
Sabahları güneş ufka dağılmadan önce en yüksek tepeleri aydınlatır ya işte İbrahim Hakkı bu varsayımdan hareketle güneşin ilk ışıklarını türbedeki aynaya aksettirir. Aynaya çarpan ışık şeyhin tabutunun başucuna kadar uzanır ki halk bunu nur sanır. Zamanla duvar yıkılmış, ışığın aksettiği pencere bozulmuş ve ayna eskimiş ki halk bunu kendi saygısızlığına bağlamaktadır.
İbrahim Hakkı, memleketi Erzurum’a gider ve orada Itason kaleye kumandan olur. Kendisinin iki oğlu var Şakir ve Zakir. Şakir büyük, boyuna namaz kılar, dua eder ve kardeşini çekiştirir babasına. Zakir ise küçüktür ve atar yatar tiptendir. Her içenin başına geldiği gibi Zakir’in parası biter, veresiye içmeye başlar. Borç epey kabarınca baba meyhanecinin alacağını yollar. Zakir’e de harçlık verir. Zakir hemen meyhaneciye gider. Borcunu ödemek ister. Meyhaneci alacağının olmadığını söyler. Zakir ısrar eder ödemekte. Meyhaneci der ki: “Senin borcunu muhterem babanız ödedi” der. Zakir “demek babam benim içki içtiğimi biliyor” der. Özür dilemek için kaleye koşar. Baba ile Şakir oradalar her zamanki terane Zakir çekiştirilir. Zakir Baba özür dilerim demeden evvel “at şuradan kendini Zakir” der.
Zakir kendini boşluğa bırakır. Gökte altı güvencin uçmaktadır. Zakir’le beraber yedi olur güvercin. Teklif daha evvel Şakir’e yapılır ama Şakir kendini boşluğa bırakamaz. Derhal Şakir babasından özür diler ama baba “ey Şakir harabet ehlini hor görme, definelere malik viraneler vardır” der.
Bu söz, bugün de kıymetini korumaktadır. Hiç kimsiye aşağılık görmemek gereklidir.
-
PADİŞAH VE VEZİRİ
İki bıçkın delikanlının karınları aç fakat ceplerinde para yok. Lokantaya girerler. Karnımızı tam doyuralım da hesap gelince hır çıkaralım diye konuşup, karar verdiklerini duyan yan masadaki bir bey garsonu çağırır. Şu masanın hesabını benim hesabıma ekleyin diye talimat verir. Bizimkilerin karnı doyunca hesap isterler. Garson da hesabı şu amca ödedi der. İki kişi selam çakarak tok karın olarak lokantadan ayrılırlar.
Hikaye bu ya, delikanlılardan biri padişah diğeri vezir olurlar. Sarayın balkonundan caddeyi seyrederken bir ihtiyarın dilendiğini görürler. Dilenen adamı tanıyıp tanımadıklarını birbirine sorarlar. Neticede dilencinin bunların lokanta hesabını ödeyen adam olduğunda karar kılar, adamı saraya çağırırlar. Adama koyun güdüp gütmeyeceğini sorarlar. Adam dilenmekten iyidir yaparım der.
Adamla konuşmalarında para söz konusu değildir. Güttüğü koyunlardan artanın yarısı çobanın olacak ayrıca çobanın evine de belli bir para yollanacak. Adamın önüne 500 koyun katarlar. Baba artanın yarısı senin yarısı bizim derler. Çoban memnun olarak işe başlar ama bahar gelince 300 koyun yarıya düşer. Para çok ağalarda hemen miktar yine 500’e tamamlanır. Bu durum birkaç kere tekrarlanır. Ama bir zaman sonra mevcut 500 koyun 1000 olur ve her sene artarak devam eder bu hal. Padişahla vezir, çobanı çağırırlar. “Amca sen bizi biliyor musun?” derler. “Evet biriniz padişah, diğeriniz de vezir” der. “Hayır, biz bir zaman senin lokantada hesabımızı ödediğin kişileriz. Biz seni ilk gün ağırlar ve gönderirdik ama senin bir ara talihin dönmüştü. Şimdi ise işlerin yoluna girdi. Artık dön memleketine çocukların seni bekler. Koyunlarını da götür. Adam evine gelir ki bir bolluk içindeler. Ekilen dikilen her şey çift çift. Kalan hayatı mutluluk içinde geçer.
-
DERTSİZ ADAM
Adamın birisinin derdi çokmuş ki ben dertsiz adam arayacağım deyip, atına binmiş. Dağ tepe aşarak bir yaylaya varmış ki göz alabildiğine arazi. Arazide sürü sürü koyun, sığır, manda, yılkı ve hatta ceylanlar. Bunların başında çoban ve korucular.
“Bu varlık kimin?” diye bir korucuya sorar. Korucu da Ağa’nın ismini verir. “Ağa’ya selam söyleyin eğer müsaade ederse ben onun bugün misafiri olmak isterim” der. Korucu hemen gider ve döner. “Buyurun Ağa sizi misafirliğe kabul etti. Benimle gelin”. Adam korucu ile Ağa’nın huzuruna varır. Yemeler, içmeler, ikram izaz sınırsız. Bir zenci erkek de hizmet görmektedir. Yatma zamanı gelince Ağa misafire sorar “ziyaret sebebin nedir?” diye. Misafir de der ki; “Ağa maşallah Hak Teala sana varlıkları verdikçe vermiş. Herhalde bir derdin yoktur sanırım” der. Ağa sonsuz bir acı ile “Ah” demiş. “Allah’ın varlığına, verdiğine, keremine ve ihsanına namütenahi şükürler olsun ki varlık içinde yüzüyorum ama ben karımı karım da beni çok seviyordu ki günlerden bir gün karım çok şiddetli hasta oldu. Öldü, ölecek durumda. Karı koca konuşuyoruz kadın “ben ölüyorum, ben ölünce sen evlenirsin” dedi. Ben de sensiz hayat bana haram olsun” dedim. “Öyle ise samimiyetini anlamak için erkekliğini kestirelim” dedi. Ben de olur diyerek muvaffakiyet gösterdim. Şeytana uyup, erkeklikten olduk. Gel zaman git zaman kadın iyileşti ve “ben koca isterim” dedi. Edemedik. Şu hizmet gören zenci ile karımı nikahladım. Zenci akşama kadar benim hizmetimi görür, sabaha kadar karımla zevk eder. Benim malım çok ama derdim daha çoktur evladım” der.
Dostları ilə paylaş: |